ORHAN PAMUK ve PORTRESİ

“Türkler 1 milyon Ermeni, 30 bin Kürt öldürdü” dedikten sonra Nobel ödülü alan Orhan Pamuk, yeni bir ödüle mi koşuyor?!

Nereden mi çıkardık?!

Alman Der Spiegel dergisine yaptığı açıklamadan!

Milli Takım milliyetçi amaçlara hizmet ediyor” diyen Pamuk, “Milli Takım aşırı milliyetçilik, yabancı düşmanlığı ve otoriter düşünce üreten bir makine” iddiasında!

Pamuk, “bu vatanı kiraz ağacına ve kadın memesine satarım” diyen Ahmet Altan kadar ihanet içine girmiş; köşesinde “bir ABD’linin cinsel organını öven” kalemşor kadar da bayağılaşmıştır!

Kendini yeniden gündeme dayatan Orhan Pamuk’u ve Portresi’ni biz de derleyerek yeniden huzurlarınıza getirelim!

İHALE ZENGİNİ DEDE!

Göbek adı Ferit olan Orhan Pamuk’un dedesi, Mustafa Şevket ailesiyle birlikte Manisa-Gördes’ten İzmir’e göç etmiştir. Mustafa Şevket daha sonra İstanbul Teknik Üniversitesi’nden mezun olan ilk mühendislerdendir. Mustafa Şevket, İnönü döneminde demiryolu ihalelerinden büyük paylar alarak zengin olmuştur.

Mustafa Şevket Bey, Pakize Hanım’la evlenir. Özhan (doktor), Aydın (mühendis), Gündüz (Ferit Orhan Pamuk’un babası, mühendis) ve Gönül (gazeteci Bedii Faik Akın’ın, hukuk fakültesi dekanlığından emekli kardeşi İlhan Akın’la evlendi) isimli çocukları olur.

Mustafa Şevket Bey, 1930’ların başında yaşamını yitirir.

IBM’İN GENEL MÜDÜRÜ OLAN BABA!

Ferit Orhan Pamuk’un babası Gündüz Pamuk da inşaat mühendisliği okur. Paris’e gidip ABD’li IBM şirketinde çalışır. Daha sonra IBM, Türkiye şubesini açar ve Gündüz Pamuk’u ilk genel müdür atar. 1959-1964 yılları arasında genel müdürlük yapan Gündüz Pamuk devlete ve TSK’ya IBM’in cihazlarını pazarlar. Gündüz Pamuk, 1964’ten sonra Koç Holding’de Aygaz Genel Müdürlüğü, Enerji Grubu Başkanlığı ve Arçelik Müdürlüğü yapar. Garanti Bankası Yönetim Kurlu üyeliği de yapan Gündüz Pamuk, 1978’den sonra iki yıl da PETKİM genel müdürlüğü yapar. Gündüz Pamuk ayrıca 12 Eylül sonrası kurulan SODEP’in de kurucularındandır.

İBRAHİM PAŞA’NIN TORUNU

Orhan Pamuk’un anne tarafından büyük dedesi 1720’li yıllarda Girit Valiliği yapmış Kaptan-ı Derya İbrahim Paşa’dır. Orhan Pamuk’un İbrahim Paşa’nın geniş ailesi nedeniyle uzaktan akraba olduğu isimler arasında Hürriyet Gazetesi Edebiyat yazarlarından Doğan Hızlan da bulunmaktadır.

Orhan Pamuk’un dedesinin dedesi ise Basmacızade olarak anılan, İstanbul Ticaret Odası’nın kurucularındandır. Dedesinin babası İbrahim Ferit de bez işi yapar ve yine Basmacızade olarak anılır. İbrahim Ferit’in Cevdet, Fuat ve İzzet adında üç oğlu olur. (Cevdet Ferit’in amcası Nejat Basmacı da İstanbul Ticaret Borsaları Birliği Başkanlığı yapmıştır. Bir zamanlar İş Bankası Genel Müdürlüğü yapan Ferit Basmacı da aynı aileden geliyor.)

Orhan Pamuk’un annesinin babası olan Cevdet Ferit (1882-1953), Almanya’da hukuk eğitimi almış, Darülfünun’da dersler vermiştir. Cevdet Ferit, Atatürk’ün 1933 reformundan sonra üniversiteden uzaklaştırılmıştır.

Cevdet Ferit Nikfal Hanım’la evlenir ve üç kız babası olur. Kızların en büyüğü Türkan Hanım, Hayat dergisinin kurucusu şair Şevket Rado ile evlenir. En küçük kız Gülgün de, İstanbul Valisi Muhittin Üstündağ’ın oğlu ile evlenir.

Ortanca kız Şeküre ise Mustafa Şevket-Pakize çiftinin oğlu Gündüz Pamuk’la 1949’da evlendirilir.

Çiftin 1950’de büyük oğlu Şevket, 1952’de de küçük oğlu Ferit Orhan doğar.

PAMUK’UN EŞİ DE ARİSTOKRAT KÖKENLİ

Orhan Pamuk’un eşi de aristokrat bir aileden gelmektedir. Eşi Aylin Türegün’ün (2001 yılında boşandılar) anne tarafı Beyaz Rusya’dan göç etmiş ve daha sonra Osmanlı hizmetine girmiş bir Rus soylusuna dayanmaktadır. Babası ise Osmanlı’nın Adliye Nazırlarından Kazım Bey’in torunu, Kazım Türegün’dür. (Kazım Türegün, Eski Danıştay Başkanı Hazım Tüğregün’ün yeğeni ve İtes İnşaat Yönetim Kurulu Başkan yardımcısı Necip Türegün’ün kuzenidir.)

AH ASKERLİK AH!

Orhan Pamuk’un eserleri Türk Edebiyatının en önemli isimlerince beğenilmemesine ve eserlerinde “intihal” bulunmasına rağmen, edebiyat dünyasında en tepelere kadar çıkan Orhan Pamuk’un başarı öyküsü de ilginç.

Pamuk’un hayatının ilk yarısı başarısızlıklarla dolu. Pamuk, Şişli Terakki ve Robert Koleji bitirdikten sonra 1970’de İTÜ’ye girer ve 3 yıl mimarlık okur, ama ressam olamayacağına karar verip okulu bırakır. Ancak askerliğini ertelemek için İstanbul Üniversitesi’nde gazetecilik okumaya başlar ve 1977’de bitirir. Yine askere gitmemek için bu kez master yapar. Ertelediği askerliğini ise 12 Eylül sonrasında 4 aylığına Tuzla’da yapar.

PAMUK’A ABD “SİHRİ” DOKUNUYOR

Pamuk için her şey kötüye giderken, bir sihirli değnekle, hayatı hızla değişir.

Pamuk, 1985-1988 yılları arasına ABD’de yaşar. Pamuk bu yıllar içinde IWP (International Writing Program” isimli bir programdan geçirilir. Iowa üniversitesi bünyesinde, yılda 20 kişiye uygulanan bu özel programın baş sponsoru ABD Dışişleri Bakanlığı’dır.

İşte bu programdan sonra Orhan Pamuk’un hayatı hızla değişir.  Pamuk’un kitaplarının tamamını ABD’deki Random House yayınevi basar.  Yayınevinin sahibi dünyaca ünlü Alman Bertelsmann yayıncılıktır. Bertelsmann’ın kurucusu dünyanın sayılı zenginlerinden Reinhard Mohn’dur.

Mohn’un yaşamı da ilginçliklerle doludur. Mohn, ikinci dünya savaş ısırasında General Rommel’in Afrikakorps birliğinde savaşır. Burada ABD’lilere esir düşen Mohn, Kansas’taki bir esir kampına götürülür. O tarihe kadar kitaplarla hiç ilgisi olmayan Mohn, biranda kitapsever olur. Savaştan sonra ülkesine dönen Mohn, bir yayınevi kurup, komünizm tehdidine karşı dini kitaplar basmaya başlar. Yeri gelmişken, Bertelsman Yayıncılık’ın 2001 yılında Doğan Holding’le 2001 yılında müzik piyasasına yönelik bir ortaklığa gittiğini belirtelim.

ABD’NİN “DEMOKRASİ” HİZMETLERİ!

Orhan Pamuk’a Nobel’den önce verilen ödüllerden biri de IMPAC Dublin’dir. 115 bin dolar para hediyeli ödüle ismini veren IMPAC şirketine mercek tutmak çok yararlı olacak.

IMPAC tüm dünyada yaygın yönetim danışmanlığı (aslında istihbarat hizmetleri) yapan bir ABD şirketi. Şirketin başındaki Dr. James Irwin, ABD’nin önde gelen Cumhuriyetçilerindendir. ABD Askeri Akademisi West Point’den üstün hizmet ödülü almış Dr. Irwin, “International Democratic Union” derneğinin de en önemli üyelerinden ve hatta Sayman’ı.

Dünya çapındaki sağ partileri bir araya getirmeyi amaçlayan “International Demoktaric Union”ın kurucuları arasında Ronald Reagan, Margaret Thatcher, Baba George Bush, Helmuth Kohl, Jack Chirac, John Howard gibi isimler var. Bu derneğin üyeleri arasında Özal’ın Anavatan Partisi ile Demirel-Çiller’in Doğru Yol Partisi de yer alıyor.

Dr. James Irwin’in üyesi olduğu bir başka dernek de, dünyaya demokrasi yaymayı hedefleyen “Center for Democracy”. Bu derneğin en faal isimleri arasında da Henry Kissinger yer alıyor!

TSK’YA SALDIRAN ABD’Lİ GAZETECİ

Pamuk’un en yakın dostlarından biri de Yahudi asıllı ABD’li gazeteci Jeri Liber’dir. Liber, Pamuk’un “muhteşem Boğaz manzaralı terasının” bir dönem müdavimlerindendir.  Liber, İnsan Hakları İzleme Komitesi’nin kurucularındandır. Türkiye’nin insan hakları ihlallerini konu alan bir rapor yazdı. Sonradan kitap haline dönüştürülen raporda TSK’nın Kürtlere katliam yaptığı iddia edildi ve Türk askerlerinden açıkça “serseriler” diye söz edildi.

AĞABEY ŞEVKET PAMUK’UN İSRAİL GÜNLERİ

Orhan Pamuk’u tanımak için, onun hayatında önemli bir yere neden olan ağabeyi Şevket Pamuk’u da tanımakta fayda var. Şevket Pamuk, Orhan Pamuk’a göre çok başarılı bir isim. ABD’de Yale ve Berkeley gibi iki önemli üniversitede ekonomi okuyan Şevket Pamuk, Türkiye’de pek çok üniversitede de dersler verdi. Şevket Pamuk’un ders verdiği üniversiteler içinde en dikkat çekeni Ben Gurion Üniversitesi.

Osmanlı yönetimi tarafından Siyonist faaliyetleri nedeniyle Filistin’den kovulan Ben Gurion, İsrail’in kurucusu ve ilk başbakanıdır. Şevket Pamuk’un Osmanlı ekonomisi dersi verdiği bu üniversitede ayrıca MOSSAD’ın ilgiyle takip edip raporlar hazırlattığı bir “Ortadoğu Çalışmaları” bölümü bulunmaktadır.

Ben Gurion Üniversitesi’nin başındaki isim ise daha da ilginçtir. 14 sene Dünya Bankası’nda çalışan Prof. Avishay Braverman,  daha sonra, Rotary ve Lions kulüplerinin 2000 yılında yılın adamı seçtiği önemli bir ekonomisttir.

Ağabey Prof. Dr. Şevket Pamuk şu anda London School of Economics’teki Türkiye Çalışmaları Kürsüsü’nün başındadır.

PAMUK VE İNTİHAL

Orhan Pamuk’un tüm kitaplarını okuyabilen “edebiyatçılara” pek rastlanmamıştır. Bu konuda en ısrarlı olanlar bile karşılaştıkları intihaller sonrası pes etmişlerdir!

Demirtaş Ceyhun’un başını çektiği usta yazarlar Pamuk’un romanlarını “ABD patentli post modern romanlar” olarak değerlendirmiş ve “Nobel Ödülü’nün Pamuk’a verilmiş bir ücret olduğunu” belirtmişlerdir.

Orhan Pamuk sıradan bir yazardır” diyen Özdemir İnce Nobel sonrası tepkisini şu sözlerle dile getirmişti: “Türk edebiyatı roman ödülünü kazanmadı. Orhan Pamuk’a Nobel ödülü verildi. Nobel kazanmış olan Pamuk, Ermeni soykırımını kabul ediyor. Bu son derece önemli bir şeydir. Aşılması gereken ve aşılamayacak bir azman olacaktır. Türkiye satışa çıkarılmıştır, Türk tarihi açık artırmayla satılmıştır. Açık artırmanın en sıfır noktasında satılmıştır. Bundan dolayı utanç duyuyorum.”

Murat Bardakçı, Pamuk’un “Benim Adım Kırmızı” romanının ABD’li yazar Norman Mailer’in Ancient Evenings adlı romanının kopyası olduğunu ispatlamıştır. Ayrıca Pamuk’un “Beyaz Kale” isimli romanının da Fuad Carım’ın “Kanuni Devrinde İstanbul”dan birebir pasajlar içerdiği ortaya çıkmıştır!

ATATÜRK DÜŞMANI

Pamuk’un kitaplarının en temel özelliği Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığıdır. Örneğin Kara Kitap!

Çocuklugunda kız kardeşi ile tarlada karga kovalayan sapık bir padişah” gibi anlatımların olduğu Kara Kitap’da yer alan diğer Atatürk düşmanı ifadeler şunlardır:  “Sonra kasaba alanına dolanır. Atatürk heykellerine sıçan güvercinleri ayıplar…”, “Atatürk kendini içkiye vermiş meyhane kalabalığına, cumhuriyeti emanet etmiş olmanın güveniyle gülümsüyordu…”, “Atatürk’ün leblebi zevkinin ülkemiz için ne büyük felaket olduğunu…”, “Sonra bir cumhuriyet, Atatürk, damga pulu havasına girdiğimizi hatırlıyoruz…

SONUÇ

Orhan Pamuk’un edebi kalemi ile Türkiye düşmanlığı arasında ilginç bir bağ vardır. Pamuk’un “edebiyatı”, Türk tarihine saldırdığı oranda pazarlanmaktadır! Bu konudaki pazarlama ağı da, herhangi bir dağıtım şirketi küçüklüğünde değildir!

