Erdoğan’ın finali

Kemalist kesimde bile var bu hata; “Türkiye’nin 1946’da demokrasiye geçmesiyle…” diye başlarlar cümlelerine. Böylece Türkiye’de 1946’dan önce demokrasinin olmadığını belirtmiş, haliyle muhafazakârların ve liberallerin hoşuna gidecek şekilde, Atatürk döneminin antidemokratik olduğuna işaret etmiş olurlar!

Oysa 1946’da geçilen şey demokrasi değil, çok partililiktir.

Atatürk’ün Altı Ok’undan birinin adının demokrasi olmamasını da yanlış bir şekilde “Türkiye 1946’da demokrasiye geçti” cümlesine dayanak yaparlar. Oysa demokrasi Altı Ok’ta vardır: Halkçılık.

1921 Anayasa’sına temel oluşturan 1920 tarihli Halkçılık Programı, kelimenin tam anlamıyla demokrasidir. Zaten demokrasi, en yalın haliyle, halkın kendi geleceğini belirlemesidir. Halkçılık Programı, şuralar (meclis) sistemidir. Halkın nahiye şurasından başlayarak, kaza, vilayet ve en üstte merkez şura ile kendi kendisini temsilciler eliyle yönetmesidir.

Halkçılıktan yarım demokrasiye

Demokrasi, öyle bulanık bir kavram haline getirilmiştir ki asıl demokrasi olan halkçılığımız bile, kendi aydınlarımız tarafından demokrasi sayılmamaktadır. Varsa yoksa ABD’nin liberal demokrasisi!

Oysa ABD’nin liberal demokrasisi, halkçılığın yanında, hele de sosyalist demokrasinin yanında en az demokratik olanıdır. Bir kere demokrasi, ikisi de birbirinin aynısı olan iki parti modeli ile uygulanır. Adayları seçiciler seçer, seçilen aday da gerçekte en yüksek seçim fonunu oluşturan kişidir. Dolayısıyla asıl seçen sermayedir. Yani liberal demokrasi, fiilen sermayenin halk üzerindeki diktatörlüğüdür. Sosyalist demokrasi ise tersine halkın diktatörlüğüdür.

Ne yazık ki “Türk tipi başkanlık modeli” ile Türkiye de iki partili modele doğru zorlanıyor. Diğer partiler, ancak iki merkezin etrafında kümelenerek kendilerine yer bulmaya çalışıyor. İki merkez, müttefik olmayan ve seçime ayrı giren partileri, “rakibe hizmet etmekle” suçluyor. Tamam, bunu en çok iktidar yapıyor ama örneğin ana muhalefet de aday gösteren sosyalistleri ve komünistleri bazı bölgelerde “iktidara hizmet etmekle” suçluyor. Böylece halkın farklı eğilimlerinin temsil edilebilmesi iyice güçleşiyor.

Bu “iki merkezli” model, aynı zamanda ön seçimleri de zayıflatıyor. Böylece iktidarın zaten sandıkçılığa daralttığı demokrasi, parti içi demokrasinin de güdükleşmesiyle iyice tırpanlanmış oluyor.

Özetle 1920’nin halkçılığından, tek adam rejimine, iki merkezli modele, ön seçimsizliğe, yarım demokrasiye gerilemiş durumdayız.

Yarım demokrasinin finali

Cumhurbaşkanı, AKP Genel Başkanı ve Varlık Fonu Yönetim Kurulu Başkanı Erdoğan, belediye seçimleri için her gün bir ilde miting düzenliyor. Haliyle Adana’dan İstanbul’a, Malatya’dan Zonguldak’a kadar tün illerde fiilen belediye başkanı adayı gibi çalışıyor.

“Tek adam rejimi”nin doğal sonucu olarak partisinde ikinci, üçüncü, beşinci sırada etkin aktör kalmadığından, kazanabilmek için tüm illerde bizzat çalışmaya mecbur. Erdoğan’ın Benim için bu bir final. Yasanın verdiği yetkiyle bu seçim son seçimimdemesini de “Erdoğan’ın finali” olarak değil, kazanabilmek için seçmene ağıt ve kurduğu rejimden nemalanan sermaye kesimlerine mesaj olarak okumak lazım.

Ve elbette demokrasinin de finali olarak okumak lazım. 30 yıl önce demokrasiyi “zamanı gelindiğinde inilecek tramvay durağı” olarak tanımlayan Erdoğan, 2024’te kalan yarım demokrasiye de final yaptırıyor. Çünkü seçimin görünen konusu belediye ama görünmeyen konusu da yeni anayasadır. Erdoğan belediyeleri kazanırken, aynı zamanda yeni anayasa yapma gücü de elde etmek istiyor. Böylece “yasanın verdiği yetkiyle son seçim”den, yeni anayasanın vereceği ömür boyu başkanlık yoluna çıkmak istiyor.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
11 Mart 2023

  1. Mehmet Yavuz Dedegil adlı kullanıcının avatarı

    #1 by Mehmet Yavuz Dedegil on 12/03/2024 - 05:45

    Bir ülkede demokrasiden bahsedebilmek için ilk şart, o ülkenin bağımsız olması, yani kendi halkı trafından yönetilmesidir. Bu şartın olmadığı hiçbir ülkedeki yönetim, kendisini demokratik veya anti demokratik olarak niteleyemez! Bu ülkelere ancak „Sömürge devletler“ denilebilir.

    İkinci Dünya Savaşı sonunda „kayıtsız şartsız“ teslim olan Almanya ve Japonya, ABD tarafından ‚kurtarılanGüney Kore ve ABD ile 23 Şubat 1945 de Ankara, 27 Şubat 1946 da Kahire, sonradan Eğitim ve 1952 de NATO Anlaşmalarını imzalayan Türkiye hakkında demokratik olup olmamak gibi bir niteleme yapılamaz, çünkü bu ve daha birçok, NATO üyesi ülke, ABD’ye iç ve dış işlerinde kesin bir söz hakkı tanımıştır. Bu ülkelerin halkları kendilerini yönetmek hakkına sahip değillerdir.

    Hiçbir ülke kendisini „anti demokratik“ olarak nitelendirmez ama felsefî ve politik anlamda hiçbiri demokratik olmayıp, çok çok „Oligarşi“ niteliğini taşırlar.

  2. Ayşe Şirin Atabay adlı kullanıcının avatarı

    #2 by Ayşe Şirin Atabay on 12/03/2024 - 10:03

    Vurgulanması , üstünde durulması gerekli noktayı yazmanız iyi olmuş, varolunuz. Bu konuda kafaları karıştırılmış kitlelerin aydınlatılması önemli.

  1. Erdoğan’ın finali | ...Doğa + Yaşam ve Politik Yazılar =Paylaşım Sitesi -(okuyup düşünmek için...!)

Yorum bırakın

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın