Archive for category CRI Türk
3 hedef, 3 ilke, 4 yol, 4 araç
Posted by Mehmet Ali Güller in CRI Türk, Politika Yazıları on 21/03/2023
Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’in üç günlük Moskova ziyareti, hem Çin-Rusya ilişkileri açısından hem de bu ilişkinin uluslararası ilişkilere etkisi bakımından tarihi nitelikte…
İki lider, Xi ve Putin, ilk gün 4 buçuk saatlik baş başa görüşmeyle bu tarihi ziyaretin ikinci turunu tamamladılar. İlk tur, iki liderin karşılıklı diğer ülke gazetelerine ziyaretten bir gün önce yazdıkları kapsamlı makalelerdi.
DEMOKRATİK DÜNYA DÜZENİ
Xi Jinping, Rusya’nın Rossiyskaya gazetesi ile RIA Novosti haber ajansında yayımlanan “Çin-Rusya Dostluk, İşbirliği ve Ortak Kalkınmasında Yeni Sayfa Açılması İçin Çaba Harcayalım” başlıklı makalesinde, “3 hedef”, bu 3 hedef için gerekli “3 ilke”, 3 hedefe ulaşacak “4 yol” ve bu 4 yolda ilerlemeyi sağlayacak “4 araç” ilan etti.
3 hedef: Çok kutupluluk, ekonomik küreselleşme ve uluslararası ilişkilerin demokratikleşmesi.
3 ilke: Hiçbir ülke diğerinden üstün değildir, hiçbir yönetim modeli evrensel değildir, hiçbir ülke uluslararası düzeni dikte edemez.
4 yol: Kuşak ve Yol İnisiyatifi, Küresel Kalkınma İnisiyatifi, Küresel Güvenlik İnisiyatifi ve Küresel Medeniyetler İnisiyatifi.
4 araç: BM, Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ), BRICS ve G20.
İTTİFAKTAN ÜSTÜN ORTAKLIK
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ise Çin Komünist Partisi’nin resmi yayın organı Halkın Günlüğü’ne, “Rusya ve Çin Geleceğe Bakan Bir Ortaklık” başlıklı bir makale yazdı.
Putin makalesinde Rusya ile Çin’in ilişkisinin, bölgesel ve küresel istikrarın temel taşı olduğunu belirtti ve “kalite bakımından iki ülkenin Soğuk Savaş döneminin askeri ve politik ittifaklarından üstün olduğuna” dikkat çekti.
Putin’e göre ABD “iki caydırıcılık rotası” izliyor. Bunlardan biri ABD’nin Rusya ve Çin’e karşı izlediği “çifte caydırıcılık”, diğeri de ABD diktasına boyun eğmeyenlere karşı uygulanan caydırıcılık…
Putin’e göre ABD Rusya’yı “doğrudan tehdit”, Çin’i “stratejik rakip” ilan ederek uluslararası güvenlik ve işbirliği mimarisini parçalıyor.
Putin’e göre NATO, Asya-Pasifik bölgesine nüfuz etmeyi amaçlayarak faaliyetlerine küresel bir erişim oluşturmaya çalışıyor; ortak Avrasya alanını “özel kulüpler” ağına ve askeri bloklara bölmeye çalışıyor.
Nitekim Xi Jinping de Rusya gazetesine makalesinde bu tehditlere dikkat çekmiş; dünyanın “karmaşık ve iç içe geçmiş geleneksel ve geleneksel olmayan güvenlik sorunları, zarar veren hegemonya, tahakküm ve zorbalık eylemleri” ile karşı karşıya olduğunu belirtmişti.
ABD’NİN YAZDIĞI VE ARTIK UYMADIĞI KURALLAR
Xi Jinping’in Moskova ziyaretinin ve Çin-Rusya işbirliğinin öneminin en iyi farkında olan ülke haliyle ABD’dir.
ABD Ulusal Güvenlik Konseyi Sözcüsü John Kirby, Çin ve Rusya’nın, ABD’nin 2. Dünya Savaşı’ndan sonra inşa ettiği “kurallara dayalı” uluslararası düzene karşı olduğunu belirtti ve Beijing ile Moskova’nın “oyunun kurallarını küresel olarak yeniden yazmak istediğine” dikkat çekti. Kirby, Xi ve Putin’in, “son zamanlarda işbirliklerini artırdığını” da savundu.
Kirby’nin de kullandığı “kurallara dayalı” kavramı, ABD’nin korumaya çalıştığı düzenine meşruiyet sağlayabilmek amacıyla son yıllarda sıklıkla başvurduğu bir kavram.
Ancak kavramın iki yönü var: ABD “kurallara dayalı” derken, kuralları kendisinin koyduğunu ortaya koyuyor ama diğer yandan da kendi koyduğu kurallara bile son yıllarda uymuyor!
İşte Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’in çok sık vurguladığı “BM merkezli uluslararası sistemi, uluslararası hukukla desteklenen uluslararası sistemi ve BM Şartı’nın amaç ve ilkelerine dayanan uluslararası ilişkilerin temel normlarını koruma kararlılığı” tam da bu nedenle önemli.
Mehmet Ali Güller
CRI Türk
21 Mart 2023
Gürcistan ‘ikinci cephe’ olmayacak
Posted by Mehmet Ali Güller in CRI Türk, Politika Yazıları on 14/03/2023
Gürcistan’da “yabancı acente yasası”na karşı düzenlenen eylemler, Batı’da büyük heyecan yarattı. Ancak ABD ve AB yönetimlerinin destek verdiği, Batı medyasının köpürttüğü ABD ve AB bayraklı eylemlerden “bir turuncu devrim” daha çıkartma hayali kısa sürdü.
Öte yandan “Gürcistan protestolarına” verilen destek sırasında “yabancı acente yasası”na karşı gösterilen tutum ise ibretlikti. Zira yasayı kendi ülkelerinde 100 yıldır uygulayanlar, Gürcistan’ın benzer bir yasa çıkarmasından şikayet ediyorlardı!
Bu çelişkiyi gizlemek için de Gürcistan parlamentosunda kabul edilen yasanın, Rusya’daki yasanın benzeri olduğunu savunuyor ve propaganda ediyorlardı.
ABD YASASINDAN TERCÜME
Konuyu inceleyen gazeteci Emre Köse şu saptamayı yapıyordu: “Batı’nın ABD’de uzun zamandır yürürlükte olan ‘yabancı acenteler’ yasasının tercümesinden başka bir şey olmayan bir yasanın Gürcistan’da yürürlüğe girmesine karşı çıkması epey düşündürücü.” (emrekose.substack.com, 8.3.2023)
Evet, yasa, aslında 1938’den beri ABD’de yürürlükte olan Yabancı Acenteler Kayıt Yasası’nın (FARA) tercümesiydi!
ABD’li ve AB’li yetkililerin bu eylemler sırasında Gürcü hükümetini hedef alan açıklamaları, asıl hedefe işaret ediyordu. Gelişmeleri yakından izleyen gazeteci Erkin Öncan, o hedefi şöyle özetliyordu: “Gürcistan, önce Ukrayna krizinde aldığı tutumu, son olarak da etki ajanlığına karşı yasal önlem almaya çalışması, Kolektif Batı için ‘iki büyük suçtu’, bu adımlar Gürcistan’ın Batı rotasından çıkışını (Batı medyasında bunu Rus etkisine girmek olarak okuyoruz) temsil ediyordu ve elbette ki bu suç cezasız kalmayacaktı.” (erknoncn.substack.com, 9.3.2023).
GARİBAŞVİLİ: İKİNCİ CEPHEYE İZİN VERMEYECEĞİZ
İşin aslı şuydu: ABD, Rusya’ya karşı Ukrayna dışında Gürcistan üzerinden “ikinci cephe” açmak istiyordu.
Gürcü hükümeti de bu gerçeğin farkındaydı ve bir süredir bu amaca karşı koyuyordu. İşte “yabancı acente yasası”na karşı kotarılan Batı destekli eylemler de bu amacı yeniden diriltmek içindi.