Fransa Cumhurbaşkanı Chirac’a, hem de 7. Alman-Fransa Bakanlar Konseyi toplantısı çıkışında Orhan Pamuk övgüsü yaptırtan, herhalde yalnızca “edebiyat sevgisi” değildir!

MEHMET ALİ GÜLLER

Kaynaklar
Hürriyet gazetesi
Vatan Gazetesi
Aydınlık Dergisi
Aksiyon Dergisi
NTV
Araştırmacı Serdar Kuru

  1. Selim Başar adlı kullanıcının avatarı

    #1 by Selim Başar on 14/09/2012 - 21:25

    Yazınızdaki yazarın Atatürk düşmanlığı yaptığını söylediğiniz cümlelerin biri dışında hepsi gerçek dışıdır, romanda yer almamaktadır. “Çocukluğunda..” diye başlayan cümlenin kullanılışını kitabın orjinalinden alıntı ile birlikte konunun aktüel olduğu günlerde (2006) yazdığım bir yazıda aşağıda bulacaksınız. Yazıyı yayınlansanız sizin de aldatılanlar, yayınlamazsanız aldatanlar arasında olduğunuz anlaşılacak. Ama her halikarda ülkede herkesin aptal olmadığını anlarsınız diye umuyorum..

    Bu Kitap Kara mı?…
    Dostlar hatırlayacaksınız, bir süre önce Nobel ödülünün Orhan Pamuk’a
    verilmesi ile malum fransız yasasının kabul edilmesi aynı zamana denk
    gelmişti, bir başka görüşe göre ise denk getirilmişti. Pamuk’un bir süre
    önce İsviçre’de söylediği malum sözlerin de etkisiyle bütün yurtta Orhan
    Pamuk aleyhinde protesto sesleri yükseldi, tabii her zamanki gibi düşman
    yaratma uzmanları bu protestoları düşmanlığa çevirmek için gerekli
    senaryoları yazmaya başladılar, vatan hainliğine ek olarak birde Atatürk
    düşmanlığı suçlaması yönlendirilmeye başlandı yazara. Herhangi bir yerde
    Atatürk aleyhinde söylemiş olduğu bir söze rastlanmayınca, romanlarında
    Atatürk düşmanlığı yaptığı pompalanmaya başladı, söz konusu senaryolara
    delil olsun diye. Zaten okuma özürlü olan toplumumuzda, entellerin bile
    yazarın kitaplarını okumakta zorlanıp bitiremedikleri açığa çıktıkça bu
    konudaki suçlamaların dozu iyice arttı, diğer eserlerinde Atatürk adı hiç
    geçmediği için olsa gerek, hedef alınan tek kitabı, onaltı yıl önce
    yazdığı “Kara Kitap” oldu, eh adı bile gayet uygundu zaten hedef
    göstermeye, onaltı yıl önce yazılmış olmasının ne önemi var? Hani hikayeyi
    belki bilirsiniz, arnavutun biri yolda rastladığı yahudinin gırtlağına
    sarılmış “Ulan geberteceğim seni” diyerek, “A be kuzim, n’oolor, ne yaptim
    ben sana” diye inlemiş yahudi, arnavut daha beter kızmış, “Ulan siz Hz.
    İsa’yı öldürmüşsünüz gavat, bir de soruyorsun” diye kükremiş, “İyi ama
    kuzim, 2000 yil önce idi o” diyebilmiş yahudi çaresizce, arnavut istifini
    bozmamış, “Olsun mori, ben daha yeni duydum!..”. Bizim akıllı taifesi de
    16 yıl sonra duymuş!!!, gene iyi arnavuta nazaran.
    Grubumuza kadar yansıyan tartışma ve suçlama dalgalarını anımsıyacaksınız,
    kimine göre 6, kimine göre 106, kimine göre ise 206 yerinde Atatürk
    düşmanlığı yapılıyordu kitabın (ilk altı doğru, diğer altıları uyak olsun
    diye ben yazdım, küsuratlar değişikti), hayatını faşist yağcılığı ile
    kazanan bir mümtaz yazarımız, kendisine yakışacak şekilde bir adım daha
    ileri giderek, kitapta, açıkça olanlar dışında, bir de gizlenmiş olarak
    Atatürk düşmanlığı yapıldığına kadar vardırdı uçmayı, hayır, kendisi
    görmemiş de feşmekan söylemiş, işte şimdi konunun trajikomik tarafına
    geliyoruz; Bütün bu suçlamaları yapan muhteremlerin bir teki bile “Kara
    Kitap” ı okumamıştı, hepsi de sözüne güvendikleri feşmekan1, 2, 3.. isimli
    kişilerden duymuşlardı. Ne acıdır, Emine Nurhan’ın gruba gönderdiği
    makalesinde, dürüst ve aydın kişiliği ile tanıdığımız merhum Taner Kışlalı
    bile, 1999 da bu konuda ilk yazan olarak, okuduğunu değil duyduğunu
    nakletmişti, ama dürüst ve aydın kişiliği ağır bastığı için “Kitaplarını
    seven okusun, ama maskenin ardındakini görerek” diye eklemeyi de
    unutmamıştı, yazdıklarının bir dayanağı olmadığı için ses getirmemişti
    yazdıkları o zaman, şimdilerde tekrar servis ediliyor.

