Hırsızlık rejimi

Sezgin Baran Korkmaz’ın tabaklarda artan döner parçalarını biriktirip, bunları sonra yarım ekmek arası dönere çevirip pazardaki gariban emekçiye ucuza satmasını anlattığı videoyu gördünüz mü?

Kürsüde, sol eli cebinde “nereden nereye nasıl geldiğini” anlatıyor büyük bir keyifle. Daha vahimi, dinleyenler bu “başarı öyküsünü” memnuniyetle alkışlıyorlar. Nasılsa ağızdan ağıza hastalık bulaştırma riski yüksek artık döneri yiyenler kendileri değil, pazardaki garibanlar!

Yukarıdan aşağıya, aşağıdan yukarıya

Sezgin Baran Korkmaz (SBK), yaşadığımız sistemin tipik bir çıktısıdır; sistem SBK’ler, Tosuncuklar üretiyor. Ve bunlar “uyanık”, “işini bilen” diye alkışlanıyor, el üstünde tutuluyor; dahası sistemin uygulayıcısı olan siyaset, bunlara ödüller veriyor.

İşte o alkışlanma, aslında toplumun da çürümesinin derecesini gösteriyor. Toplum SBK’lerin anlattığı hikayeleri dinlerken ne kadar kuvvetli alkışlıyorsa, o kadar kirlenmiş demektir.

SBK ile onu alkışlayan kitle arasındaki ilişkinin, altyapı ile üstyapı arasındaki ilişkinin çözümlenebilmesi; sistemin, düzenin, rejimin anlaşılmasını sağlayacaktır:

1) Hırsızlık rejimleri, tüm dünyada, finans-kapitalin lokomotifliğindeki neo-liberal ekonomilerin kaçınılmaz sonucudur, çünkü üretim yerine paradan para kazanma egemendir.

2) Hırsızlık rejimlerinin inşası yukarıdan aşağıya başlar ancak toplum aşağıdan yukarı, miktarı küçükten büyüğe artan hırsızlığa bulaştırılırsa inşa tamamlanabilir.

Sessizlik ilişkisi inşası

Kısacası, SBK’nin artık döneri satarak para kazanmasını alkışlayanlar, SBK’nin daha büyük vurgunlarını onaylamış olurlar.

Biraz daha açacak olursak…

Bedava kömür alanlar, bedava makarna alanlar, iktidarın miting meydanlarında dağıttığı Sedat Peker hibesi bedava kahveleri içenler aslında “hırsızlık rejimine” bulaştırılıyorlar.

Çünkü sistemi yukarıdan aşağı inşa edenler biliyor: Bedava kömür alan belediyesindeki rüşvet mekanizmasına sessiz kalır; işadamının otelinde bedava kalan gazeteci kamu bankasına ödenmeyen krediyi yazamaz; partisinin torpiliyle oğlunu hak etmediği işe yerleştiren, kamu ihaleleriyle ortaya çıkan zenginleşmeyi sorgulayamaz…

Bu aşağıdan yukarı “sessizlik” ilişkisi kurulunca, yukarıdan aşağı ilişki de tamamlanmış oluyor.

Kamuculuk – özelcilik farkı

Rejim bu ilişkiyi türlü yollarla inşa etmeye çalışıyor. İşte örneklerden biri:

Sözcü’de Ali Ekber Ertürk’ün haberiydi: Diyanet İşleri Başkanlığının yeni fetvasına göre bir kadın, kendisine yeterince para vermeyen kocasının cebinden habersizce para alabilirmiş!

Hırsızlığı, kadın-erkek ilişkisine bakışı, güven konusunu, kadının konumlandırıldığı yeri geçtim; bu fetva ne acı ki “kadının hukukunu savunmak” diye alkışlanabiliyor!

50 yıl önce yerde bulduğu paslı ve eğri çiviyi milli sermaye diye alıp düzelten insan tipinden, artık dönerleri garibanlara satıp para kazanan insanlara…

50 yıl önce mahallesindeki ihtiyaç sahibine, onuru kırılmasın diye gizlice yardım yapan komşuluk ilişkisinden, kocasının cebinden gizlice para almayı onaylayan din anlayışına…

Bu insan dönüşümü, bu anlayış dönüşümü nasıl oldu peki? Yanıtı sistemde. Her sistem, kendi ihtiyacı olan insanı üretir, her sistemin çıktısı farklıdır.

Kamucu anlayışın egemen olduğu sistemde, o paslı çivi hepimizin çivisidir; özelci anlayışın egemen olduğu sistemde, eller başkasının cebindedir.

Kamuculuk tasfiye edilip özelci-bireyci neo-liberal ekonomi egemen hale getirilirken; sistem “benim memurum işini bilir” diyerek, “köşe dönmeciliği” kutsayarak, “uyanıklığı” alkışlayarak, “başkasının sırtına basıp yükselmeyi” marifet sayarak kendi ihtiyacı olan insanları yetiştirdi.

Çıktılardan öte rejimle mücadele

SBK’ler, Tosuncuklar, mala çökenler, otel basanlar, FETÖ borsası kuranlar ve benzerleri işte bu sistemin kaçınılmaz çıktılarıdır.

Dolasısıyla bizim Sedat Peker ifşalarıyla ortalığa saçılan isimlerle tek tek mücadeleden öte, sistemle, düzenle ve rejimle topyekun mücadeleye ihtiyacımız var.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
3 Temmuz 2021