Ancak mevcut Gürcü hükümeti, ülkeyi “ikinci cephe” yapmama kararlılığını bu süreçte daha net bir şekilde ortaya koydu. Gürcistan Başbakanı İrakli Garibaşvili, “İktidarda olduğumuz sürece burada ikinci bir cepheye izin vermeyeceğiz. Böyle bir şeyin sözü bile olamaz” dedi (Sputnik, 13.3.2023).
Gürcü liderin paylaştığı şu bilgiler ise Batı’nın Gürcistan’ı “ikinci cephe” yapma hedefinin çok daha öncesine dayandığını ortaya koyuyordu: “Ukrayna’daki çatışmanın daha 2021’in sonbaharında başlaması bekleniyordu. Saakaşvili Gürcistan’a ne zaman geldi? 1 Ekim’de. Saakaşvili organize bir şekilde Gürcistan’a gönderildi, asıl amaç burada bir darbe düzenlemek ve ülkeyi gerekli zamanda çatışmaya dahil etmekti. Bugün bundan şüphemiz yok” ((Sputnik, 13.3.2023).
SAAKAŞVİLİ’Yİ İZLE, ABD’NİN HEDEFİNİ ANLA
Aslında süreci izleyenler açısından Gürcistan Başbakanı Garibaşvili’nin sözleri sürpriz değildi. Zira Garibaşvili, ülkesinin ikinci cephe yapılmak istendiğini geçen yıl da dile getirmişti. Hatta Garibaşvili 27 Nisan 2022’deki açıklamasında, yeni cephe için ülkesiyle birlikte, Molodova’nın da adını saymıştı. (Nitekim o tarihten beri Transdinyester üzerine bir baskı oluşturulmaya çalışıldı.)
Bu süreci analiz ettiğim 30 Nisan 2022 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki köşe yazımda şöyle demiştim. “2003’te Turuncu darbeyle Gürcistan’da iktidar olan ancak 2008’de Rusya’nın müdahalesi sonrası kaçan, 2014’te Ukrayna’daki Turuncu darbe sırasında silahlı adamları rol alan ve ardından Ukrayna’nın önemli yerleşim yerlerinden Odessa’ya vali yapılan Saakaşvili, Ekim 2021’de Gürcistan’a dönme kararı almıştı. Ancak Saakaşvili’nin, daha doğrusu onu cepheye sürenlerin hesabı tutmamıştı. Ukrayna’nın Kasım veya Aralık 2021’de başlatacağı savaş ise Donbas’a yönelik Batı destekli taarruz hazırlığıydı. Moskova’nın özel askeri operasyonunu ‘savaşı önleyen savaş’ diye nitelemesi, bu nedenleydi.”
TAKTİK GERİ HAMLE
Özetle, “yabancı acenteler yasası” bahanesiyle düzenlenen eylemler, yaklaşık 1,5 yıldır Rusya’ya karşı cephe yapılmaya direnen Gürcü yönetimini mecbur etme, teslim alma eylemleriydi. Ancak Gürcü yönetimi, 7 Mart’ta parlamentoda kabul edilen yasayı, 10 Mart’ta “geri çekerek” eylemlerin zeminini ortadan kaldırdı.
“Yabancı acenteler yasası”, iktidardaki Gürcü Rüyası Partisi’nde ayrılan Halkın Gücü Partisi tarafından parlamentoya getirilmiş ama Gürcü Rüyası’ndan bazı milletvekillerinin de desteğiyle kabul edilmişti.
Bu geri adım olsa da, Gürcü hükümetinin ülkeyi “ikinci bir cephe yapmama kararlılığını” sürdürebilmesi açısından taktik bir geri hamle olmuş oldu.
Mehmet Ali Güller
CRI Türk
14 Mart 2023
ABD Genelkurmay Başkanı’nın Suriye ziyaretinin beş hedefi
Posted by Mehmet Ali Güller in CRI Türk, Politika Yazıları on 07/03/2023
ABD Başkanı Joe Biden’in 10 gün önce gizlice Ukrayna’yı ziyaret etmesinin ardından ABD Genelkurmay Başkanı Org. Mike Milley’in de gizlice Suriye’nin kuzeydoğusunu ziyaret etmesi, kısaca Washington’un savaş cephelerine motivasyon ziyaretleri olarak yorumlanabilir elbette.
Zelenski’nin savaşın gerçek başkomutanı Biden’a, YPG’nin de sahadaki 900 ABD askerinden daha çok esas komutana ihtiyaç duyduğu zamanlardayız çünkü.
Milley’in ziyaretinin madde madde hedeflerini, amaçlarını inceleyecek olursak…
1) HEDEF İRAN
Milley’in ziyaretinin hedeflerinden biri İran’dı.
Milley, Suriye’nin kuzeydoğusunu ziyaretinin öncesinde İsrail’deydi. ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin’in İsrail, Ürdün ve Mısır ziyareti için bir nevi hazırlık yaptı.
Milley‘nin sözcüsü, ABD Genelkurmay Başkanı’nın İsrail Genelkurmay Başkanı Korgeneral Herzi Halevi ile yaptığı görüşmede bölgesel güvenlik meselelerini ve “İran’ın oluşturduğu tehditlere karşı savunma koordinasyonunu” ele aldığını söyledi (Amerika’nın Sesi, 4.3.2023).
ABD, İran’ın Suriye’deki varlığından da rahatsız ve hem Irak’ın hem de Suriye’nin kuzeyinde iki ülkenin bir süredir çatışma yaşandığı biliniyor. Şimdi bu süreçte Milley Suriye’nin kuzeydoğusunu da ziyaret ederek bu alanı İran’a bırakmayacaklarının mesajını vermiş oldu.
2) HEDEF GERİ ÇEKİLME BASKISI
Milley’in ziyaretinin hedeflerinden biri de Amerikan askerlerinin geri çekilmesini isteyen senatörler ve temsilciler meclisi üyeleriydi…
ABD Kongre üyesi Matt Gaetz, Biden‘a “Suriye’den çekilme talimatı verecek bir Savaş Yetkileri Kararı” sunmuş durumda ve oylanmayı bekliyor.
Nitekim Gaetz, Milley’in ziyaretine karşı çıkarken bu yönde mesajlar verdi: “General Mark Milley, Amerika’nın Ortadoğu’daki bir iç savaşa müdahil olmaya devam etmesini meşrulaştırmak için Suriye’ye gitti. Önümüzdeki hafta ABD’nin Suriye’deki müdahalesini sona erdirecek yasa tasarım oylamaya sunulacak. General Milley bu savaşı bu kadar çok istiyorsa, ne için savaştığımızı ve bunun neden Amerikan hazinesi ve kanına değdiğini açıklamalıdır. Önce Amerika dış politikası gerçekçilik, rasyonel düşünce ve ciddiyet gerektirir” (Mustafa Kemal Erdemol, halktv.com.tr, 6.3.2023).
3) HEDEF ÇİN
Milley’in Suriye’nin kuzeydoğusuna ziyaretinin hedeflerinden biri de Çin. Çin bir süredir ABD’nin Suriye’deki varlığını doğrudan hedef alıyor, ABD’yi Suriye’den hırsızlık yapmakla suçluyor, çalınan petrol ve buğdaya dair bir mali tablo açıklıyor ve ABD’nin işgal ettiği topraklardan çıkmasını istiyor.
Çin diğer yandan Ukrayna’da da inisiyatif alarak bir barış planı açıkladı. ABD Çin’in diplomatik ataklarından ve sahaya inmesinden rahatsız ve “Ortadoğu’da Çin’in dolduracağı bir boşluk bırakmayacağının” mesajını vermeye çalışıyor.
4) HEDEF TÜRKİYE
Milley’in Suriye’nin kuzeydoğusunu ziyaretinin hedeflerinden biri de Türkiye. Ankara, birkaç ay önce Suriye’nin kuzeydoğusuna bir sınırötesi operasyon yapacağını duyurmuştu. Ancak olası operasyon, karşıtları bir araya getirdi: ABD de, Rusya da, İran da Türkiye’nin Suriye’ye operasyonuna karşı çıktı. Rusya ve İran, Türkiye’nin terör endişesinin çözümünün askeri operasyondan değil, Suriye’yle normalleşmesinden geçtiğini savundu.
Milley ziyaretiyle, ABD’nin “kara ordusu” işlevi gören YPG’ye, “Türkiye’ye karşı yanınızdayız” mesajı vermiş oluyor fiilen…
Nitekim Milley’in ziyaretinden duyulan rahatsızlık nedeniyle ABD’nin Ankara Büyükelçisi Jeff Flake, Dışişleri Bakanlığı’na çağrıldı. Diplomatik kaynakların Anadolu Ajansı’na verdiği bilgiye göre Dışişleri Bakanlığı, Flake’den bu ziyarete dair “izahat” istedi (AA, 6.3.2023).
Flake’nin ne “izahat” verdiği Anadolu Ajansı metninde yok ancak Amerika’nın Sesi’nde ABD Dışişleri Bakanlığı’nın verdiği bilgi var: “General Milley’in Suriye’deyken yalnızca ABD askerleriyle görüştüğünü biliyoruz” (Amerika’nın Sesi, 6.3.2023).
5) HEDEF DÖRTLÜ İŞBİRLİĞİ
Milley’in Suriye’nin kuzeydoğusunu ziyaretinin hedeflerinden biri de Ankara-Şam normalleşmesidir; daha geniş çerçevede Türkiye-Rusya-İran-Suriye dörtlüsüdür.
Şöyle ki, Rusya’nın kolaylaştırıcılığında bir süredir Türkiye ile Suriye’nin bir araya getirilmesine çalışılıyor. Moskova’da üç ülkenin savunma bakanları arasında bir görüşme de yapılabildi sonunda. İran da Ankara-Şam normalleşmesini kolaylaştırabilmek amacıyla üçlü görüşmelere dahil olmak istedi ve kabul görmesiyle birlikte, şimdi dörtlü toplantılar için çalışmalar yapılıyor.
Nitekim Rusya Dışişeri Bakan Yardımcısı Mihail Bogdanov Rusya, Türkiye, Suriye ve İran dışişleri bakanları arasında bir toplantının hazırlandığını duyurdu (TASS, 6.3.2023).
SONUÇ
Ne ABD’nin Suriye’nin kuzeydoğusundaki 900 askeri ne de bizzat ABD Genelkurmay Başkanı’nın ziyareti, sahadaki tabloyu değiştirebilir.
Dışarıdan Çin’in de desteklediği Rusya, Türkiye, İran ve Suriye arasındaki işbirliği girişimi, kaçınılmaz olarak ABD’yi işgal ettiği Suriye topraklarından çekilmeye mecbur edecektir.
Mehmet Ali Güller
CRI Türk
7 Mart 2023
Yeni dalga
Posted by Mehmet Ali Güller in CRI Türk, Politika Yazıları on 28/02/2023
ABD, Almanya ve Fransa’da, son 10 günde, “yeni bir dalganın işareti” olarak yorumlayabileceğimiz eylemler yapıldı.
Üç ülkede de eylemciler ülkelerinin Ukrayna’da izlediği politikayı protesto ettiler ve Ukrayna’ya silah gönderilmesine karşı çıktılar.
WASHINGTON’DA ‘SAVAŞ MAKİNESİNE KARŞI ÖFKE’ MİTİNGİ
ABD’nin başkenti Washington DC’de, “Savaş Makinesine Karşı Öfke” mitingi düzenlendi.
ABD başkanlık seçimlerinde aday adayı olmuş eski senatörler Ron Paul, Dennis Kucinich, eski Temsilciler Meclisi üyesi Tulsi Gabbard, eski dışişleri sözcüleri, siyasetçiler, gazeteciler dahil, kamuoyunun yakından tanıdığı isimlerin de katıldığı mitingde, ABD Başkanı Joe Biden, savaşı körükleyerek dünyayı “nükleer holokostun” eşiğine getirmekle suçlandı.
Rusya bayrağının da taşındığı mitingde, eylemcilerin iki temel talebi oldu: Ukrayna’ya silah tedariki durdurulmalı ve Rusya ile müzakere edilmeli.
Mitingdeki konuşmalara bakacak olursak…
Demokrat Parti’den iki kez başkan aday adayı olan Kucinich, ABD yönetiminin Kuzey Akım boru hattını havaya uçurarak yasadışı ve anayasaya aykırı yöntemler kullandığını, milyonlarca insanın enerji kaynağını yok ederek karşılığında Avrupa’ya 6 kat fiyatına enerji sattığını belirtti.
Kucinich, “Kongre, Uluslararası Ceza Mahkemesi ve bir sonraki seçimde Amerikan halkı size hesap sorana kadar durmayacağız” dedi.
PENTAGON BÜTÇESİ KISILMALI, FED BİTİRİLMELİ
2020’de başkan aday adayı olan eski Temsilciler Meclisi üyesi Tulsi Gabbard, konuşmasında özetle “bu savaş kazanılamaz, nükleer holokost (soykırım) olur” mesajı verdi.
Daha önce Yeşil Parti’nin başkan adayı olan Dr. Jill Stein, Pentagon’un bütçesinin kısılmasını savundu: “Bu öldürücü askeri harcamalar, burada içeride umutsuzca ihtiyaç duyulan kaynakları tüketiyor: Her yıl sağlık sigortası olmadığı için ölen 70 bin kişi; her gece sokakta yatan yarım milyon evsiz, üniversite harçlarını ödeme bataklığında debelenen 33 milyon kişi, sağlık harcaması borçlarıyla cebelleşen 100 milyon kişi, 22 milyon yoksul çocuk ve daha nicesi var.”
ABD başkan adaylarından Ron Poul ise “savaşı durdurmanın en basit yolunun Fed’i (Amerikan Federal Rezerv (Merkez) Bankası) bitirmek olduğunu” savundu.
Eylemin ardından bir grup, Ukrayna’yı fonlamayı durdurmak, Rusya ile barış müzakeresi yapmak ve NATO’yu dağıtmak dahil 10 talepten oluşan bir listeyi ABD Başkanı Biden‘a iletmek üzere Beyaz Saray’a yürüdü.
ALMANLAR: AMERİKALI, EVİNE GİT
Almanya’nın başkenti Berlin’de Sol Parti üyesi Sahra Wagenknecht ile Almanya için Alternatif Partisi üyelerinin çağrısıyla sokağa çıkan Almanlar, hükümetlerinin Ukrayna’ya silah yardımı yapmasını protesto etti. Protestocular, “silah yerine diplomasi” ve İkinci Dünya Savaşı’na atfen “Alman silahları yine Rusları ve Ukraynalıları öldürüyor” yazılı pankartlar taşıdı.
Wagenknecht bir süre önce Ukrayna’ya silah yardımı yapılmasına son verilmesini ve müzakere sürecinin başlatılmasını isteyen bir imza kampanyası başlatmıştı ve 1 milyona yakın imza toplamıştı.
Almanya’daki bir başka eylemin adresi ise ünlü Ramstein Hava Üssü’ydü. Üssün önünde toplanan 2500 kişi, “Amerikalı, evine git” sloganı atarak, üssün kapatılmasını istedi. Protestocular, bir an önce barış görüşmelerinin başlatılmasını savundu. ABD’deki gibi burada da Rusya bayrağının taşınması dikkat çekiciydi.
FRANSA’DA NATO VE AB KARŞITI EYLEMLER
Franda’da başkent Paris başta bir çok bölgede protesto eylemleri vardı.
Florian Philippot liderliğindeki Les Patriotes Partisi’nin düzenlediği “Barış için Milli Yürüyüş” adlı eyleme 10 bin kişi katıldı.
“Macron defol!” sloganının atıldığı ve NATO ile AB bayraklarının yakıldığı eylemde, Fransa’nın hem NATO’dan hem AB’den çıkması savunuldu, Ukrayna’ya silah sağlanmasının durdurulması istendi.
Öte yandan Fransız silah üreticisi Necter’in fabrikalarının bulunduğu pek çok kentte, “Ukrayna’ya silah gönderilmesini protesto” eylemleri düzenlendi.
BARIŞ MASASI ŞARTLARI OLGUNLAŞIYOR
Başta da belirttiğimiz gibi ABD, Almanya ve Fransa’da yapılan bu eylemleri, “yeni bir dalganın işareti olarak” yorumlayabiliriz.
Zira üç ülkede de halk, yönetimlerinin Ukrayna’da izlediği siyasetten gün geçtikçe daha çok zarar görmeye başladı. Özellikle Avrupalılar, ciddi bir ekonomik krizle ve enflasyonla boğuşuyor.
ABD’de de zenginlerle yoksullar arasındaki makasın gittikçe açılmaya başlaması, halk açısından savaşa ayrılan bütçenin daha fazla sorgulanmasına yol açıyor. Gün geçtikçe daha çok siyasetçi ve aydın, ABD’nin savaş yerine sağlığa kaynak ayırması gerektiğine dikkat çekiyor.
Tablo böyle olunca, Batı başkentlerinde Ukrayna’da barış masası kurulması talepleri daha çok ve daha güçlü seslendirilmeye başladı.
Çin’in Ukrayna savaşına 12 maddelik barış planı önermesi de, Avrupa’daki barış yanlılarının politika arenasına daha çok ağırlık koymasını kolaylaştıracak bir konjonktür oluşturacaktır.
Mehmet Ali Güller
CRI Türk
28 Şubat 2023
Türkiye ve Suriye, ortak enkazdan tarihi dostluk çıkarmalı
Posted by Mehmet Ali Güller in CRI Türk, Politika Yazıları on 14/02/2023
Pazarcık 7.7 ve Elbistan 7.6 depremleri, sadece Türkiye’yi değil, Suriye’yi de etkiledi. Suriye’de de çok sayıda can kaybı var.
Yani iki komşu ülke olarak, deprem felaketinden birlikte etkilendik.
Haliyle iyi komşuluk ilişkilerine, komşuluk dayanışmasına her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var.
Ne yazık ki Atlantik kampının 12 yıldır Suriye’ye sürdürdüğü saldırı nedeniyle, komşumuz dünyanın çok az ülkesinden yardım ve destek alabilmektedir. Kabaca kıyaslarsak, Türkiye’ye yardım yapan ülkelerin yaklaşık dörtte biri, Suriye’ye yardım ediyor…
ÇİN’İN ABD’YE SURİYE BASKISI
Çin’in diplomatik baskısı nedeniyle ABD Suriye’ye uyguladığı yaptırımları 180 günlüğüne “kaldırdı.” ABD yaptırımları “kaldırdığı” için de bazı Batılı ülkeler sonradan Suriye’ye kısmi destekler verdiler.
“Kaldırıldı” kelimesini şundan tırnak içine aldım: ABD 180 günlüğüne kaldırdığı yaptırımları, ayrıntılarda çeşitli şartlara bağlamış görünüyor…
Ki ABD’nin tutumu tipik bir emperyalist iki yüzlülüktür: Hem petrolden buğdaya Suriye’nin kaynaklarını çalıyor hem Suriye’ye ağır ambargo uyguluyor hem de kontrolündeki ülkelerin Suriye’yle ticaret yapmasını önlüyor…
Ve Çin’in ABD’yi sıkıştıran açık baskısı olmasa, böylesi insani bir felaket karşısında, bu tutumunu tüm katılığıyla sürdürmüş olacaktı...
AYNI COĞRAFYA, AYNI FAYLAR, AYNI ACILAR
Türkiye’nin Rusya’nın kolaylaştırıcılığında kapı araladığı Suriye’yle normalleşme konusu, deprem öncesinde nihayete eremediğinden, ne yazık ki depremin ilk bir haftası boyunca olması gereken bir komşuluk dayanışması sergileyemedik.
Oysa aynı coğrafyayı paylaşırken, aynı fay hatlarını da paylaşmış oluyoruz. Ve aynı tarihin içinde, aynı acıları da yaşıyoruz.
Ankara-Şam henüz normalleşemediyse de, Türkiye ve Suriye halklarının depremin acılarını sarmak konusunda dayanışmasına büyük ihtiyaç var.
Yarın tekrar ilişkiler normalleştiğinde, bugün ne kadar dayanışma içinde olduğumuz, o kadar önem taşıyacak, ilişkilerin hızla geliştirilmesinde o kadar etken olacaktır.
ATILACAK BEŞ ADIM
Evet, aralanan normalleşme kapısı açılmamış olabilir ama Ankara’nın da Şam’ın da depremin acılarını azaltmak için normalleşmeyi beklemeden karşılıklı adımlar atması gereken günler yaşıyoruz.
Tablodaki 12 yıllık sorumluluğumuz nedeniyle burada asıl ödev haliyle bize, Türkiye’ye düşüyor. Ankara’nın şu beş adımı atması kritik önemdedir:
1) Şam’a hava koridoru açılmalıdır.
2) Uygun kara/sınır kapıları devreye sokulmalıdır.
3) Türkiye’den Suriye’ye deniz ulaşımı devreye sokulmalıdır.
4) Suriye halkının dışarıdan temin edemediği ilaç başta acil insani ihtiyaçların karşılanması sağlanmalıdır.
5) Suriye’deki Türk askerleri ile Suriye ordusu işbirliği yapmalıdır.
Kısacası, aynı coğrafyayı, aynı fayları paylaşayan ve aynı acıları yaşayan Ankara ile Şam, 12 yıllık hataları/yanlışları arkada bırakmak üzere, depremi bir komşuluk dayanışmasına çevirmeli ve bin yıllık tarihi ilişkilerin gereğini yerine getirmelidir.
Mehmet Ali Güller
CRI Türk
14 Şubat 2023
Operasyon: Juniper Oak 23.2
Posted by Mehmet Ali Güller in CRI Türk, Politika Yazıları on 31/01/2023
ABD ve İsrail geçen hafta iki ülke arasındaki en büyük tatbikatı yaptılar.
İsrail ve Doğu Akdeniz’de düzenlenen tatbikatın açık hedefi İran’dı. ABD ile İsrail, “Juniper Oak 23.2” adlı tatbikatta “İran’daki nükleer tesisleri hedef alan geniş çaplı bir saldırının simülasyonunu” uyguladılar.
23-27 Ocak tarihleri arasındaki tatbikata, CENTCOM’un açıklamasına göre 6400 ABD askeri ile 1500’den fazla İsrail askeri katıldı. ABD’nin USS George H. W. Bush uçak gemisi saldırı grubunun (12 gemi) ve 142 uçağın (B-52 bombardıman uçaklarının yanı sıra F-35, F-15, F-16 ve F-18’ler) katıldığı tatbikat, kısa zaman önce ve çok hızlı planlanması nedeniyle de dikkat çekiyor.
İki ülkenin bu tatbikata “Juniper Oak” ismini, yani “ardıç meşe” ismini vermesinin, kuvvetle muhtemel, çoğu zaman olduğu gibi dini bir anlamı olsa gerek.
Ardıç, Eski Ahit’in 1. Krallar bölümünde geçiyor ve “ardıç ağacının altında yatıp uyurken meleklerin dokunması” anlatılıyor. Yine meşe de Tevrat’ta altında melek oturan kutsal ağaçtır.
İRAN’A IHA SALDIRISI
ABD ve İsrail’in doğrudan İran’ı hedef aldığı bu tatbikatı, birkaç sıra dışı olay izledi:
1. 29 Ocak’ta, İran’ın İsfahan kentindeki bir askeri üsse İnsansız Hava Aracı (IHA) saldırısı düzenlendi (Cumhuriyet, 29.1.2023).
ABD’nin The Wall Street Journal gazetesi, İran Uzay Araştırma Merkezi’ne ait tesisin yanındaki mühimmat fabrikasını hedef alanın İsrail olduğunu duyurdu (AA, 29.1.2023).
İsrail Kamu Yayın Kuruluşu, ABD’li bir yetkilinin “İsfahan saldırısında Washington’un parmağı yok” dediğini haber yaptı (Sputnik, 30.1.2023).
İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan saldırıyı “korkakça” olarak nitelendirdi ve “Bu tür eylemler, uzmanlarımızın barışçıl nükleer ilerleme konusundaki kararlılığını ve niyetini etkileyemez” dedi (AA, 29.1.2023).
2. Suriye’nin doğusundaki Deyrizor’da, İran destekli gruba SİHA’larla hava saldırısı düzenlendi. Bir lojistik konvoyun hedef alındığı saldırıda kullanılan SİHA’ların aidiyeti saptanamadı (AA, 30.1.2023).
AZERBAYCAN BÜYÜKELÇİLİĞİNE SALDIRI
3. Daha önemlisi ise 27 Ocak’ta Tahran’daki Azerbaycan Büyükelçiliği’ne düzenlenen ve güvenlik şefinin öldüğü ve iki görevlinin de yaralandığı saldırıydı.
Tahran Emniyet Müdürü Hüseyin Rahimi “Saldırgan iki küçük çocukla binaya giriyor. İlk belirlemelere göre saldırıyı şahsi ve ailevi sorunlar nedeniyle düzenlediği belirlendi” açıklamasını yaptı (Cumhuriyet, 27.1.2023).
Ancak görüntüler Rahimi’yi doğrulamıyordu! Nitekim Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, saldırıyı “terör eylemi” olarak niteledi (TASS, 27.1.2023).
Evet, hem görüntüler Tahran Emniyet Müdürü’nü yalanlıyordu hem de kalaşnikoflu saldırgana uzunca bir süre müdahale edilmemesinden, yakalandıktan sonra kendisiyle röportaj yapılmasına kadar bir dizi tuhaflık sergileniyordu.
Bu tablo karşısında İran Emniyet Genel Müdürü Ahmed Rıza Radan, aynı gün Tahran Emniyet Müdürü Hüseyin Rahimi’yi görevden aldı (Cumhuriyet, 27.1.2023).
Henüz tam olarak aydınlatılamamış saldırı, kuşkusuz komplo teorilerine malzeme olacak şu olayların üzerine gelmiş oldu:
– Azerbaycan, İran’ın Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki Dağlık Karabağ savaşında izlediği politikadan rahatsız.
– İran, Azerbaycan’ın İsrail’le ilişkisinden rahatsız.
– Azerbaycan, İran’ın sınırda askeri tatbikatlarını artırmasından şikayetçi.
– İran, Azerbaycan’ı İsrail IHA’larına ev sahipliği yapmakla suçluyor.
– Azerbaycan’ın bu ay tarihte ilk kez İsrail’e büyükelçi ataması, Tahran ile Bakü arasındaki tansiyonu yükseltti.
HEDEF AZERBAYCAN ÜZERİNDEN TÜRKİYE Mİ?
Azerbaycan’ın Tahran Büyükelçiliğine düzenlenen saldırı aydınlanmadı ancak açık ki bu saldırı ile önce İran-Azerbaycan ilişkileri, ardından da bunun yansıması olarak Türkiye-İran ilişkileri torpillenmek isteniyor.
Peki İran’ın hem Azerbaycan hem de Türkiye’yle ilişkilerinin bozulması kime yarar? Elbette ABD ve İsrail’e…
Nitekim bu ikili Türkiye-İran-Rusya üçlüsünün oluşturduğu Astana Platformu’na tepki gösteriyor. İkili, Rusya’nın kolaylaştırıcılığında Türkiye-Suriye normalleşmesi için kapı aralanmasına da karşı.
Tam bu süreçte, Türkiye içinde de medyadaki Amerikancı kalemler, “İran’ın Türkiye-Suriye normalleşmesinden rahatsız olduğu” kara propagandasına sarıldılar. Son dönemde İran karşıtı haberlerin arttığı görülüyor.
TÜRKİYE-İRAN İŞBİRLİĞİNİN ÖNEMİ
ABD ve İsrail, öteden beri Türkiye’yi İran’a karşı kendi cephelerinde görmek istiyorlar. Türkiye ile İran’ı karşı karşıya getirecek türden cinayetler başta pek çok provokasyon geçmişte yaşandı.
İkili için Türkiye’yi şimdi “İran karşıtı cepheye” çekebilmek, her zamankinden daha da önemli. Zira Washington açısından Ankara’yı Atlantik kampında tutmak, kritik önemde. Öte yandan Türkiye’nin İsrail’le normalleşmesinin de bu süreci kolaylaştıracağı varsayılıyor olabilir.
O nedenle, bölgedeki her gelişme, Türkiye-İran işbirliğinin önemi üzerinden değerlendirilmelidir.
Ankara ve Tahran, iki ülkenin karşı karşıya getirilmesini hedefleyen her türlü gelişmeye karşı işbirliğini esas almalıdır. Türkiye’nin de İran’ın da çıkarları bunu gerektirmektedir.
Mehmet Ali Güller
CRI Türk
31 Ocak 2023
Almanya-Polonya çatışmasının perde arkası
Posted by Mehmet Ali Güller in CRI Türk, Politika Yazıları on 24/01/2023
Ukraynalıların kanı üzerinden ajanda belirleyen üç ülke var: ABD, İngiltere ve Polonya.
Bu üç ülkenin ortak ajandaları da var, özel ajandaları da…
Örneğin İngiltere ve Polonya, daha krizin başında Ukrayna’yla birlikte üçlü “küçük Avrupa” ittifakı kurmuştu. Kuzeyde Baltık ülkeleriyle, güneyde Karadeniz ülkeleriyle genişletmeyi hedefledikleri bu ittifak ile İngiltere Almanya-Fransa’ya karşı kara Avrupasında güç olmayı hedeflerken, Polonya da 2015 yılında ilan ettiği “Üç Deniz Girişimi” hedefine ulaşmanın peşinde…
Polonya Cumhurbaşkanı Andrzej Duda’nın 2015’te açıkladığı “Üç Deniz Girişimi” Baltık, Karadeniz ve Adriyatik Denizleri arasında yer alan on iki ülkenin ekonomik ve altyapı gelişimini hedefliyor.
POLONYA ALMANYA’DA 1,3 TRİLYON DOLAR İSTİYOR
İşte Polonya bu nedenle krizin başından beri en agresif politika izleyen kara Avrupa ülkesi oldu. ABD ve NATO adına Rusya’ya karşı saldırgan bir tutum takınan Polonya, yukarıda özetlediğimiz stratejisinin gereği de, Ukrayna krizini Almanya’ya karşı kullanmaya çalışıyor.
Polonya hem kendi adına hem de ABD adına Almanya’yı Avrupa’da sıkıştırma politikası izliyor.
Polonya’nın bu hamlelerinin başında, Ukrayna krizini fırsata çevirerek, Almanya’dan II. Dünya Savaşı nedeniyle yüklü tazminat istemesi geldi. Polonya’nın Almanya’da 1.3 trilyon dolarlık tazminat talebini resmiyete taşıması, Avrupa düzleminde önemli bir soruna dönüştü.
Polonya’nın bir başka hamlesi, her fırsatta Almanya’yı Ukrayna’ya yeterli destek vermemekle suçlayarak, Berlin’i AB içinde sıkıntıya düşürmeye çalışmak oldu. Bu kimi zaman mali yardım, kimi zaman yaptırım, kimi zaman da füze ya da tank konusu oldu.
BATI’DAN UKRAYNA’YA TANK/ZIRHLI ARAÇ KAMPANYASI
ABD liderliğinde NATO ülkelerinin Rusya’ya karşı bir hazırlık içinde olduğu anlaşılıyor. Eş zamanlı olarak bazı ülkeler Ukrayna’ya tank ve zırhlı araçlar göndermeye başladılar.
Örneğin ABD Bradley isimli zırhlı araçları, İngiltere Challenger-2 ana muharebe tankları, Fransa ise Leclerc tipi tankları Ukrayna’ya gönderme hazırlığında. Türkiye ise Ukrayna’ya ikinci parti Kirpi adlı zırhlı araçlardan gönderdi. İlk parti, 50 adet olarak Ağustos 2022’de teslim edilmişti.
ABD ve Polonya ise Almanya’nın bu tank-zırhlı araç kampanyasına liderlik(!) etmesini ve ünlü Leopard-2 tanklarını Ukrayna’ya göndermesini istiyor. Berlin yönetimi ise bu talebe mesafeli.
Polonya Almanya’yı sıkıştırmak için, kendi elindeki Leopard tankları Berlin’in izniyle Ukrayna’ya vermeyi teklif ediyor.
BERLİN YÖNETİMİNDE KRİZ
Alman koalisyon hükümeti, özellikle Rusya’ya yaptırımlar konusunda zaten bölünmüşken ve Almanya’da biri Amerikancı diğeri Alman sanayisinin çıkarlarını gözeten “iki Almanya” çarpışırken, üstüne bir de tank krizi Berlin yönetimindeki çatlağı derinleştirdi.
Bu süreçte Alman Savunma Bakanı Christine Lambrecht’in istifası da dikkat çekiciydi.
Koalisyonun büyük ortağı SPD ve Başbakan Olaf Scholz Ukrayna’ya tank vermeye mesafeli dururken, koalisyonun Amerikancı ortağı Yeşiller tank verilmesini savundu. Almanya’nın Yeşil Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock bu konuda çok istekli.
Krizi fırsata çevirmeye çalışan CDU ise koalisyonu bozmaya çalışıyor. Sol Parti ise Almanya’nın Ukrayna’ya Leopard-2 tankı vermesine kesinlikle karşı çıkıyor. Bu arada Alman toplumunun üçte ikisinin Ukrayna’ya Leopard tankı verilmesine karşı olduğu da Alman basınında yer aldı.
ABD-ALMANYA ARASINDA TANK GERİLİMİ
Tank konusu, geçen hafta Almanya’daki ünlü Ramstein üssünde yapılan Ukrayna Savunma Temas Grubu toplantısında ele alındı.
ABD, İngiltere ve Polonya baskısı altındaki Almanya, masaya şöyle bir formül koydu: “Almanya’nın Leopard-2 tanklarını vermesinin koşulu, önce ABD’nin M1-Abrams tanklarını Ukrayna’ya vermesidir.”
Bu şart, haliyle Washington ile Berlin’i karşı karşıya getirdi.
Durum önce ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin ile Alman Federal Özel İlişkiler Bakanı Wolfgang Schmidt’in, ardından da ABD Başkanı Joe Biden’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan ile Almanya Başbakanı Olaf Scholz’ün dış siyaset danışmanı Jens Plotner’in temaslarına yansıdı.
BATI SAFLARINDA KIRILGANLIK POTANSİYELİ ARTIYOR
Ukrayna krizi, bir pencereden bakıldığında, NATO’yu canlandırdı ve genişlemesinin önünü açtı, ABD-AB ilişkilerini restore etti, Batı’yı Çin ve Rusya’ya karşı birleştirdi.
Ancak Ukrayna krizine bir başka pencereden bakıldığında ise bu canlanma-genişleme-birlik görüntüsünün yanıltıcı olduğu, tersine kırılganlık potansiyelinin arttığı görülüyor. NATO içinde fikir ayrılıkları derinleşiyor, ABD-İngiltere-Polonya ile Almanya-Fransa ilişkileri gerginleşiyor, yaptırımlar Avrupa ekonomisini yıprattığı için restore edildiği sanılan ilişkiler güçlü ticari çatışma olasılığı doğuruyor.
Baksanıza: Avrupa İstatistik Ofisinin (Eurostat) açıkladığı son verilere göre AB’nin toplam kamu borcu 13 trilyon avroyu aşmış ve Avro Bölgesi’nde kamu borcunun GSYH’ye oranı yüzde 93’e çıkmış durumda.
Kamu borcunun GSYH’ye oranı Yunanistan’da yüzde 178, İtalya’da yüzde 147, Portekiz’de yüzde 120, İspanya’da yüzde 115, Fransa’da yüzde 113, Belçika’da yüzde 106’ya ulaşmış durumda. Oysa AB kurallarına göre, normal şartlarda üye ülkelerin kamu borçlarının GSYH’lerinin yüzde 60’ını geçmemesi gerekiyor!
Kısacası, Ukrayna krizinin Batı’yı ABD liderliğinde birleştirdiği görüntüsü geçicidir ve tersine, daha büyük ayrılıkları tetikleyecek derin sorunları biriktirmektedir. Almanya-Polonya çatışması ve tank krizi, o sorunlara yeni bir halka eklemiş oldu.
Mehmet Ali Güller
CRI Türk
24 Ocak 2023
Yüzde 1’in esir aldığı dünya
Posted by Mehmet Ali Güller in CRI Türk, Politika Yazıları on 17/01/2023
Finans kapitalin egemenliği, servetin paylaşımı sorununu olağanüstü bir dengesizliğe doğru itiyor. Son 10 yılın ekonomik verilerinin ortaya koyduğu üç büyük gerçek şudur:
1) Zengin-yoksul makası iyice açıldı. Zengin daha da zenginleşti, yoksul daha da yoksullaştı.
2) Orta sınıflar alt sınıflara dönüşmeye başladı.
3) En zenginler ile zenginler arasındaki fark büyümeye başladı.
Bu tablo, finans kapitali elinde tutanların inşa ettiği neoliberal düzenin kaçınılmaz sonucuydu. En zengin yüzde 10’un, yüzde 50’nin servetine eşit olduğu “dengesizlikten”, en zengin yüzde 1’in, yüzde 50’nin servetine ulaştığı daha büyük dengesizliğe dönüştü dünya…
YÜZDE 1’LİK KESİM SERVETE EL KOYUYOR
Oxfam’ın son raporu, işte bu gerçeği çırılçıplak sergiliyor. En zenginlerin az vergi ödemesi ile yoksulların çok vergi ödemesi üzerinden makasın nasıl açıldığını ortaya koyuyor.
İşte o veriler:
1) Oxfam’ın raporuna göre 2020’den beri 42 trilyon dolar yeni servet yaratıldı. En tepedeki yüzde 1, son 2 yılda dünyanın geri kalanının 1,5 katından fazla yeni servet ele geçirdi.
Yani 42 trilyon dolarlık servetin 26 trilyon dolarını yüzde 1 ele geçirirken, 16 trilyon dolarlık servet, yüzde 99’a kaldı.
2) Son 10 yılda yaratılan tüm yeni servetin yarısını ele geçiren zenginler, salgından bu yana, yani 2020’den beri ise oranını yükseltti, servetin üçte ikisini ele geçirdi.
Dolayısıyla daha önce yıllık verilere dayanarak ortaya koyduğumuz “salgının zengini zenginleştirme” gerçeği, bir kez daha teyit edilmiş oldu. (Bkz, 15 Ekim 2020 tarihli “Salgın zengini zenginleştirdi” başlıklı Cumhuriyet gazetesi makalem.)
3) Oxfam raporuna göre dolar milyarderlerinin sayısı ve serveti, son 10 yılda ikiye katlandı. Milyarderlerin net varlıkları, 11.9 trilyon dolarak ulaştı.
4) Yaklaşık 1.7 milyar emekçi, enflasyonun ücretleri geride bıraktığı ülkelerde yaşıyor.
ZENGİNLERİN ÖDEMEDİĞİ VERGİLER
Bu tablodaki ana renklerden biri zenginlerin ödemediği vergilerdir elbette!
Yine Oxfam’ın raporundan somut örneklerle aktaralım:
Dünyanın en zenginlerinin başında gelen Elon Musk’ın 2014-2018 yılları arasında ödediği “gerçek vergi oranı” sadece yüzde 3,27’ydi!
Oysa, örneğin Ugandalı un satıcısı Aber Christine, aylık 80 dolar kazanırken, ödediği vergi oranı yüzde 40’tı.
Yani sistem, zenginin daha az vergi ve yoksulun daha çok vergi ödemesi üzerine inşa olmuş durumda. Bu da haliyle zengin-yoksul makasını daha da çok açıyor.
Bu arada önemle belirtelim: Elon Musk – Aber Christine örneği, neoliberal ekonomi modelini uygulayan hemen her ülkede geçerlidir. Türkiye’de de vergisini en yüksek ve en düzenli ödeyen kesim ücretli çalışanlardır, emekçilerdir. Türkiye’nin yüzde 1’i ise daha az vergi ödemesinin ötesinde, hükümet eliyle vergi afları, vergi istisnaları yollarıyla daha da semirmektedir!
Yani mesele ülkeden ülkeye değişen bir hükümet beceriksizliği değil, kapitalizmin doğasının gereğidir.
YÜZDE 1’İN ESİR ALDIĞI DÜNYAYI ÖZGÜRLEŞTİRMEK
Oxfam ekibi, verilerden hareketle üç temek öneride bulunuyor:
1) “Küresel krizlerden vurgunculuğu sona erdirmek için tek seferlik servet vergisi ve beklenmedik kârlara vergi getirilsin.”
2) “Ülkede ikamet eden en zengin yüzde 1’lik kesiminin vergileri, emek ve sermayeden elde ettikleri gelirin en az yüzde 60’ına kadar kalıcı olarak artırılsın.”
3) “İlk yüzde 1’dekilerin vergi oranları, sayılarını ve servetlerini önemli ölçüde azaltacak kadar yüksek olmalı. Buradan elde edilecek fonlar daha sonra yeniden dağıtılmalı.”
Öneriler iyidir ve önemlidir. Ancak bu önerilerin hayata geçmesi “kolay yoldan” pek mümkün değildir. Hükümetler, yüzde 1’lik kesime servet vergisi getirmez, getiremez; tersine salgın sürecinde de görüldüğü gibi hükümetler, kamu kaynaklarını yüzde 1’lik kesime peşkeş çeker.
Çünkü hükümetler, yüzde 1’lik kesimin hükümetidir. Siyasal partiler, sınıf partileridir ve yüzde 1’lik kesim de kendi temsilcisi olan partileri destekleyerek iktidara taşımaktadır.
O nedenle Oxfam’ın önerilerinin “kolay yıldan” hayata geçmesi mümkün değildir; zor ama tek yol ise yüzde 1’lik kesimin dünyasını başına yıkmaktan geçmektedir.
Daha adil bir dünya için, yüzde 1’in esir aldığı dünyayı kurtarmak ve özgürleştirmek gerekmektedir.
Mehmet Ali Güller
CRI Türk
17 Ocak 2023
Normalleşmenin sabotajcıları
Posted by Mehmet Ali Güller in CRI Türk, Politika Yazıları on 10/01/2023
Türkiye’nin dış politika ihtiyaçlarının başında Ankara’nın Şam’la ilişkilerini normalleştirmesi geliyor. İki ülkenin 2011 öncesi duruma dönmesi, Amerikan koridorunun yıkılmasından sığınmacı sorununa çözüme kadar bir çok olumlu sonuç doğuracak.
Bu nedenle Rusya Devlet Başkanı Vlademir Putin’in telkiniyle başlayan Ankara-Şam normalleşmesinin büyük bir özenle yürütülmesi gerekiyor. Bunun yolu da 12 yıldır süren bu probleme kaynaklık etmiş anlayışın mümkün mertebe normalleşme çabalarının kenarında tutulmasıdır.
Zira meseleye 12 yıldır aynı yanlış perspektiften bakan, Suriye’yi Osmanlı mirası gözüyle gören, fetihçi anlayışa sahip bu isimlerin değerlendirmeleri, Ankara-Şam normalleşmesini sabote edecek türden…
İşte bunlardan sonuncusu, AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın danışmanı ve parti yöneticisi olan Prof. Dr. Yasin Aktay’dı.
82. İL HALEP HAYALİ
Aktay, “Halep Türkiye’nin kontrolüne verilmeli” dedi!
Kahvede pişpirik oynarken bile edilmeyecek bu laf, bir televizyon programında, kamuya açık bir şekilde söylenebildi!
Üstelik profesör unvanlı iktidar partisi yöneticisi, bu lafı ederken kullandığı gerekçeleriyle de vahim anlayışını sergiledi. Prof. Aktay “Halep ilk zamanlarda ÖSO’nun elindeydi. Fakat İran ve Rusya’nın yardımıyla Esad rejimi oraya bir çullandı” dedi!
Sanırsın Halep Suriye toprağı değil, Esad yönetimi Suriye yönetimi değil!
Peki Erdoğan’ın danışmanı Prof. Aktay bu lafı hangi bağlamda söyledi? Türkiye’deki Suriyelilerin dönüşü bağlamında…
Bakınız bu, AKP’nin 2016’dan beri Suriye’nin müttefikleri olan Rusya ve İran’la işbirliği yaptığı halde neden bir türlü Suriye’yle ilişkilerini düzeltme yoluna gitmediğinin de nedenidir. Anlatalım:
AKP’NİN ÜÇ AŞAMASI
AKP iktidarının Suriye serüvenini kabaca üç aşamalı olarak değerlendirebiliriz.
1. Aşama: AKP’nin Esad’ı devirip, Suriye’de İhvan rejimi kurmayı hayal ettiği dönem. AKP bu dönemde Bosna’dan Sincian’a kadar dünyanın pek çok yerinden silahlı radikal İslamcı gruplara Türkiye’nin sınırını açtı. Bunları Suriyeli muhaliflerle birleştirerek Özgür Suriye Ordusu kurdu. AKP, Esad karşıtlığı düzleminde PYD/YPG’yle de ittifak aradı.
2. Aşama: Rusya’nın Suriye’de sahaya inmesi AKP için tabloyu değiştirdi. Esad’ın devrilmesi artık mümkün değildi. AKP’nin de uçak krizinden sonra aynı çizgiyi sürdürebilmesi mümkün değildi. Erdoğan ikili bir politika belirledi. Hem Rusya’yla işbirliği yapacak ama hem de devirme hedefi yerine Esad karşıtlığını sürdürecekti. Amaç da Suriye’nin kuzey batısında Türkiye’nin himayesinde ÖSO nüfuz bölgesi edinmekti. İktidar, TSK’nin terörle mücadele operasyonlarını da bu amacın zemini yapmaya çalıştı.
İşte bu süreçte iktidar gazeteleri “82. İl Halep” manşetleri attı; iktidarın içişleri bakanı, Suriye iç işmiş gibi, ÖSO’nun etkin olduğu topraklara kaymakam, belediye başkanı, emniyet müdürü atadı; cumhurbaşkanı kararnamesiyle Suriye topraklarında Türk üniversitesine bağlı fakülte açıldı; Türk Lirası dolaşıma sokuldu vb.
Jeopolitikçi bir yaklaşımla Ankara’nın güvenliğini Hatay’a, Hatay’ın güvenliğini de Halep’e bağlayan bu anlayış, iktidarın Rusya-ABD arasında denge araması üzerinden bugüne kadar sürdürülebildi.
3. Aşama: Ukrayna krizi, Putin’i Suriye bagajını hafifletme ihtiyacıyla karşı karşıya getirdi. Erdoğan’ın da en kritik seçimi öncesinde muhalefetin gündeme getirdiği sığınmacı sorununa çare bulması gerekiyordu. Yani Putin’in dış politika ihtiyacı ile Erdoğan’ın iç politika ihtiyacı örtüştü. Putin, Erdoğan ile Esad’ın normalleşmesini istedi.
Kuşkusuz Erdoğan açısından 12 yıllık politikayı bir gecede sıfırlamak kârlı değildi. Sığınmacı sorununa çözüm ile ÖSO nüfuz bölgesi hedefini sürdürebilmeyi birleştirmeye çalıştı: Sığınmacıları, Suriye topraklarında projelendireceği yerleşim bölgelerine taşımak.
Rusya da, İran da buna karşı çıktı; sığınmacıların geldikleri yerlere dönmesini savundu. Bu durum ile Esad yönetiminin iki şartı, normalleşmenin başlamasını önledi. Şam’ın şartları, Ankara’nın ÖSO’ya desteğini kesmesi ve TSK’nin Suriye topraklarını terk etmesiydi.
Moskova’nın kolaylaştırıcılığında şartlar esnetildi ve AKP normalleşmeye mecbur kaldı.
KENARDA TUTULMALILAR
İşte Erdoğan’ın danışmanı Prof. Yasin Aktay’ın sığınmacılara çözüm bağlamında Halep’in Türkiye’ye verilmesini talep eden sözleri, ÖSO nüfuz bölgesi hedefini sürdürmenin ifadesidir. Ancak 82. il Halep konusu dün de hayaldi, bugün de…
Bu tür çıkışlar, Davutoğlu’nun inşa ettiği “stratejik derinlik”çiliğin devamıdır, jeopolitikçi yayılmacılıktır, neo-Osmanlıcılıktır ve 12 yıldır görülen rüyadır, hayaldir…
Bu açıdan hiçbir ciddiyeti yoktur. Ancak…
Bu gayriciddi sözlerin sahibi iktidar partisinin yöneticisidir ve iktidar partisinin genel başkanının danışmanıdır. O bakımdan Ankara-Şam normalleşmesini sabote edebilecek niteliktedir.
Bu nedenle başta da belirttiğimiz gibi, Ankara, bu kritik dış politikayı hayata geçirirken azami özen göstermeli ve 12 yıllık yanlışta ısrar edenleri kenarda tutmalıdır.
Mehmet Ali Güller
CRI Türk
10 Ocak 2023
Yeşil değil kızıl Marx
Posted by Mehmet Ali Güller in CRI Türk, Politika Yazıları on 03/01/2023
Almanya’nın ünlü dergisi Der Spiegel, 2023’ün ilk sayısında dikkat çeken bir kapak yaptı: “Sonuçta Marx haklı mıydı?”

Marx, derginin kapağında kolları dövmeli ve yeşil bir gömlekle resmedilmiş.
Marx’ın kızıllığını örterek yeşilleştirmek, düzene öfkesini dövmeye indirgemek, sistemin tanıdık bir yaklaşımı…
Emperyalist-kapitalist sistem, üzerindeki basıncı yüzyıl önce sosyal demokrasi ile, bir süredir de yeşilcilik ile dengelemeye çalışıyor. Arasında bir de sivil toplumculuk ve feminizm vardı elbette…
Özellikle Avrupa’da, son 20 yıldır, sistemin sistem içi muhalefeti olarak büyütüldü yeşilcilik. Böylece alarm veren sistem, sistem karşıtlarının “yıkıcı” muhalefeti yerine, sistem içi kuvvetlerin “yapıcı” muhalefetiyle ayakta tutulacaktı.
SİSTEMİN KABULLENEBİLECEĞİ BİR MARX HAYALİ
Der Sipegel, dövmeli, yeşil gömlekli Marx kapağıyla, kızıllığı/devrimciliği budanmış bir Marx’ın sistem için kabul edilebilir olacağının mesajını vermiş oluyor aslında…
Emperyalist-kapitalist sistemin 2008 krizinden bu yana Marx elbette yeniden keşfediliyor, doğru ama Marx’ı “keşfeden” sistemin sahipleri, ondan, sistemin sürdürülebilmesinde yararlanmak istiyorlar.
Sınıf savaşı ve proletarya diktatörlüğü yoluyla kapitalist sistemin yıkılmasını esas alan görüşleri yok sayılarak, sadece ekonominin sorunları bağlamında değerlendirilebilecek bir Marx’a sistemin kimi ideologları bir süredir “evet” diyor…
Piyasanın düzenleyiciliğinin yetmediğinin görüldüğü ve devlet müdahalesinin hatta belli ölçülerde kamuculuğun bile gündeme geldiği salgın şartlarında, Marx’ı sadece “ekonomide daha adil bölüşüm” yönüyle kabullenmenin teorileri de yapıldı.
‘PİYASA YETMEZ, DEVLET LAZIM’
Kapaktan içeri geçebiliriz artık. Bakalım Der Sipegel “Sonuçta Marx haklı mıydı?” sorusuna kimlerden hangi yanıtları aktarmış?
Makalede özetle “Daima eşitsizlik üreten ‘iklim katili kapitalizm’ yenilenmeli” görüşü işleniyor (harici.com.tr, 2.1.2022). “Piyasanın her şeyi düzene sokacağı” görüşüne artık kimsenin inanmadığını belirten dergi, küreselleşmenin raydan çıktığını, örneğin Almanya’da toplam servetin üçte ikisinin, nüfusun yüzde 10’na ait olduğunu, bunun da büyük dengesizlik yarattığını belirtiyor.
Der Spiegel, kapak dosyasında çeşitli isimlerin görüşlerini aktarıyor:
Örneğin 22 milyar dolar serveti olan Hedge fonu yöneticisi Ray Dalio “Zenginliği ve refahı tek taraflı paylaştıran bu kapitalizm acilen ve kökten reforma tabi tutulmalı, yoksa yok olacak” uyarısını yapıyor ve “yeniden paylaşım” öneriyor.
Örneğin Japon felsefeci Kohei Saito, artık büyümeye değil refahın daha iyi paylaştırılmasına odaklanılması gerektiğini savunuyor ve ekolojik denge için “Marksist büzülme/küçülme kültürü”nü uygun görüyor.
Örneğin ABD Başkanı Bush’un ekonomi başdanışmanlığını yapmış olan Prof. Glenn Hubbard, “Kapitalizm bugün az sayıda insanın refahını artırmasına yol açıyor” uyarısında bulunuyor.
Örneğin iktisatçı Mairana Mazzucato, özellikle iklim değişikliği düşünüldüğünde, tek başına piyasanın başarılı olamayacağına dikkat çekiyor. “Şirketlerin iradeden ve genel bakıştan yoksun olduğunu” belirten Mazzucato, “Devletin yön belirlemesi, iddialı toplumsal hedefler saptaması ve tüm güçleri buna odaklaması gerekir” diyor. Mazzucato’nun gerekçesi de şöyle: “Çünkü modern ‘hissedar-kapitalizmi’, şirketlerin paralarını inovasyona değil, finans işlemlerine yatırmalarına olanak tanıyor.”
Örneğin iktisat profesörü Tim Jackson, “daha fazla tüketim, daha çok kâr ve daha büyük servet” amaçlayan kapitalizme işaret ederek, tersinin mümkün olabileceğini savunuyor.
MARX HAKLIYDI: LENİN VE MAO İSPATLADI
Özetle Der Spiegel, emperyalist-kapitalizmin mevcut krizi aşamadığı şartlarda, piyasanın yetmediğini, devletin devreye girmesi gerektiğini sayfalarına taşıyor.
Ancak en başta da belirttiğimiz gibi, bu, yeni olmayan ve zaten bir süredir sistemin ideologları tarafından da görülerek uyarısı yapılan bir gerçekliktir. Der Spiegel, bunun üzerinden, kapak dosyasıyla, kızıllığı yani devrimciliği giderilmiş bir iktisadi yaklaşımın sistemin restorasyonunda değerlendirilebileceğine işaret etmiş özetle…
Bu nedenle Der Spiegel’in kapağı, siyaseten tümüyle aldatıcı bir kapaktır ve sorusunun yanıtı da zaten çoktan verilmiştir: “Sonuçta Marx haklı mıydı?” Evet haklıydı. Lenin Marx’ın haklı olduğunu ispatladı. Mao Marx’ın haklı olduğunu ispatladı. Bugün de Xi Jinping Marx’ın haklı olduğunu gösteriyor.
Başta Foreign Affairs olmak üzere sistemin ideolojik yayın organları, “Xi Jinping, Mao’nun kızıl Çin’ini geri getirdi” yakınmalı dosyaları boşuna kapaklarına taşımıyor!
Mehmet Ali Güller
CRI Türk
3 Ocak 2022