    Bütün bunları duydukça, okudukça Sancho Pansa’nın çektiklerini daha iyi
    anlıyabiliyordum, efendisi Don Quichotte de la Manche yeldeğirmenlerine
    devler sürüsü zannıyla saldırırken çektiklerini, düşman yaratma şehvetinin
    insanları ne hale getirdiğini görerek, hiç bir şey yapamamanın acısını
    duymak, Cervantes’in eserinde nakletmek istediği ana fikir buydu işte.
    Kendisi de yıllarca savaşan bir asker olarak çok çekmiş olmalı bu acıyı.
    Sancho Pansa, Miguel de Cervantes’in kendisidir. Dünya klasiği haline
    gelmiş bu eserin yazım yılı 1605, 401 kere maaşallah.
    Kardeşler, “Düşman yaratma”, bir amaca dayanan, çok eski ve modası geçmiş,
    günümüzde hiç işlevi kalmamış bir faşist taktiğidir, tabii işlevi kalmamış
    derken bilgi toplumlarından bahsediyorum, geri kalmış üçüncü dünya
    ülkelerinden değil. Amaç, insanların iradesini zayıflatacak korkular,
    düşmanlar yaratıp onları kurt görmüş sürü hesabı bir arada tutmaktır,
    gerektiğinde aportlamak için (Bkz. Madımak Oteli Olayı, Hitler’in
    yahudileri..), bunu bilgi toplumlarında yapamazlar, yemez kimse,
    örneğimizden gidersek, 80 milyonluk bir bilgi toplumuna yukarıdaki
    palavraları atamazlar, zira en az 1 milyon kişi bu kitabı okumuş ve
    gerekiyorsa tepkiyi 16 yıl sonra değil, hemen, anında koymuş olacaktır, bu
    durumda kendi bile okumadan feşmekan beyden duyarak herze yumurtlayamaz
    kimse.
    Bugün pek çok kişi hala Salman Rüşdi’den nefret eder (Şeytan Ayetleri
    yazarı), acaba kaçı söz konusu kitabını okumuştur? Elcevap, hiçbiri, peki
    niye nefret ederler? Edilmesi gerektiğini büyükleri söylemiştir de ondan,
    büyükler kimlerdir? Mezbahada sadece kendileri değil, sülaleleri bile
    kesilmeyecek olanlar (Çoban ailesi hesabı). Arkadaşlar, biz koyun değiliz,
    olmamalıyız, Salman Rüşdi’den, Orhan Pamuk’tan veya Aziz Nesin’den, Yaşar
    Kemal ve nicelerinden nefret etme veya etmeme kararını kendi irademizle,
    adamların ne dediğini kendimiz okuyarak, anlayarak vermeliyiz,
    başkasınınkine değil kendi görüşümüze inanmalıyız, bunun için de kendi
    görüşümüz olmalı, öyle değil mi? Hep söylüyorum, kuranda Yüce Allah’ın ilk
    emri “OKU” dur, neden acaba? Söylediklerinin, telefon oyununda olduğu
    gibi, kulaktan kulağa yayıldıkça ucubeleşeceğini O’ndan daha iyi kim
    bilebilir? Bu buyruğa uyup gereğini yaptığımız takdirde göreceğiz ki,
    İsveç başbakanının okul masraflarını çıkarmak için bebek bakıcılığı yapan
    kızı gibi bizim çobanlar ve aileleri de yanımıza gelecekler, gerektiğinde
    mezbahaya beraber gideceğiz kesilmeye, buna uymayan bize çobanlık
    edemiyecek, kesemizden kendisine koza öremiyecek, bu durumda çoban olmak
    şimdiki kadar yağlı ballı avantalı bir iş olmayacak, öküzler bu işe
    heveslenip birbirini yemeyecek, gerçekten hizmet gönüllüsü, amirimiz değil
    memurumuz olduğunun bilincinde olan kişiler gelecekler bu tür görevlere,
    bizlere kül yutturamıyacaklarının bilincinde olarak.
    Nasıl, masal gibi geliyor değil mi, siz Allah’ın emrine uyun da görün
    herşey nasıl da değişmeye başlayacak. Tabii bu sözlerle bilgi toplumu
    olmasını deli gibi istediğim 80 milyon kişiye hitaben seslendiğimi
    belirtmeye bilmem gerek var mı, hani biri gene çıkıp da “Hele ki bizim
    gibi bir grupta bunu örnek vermeyi bile, bu seçkin grubun değerli
    üyelerine bir hakaret, bunu söylemeyi de zul addederim” demesin, yanlış
    algılandırılmaya çalışılmasın kimse, lütfen.
    İşte bu fikirler ışığında, Atatürk düşmanını suç üstü yakalama umuduyla,
    meşhur “Kara Kitap” tan edindim bir tane (06 Kasım), fazladan bir dikkatle
    çok yavaş, tekrarlarla okudum, satır aralarında gizlenmiş bubi tuzaklarını
    kaçırmama amacı ile, işte sonuçlar:
    Anlamak için biraz romandan bahsetmek gerekecek, yazar mekanı belirtmiş,
    Nişantaşı merkezli İstanbul, ama zamanı okurların sezisine bırakmış, bunu
    kişilerin karakterlerinden, Remington marka daktilodan, Olympos
    gazozundan, geçen konuşmalardan biz okuyucular anlayacağız, bence 1960-65
    yılları arasında geçiyor. Romanın ana karakteri bir avukat, diğer
    karakterleri onun söz ve düşünceleriyle tanıyoruz yalnızca, kendilerini
    görmüyoruz. Konu avukatın, kendisini terkeden güzel karısını ve ortadan
    habersiz kaybolan, hem akrabası, hem de karısının üvey ağabeyi ve sıkı bir
    hayranı olduğu çok ünlü bir köşe yazarını araması üzerine kurulmuş, bölüm
    aralarına köşe yazarının (Bana Bedii Faik tipi gibi geldi) yazdığı
    makalelerden serpiştirilmiş, böyle bir konudan bekleneceği gibi sık sık
    geri dönüşlere başvurulmuş.
    Yazarın böylesine basit bir kurgudan yola çıkarak hikayenin geçtiği
    dönemin, yakın ve uzak tarihimizin yaşantısına unutulmuş ve şaşırtıcı
    detaylarına kadar inerek yaptığı gezintiler O’ndaki yaratıcı gücü açıkça
    ortaya koyuyor ama giriştiği kelimelerle oya işleme çabası yeteneği kadar
    henüz acemi olduğunu da ortaya çıkarmış bana göre, hele biri on, diğeri
    ondört yıl sonra yazdığı iki kitabını okumuş olarak bu yargıya varmak çok
    daha kolay oldu.
    Kaleminin sıkı tuttuğu bir kaç bölüm dışında romanı beğendiğimi
    söyleyemem, bir “Kar”, hatta “Benim Adım Kırmızı” tadı yok, konumuz için
    olmasa okuyacağım yoktu zaten, yeni tarz yaratan bütün yaratıcıların ilk
    eserleri gibi premetüre olduğundan emindim okumadan önce de.
    Artık ana konumuza gelebiliriz sıkılmadan hala okumaya devam edenler için;
    Roman boyunca Atatürk adı geçen veya ima edilen, en kısası bir, en uzunu
    dört cümlelik altı yer var, çok gayret etmeme rağmen, gizli,saklı,
    şifreli, imalı, uzaktan yakından ilgisi olabilecek hiç bir şey tepit
    edemedim. Söz konusu altı yerin ikisinde doğrudan Atatürk’ün şahsı hedef
    alınmış, o da övgü, diğerlerinin biri Atatürk düşmanlarını
    betimliyor,birini durum bildirmek için kullanmış, kalan ikisi de
    Atatürk’ten çok Atatürkçü olanlara, O’nun adını kullananlara, diktatörlere
    eleştiri şeklinde.
    Açalım;
    1- Cumhuriyet öncesinin ünlü, artık iyice yaşlanmış üç yazar eskisi, genç
    yazara öğütler veriyorlar, biri belli padişahçı-şeriatçı, diğeri batıcı,
    ingiliz tipi, sonuncusu ise memur tipli, ittihatçı belli ki. Anlaşılacağı
    gibi birbirlerine zıt görünseler, devamlı iğneleseler de, uyuştukları
    nokta bellidir, Atatürk düşmanlığı! Yazar bu zıtlaşırken uyuşmayı çok
    güzel anlatmış, birbiriyle tersleşerek herbiri başka öğütler veren bu
    yazar eskileri, genç yazarı unutup birbirlerine anlatmaya başladıkları
    hikayelerle bayağı anlaştıklarını ortaya koyarlar, bu bölümü aynen
    alıyorum (Sayfa 94);
    “İstasyonun bir yerinden, belki de lokantanın içinden, aşktan,
    acılardan,hayatın boşluğundan dem vuran bir şarkı duyuluyordu; bu noktada
    beni unuttular ve kendilerinin birer yaşlı ve bıyıklı Şehrazat olduğunu
    hatırlayarak birbirlerine dostlukla, kardeşlikle, kederle hikayeler
    anlatmaya başladılar. İşte bazıları:
    Hayatının tek tutkusu Muhammed’in yedi kat gökte yaptığı gezintiyi yazmak
    olan, ama yıllar sonra, Dante’nin bunun benzerini yaptığını öğrenince
    kederlenen bahtsız köşe yazarının gülünç ve acıklı hikayesi; çocukluğunda
    bostanlarda kızkardeşiyle birlikte karga kovalayan çılgın ve sapık
    padişahın hikayesi; karısı kaçınca düşlerini kaybeden yazarın hikayesi;
    kendini hem Albertine, hem de Proust sanmaya başlayan okurun hikayesi;
    kıyafet değiştirerek Fatih Sultan Mehmet olan köşe yazarının hikayesi, vs.
    vs.”
    Hikayeleri anlatanla dinleyenin hangisi olduğu belli değil, önemli de
    değil, hepsi aynı düşüncede, yazar bunu vurgulamak istemiş.
    2- Romanın kahramanı avukat kendi hayat malzemesi ve anılarının
    derinliğine daldığında düşündüğü bazı spotlar, aynen alıyorum (Sayfa 118):
    “Annemin hayranlıkla sözünü ettiği çalışkan ve zengin bir komşu,
    batılılaşarak kendini memleketini kurtarmaya adamış bir paşanın gölgesi,
    baştan sona beş kere okunmuş bir kitaptaki kahramanın hayali, bizleri
    sessizliğiyle cezalandıran bir öğretmen, annesine babasına “siz” diyen ve
    her gün başka bir temiz çorap giyecek kadar zengin bir sınıf arkadaşı,
    ……..”
    Herhalde en paranoyak kişi bile burda sövgü değil övgü görecektir.
    3- Kahramanımızın yürürken gene düşüncelere daldığı bir sırada aklından
    geçenlerden aynen (Sayfa 221):
    “Uçağı geciktiği için, görmeyi hayalinden bile geçirmediği bir şehirde
    yarım gün geçiren bir yolcu gibi bakmıştı gördüklerine: Atatürk heykeli
    ülkenin geçmişinde önemli bir asker olduğuna, çamurlu ve ışıltılı sinema
    önlerindeki kalabalıklar Pazar öğleden sonraları canı sıkılan insanların
    başka ülkelerin düşleriyle oyalandığına, ellerinde bıçaklar dükkan
    vitrinlerinden kaldırımlara bakan sandöviççi ve börekçi tezgahtarları
    acıklı hayal ve hatıraların küllenmekte olduğuna,…..”
    Herhangi bir hakaret var mı? Bana göre aksi var.
    4- Kahramanımız kayıp köşe yazarı akrabasının evine gizlice girip ortalığı
    dolaşırken, aynen (Sayfa 238):
    “Mutfak kapısının karşısında asılı duran ve bir eşinin eski zenginlerden
    Cevdet Bey’in evinde tıkırdayıp saat başlarını aynı neşeli gonguyla
    duyurduğunu Hale Hala’nın sık sık gururla tekrarladığı gösterişli duvar
    saati de, tıpkı ülkenin çeşitli yerlerindeki aynı hastalıklı bağlılıkla
    düzenlenmiş Atatürk müzelerinde olduğu gibi ölüm saatini göstersin diye
    durdurulmuştu sanki, …”
    Burada “Hastalıklı bağlılık” denerek Atatürk’mü eleştiriliyor, yoksa?
    5- Köşe yazarının makalesinde bir diktatörün oğluna veya kızına yazdığı
    mektuptan, aynen (Sayfa 299):
    “Cumhuriyetimizin kurucusunun öldüğü oda bile o kadar sıcak ve boğucuydu
    ki, altı hafta önce o Ağustos gecesinde, yalnız Atatürk’ün öldüğü dokuzu
    beş geçeyi gösteren ve rahmetli anneni şaşırttığı için sizleri hep
    güldüren ayaklı altın saatin değil,…”
    Burada eleştiri diktatörün kendisi zaten.
    6- Kendini köşe yazarı diye tanıtan avukat kahramanımıza yazarın bir
    hayranının telefonda söylediklerinden, aynen (Sayfa 343):
    “Anadolu yolculuklarımın birinde, adını unuttuğum küçük bir kasabada,
    şehir meydanındaki parkta otobüsümün kalkış saatini beklerken yanıma
    gençten biri oturdu, konuşmaya başladık. Önce Atatürk’ün bu acıklı
    kasabada yapılacak tek şeyin orayı terketmek olduğunu işaret eder gibi
    parmağıyla otobüs garajını gösteren heykelinden söz ettik. Sonra, benim
    sözü oraya getirmemle, senin ülkemizdeki sayıları onbini aşan Atatürk
    heykelleri üzerine yazdığın bir yazıdan söz ettik. Bir mahşer gecesinde,
    gökyüzünün karanlığı şimşekler ve yıldırımlarla yırtılırken ve yer
    yerinden oynarken bütün o korkunç Atatürk heykellerinin canlanacaklarını
    yazmıştın. Yazdığına göre, heykellerin kimi güvercin pislikleriyle kaplı
    batılı kıyafetleriyle, kimileri mareşal üniformaları ve madalyonlarıyla,
    kimileri şaha kalkmış iri organlı korkunç aygırlarıyla, kimileri de
    silindir şapkaları ve hayaletimsi pelerinleriyle ağır ağır yerlerinden
    kıpırdanacaklar, yıllardır çevrelerinde tozlu eski otobüslerin, at
    arabalarının ve sineklerin dört döndüğü ve elbiseleri ter kokan askerlerle
    naftalin kokan kız lisesi öğrencilerinin toplanıp İstiklal Marşı okuduğu
    kurumuş çiçekler ve çelenklerle kaplı kaidelerinden inip karanlığa
    karışacaklardı.”
    Atatürk adına yapılanlara heykelleri bile dayanamamış anlaşılan. Yazarın
    eleştirilerine hak verir veya vermezsiniz, ama yukarıdaki yazıları okuyup
    da Atatürk’e hakaret ediliyor diyen şu feşmekan1,2,3,… isimli beyleri
    tanımak isterdim doğrusu. Bizim akıldanesi amcalar kendimiz okuduk
    diyemiyorlar tabii rezil olmamak için, kendilerine dava falan da açılmasın
    diye hani, kesin kaybederler, feşmekanlara atıyorlar topu.
    Arkadaşlar, gördünüz işte, okuduk ve yemedik. Aslında bu kadar uzun
    uğraşarak izah etmemin nedeni Pamuk’u savunmak değil, Pamuk’un canı
    tamuya, O sadece bir araç, beni hiç ilgilendirmiyor, konu çok ama çok daha
    büyük ve önemli, ancak Türkiye’ye özgün olacak şekilde, eski garpçı ve
    ilericiler gerici, eski şarki ve gericilerde garpçı, ilerici oldular.
    Normal, Ata’mızın kaybından beri kimlik bunalımındayız zaten, bir türlü
    yönümüzü saptayamıyoruz, altta yatan neden ise çok basit, bürokratlarla
    köylüler(lumpenler) iktidar kavgasındalar, bürokratlar hem batıya
    (avrupaya) entegre olunup hem statükocu kalınamıyacağı gerçeğini görüp,
    hiç olmazsa iktidara ortak olmanın bile mümkün olamıyacağını anlayıp 180
    derece dönüşle batıdan yüz çevirme ve gerekli kamuoyu desteğini sağlamak
    için batıyı düşman gösterme peşindeler, alenen yapamıyacakları için
    maşalar kullanıyorlar, maşaların bir kısmı saf, gerçekten inanıyor, bir
    kısmı da çorbayı burda görüyor.
    Dinciler başka bir alem, iktidarda olan nispeten eğitilmiş, varlıklı kısım
    batının suyuna gidip, gelecek olan özgürlüklerle adım adım emellerini
    gerçekleştirebileceklerini sanıyorlar, bunu için de müthiş ilerici, batıcı
    kesildiler, daha bağnaz, daha cahil diğer kısmı ise iktidara sahip
    olabilmek için “din elden gidiyor..” feryatları ile halkın en cahil kısmını
    gaza getirip kendilerine yol açma gayretlerindeler, haberlerde izledim,
    Papa ziyareti arefesinde Ayasofya’yı ibadete açmak için 1 milyon imza
    topladık diye gösteri yapıyorlardı, bütün dünya televizyonları da
    veriyordu bu haberi. Pamuk pek de haksız değilmiş hani, irdelediğimiz
    romandaki yaşlı yazarları hatırlayın, görüşlerde ters, amaçta aynılardı
    hani.

    Velhasıl, herkes kafasına göre düşman yaratma peşinde iktidara sahip
    olabilmek için. Pekiii, iktidar gerçekte kimin olacak batıyla entegrasyon
    gerçekleşirse? Hani azlıkları nedeniyle ve taktik icabı pek sesleri
    çıkmayan, köylülükten burjuvalığa atlamış küçük bir azınlık var ya,
    azınlık olmalarına bakmayın, sermaye, daha önemlisi bilgi birikimi
    onlarda, onlara ne dersiniz?

    Bütün bu dolmaları yutmayan bizim gibi dürüst, kimsede bir çıkar
    gözetmeyen insanların durumu nicedir diye sual edecek olursanız, Miguel de
    Cervantes 401 yıl önce anlatmış, Sancho Pansa ile özdeşleştirerek. Bilgi
    toplumu olacağımız günü görmeye de ömrümüz yetmeyecek korkarım, neyse torunlara inşaallah.

    Sabredip sonuna kadar okuyan herkese tebrik ve teşekkürlerimi sunarım.
    Sağlıcakla, neşe ve sevgiyle kalın,

    Selim

Selim Başar için bir cevap yazın Cevabı iptal et

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın