Kalkınma Yolu Projesi

Geçen hafta Bağdat’ta çok önemli bir konferans vardı: Kalkınma Yolu Projesi konferansı…

Irak’ın ev sahipliğinde bir araya gelen Türkiye, İran, Suriye, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Umman, Bahreyn, Kuveyt, Katar ve Ürdün yetkilileri, bölge için çok önemli bir projeyi tartıştılar.

Ankara Bildirisi

Proje, Türkiye’ye yabancı değil. Nitekim kısa bir süre önce, 21 Mart 2023’te Türkiye’ye gelen Irak Başbakanı Şiya es-Sudani ile Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu proje kapsamında “Ankara Bildirisi”ni imzalamıştı. Ortak basın toplantısında, “Kalkınma Yolu’nun sadece Irak ve Türkiye için değil, tüm bölge için stratejik önemi yüksek bir proje olduğu” dile getirilmişti (iletisim.gov.tr, 21.3.2023).

Özetle Arap/Basra Körfezi’ndeki Büyük Faw Limanı’nı Suriye ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya kara ve demiryolu ile bağlamayı planlayan bu proje, Ortadoğu açısından bir “kalkınma” hamlesi olarak görülüyor.

Normalleşme ve birlikte kalkınma

Aslında proje yeni değil. Irak Ulaştırma Bakanlığı Nisan 2010’da, Büyük Faw Limanı’ndan Suriye ve Türkiye’ye demiryolu inşaatı için yatırım tekliflerini kabul ettiğini açıklamıştı.

Ardından Suriye’ye Atlantik saldırısı başladı ve proje hayata geçemedi. (Tıpkı 2009’da gündeme getirilen Katar gazının Suudi Arabistan, Ürdün, Suriye ve Türkiye üzerinden Avrupa pazarına taşınmasının hayata geçememesi gibi…)

Ancak şartlar artık değişti: Suriye direndi ve birliğini korudu, şimdi siyasi çözüme geçiliyor. Arap Birliği üyeleri yeniden Suriye’yle normalleşiyor. Türkiye Suriye’yle normalleşme arıyor. Çin, İran ve Suudi Arabistan’ı barıştırdı. İran Körfez ülkeleriyle normalleşiyor.

Kısacası, çok kutupluluğun inşasıyla Atlantik baskısının azaldığı şartlarda Ortadoğu ülkeleri, karşılıklı sorunlarını çözme iradesi göstererek, birlikte, bölgesel projelere yöneliyorlar.

Bağdat Konferansı’nda biraraya gelen bu 11 ülke, anımsayın, daha çok kısa bir süre öncesine kadar karşı karşıyaydılar: Suriye İran hariç hepsiyle, İran Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleriyle, Körfez ülkeleri Katar ile karşı karşıyaydı; artık birlikte Kalkınma Yolu’nu tartışıyorlar…

Kuşak ve Yol’un bütünleyeni

Kalkınma Yolu Projesi, Çin’in liderlik ettiği Kuşak ve Yol ile aslında birbirini bütünleyen bir projedir. Kaldı ki Fırat ve Dicle nehirlerinin birleşerek Körfez’e boşaldığı bölgedeki Büyük Faw Limanı, Çin’in işlettiği Pakistan’daki Gwadar Limanı’yla birlikte daha da önem kazanmaktadır.

Şöyle ki, Gwadar Limanı, Çin’in Körfez’den aldığı petrolü ABD denetimindeki Malakka Boğazı’ndan geçirmesine gerek kalmadan, yoldan ve süreden tasarruf etmek için Pakistan üzerinden transfer ettiği adrestir. Petrol, buradan boru hattıyla Çin’in Sincan bölgesine ulaştırılmaktadır. (ABD’nin Uygur kışkırtmasının bir nedeni de budur.)

Dolayısıyla şimdi Gwadar Limanı ile Büyük Faw Limanı ticarette bütünlük oluşturacak, Çin mallarının daha kısa bir yol üzerinden ve daha kısa bir sürede Avrupa’ya ulaştırılması sağlanacaktır.

Yani “Kuşak ve Yol” ile “Kalkınma Yolu” birleşecek, Batı Asya’nın birlikte kazanmasının ve kalkınmasının yolu olarak Körfez bölgesi Türkiye üzerinden Avrupa’ya bağlanacaktır.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
1 Haziran 2023

Yorum bırakın

Sosyalistlerin önündeki tarihi görev

Seçimin en önemli sonuçlarından biri de sosyalistlerin aldığı oyların toplamıdır. 1 milyondan fazla seçmenin oy verdiği sosyalistler, eğer bu süreci iyi yönetebilirlerse, bağımsız bir seçenek oluşturarak en etkili muhalefete dönüşebilirler.

Bunun yolu, kuşkusuz öncelikle birlikten, ortak bir karargâh inşa etmekten ve oy veren seçmenleri örgütlü kuvvete dönüştürmekten geçmektedir.

1 MİLYONDAN FAZLA SOSYALİST OY

Öncelikle partilerin aldığı oylara bakalım:

Türkiye İşçi Partisi (TİP), 940 bin 230 kişiden oy aldı.

Sol Parti (Sol) 78 bin 32 oy aldı.

Türkiye Komünist Partisi (TKP) 63 bin 509 oy aldı.

Halkın Kurtuluş Partisi (HKP) 31 bin 928 oy aldı.

Türkiye Komünist Hareketi (TKH) 17 bin 864 oy aldı.

Bu beş sosyalist partinin aldığı oy toplamı 1 milyon 131 bin 563’tür. Bu Türkiye şartlarında çok önemli bir orandır. Tek çatı altında birleşmiş 1 milyon “örgütlü” sosyalist, Türkiye’nin en önemli sorunlarına gerçekçi çözümler üreterek etkili ve belirleyici bir güç olur.

SOSYALİSTLERİN BAĞIMSIZLIĞI

Burada en önemli konu, TİP’in yoluna HDP ile ittifak içinde mi devam edeceği, yoksa bağımsız sosyalist bir parti olarak mı varlığını sürdüreceğidir.

TİP içindeki eğilimin bağımsız hareket etmek olduğu anlaşılıyor. Umarım öyle olabilir.

Çünkü sosyalistlerin 30 yıldır etnik milliyetçi Kürt partileri ile birlikte hareket etmeleri sosyalist partileri büyütmedi, tersine eritti. Diğer yandan sosyalist partilerin varlığı Kürt partilerini Türkiye partisi de yapamadı.

TİP’in Emek ve Özgürlük İttifakı’ndan ayrılarak bağımsız hareket etmesi, hem kendisini hem de genel olarak sosyalistlerin önünü açacak bir adım olacaktır.

TİP’in TBMM’de 4 milletvekilinin bulunması çok değerlidir.

Gezi’de Haziran Halk Hareketi’ne omuz veren aydınlar ile sanatçıların da bu seçimde TİP’e destek vermeleri, yarınlar için umuttur.

GÜÇ MERKEZİ İNŞASI

Ancak Erdoğan’ın Anayasa’ya aykırı olarak 3. kez cumhurbaşkanı olduğu ve Cumhuriyet’in kazanımlarının daha da tasfiye edileceği bu yeni süreçte, sosyalistlerin birlikte mücadele etmesi, devrimci bir karargâh, ortak bir güç merkezi inşa ederek gerçek muhalefet yürütmesi, kritik önemdedir.

Öyle ki bu sosyalistlerin önündeki tarihi görev ve sorumluluktur. Türk Devriminin burjuvazi-toprak ağaları ittifakı ile Atlantik sürecinde boğdurulmasının sonucu olarak ülkenin Siyasal İslamcılığa teslim edilmesinin ardından, “devrimci cumhuriyetçi” çıkışın en önemli aktörü sosyalistler olacaktır.

O nedenle, 2023 seçimine katılan ve toplamda 1 milyondan fazla oy alan sosyalist partiler, hızla güç birliği yapmalı, seçimlere katılmamış sosyalist partileri de dahil ederek devrimci bir karargâh, ortak bir güç merkezi inşa etmelidir.

Bu merkezin temel hedefi, öncelikle oy veren seçmenleri örgütlemek olmalıdır.

Burada, Türkiye’nin içinde bulunduğu şartlar gözönünde bulundurularak, sosyalizmin yeni insanına yakışır vaziyette, geçmiş ayrılıkları ya da daha çok/daha az oy farkını gözetmeden güç birliği yapabilmek tarihi önemdedir. Bu sorumluluğu yerine getirmeyenler ülkeye de sosyalizm davasına da büyük zarar vermiş olacaktır.

Türkiye sosyalistlerinin önündeki bu fırsat kaçırılamaz!

Burada en eski tüfeklerden yaşayan 68’lilere, 78’lilerden çeşitli nedenlerle örgütsüzlüğe düşmüş sosyalistlere kadar geniş bir çevreye de ayrıca sorumluluk düşmektedir. Zira bu geniş kesim, ayrılıkları gidermede yapıştırıcı fonksiyonu izleyebilir.

SOSYALİST-KEMALİST İTTİFAK

Cumhur İttifakı da Millet İttifakı da ekonomide serbest piyasacı, dış politikada Atlantikçi/NATO’cu partiler koalisyonlarıdır.

Bu iki cephenin mücadelesinden Türkiye’nin asıl sorunlarına çareler üretilemeyecektir.

1 milyondan fazla sosyalistin örgütlü gücü işte bu şartlarda, Türkiye’nin asıl ana muhalefet partisi demektir.

Dahası, güçlü bir sosyalist muhalefet, CHP’nin de sağa kaymasını durdurur; 70’lerde olduğu gibi CHP’yi daha halkçı, kamucu, solcu bir çizgiye çeker.

Kaldı ki sosyalistlerin gücü ve etkisi, orta ve uzun vadede Kemalistlerle “devrimci cumhuriyet” için ittifak demektir. Nitekim Türkiye’yi emperyalizme göbekten bağlı Türk-İslam sentezinden kurtarmanın tek çözümü de budur: Sosyalist-Kemalist İttifak…

TARİHİ SORUMLULUK

1 milyon örgütlü sosyalist, Türkiye’nin Ortacağ’ın karanlığına iyice yuvarlanmasının önündeki sigortadır.

1 milyon örgütlü sosyalist, Türkiye’nin etnik ve mezhepsel temelde bölünmesinin önündeki sigortadır.

1 milyon örgütlü sosyalist, devrimci cumhuriyeti inşa etmenin teminatıdır.

TİP başta seçime giren sosyalist partiler, bu tarihi sorumluluğu yerine getirmelidir.

Sol seçeneğin modeli, önyargısız ortak çabayla hep birlikte tasarlanabilir.

Ama önce sosyalistlerin bağımsız bir seçenek oluşturmalarının elzem olduğunu ve bu modelin oluşturulabileceğini kabul etmek gerekir!

Mehmet Ali Güller
CRI Türk
30 Mayıs 2023

Yorum bırakın

Rejimin meşruiyet sorunu sürüyor

Bu seçim, bir hükümet seçiminden ziyade, bir rejim oylamasıydı. Bu yönüyle de 16 Mayıs 2017’de yapılan halkoylamasının tekrarıydı. 16 Mayıs 2017’de, tartışmalı bir kampanya ve seçimin ardından, sadece yüzde 51 oyla parlamenter rejim yıkılmış, yerine “AKP tipi başkanlık sistemi” getirilmişti.

Dolayısıyla seçmenlerin yarısı açısından sistem değişimi meşru değildi. Bu meşruiyet sorunu, ilk uygulama döneminde (2018-2023) başkanlık sisteminin “tek adam rejimi”ne dönüşmesiyle, daha da arttı.

Anasaya’ya aykırı 3. dönem

Peki 14 Mayıs’ta sandıktan yüzde 49.5, 28 Mayıs’ta 2. turda yüzde 52 oy çıkması, sistemin meşruiyet sorununu çözdü mü?

Hayır, tersine “tek adam rejimi”nin meşruiyet sorunu sürüyor, hatta şu nedenlerle daha da arttı:

Erdoğan, her şeyden önemlisi Anayasa’ya rağmen kendisini 3. kez aday olarak dayattı; muhalefet ise “sandıkta nasılsa yeneceğiz(!)” diyerek bu hukuksuzluğu kabullendi.

-Normalde ve eskiden istifa eden taraf pozisyonundaki bakanlar istifa etmedi; devletin tüm imkanlarını seçimde Erdoğan lehine kullandı.

YSK, AA, TRT üçgeninde tarafsızlık ortadan kalktı; kurumlar AKP’nin seçim bürosuna dönüştürüldü.

– Seçim boyunca sandıklarda AKP lehine hukuksuzluk örnekleri sahnelendi, sandık zorbalığı yaşandı.

AKP: Sistem gözden geçirilebilir

Bir meşruiyet sorunu olduğu ortada. Nitekim AKP Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş da seçimden hemen önce, sistemin gözden geçirilebileceğine işaret etmişti: “Yüzde 50 artı 1, sistemi zorlayan, sistemin kutuplaşmasını temin eden bir faktör olarak ortaya çıktı. Tekrar gözden geçirilebilir” (AA, 27.5.2023).

Oysa 16 Mayıs 2017 halk oylaması öncesinde, başta anayasa hukukçuları olmak üzere pek çok hukukçu, akademisyen, siyasetçi, aydın böyle olacağına dair yoğun uyarılar yapmıştı. O gün bu uyarıları dikkate almayanlar ülkeyi ve sistemi deneme tahtasına çevirdiler; şimdi de sistemin sorununu, yine kendi çıkarlarına uygun hale getirmenin peşindeler!

Erken seçim kapıda

Öte yandan, koalisyon hükümetlerini bitireceği iddiasıyla getirilen “50+1” başkanlık sistemi, ne yazık ki sürekli koalisyon hali doğurdu; 50+1 oya ulaşabilmek için ideoloji, program ve politika geri plana atıldı. Nasılsa en temel politikalarda, örneğin ekonomide, program düzeyinde bir farklılık yoktu; iki taraf da serbest piyasa ekonomisini farklı tonlarda uygulayacaktı. Nasılsa dış politikanın ağırlıklı alanlarında da büyük fark yoktu, iki seçenek de NATO’cuydu; fark dengecilikte ağırlığı ne yana verecekleriydi sadece…

İşte bu nedenle karşıtların yan yana, benzerlerin karşı karşıya gelebildiği bir gevşek cepheleşme oluştu. Her iki tarafta da İslamcılar, her iki tarafta da milliyetçiler yer alabildi. Ve daha çarpıcısı, birinci turda üçüncü gelen ATA ittifakı, ikinci turda bölünüp, cumhurbaşkanı adayı Oğan Cumhur İttifakı’nı, Zafer ve Adalet Partileri ise Millet İttfiakı’nı destekleyebildi.

Hem bu siyasal tablo hem de kısa vadede ve sistem içinde çözümü olmayan ekonomik kriz tablosu, beş yıl dayanamadan, Türkiye’nin önüne yeni bir seçim dayatacaktır.

28 Mayıs’ta ikinci turdan çıkan sonuç, erken seçime hangi şartlarda; restore edilmiş başkanlık modeli (40+1) ile mi, yoksa parlamenter sisteme dönüş kapısını açanlarla mı girileceğini gösterdi sadece…

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
29 Mayıs 2023

Yorum bırakın

Kıvrak zekalı kindar nesil!

FETÖ’nün hedefi “altın nesil”, AKP’nin hedefi “kindar nesil” yetiştirmekti. Nesil yetiştirmek, her iki tarafın da “dava”larının en önemli işiydi; nesil demek gelecek demekti çünkü…

Nitekim birlikte ve işbirliği içinde Türkiye’ye kumpas kuran AKP ile FETÖ, anımsayın, önce tam da bu “nesil” yetiştirme meselesinde karşı karşıya geldiler: Dershaneler…

Necip Fazıl’dan Erdoğan’a

“Kindar nesil”, AKP kadrolarının ideolog kabul ettiği Necip Fazıl’ın kavramlaştırmasıydı…

Erdoğan, başbakanlığı sırasında Necil Fazıl’a referansla, AKP Gençlik Kolları Kongresi’nde ilan etmişti bu hedefi: “Modern, dindar bir gençlikten bahsediyorum. Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin davacısı bir gençlikten bahsediyorum.”

İşte Erdoğan, davanın geleceği için bu gençliği inşa etmeye çalışıyor; bunun için bir yandan eğitimi imam hatipleştiriyor, bir yandan da merkezinde oğlu Bilal Erdoğan’ın olduğu vakıflarla geniş bir ağ örüyor…

Kartal İmam Hatipliler

Aslında tüm çabalarına rağmen, Erdoğan’ın istediği oranda “kininin davacısı” bir nesil oluşturamadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Ama yine de azımsanmayacak bir “kindar nesil” kadrosu oluşturdukları ortada…

Özellikle 30’lu yaşlarının başındaki çok sayıda Kartal İmam Hatipli gencin, bürokrasinin en kilit yerlerine yerleştirildiğini, TRT’den THY’ye en önemli kurumlarda yönetici yapıldığını biliyoruz. (Bu konuda geniş bir araştırma için bakınız: Serdar Akinan, Hayri Demir, Kartal İmam Hatipliler, Kırmızı Kedi, 2023).

Aslında “kindar nesli” de ikiye ayırmamız gerekir: Kindar neslin çok az bir oranı kaymak tabakasını oluştururken, esas kitleye “davanın” militanlığı yaptırılmaktadır.

Erdoğan suçu övüyor

Biliyorsunuz, Erdoğan göz göre montaj bir videoyla seçim çalışması yürütüyor, “ama montaj, ama şu, ama bu” diye kurgulanmış görüntüyü savunuyor.

Dahası, “gençlerimizin kıvrak zekasının ürünü” diye montaj görüntüleri övüyor!

Oysa montajlama işi sahtekarlıktır, hatta suçtur. Bir cumhurbaşkanının kurgulanmış bir videoyu seçim malzemesi yapması ise en hafifinden etik değildir. Ancak cumhurbaşkanı, bu sahtekarlığı, “kıvrak zeka ürünü” sayarak kutluyor!

İşte istedikleri “kindar nesil” budur: Sırf davaya hizmet etsin diye, dini, imanı bile bir kenara bırakarak, açıkça sahtekarlık yapabilmek yani…

Çürümeye karşı oy

“Kindar nesil” diye diye işte gençleri böyle siyasi emellerine alet ediyorlar, böylece gençliğimizin aslında geleceğini karartıyorlar…

Yarın oy kullanırken işte bunu da düşünün.

Muhalefet etkinliklerine provokasyon yapmaya gönderilen, açıkça yalan söyletilen, davaya hizmette kullanılan “kindar nesil” ve o neslin montaj kasetini “kıvrak zeka” diye öven Reisleri…

İşte, yarın sandıklarda, gençlerimizi bu çürümeden kurtarmak için oy kullanmalısınız.

Kindar değil; çalışkan, dürüst, onurlu, başı dik ve aydın bir cumhuriyet gençliği özlemiyle oy vermelisiniz. Yanlış politikaların telafisi, kuşak kaybının telafisinden daha kolaydır çünkü…

Bu siyasal iklime, bu kültürel erozyona, bu toplumsal çürümeye artık dur demelisiniz.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
27 Mayıs 2023

Yorum bırakın

Terör montajı

AKP-FETÖ işbirliği dönemi, Türk siyasi tarihine “kasetli siyaset” dönemi olarak geçti. Kasetlerle sadece Türk ordusuna operasyonlar yapmakla kalmamış, MHP’den CHP’ye partileri dizayn etmeye çalışmışlardı.

Bugün Kılıçdaroğlu’nu “kasetle CHP’nin başına oturtuldu” diye suçlayan Erdoğan, anımsayın, Baykal’la ilgili o kaseti meydanlarda “ne özeli, geneeel geneeeel” diye seçim malzemesi yapıyordu.

Erdoğan’ın montajlı siyaseti

AKP-FETÖ işbirliği kesilince, “kasetli siyaset” yöntemi büyük oranda durdu ama bu kez de AKP’nin “montajlı siyaset” dönemi başladı.

Dün Baykal kasetini seçim malzemesi yapan Erdoğan, bugün bir montaj videoyla CHP’yi vurmaya çalışıyor. Erdoğan, hemen her mitinginde, Kılıçdaroğlu ile PKK yöneticilerinden Karayılan’ı birlikte gösteren bir “montaj” videoyu dev ekrandan izletip, kitlesine yuhlatıyor.

Bir cumhurbaşkanının montaj bir videodan medet umması, dahası bir canlı yayında sorulunca videoyu şu sözlerle savunabilmesi, vahimdir: “Kılıçdaroğlu’nun Kandil’dekilerle video çekimleri var. Ama montaj, ama şu, ama bu… PKK’lılar videolarla bunlara destek verdiler.”

AKP HDP desteği için uğraştı

Peki neden bu montaja ihtiyaç duyuyorlar? HDP, cumhurbaşkanlığı seçiminde Kılıçdaroğlu’nu desteklediği için…

Elbette Erdoğan başta herkesin bu desteği yanlış bulmaya, eleştirmeye hakkı vardır ama bunu Kılıçdaroğlu-Karayılan videosuna montajla dönüştürmek, kuşkusuz siyasetin konusu olmaktan ötedir!

Daha sorunlusu da şudur: HDP seçmeni AKP’ye destek verince “sağduyulu Kürt”, CHP’ye destek verince terörist görülmektedir!

Bu seçimde de oldu: AKP, HDP’nin Kılıçdaroğlu’na destek vermemesi için çok uğraştı, yine PKK lideri Öcalan’dan bir mektup almaya çalıştı. Ama HDP, kararını Kılıçdaroğlu’na destekten yana kullandı.

Erdoğan’ın kazanmak için yine de HDP seçmeninden vazgeçmediği anlaşılıyor. Zira bu kez 2. tur için yine HDP’ye, HDP seçmenine çengel atmaya çalışıyorlar.

Yeni Açılım’ oltası

AKP’li Mehmet Metiner’in, iktidarın ideolojik yayın organı Yeni Şafak’taki köşesinde yazdıkları o çengele açık açık işaret ediyor: “Partiniz Meclis’e girdi. Orada temsiliniz var. İkinci turda Erdoğan’a yüksek bir destek sununuz ki yeni bir sürecin aralanmasına imkan sağlayasınız” (19.5.2023).

HDP seçmenine “yeniden açılım” oltası atan Metiner, HDP’nin “AKP seçim barajını indirdiği için Meclis’e girdiğini”, “Erdoğan’ın yaptıklarının ortada olduğunu”, “atılacak başkaca adımlar varsa onu da Erdoğan’ın atacağını” savunarak, HDP yönetimine “Kılıçdaroğlu Kürtlere ne vadediyor da Kürtlerden destek vermelerini istiyorsunuz?” diye sesleniyor.

Daha vahimi de şu: Metiner, CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel’in “Öcalan’ı serbest bırakmayı aklından geçiren namussuzdur, şerefsizdir” açıklamasını anımsatıp, sosyal medyadan HDP seçmenine sesleniyor: “HDP ise hâlâ Kılıçdaroğlu için oy istiyor” (Twitter, 20.5.2023).

Yani “Öcalan’ı serbest bırakmayacağını ilan eden CHP’ye niye destek veriyorsunuz” demeye getiriyor! Yani, dün terörle açık ittifak kuran iktidar, bugün muhalefete “terör desteği” üzerinden yüklendiği şartlarda bile, aslında yine destek karşılığı işbirliği arıyor!

Türkiye’nin kasetli, montajlı siyasetten de, terörden medet umulan siyasi iklimden de kurtulabilmesi özlemiyle…

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
25 Mayıs 2023

Yorum bırakın

Çin-Orta Asya işbirliğinin önemi

Çin ile beş Orta Asya ülkesini bir araya getiren “C+C5” platformu, ilk kez 2020’de dışişleri bakanları düzeyinde toplanmış ve devamında her yıl düzenli şekilde bir araya gelmişti.

Ancak bu yıl ilk kez liderler zirvesi yapıldı.

Zirvenin adresi, Çin’in Xian kentiydi. Bu kent özel olarak seçilmişti, çünkü tarihi ipek yolunun başladığı yerdi.

Haliyle bu tercih, Çin ile Orta Asya ülkeleri arasındaki Kuşak ve Yol’a atıf yapıyordu. Nitekim Çin Cumhurbaşkanı Xi Jinping, Kuşak ve Yol’u ilk kez 10 yıl önce Orta Asya ülkesi Kazakistan’da ilan etmişti.

ABD’NİN ORTA ASYA HESABI

Zirve, ABD’nin Orta Asya’da varlık bulundurmaya çalıştığı bir süreçte yapıldı. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, bu yıl şubat ayında Orta Asya ülkelerini ziyaret etmişti.

ABD, Orta Asya’ya verdiği önem nedeniyle, konuyu G7 gibi liderlik ettiği platformların da gündemine alıyordu.

Orta Asya’yı Avrasya’nın kalpgahı ve dünya egemenliğinin kilit merkezi olarak gören ABD, bölgede varlık bulundurarak Çin ile Rusya’nın ortasına girmeye çalışıyor. Böylece hem Rusya’ya hem de Çin’e karşı, diğer bölgelere ek olarak Orta Asya’dan da çifte çevreleme yapmak istiyor.

ABD’nin bu planlarını kuşkusuz Beijing de Moskova da görüyor. Tam da bu nedenle liderler zirvesinden önce yapılan Çin+Orta Asya ülkeleri dışişleri bakanları toplantısında Beijing şu mesajı vermişti: “Orta Asya jeopolitik oyunların değil, kazan-kazan işbirliğinin sahası olmalı.

TURUNCU DARBELERE GEÇİT YOK

Bu konu, liderler zirvesinin de öne çıkan konusuydu. Nitekim Çin Cumhurbaşkanı Xi Jinping, zirvede bu uyarıyı yaptı: “Dış güçlerin bölge ülkelerinin iç işlerine müdahale etmesine ve renkli devrimler sahneye koymasına şiddetle karşı çıkacağız.

ABD geçen yıllarda Kırgızistan’da, son olarak da Ocak 2022’de Kazakistan’da renkli devrim / turuncu darbe girişiminde bulunmuştu. Bölgede Washington’la uyumlu iktidarlar oluşturarak, o ülkede askeri üs açmak, ABD’nin en büyük arzusu.

ABD açısından bölge aynı zamanda Uygur ve Tibet kışkırtıcılığı ile Hindistan-Pakistan ve Hindistan-Çin arasında sorun kaşıma alanı olarak önem kazanıyor.

ÖNEMLİ İŞBİRLİĞİ KARARLARI ALINDI

Orta Asya ülkeleri Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Tacikistan’ı satranç tahtasında taş olarak gören ve bu ülkeleri Çin ve Rusya’ya karşı piyon olarak kullanmak isteyen ABD’nin girişimlerine en iyi yanıt ise zirvede alınan kararlar oldu.

Çin ile beş Orta Asya ülkesi arasında Xian Bildirisi ve çok kapsamlı işbirliği anlaşmaları imzalandı. Bunlardan başlıcaları şunlardı:

– Çin, beş Orta Asya ülkesine 3,8 milyar dolar mali destek ve hibe verecek.

– Çin Kalkınma Bankası ile Kazakistan, Özbekistan ve Kırgızistan’daki ilgili bankalar arasında 2 kredi anlaşması ve 2 işbirliği belgesi imzalandı. İşbirliği projeleri; KOBİ’leri, tarımı, endüstriyel işbirliğini ve halkın yaşam alanlarını kapsıyor. Çin Kalkınma Bankası, bu amaçla 10 milyar yuan’lık (yaklaşık 1,4 milyar dolarlık) bir özel kredi oluşturdu.

– Çin ile Orta Asya ülkeleri arasında 10’dan fazla mekanizma kurulacak. Çin-Orta Asya Mekanizması Daimi Sekreterliği, Çin’de kurulacak.

Kuşak ve Yol, Orta Asya ülkelerinin ulusal kalkınma stratejileriyle birleştirilecek.

– Çin-Kırgızistan-Özbekistan demiryolu projesi geliştirilecek. Kırgızistan Cumhurbaşkanı Caparov, bu projenin Orta Asya’yı Türkiye üzerinden Avrupa’yla, İran ve Ortadoğu üzerinden de Kuzey Afrika’yla birleştireceğine” dikkat çekti.

ASYA YÜZYILINDA, BİRLİKTE…

Özetle Çin ile beş Orta Asya ülkesi arasında varılan mutabakatlar, Orta Asya’yı satranç tahtası, Orta Asya ülkelerini de satranç taşı olarak gören ABD emperyalizmine karşı önemli bir yanıt oldu.

Bu zürveyle birlikte artık Kuşak ve Yol, önümüzdeki süreçte Çin ile Orta Asya ülkelerini, kazan-kazan işbirliği ile saha sıkı saracak.

Ve en önemlisi… Çin ile Orta Asya ülkelerinin bu işbirliği, Türkiye ve Orta Asya Türk Cumhuriyetleri arasındaki Türk Devletler Topluluğu ile birbirini destekleyen yapılar olarak Asya Yüzyılında birlikte yükselmelidir

Mehmet Ali Güller
CRI Türk
23 Mayıs 2023

Yorum bırakın

Atom bombası sendromu

ABD’nin merkezinde olduğu G7 başta pek çok platformun sonuç bildirgesinde sık sık karşılaşırsınız: “Kurallara dayalı uluslararası düzen.”

Bu, özetle kurallarını ABD’nin yazdığı ve ulusların Atlantik sistemine boyun eğdirildiği emperyalist düzendir.

ABD, bu düzenin kurallarını “atom bombasıyla” koydu; Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerine atom bombası atarak, “uluslararası düzenin kurallarını ben koyarım” demiş oldu. Yoksa mesele Japonya’yı yenmek değildi.

Kaldı ki Japonya zaten yenilmişti. ABD, İngiltere ve SSCB 26 Temmuz 1945’te Japonya’ya teslim olma çağrısı yapmış, teslim olma sinyali veren Japon Başbakanı, imparatorluk sisteminin kaldırılması ve imparatorun savaş suçlusu olarak yargılanması şartının kaldırılmasını istemişti.

Açık ki Japonya teslim olmayı kabul etmesin diye o şartta ısrar edildi. Nitekim ABD yaklaşık 10 gün sonra, 6 Ağustos 1945’te Hiroşima’ya, 9 Ağustos 1945’te Nagazaki’ye atom bombası attı. Radyasyon nedeniyle sonradan ölenlerle birlikte insan kaybı yaklaşık 300 oldu.

ABD’nin tasarlanmış insanlık suçu

Emperyalist ABD’nin tasarladığı, hazırladığı, en küçük ayrıntısına kadar planladığı bu saldırı, büyük bir savaş ve insanlık suçudur. ABD sadece yaklaşık 300 bin insanı öldürmemiş, o iki atom bombasıyla kurduğu düzeni sürdürebilmek için devamında Vietnam’dan Irak’a, dünyanın çeşitli yerlerinde milyonları katletmişti. Yani ABD, modern dünyada “insanlık soykırımı” yapmış bir ülkedir.

Evet, ABD bu suçu bile isteye tasarlayarak, planlayarak, hazırlayarak işlemiştir. 12 Nisan 1945’te Roosvelt ölmüş, yeni başkan Truman 27 Nisan 1945’te nükleer saldırının hazırlık düğmesine basmıştı.

Etkisine, nüfusuna göre 14 şehir seçilmiş, ince elemelerden sonra yedekleriyle birlikte şehirler dörde indirilmiş, hatta bu şehirlere hava bombardımanı yapılmayacağı propagandası ile buralara göçler teşvik edilmiş, dahası dışarıda insan sayısının en fazla olacağı saat bile hesaplanarak atom bombası sabah 8.15’te atılmıştı.

O iki atom bombasının esas amacının emperyalist ABD’nin dünyaya egemenlik ilanı olduğunun bir göstergesi de Postdam’da Truman’ın Stalin’e “yeni bir güçlü silaha” sahip olduğunu söylemesiydi. O silahı 10 gün sonra kullanan Truman, böylece en yakın rakibine de “kuralları ben koyacağım” demiş oluyordu.

Nükleer düzenin özrü yok!

Tüm bunları şundan anımsattık: Hiroşima’da G7 zirvesi vardı. Emperyalist ABD, bu zenginler kulübünü Çin ve Rusya’ya karşı savaşının finansörü gibi kullanmaya çalışıyor bir süredir.

Zirve Hiroşima’da olunca, acaba ABD Başkanı Biden, atom bombasıyla aslında soykırıma uğratılan Japon halkından özür diler mi, diye beklenti oluştu uluslararası çevrelerde. Tabii ki Biden özür dilemedi! Tıpkı daha önceki ABD başkanları gibi Biden’a göre de özür dilenecek bir durum yoktu, nükleer düzenin özrü olmazdı!

Daha vahimi ise kurbanın durumuydu. Çünkü ABD, atom bombası attığı Hiroşima’da yapılan zirvede, Japonya’yı “atom bombasıyla” koruyacağına söz veriyordu!

ABD hem Çin’i tehdit ediyor hem de “Çin’in bölgeyi tehdit ettiği” yalanı üzerinden bölge ülkelerini kendi stratejisine eklemlemeye çalışıyor. Atom bombası kurbanı Japon liderler, ABD’nin atom bombalarıyla kendisini koruyacağına sevinme onursuzluğunu gösteriyor! Bu da “atom bombasına aşık olma sendromu” olsa gerek!

Ve ABD, AUKUS ile Avustralya’yı da Çin’e karşı nükleer denizaltı üssü haline getiriyor.

Kısacası ABD kurduğu “nükleer düzeni” koruyabilmek için “nükleer tehdide” başvuruyor.

Ancak ABD’nin nükleer düzenini inşa edebildiği şartlarda değil; tersine o düzenin adım adım çözüldüğü, ABD’nin artık sopa göstererek mahalle kabadayılığı yapamayacağı şartlardayız.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
22 Mayıs 2023

Yorum bırakın

‘Reis mi, cumhurbaşkanı mı’ seçimi

İkinci tura kalan seçimin ana ekseni şu: Türkiye bir reis mi seçecek, yoksa cumhurbaşkanı mı?

Diğer tüm konular, bu eksenin kenarlarında kalıyor şimdilik. Yarın yeniden önem kazanacak, öne çıkacak ve bazıları belirleyici olacak elbette…

Ekonomide fark yok

Ekonomi-politikaları açısından iki seçenek arasında temelde bir fark yok, ayrıntılarda var. Her iki seçenek de kamucu değil ve neoliberal programı uygulamayı sürdürecek. CHP’li Kemal Derviş’in programını devralan AKP’nin o programı sürdürmesi gibi, Kılıçdaroğlu da bazı rötuşlarla Erdoğan’ın ekonomi programını devam ettirecek…

Tabi kamu ihalele kanununu düzelterek, en çok beşli çeteye kazandıran sistemi değiştirip kazancı diğer sermaye gruplarına da yayarak, aile ve çevresini zenginleştiren sistemi onararak, “yandaş vakıflar” yoluyla tarikat sermayesinin güçlenmesini sağlayan yolu keserek, tabii sosyal devletin bazı gereklerini de yerine getirerek sistemi restore edecek…

Ama kamu hazinesiyle özellerin zenginleştiği sistem esas olarak devam edecek. Neoliberal programı kim uygularsa uygulasın, sonuç değişmeyecek; programın karakteri itibariyle zenginler zenginleşecek, yoksullar yoksullaşcak.

Dış politikada fark yok

Dış politika açısından da iki seçenek arasında temelde bir fark yok, ayrıntılarda var. Her iki seçenek de esas itibariyle Atlantikçi ve NATO’cu çünkü.

Erdoğan, bunu seçim boyunca “sanki değilmiş” gibi gösterebilmeyi becerebildiği için, Kılıçdaroğlu da Erdoğan’ın oynadığı dengeciliği beceremeyecekmiş görüntüsü veren Rusya karşıtlığına düştüğü için, bir fark oluştu…

Aynı durum terör konusu için de geçerli. Bitmiş terörü açılımıyla siyasallaştıran ve büyüten iktidar, denediği halde desteğini alamadığı HDP üzerinden CHP’yi terör destekçisi gösterdi; kendisini de teröre karşı “devlet bekasının” garantörü. Halbuki kim seçilirse seçilsin, her hükümet terörle mücadele etmek zorunda; edemezse hükmedemeyecek çünkü…

Özetle NATO’dan PKK terörüne geniş dış politika yelpazesinde kim seçilirse seçilsin, büyük bir fark olmayacaktır.

Özgürlük alanımızın seçimi

İki seçenek arasında esas fark, birinin sadece partisinin ve seçmenlerinin değil, artık hepimizin, Türkiye’nin reisi olmaya çalışması, diğerinin ise sadece yurttaşların cumhurbaşkanı olacağıdır.

Erdoğan seçilirse “tek adam rejimini” biraz daha zorlayarak iyice reisleşecek; Kılıçdaroğlu seçilirse yurttaşların cumhurbaşkanı olarak yeniden parlamenter rejime dönüşün yolunu açacak.

Erdoğan seçilirse hepimize “şusunuz, busunuz” demeye devam edecek; Kılıçdaroğlu seçilirse şu, bu olmaktan kurtulacak, Türkiye’nin tüm seçmenleri olarak yurttaşlık ortak paydasında yeniden buluşma olanağına kavuşacağız.

Erdoğan seçilirse iktidarı eleştirmekte artık daha da zorlanacağız ama Kılıçdaroğlu seçilirse iktidardan çatır çatır hesap sorabileceğiz!

Gazeteci halk/kamu yararına haber yapabildiği ve aydın halk/kamu yararına iktidarı en ağır şekilde eleştirebildiği oranda özgürlük vardır.

Yurttaş yönetenden hesap sorabildiği oranda özgürdür.

28 Mayıs’ta kalan özgürlük alanımızı ya bir reis seçerek daraltacağız, ya da bir cumhurbaşkanı seçerek genişletebilme olanağını kazanacağız.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
20 Mayıs 2023

Yorum bırakın

Türk doları!

Irak hükümeti doları yasakladı. Bağdat’ın 14 Mayıs’ta uygulamaya koyduğu bu kararın iki hedefi var:

1) Irak dinarının yaygınlaştırılması.

2) Resmi döviz kuru ile karaborsa arasındaki farkın azaltılması (CRI Türk, 17.5.2023).

Dolarsızlaşma güçleniyor

Irak’ın kararı ayrıca iki yöne işaret ediyor:

1) De-dolarizasyon ya da dolarsızlaşma süreci: Çok kutuplu dünyanın inşa olmasıyla birlikte “ulusal paralarla ticaret” de ekonomide bir olgu haline geldi. Süreç özellikle Ukrayna krizi sonrası ABD’nin dolar rezervlerine el koyması ve yaptırımları silah gibi kullanmasıyla birlikte ivmelendi.

Çin ve Rusya başta olmak üzere pek çok ülke artık ikili ticaretlerinde ulusal para kullanıyor. Dahası Körfez ülkeleri ile Çin arasında petrol ile doğalgaz alışverişinin “yuan” ile yapılmaya başladığını da görüyoruz.

Önümüzdeki ay yapılacak BRICS toplantısında “ortak para” birimi ele alınacak.

Kısacası dolarsızlaşma eğilimi, doların rezerv para olma değerini adım adım azaltıyor.

Saddam Hüseyin’e dönüş

2) Ekonomik bağımsızlık, siyasi bağımsızlığın garantörü ve bütünleyenidir. Ekonomik bağımlılığın en önemli çapası ise ABD dolarıdır. ABD dolarına bağımlılık, ekonomik bağımlılıktır.

Bu yönüyle diyebiliriz ki, ABD’nin Irak’ı işgali aslında ve tam olarak 14 Mayıs 2023’te sona ermiş oldu. Dahası Irak hükümeti bu kararıyla, fiilen Saddam Hüseyin dönemine de dönmüş oldu. Çünkü savaşın asıl nedeni, Saddam Hüseyin’in ABD’nin petrodolar sistemine meydan okumasıydı.

Yine buradan hareketle diyebiliriz ki, antiemperyalizmin de milliciliğin de en önemli ölçütü ABD dolarına karşı tutumunuzdur. Vatan ya da iktisadi ifadesiyle “ulusal pazar”, ulusal parasıyla vardır. Ulusal para yerine emperyalizmin dolarını ulusal pazarda etkin kılan iktidarlar bağımlı, ulusal pazarını dolarak karşı korumaya çalışan iktidarlar ise bağımzsızlıkçıdır.

En serbest piyasa ve dört çeşit dolar

Türkiye bu açıdan laboratuvar özelliği taşımaktadır. Gerçek ile propaganda arasında geniş bir açı vardır. Somutlayalım:

Neoliberalizmin en iyi uygulayıcısı olan AKP iktidarı, “serbest piyasa ekonomisi”ne bile takla attırmış, ekonomiyi “en serbest” hale getirmiştir.

Piyasa o kadar serbesttir ki, bugün ulusal pazarda fiilen dört çeşit dolar kuru vardır:

1) Bankaların dolar kuru.

2) Döviz büfelerinin dolar kuru

3) Kapalıçarşı’nın dolar kuru

4) Merkez Bankası’nın dolar kuru.

İşte bu sonuncusu, yani Merkez Bankası’nın dolar kuru, “kur korumalı mevduat” projesi ile bir çeşit “Türk doları” haline gelmiştir.

Çifte faiz kumpası

Kısacası “yerli ve milli” propagandası ve “dış güçlere karşı savaş” adı altında sergilenen gerçek budur: Türkiye Cumhuriyeti topraklarında, vatanda, ulusal pazarda Türk lirasının karşısında “Türk doları” oluşturulmuş, ABD dolarına yasallık kazandırılmıştır.

Dahası, bunu üstelik sanki “dolara karşı mücadele” ediyormuş gibi yaptılar ve sonuçta bankaları / finans kapitali çifte faizle, yüzde 400 kârlılık oranında zenginleştirdiler.

Çifte faizin biri hazineden, yani cebimizdendi ve finans kapital kazandıkça yoksullaştık.

Bu tablodan nasıl çıkılacağı, Türkiye’nin en önemli problemidir. Türkiye’nin tüm ilerici kuvvetleri 28 Mayıs’tan sonra asıl bu probleme kafa yormalı ve çözüm için seçenek oluşturmalıdır.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
18 Mayıs 2023

Yorum bırakın

Dış politikanın seçime etkisi

Çoğu ülkede dış politikanın seçime etkisi yok ya da azdır. Ama Türkiye’de dış politikanın seçime etkisi, çoğu ülkeye göre açık ara fazladır.

Dünyada rüzgarın ABD’den estiği şartlarda bile, çoğu parti, öyle olmasına rağmen açıktan Amerikancılık yapamamıştır. Çünkü Türkiye’de milliyetçilik her dönem güçlüdür. Hatta öyle ki zaman zaman özünde Amerikancı olan partiler bile, seçimlerde Amerikancı olmadıklarını göstermeye uğraşırlar.

Diğer yandan tablo özellikle son 10 yılda büyük değişim geçirmektedir. Çok kutuplu dünyanın oluşmaya başlaması, Asya-Pasifik’in güçlenip Atlantik’in zayıflaması, gelişen dünyanın artık ABD saldırganlığına karşı durabilmesi vb etkiler, Türkiye seçimlerinde genel tabloyu iyice değiştirmiştir. Öyle ki seçimlerde artık açıktan Amerikancılık ve Avrupacılık yapan parti neredeyse kalmamıştır.

Öte yandan her yıl Türk halkının diğer ülkelere bakışını ortaya koyan araştırma sonuçları da bu gerçeğe işaret etmektedir: Türk halkı, ABD’ye, AB’ye yoğun oranda karşıdır:

İKİ HATA

Muhalefet bloğunun seçim sürecinde izlediği dış politika çizgisi ise yukarıda özetlemeye çalıştığımız tabloyu yok sayar nitelikteydi:

1) CHP aslında AKP’den çok farklı bir dış politika izle(ye)meyeceği halde, daha Batıcı bir görüntü verdi. Oysa tersine AKP “Batıya mesafeli” biz görüntü ortaya koymaya çalıştı.

Gerçekte AKP de CHP de çok kutuplu yeni dünyanın gerçeklerine uygun olarak çok taraflılık izleyecekti. Nitekim James Jeffrey başta eski ABD büyükelçileri de seçimin sonucunun Türk dış politikasında büyük değişiklik oluşturmayacağını, sadece üslubun yumuşayacağını belirtiyorlardı.

2) Diğer yandan CHP, seçim sürecinde birkaç kez doğrudan Rusya’yı hedef alma, Rusya’ya karşı konumlanma hatası yaptı.

Önce “Rusya’ya NATO üyesi olduğumuzu anımsatacağız” denilerek hata yapıldı ama sonrasında bu Kılıçdaroğlu’nun Moskova’daki bir toplantıya gönderdiği mektupla düzeltildi; “Türkiye-Rusya ilişkileri değişmeyecek” mesajı verildi. Ancak seçime bir hafta kala, bu kez “Rusya’ya yaptırım uygulama” açıklaması yapıldı. En vahimi de seçime üç gün kala “seçime müdahale ettiği varsayımı” üzerinden Rusya’nın doğrudan hedef alınmasıydı.

DIŞ POLİTİKANIN ETKİLEDİĞİ FAKTÖRLER

Pek çok seçmen nezdinde, bir partinin dış politika konumlanması, ekonomiden küresel ve bölgesel siyasetlere kadar izlenecek yola işaret ediyor. Bu nedenle de seçime, olması gerekenden fazla etki yapıyor.

Şöyle ki:

Eğer bir parti Rusya’yla, Çin’le, Asya’yla işbirliğini önemsemeyi dış politikasının önceliği haline getirirse, bu toplamda şu anlamlara geliyor:

1) O parti yeni eğilime uygun olarak dolarla ticareti azaltacak, ikili ticaretinde yerel paraları kullanacaktır.

2) O parti, Ukrayna meselesine ABD gözlüğü ile bakmayacak, haliyle ABD’nin zorladığı yaptırımlara büyük ölçüde uymayacak, Ukrayna merkezli cephenin genişletilmesi çağrılarına karşı durarak Karadeniz’de statüyü Montrö Sözleşmesi ile koruyacaktır.

3) O parti, ABD’nin Ortadoğu planlarına karşı olacak ve onun gereği olarak da komşuları ve bölge ülkeleriyle işbirliğini esas alacaktır.

4) O parti, yükselen Asya ekonomisinden Türkiye’nin daha çok pay alabilmesi için Asya’nın örgütlerinde, platformlarında, organizasyonlarında daha çok boy gösterecek.

5) O parti, haliyle ABD’nin Kıbrıs, Ermeni, Uygur, Tayvan kışkırtmalarına karşı daha Türkiyeci ve Asyacı bir siyaset izleyecek.

Bu beş maddede ve artırılacak maddelerde, partilerin izleyeceği siyasetin tonu biraz daha açılabilir ya da daha koyulaşabilir ama genel perspektif böyledir.

ESKİ TÜR BATICILIK DÖNEMİ KAPANDI

Sonuç olarak Kılıçdaroğlu’nun ve kurmaylarının seçim sürecinde izlediği ve kamuoyunda “Daha Batıcı ve Rusya’ya karşı mesafeli” görüntü anlamına gelen çizgi, milliyetçi oyların kaymasını sağlamış görünüyor. (Çünkü ABD karşılığı üzerinden milliyetçilik, klasik Rusya karşıtlığı üzerinden milliyetçiliği aşmıştır.)

Bu durumda 28 Mayıs’ta yapılacak ikinci tur öncesinde, bu görüntünün düzeltilmesi gerekiyor. Zira bu aslında bir gerçeğe de dayanmak demektir.

O gerçek şudur: Türkiye’yi kim yönetirse yönetsin, artık eskisi türden bir Batıcılık yapamayacaktır ve çok kutupluluğun gereğine uygun siyaset izlemek durumda olacaktır.

Mehmet Ali Güller
CRI Türk
16 Mayıs 2023

Yorum bırakın

%d blogcu bunu beğendi: