Mehmet Ali Güller
Teori Dergisi Yazı Kurulu Üyesi
Teori Dergisi – Ocak 2011
1.ABD BELGELERİNİN SUÇ KANITI DEĞERİ
Belgeler ne anlama geliyor?
ABD Büyükelçiliklerinin ABD Dışişleri Bakanlığı’na geçtiği ve Wikileaks’in yayımladığı belgeler, AKP ve yandaşlarına göre asla “belge” değil, dedikodudan ibaret! Bu “basit ve çaresiz” tutuma, belgelerde ortaya çıkan iki somut gerçek nedeniyle başvurdular. Birincisi, ABD ile AKP’nin ilişkisi, belgelerde “görev alanla, görev verenin” ilişkisini açıkça sergiliyor. İkincisi de ABD’nin AKP’lilerle ilgili tuttuğu siciller, “savunulacak” gibi değil!
Bu nedenle, belgelerdeki gerçekleri “dedikodu” diye niteleyerek, önemsizleştirmeye çalışıyorlar. Ama, belgelerin ortalığa döktüğü gerçekleri değersizleştirmeye dönük bu ön alma girişimlerini çürüten kanıtlar yine belgelerde bulunmaktadır.
ABD Dışişleri Bakanlığı, 22 Ocak 2010 tarihinde geçtiği, 10STATE6451 nolu belgede ABD Ankara Büyükelçiliği’nden, “Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a yönelik suikast iddialarıyla ilgili” bilgi talebinde bulunuyor. ABD Dışişleri Bakanlığı için “bilgi”nin önemi, bu örnekte şöyle vurgulanıyor: “Bu bilgiler, politika yapıcılarını durumdan haberdar etmek amacıyla yapılacak olan analitik üretimde kullanılacak”.
İşte Wikileaks’in yayımladığı ABD belgelerinin içeriklerinin “dedikodu” gibi gerçekliği kuşkulu söylentilerden değil; ABD “politika yapıcılarının analitik üretimde kullanacakları” türden sağlam bilgilerden oluştuğunun kanıtı bu nottur. ABD devleti, politikalarını, bu bilgilerle inşa etmektedir. Küçük büyük hiçbir devlet, politikalarını “dedikodu” ve “söylenti” üzerine kurmaz. ABD gibi dünya hegemonyası peşindeki bir süper devlet hiç kurmaz. Kendisine yalan söylemeyeceği gibi, kendisini dedikodu gibi şeylerle de oyalamaz.
Wikileaks belgeleri değil, ABD belgeleri!
Wikileaks’in yayımladığı belgeler, ABD’nin iç yazışma belgeleridir. Diplomatlar, gördüklerini, duyduklarını, konuşulanları, bilgiyi, kısacası tüm istihbaratı, üzerine yorum katmadan, en saf haliyle, politika üretsin diye ABD Dışişleri Bakanlığı’na yollamaktadır.
Üstelik bu bilgiler, gizli olduğundan ve kamuoyu baskısı oluşmayacağından, en çıplak haldedirler; dolayısıyla bilgiyi bozma, eğme-bükme, karartma durumlarına pek rastlanmaz. Çünkü temel prensip, diplomatın, devletini “doğru bilgilendirmesidir”!
Dolayısıyla, belgeleri küçümsemeye ve kullanılmasını engellemeye yönelik olarak savunulan, “wikileaks sızıntısı”, “wikileaks belgeleri” gibi ifadeler doğru değildir; belgeler, ABD belgesidir!
Bu belgeler geçmişte de sızmıştı ya da sızdırılmıştı. Üstelik nicelik olarak çok az sayıdaki bu belgeler büyük gündemler yaratmış ve hâlâ çok satan kitaplara malzeme olmuştu.
Elektronik haberleşme ve internetin hayatımıza girdiği yeni dönem ise kuşkusuz bu tür sızıntıları nicelik bakımından da arttırmıştır, daha da artıracaktır. Üstelik ABD Dışişleri Bakanlığı’nın, şu anda yayımlanmakta olan yüzbinlerce belgeyi, tek bir küçük kartta saklaması ve binlerce kişinin erişimine açık bırakması, sızıntıyı zaten kaçınılmaz kılmaktaydı.
Wikileaks ve komplo teorileri
Wikileaks’in daha önce yayımladığı belgeler bu kadar gürültü koparmamıştı. Wikileaks, ABD’nin 400 bin Irak belgesini yayımladığında; dünya ve Türkiye, ABD’nin yaptığı işkencelerden, PKK’yı “özgürlük savaşçıları” olarak tanımlamalarına kadar pek çok “belgeli” gerçekle yüzleşmişti. Keza, Wikileaks’in, ABD’nin 92 bin Afganistan belgesini yayımlaması da, en hafifinden Amerikan halkının gözünde bu savaşın meşruiyetini tartışma noktasına getirmişti.
Ama Wikileaks’in bu son belge ifşaatı, Türkiye’de büyük telaş yaratı ve komplo teorileri üretilmesine neden oldu.
Bu komplo teorilerinin başlıcaları şunlardı:
a-Belgeleri İsrail sızdırdı
Bu teori, en başta AKP hükümetinin sarıldığı bir komplo teorisiydi. Geleneksel sağın yerleşik bu komplo teorisi, siyaseten değişik evrelerde bir sübap gibi kullanılmaktadır. Bu teorinin milli kesimler içinde taraftarı bulunması da bu gelenek nedeniyledir. Bu teoriye göre, dünyada olan biten her şeyin müsebbibi Yahudilerdir. ABD’yi de Yahudi lobisi yönetmektedir. Dahası, ABD’yi savaşlara, kötülüklere Yahudi lobisi yöneltmektedir. Bu teorinin hemen her versiyonunun teorik sonucu, ABD’yi “masumiyet sandalyesi”ne oturtmaktadır.
Bu komplonun sahipleri, iddialarını “Açıklanan belgelerden bir tek İsrail zarar görmedi” tezine dayandırmaktadırlar. Belgelerin henüz binde biri bile açıklanmamışken böyle bir saptama yapmak ne kadar bilimselse, örneğin Papua Yeni Gine’nin de bu belgelerden zarar görmediğini saptamak, o kadar bilimseldir!
Bu komplonun sahipleri, iddialarını, İsrail’de çıkan ve Türkiye’nin iki uçak gönderdiği yangını bile, Yahudilerin, Wikileaks belgelerini kendilerinin sızdırdığını perdelemek üzere çıkardığını yazacak noktaya vardırmışlardır!
b-Belgeleri İngiltere sızdırdı
Bu teori, emperyalist devlet aygıtı kavramını bulanıklaştırmak ve ABD’yi yine “masumiyet sandalyesi”ne oturtmak için üretilen ve milli kesimlere bulaştırılan bir teoridir. Teorinin pek çok versiyonu mevcuttur. Dünyayı aslında İngiltere’nin yönettiği, yüzyıl önceki hedeflerini gerçekleştirmek ve Ortadoğu’yu ele geçirmek için ABD’yi kullandığı, İngiliz Kraliyet ailesinin zaten 400 yıl önce kıtaya özel aileler göndererek bu işi en başından planladığı, bu ailelerin ABD devletinde köşeleri kaptığı, listesinin de İngiltere Kraliyet Sarayı’nda gizlice muhafaza edildiği, yazılıp çizilmektedir.
c-Belgeleri ABD bilerek sızdırdı
Kuşkusuz belgelerin Wikileaks’e sızması noktasında, ABD kaynaklı bir durum olasıdır ve hatta vardır. Bu kaynaklık etme durumu, ABD’yi yöneten kesimlerden, sermaye gruplarından biri de olabilir, belgelere erişim olanağına sahip kişi ya da kişiler de.
Gerçeğin bu yüzünden hareketle, ABD’yi her şeye muktedir olmakla yücelten, ABD Irak’ta yenildiğinde de, Afganistan’da yenildiğinde de bunun ABD planı olduğunu savunabilen, kriz çıktığında da krizi ABD’nin bilerek yarattığını savunabilen anlayışlar, komplo teorisidir. Bu teorinin savunucuları, “ABD çökse bile, altından Atlantis çıkacak” diyecek noktaya kadar körleş(tiril)mişlerdir.
d-Belgeleri ABD, Türkiye ve RTE’ye şantaj için sızdırdı
Buna göre de ABD, Türkiye ve Azerbaycan’ın arasını bozmak için ya da Türkiye ile İran’ın arasını bozmak için ve hatta Tayyip Erdoğan’a şantaj yapmak için bu belgeleri sızdırdı!
ABD’nin Erdoğan’a şantaj yapmak için, dünya çapında bir organizasyona ihtiyacı mı vardır? Erdoğan’a şantaj yapmak isteyen ABD, buna göre önce Julian Assange’ı ve arkadaşlarını organize etti, onlara 2006 yılında internet sitesi kurdurttu, durum çakılmasın diye, periyodik olarak ABD’yi zorda bırakan önce Irak, sonra Afganistan belgelerini yayımlattı. Ve ardından da Erdoğan’a şantaj yapmak üzere bu son belgeleri yayımlattı. Üstelik, yine durum çakılmasın diye belgelerde, Rusya’dan başlayarak Fransa’ya kadar pek çok ülkenin sırları da deşifre edildi; hem de bu ülkelerin ABD’yle ilişkisi bozulması pahasına!
Erdoğan’a nesnel olarak kudret atfeden bu teorinin en ufak bir mantığı olmamakla birlikte, maalesef savunucuları vardır. Oysa ortaya çıkan belgeler incelendiğinde görülecektir ki, ABD zaten sekiz yıldır AKP’ye ve Erdoğan’a her türlü şantajı yapmıştır!
Bu belgelerden hareketle, gerçeğe gözünü kapatıp, Erdoğan, Gül ve Davutoğlu övgüleri bulanları, kategori dışı tutuyoruz elbette. Bir AKP’linin ABD’liye yaptığı ve yazışmalara giren Erdoğan övgülerinden, ABD’nin Erdoğan övgüsü sonucunu çıkaran zihniyet, artık Teori Dergisi’nin değil, tıbbın konusudur. Keza, belgeleri “Ergenekon işi” olarak yorumlayanları da bu kategoride değerlendiriyoruz…
e- Liberallerin “AKP Amerikancı değilmiş!” yalanı
Komplo teorisi standardında olmasa da, bir de, ABD belgelerindeki bazı değerlendirmelerden hareketle, “Ulusalcı tezler çöktü, AKP’nin Amerikancı olmadığı ortaya çıktı” şeklinde savunma yapanlar kategorisi vardır. Bu kategorinin sahipleri, AKP’ye sürekli destek veren liberal kesimlerdir.
Bu kesimler, özellikle “Davutoğlu hakkında olumsuz ifadeler olmasından” hareketle iddialarını savunmaktadırlar. Ancak hemen söyleyelim ki, Davutoğlu hakkındaki en olumsuz ifadeler, aslında yine AKP’li bakanların ağzından ABD belgesine giren ifadelerdir. (Örneğin, 04ANKARA7211 nolu ve 30 Aralık 2004 tarihli belgede, Savunma Bakanı Vecdi Gönül’ün, Davutoğlu’nu “aşırı tehlikeli” olarak tanımlandığı yazılmaktadır.)
Davutoğlu’nun durumunu açıklayan en önemli olgu, kuşkusuz onun “ABD’yle altın bir işbirliği dönemi” tarifi yaptıktan 40 gün sonra Dışişleri Bakanlığı koltuğuna oturmasıdır. Yürütmeye çalıştığı Neo-Osmanlıcı çizgi de, “Türkiye yeni küresel düzene, çevresinde alt bölgesel düzenler kurarak katkıda bulunacak” şeklinde Washington’a verdiği sözle doğrudan ilgilidir.
Liberal çevrelerin her şeye rağmen, “AKP’yi ABD’ye karşı gibi göstermeye çalıştığı olumsuz ifadeler” toplamda, görev alanla görev verenin ilişkisi dışında değildir! Alternatifsizlik ve “sandık başarıları”, AKP’yi zaman zaman, ABD’ye karşı, siyasi geleneğinde de var olan “at pazarlığı” yapma noktasına götürmüştür. Durum bundan ibarettir.
Belgeler, ABD’nin yenilmesinden kaynaklanmaktadır!
Yukarıda da belirttiğimiz gibi “Kuşkusuz belgelerin Wikileaks’e sızması noktasında, ABD kaynaklı bir durum olasıdır ve hatta vardır. Bu kaynaklık etme durumu, ABD’yi yöneten kesimlerden, sermaye gruplarından biri de olabilir, belgelere erişim olanağına sahip kişi ya da kişiler de”. Üstelik bu durumun maddi zemini de vardır. O zemin, ABD’nin siyaseten de ekonomik olarak da, askeri olarak da tepetaklak yuvarlanıyor olmasıdır. ABD emperyalizmi, bu gidişe çareler aramaktadır.
Ancak buradan hareketle işi gücü bırakıp, dahası belgelerin içeriğini de bırakıp, “belgelerin Wikileaks’e neden ve nasıl sızdırıldığı, Wikileaks’in bu belgeleri neden ve kimin için kullandığı” sorularının peşine düşmek, siyaset değildir!
Kuşkusuz, belgelerin nasıl ele geçirildiği ve neden yayımlandığı önemlidir. Ancak bu sorunun peşine takılmak, dahası saplanmak, belgeleri işlemek ve değerlendirmek görevini hafifletmekte, hatta bazı siyasi kesimlerde bu görevi olduğu gibi rafa kaldırtmaktadır.
Belgeler, AKP’nin Amerikancılığının teyididir
Wikileaks’in yayımladığı belgelerin, bizi ilgilendirmesi gereken özelliği ABD ile AKP arasındaki ilişkiyi çırılçıplak ortaya koymasıdır. AKP’nin 8 yıllık iktidarı boyunca uyguladığı politikalarının, Washington merkezli olduğu, bu kez ABD belgelerinde somutlanmıştır!
AKP’nin başta İran politikası olmak üzere, dış politikadaki hemen her hedefi, Washington’un hedefiyle büyük oranda uyumludur.
İnceleyelim:
2.ABD BELGELERİNDE AKP’NİN İRAN POLİTİKASI
AKP hükümetinin İran konusundaki tutumu, iç politikaya dönük olarak, sanki ABD karşıtıymış gibi sunuldu hep. Kuşkusuz Erdoğan ve kurmaylarının bu konudaki tutumu, tabanın beklentileriyle doğru orantılıydı. Ancak gerçekte olan biten neydi?
“Büyük Kürdistan” isimli kitabımda, bu konuda şu tespitte bulunmuştum:
“AKP’nin Suriye-Ürdün ve Lübnan’la oluşturduğu ve ‘Ortadoğu Birliği’ diye isimlendirdiği bu yapı, Davutoğlu’nun ‘Türkiye, küresel yeni düzene, çevresinde alt bölgesel düzenleri yeniden kurarak katkıda bulunacak’ diye ifade ettiği görevin sonucudur.
“Tabi Türkiye’nin AKP eliyle ABD’nin planlarına uygun böyle bir süreci geliştirmesi iki ana unsura bağlıdır: 1. İran’dan rol çalmak. 2. Sözde İsrail karşıtlığı üzerinden Arap desteği sağlamak.
“ABD, Kukla Devleti ilan edebilmek ve yaşatabilmek, Türkiye’ye doğru genişletebilmek için AKP’den, ‘alt bölgesel düzenleri yeniden kurmasını’ istiyordu.
“Peki, 60 yıllık Küçük Amerika süreci içinde, ‘Arap karşıtı ve İsrail müttefiki’ görüntüsü çizen bir Türkiye’nin BOP içinde ‘bölgesel alt düzenleri yeniden kurma görevini’ başarması mümkün müydü? Türkiye, ‘Arap karşıtı, İsrail müttefiki’ görüntüsüyle, Ortadoğu’da İran’dan rol çalabilir miydi? Türkiye bu görüntüyle, Arapların nezdinde İran yerine yeni Ortadoğu lideri olabilir miydi? Türkiye, bu görüntüyle, ABD adına Ortadoğu’da ‘kolaylaştırıcı’ bir rol oynayabilir miydi? Tüm yanıtların ‘hayır’ olduğu çok açıktı.
“İşte AKP’nin ‘İsrail’le kontrollü gerilim’, ‘İran’a markaj’ ve ‘Araplarla dostluk’ temelli Ortadoğu politikasını yani ‘eksen kayması’na neden olduğu ifade edilen görevlerinin asıl nedeni buydu”. X (Mehmet Ali Güller, ABD’nin Neo-Osmanlı Projesi: Büyük Kürdistan, Kaynak Yayınları, Birinci Baskı, Kasım 2010)
Hedef, Tahran’ı ılımlı hale getirmek
Wikileaks’in yayımladığı belgeler, işte bu tespiti doğrulayan verilerle ve saptamalarla dolu. Örneğin, ABD İstanbul Başkonsolosluğu’nun, 4 Aralık 2009 tarihinde gönderdiği 09ISTANBUL440 nolu belge:
ABD Konsolosluğu’nun çeşitli kaynaklarla yaptığı görüşmelere dayanarak oluşturduğu rapora göre Türkiye’nin İran’a yönelik tutumunun iki nedeni var. Birinci nedene göre, “Türkiye bölgesel istikrar ve çatışmadan kaçınmak, Doğu ile Batı arasında vazgeçilemez bir köprü olabilmek, enerji ve ticaret alanlarında uzun vadeli ilişkileri güçlendirebilmek amacıyla” İran’la yakınlaşıyor. Türkiye’nin İran’a yakınlaşmasının ve tutumunun ikinci nedeni ise, “Tahran’ın tavrını ılımlı bir hale getirebilmek”.
Rapora göre İran, bu yaklaşıma olumlu yanıt veriyor çünkü Türkiye’yi “diplomatik yalnızlığına karşı bir sığınak, yaptırımlara karşı bir tampon ve halkı için bir güvenlik vanası olarak görüyor”.
Öte yandan, belgede görüşlerine yer verilen bir kaynağa göre “Bölgedeki başka hiçbir ülkenin İran’ı dengeleyebilecek askeri ve ekonomik gücü yok. Türkiye bu boşluğu, İran’ın güçlenmesinden korkan diğer devletler adına dolduruyor”.
Belgeye göre AKP hükümetinin bu politikası, “Türkiye’yi zaman zaman ABD hükümetinin duruşundan uzaklaştırmak zorunda bırakıyor ancak bu durum ABD’den stratejik bir uzaklaşma anlamına gelmiyor”.
İran, bölgesel örgütlerle bağlanacak
Belgede “İran’ı bölgesel örgütlerle bağlamak” başlığı altında şöyle deniyor: “Türkiye’deki bağlantılarımız, Davutoğlu, Türk dış politikasını kontrol ettiği sürece, Ankara’nın İran’la iki taraflı ve çok taraflı ilişkiler kurma çabalarını sürdüreceğini, ilişkileri maksimuma çıkarmak için bölgesel uluslararası kurumlarla işbirliği yapacağını söyledi”.
Belgede dikkat çeken saptamalardan biri de şu: “Davutoğlu’nun, Gül ve Erdoğan desteğiyle gerçekleştirdiği haftalar süren şahsi diplomasi girişimi İran’ın karar mercilerini Türkiye’yle Tahran nükleer reaktörü yakıt takasını işler durumda tutacak bir anlaşmaya ikna edemedi”. Anımsanacağı gibi anlaşmanın müzakereleri bir yıl sürmüş ve ABD, sanki bu anlaşmaya karşıymış gibi açıklamalar yapmıştı!
ABD ve AKP’nin İran politikasını netleştiren belgedeki saptamalardan biri de şöyle: “ABD hükümeti gibi Türkiye de İran rejimi içinde birçok fraksiyon olduğunu kabul ediyor. Abdullah Gül’ün Interpol’ün kırmızı bültenle aradığı Rafsancani yanlısı Muhsin Rezai’yle, Erdoğan’ın ise Meclis Başkanı Ali Laricani ile görüşmesi de buna işaret ediyor. Bu durum Türkiye’nin İran’ın en güçlü liderinin kim olacağı konusuna bahislerini bölmeye karar verdiğini de gösteriyor”.
Erdoğan’ın İran tutumu, taktik
ABD Ankara Büyükelçiliği’nin 3 Kasım 2009 tarihinde ABD Dışişleri Bakanlığı’na geçtiği, 09ANKARA1583 nolu belge yine İran’la ilgilidir. Belge, 21 Ekim 2010 tarihinde bir araya gelen ABD Ankara Büyükelçisi James Jeffrey ile Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu arasındaki İran görüşmesini içermektedir.
Belgeye göre, Erdoğan’ın açıklamaları taktikseldir: “Sinirlioğlu, Erdoğan’ın üslubunun nükleer silah karşıtı mesajını daha iyi verebilmek amacıyla Ortadoğu sokaklarında güvenilirliğini artırmak için kullandığı bir taktik olduğunu ifade etti”.
Aslında Türkiye’nin AKP üzerinden İran’a rakip olduğu, bu rekabet alanının da kuzey Irak merkezli olduğu da belgelerde yer almaktadır. 13 Kasım 2009 tarihinde ABD’nin Bağdat Büyükelçiliği’nden Washington’a gönderilen 09BAGHDAD2992 nolu belgede şöyle denilmektedir:
“İran, Irak pazarında önemli bir pay sahibi. Diğer sanayileşmiş ülkeler için çok çekici olmayan ve kolayca da başvuramadıkları bu pazara, İran çok kolayca, coğrafi yakınlığı nedeniyle de girebiliyor. Türkiye burada İran’a rakip bir ekonomik güç olarak duruyor. Özellikle Kuzey Irak’ta Türkiye bu rolde görünüyor”.
Belge, ABD’nin Kuzey Irak’ta Türkiye-İran-Suriye işbirliğini önlemeye yönelik on yıllık girişimlerinin başarılı olduğunu ve AKP döneminde Ankara ile Tahran’ın işbirliği yerine rekabete yöneldiğinin aslında açık bir teyididir.
Büyükelçi, İran’ın faaliyetini ABD’ye ihbar etti
Aslında AKP hükümetinin, değil batıyı karşısına almak pahasına İran’la işbirliği içinde olduğu, tam tersine İran’ın faaliyetlerini batıya ihbar ettiği de Wikileaks’in yayımladığı belgelerde görülüyor.
Örneğin, ABD’nin Akşaabad Büyükelçiliği’nin 24 Şubat 2009 tarihinde ABD Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği 09ASHGABT248 nolu belgede Türkiye’nin Türkmenistan Büyükelçisi Hüseyin Bıçaklı’nın Amerikalılar’a çok önemli bir bilgi aktardığı belirtiliyor:
Belgeye göre Bıçakçı, Amerikalılar’a Türkmenistan ile Rusya’nın ortak bir faaliyetle işlenmiş uranyumu İran’a göndermeyi planladıklarını söylüyor. Büyükelçi Bıçakçı ABD Büyükelçisi’ne, uranyumun Balkan eyaletindeki Kızılkaya’da bulunan Sovyet döneminden kalma fabrikada işleneceğini ve kullanılacak yolun da Türkmenistan içinden geçen 700 km’lik Rusya İran demiryolu hattı olacağını söylüyor.
AKP’ye Suriye’yi İran’dan koparma görevi
ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’nin, 20 Ocak 2010 tarihinde gönderdiği 10ANKARA1987 nolu belgeye göre, ABD, Türkiye’nin Suriye ile geliştirdiği ilişkiden memnun. Çünkü, ABD Büyükelçiliğine göre “Eğer Türkler Suriye’yi İran’dan uzaklaştırma niyetinde ciddiyse ve eğer gerçekten başarılı olmaya başlarlarsa, bu ABD’nin çıkarına olacaktır”.
Nitekim bu konuda ABD Büyükelçiliği haklı çıkmıştır! Büyükelçiliğin 25 Şubat 2010 tarihinde gönderdiği, 10ANKARA302 nolu belgede, bu haklılık teyit edilmiştir. Belge, 18 Şubat 2010 tarihinde bir araya gelen Müsteşar William Burns ile Müsteşar Feridun Sinirlioğlu’nun görüşmesinin içeriğini aktarmaktadır. Sinirlioğlu, Suriye ile ilişkiler konusunda ABD’ye şu mesajı vermektedir:
“Sinirlioğlu Türkiye’nin diplomatik çabalarının Suriye’yi İran’ın yörüngesinden çıkarmaya başladığını söyledi. ‘Çıkarları ayrılıyor’ dedi. İsrail’in Türkiye’yi görüşmelerde arabulucu kabul etmesi durumunda, Sinirlioğlu, İran’ın daha da yalnızlaşacağını belirtti”.
AKP’nin İran ve Suriye konusundaki tutumunu en net ifade eden belgelerden biri, 09ANKARA1594 nolu belgedir: “Amerika Türkiye’yi dört şekilde test etmek istiyor; kuzey Irak konusunda rol alıp alamayacağı, İran’ı ABD’nin isteklerine razı edip edemeyeceği, Suriye’yi Amerika’nın tarafına çekip çekemeyeceği ve Hizbullah ya da Hamas’ı İran’ın etkisinden kurtarabileceği. Bunlar yapılmazsa, Bush dönemine geri dönülecek”.
3. ABD BELGELERİNDE AKP VE FÜZE KALKANI
Meğer, Füze Kalkanı 9 ay önce kabul edilmiş!
NATO Füze Kalkanı konusu Türkiye’nin gündemine 2010 yılının Ekim ayının sonunda geldi. 18 Kasım’da Lizbon’da alınacak NATO kararı birkaç hafta boyunca Türkiye’de tartışıldı. AKP hükümeti, bu tartışmalar boyunca, İran’ı hedef alan füze kalkanına karşıymış görüntüsü çizdi. Ama en sonunda gitti Lizbon’da, kalkana onay verdi!
Oysa Wikileaks’in yayımladığı belgelerden gördük ki, AKP hükümeti, füze kalkanı konusunun gündeme gelmesinden yaklaşık bir yıl önce, zaten ABD’yle mutabakata varmış!
Örneğin 26 Ocak 2010 tarihli, 10ANKARA126 nolu belgeye göre, Başbakan Erdoğan 7 Aralık 2009 tarihinde ABD Başkanı Barack Obama ile yaptığı görüşmede, “ABD’nin Türkiye’ye bir AN/TPY-2 radarı ve diğer Füze Savunma donanımı yerleştirme isteğine karşın, gerek iç politika ve gerekse Türkiye’nin İran ile olan ilişkileri bağlamında hükümetin maruz kalacağı politik maliyeti azaltmak için söz konusu sistemin NATO çerçevesinde yerleştirilmesi gerektiğini” belirtmiş.
Belgede “şimdi top, buradaki sivil politik liderlerin kendileri için ‘ne kadar NATO’un yetebileceğini tespit edecekleri kulvardadır. Başbakan Erdoğan, Türkiye’nin katılımının, daha sonraları İsrail’i İran’ın karşı saldırısından koruyabileceğiyle de ilgilenmektedir” ifadesi yeralmaktadır.
ABD Ankara Büyükelçiliği’nin 16 Şubat 2010 tarihinde geçtiği, 10ANKARA251 nolu belgeye göre, ABD Savunma Bakanı Robert Gates ve mevkidaşı Vecdi Gönül, Türkiye’nin Avrupa füze kalkanı sistemindeki rolünün önemine değindi:
“Gönül, eski ABD yönetiminin kullandığı ve Türkiye’yi içermeyen yaklaşımın yerine yenilikçiliği öne çıkaran Aşamalı Uyarlanabilir Yaklaşım’ın daha iyi olduğunu belirtti. Gates, Gönül’ün görüşünü destekledi ve Polonya ve Romanya’nın SM-3 füzelerini bulundurma anlaşmasını hatırlattı. Ardından Türkiye’de bir radar sistemi bulunmadan, ülkenin doğusundaki önemli bölgelerin sistemin kapsama alanının dışında kalacağını ifade etti. Gönül, Gates’e radar konusundaki görüşmelerin hükümet içinde devam ettiğini belirtti. ABD’nin değerlendirdiği alternatif bölgeleri soran Gönül, radar sistemi yerleştirilmesi için en iyi ideal yerin Türkiye olduğunu tekrarladı”.
“Türkiye’nin İran’dan saldırı beklemediğini söyleyen Gönül, Tahran’ın, Ankara’nın Avrupalı müttefiklerine karşı oluşturduğu tehdidin bir hava savunması oluşturulması adına önemli olduğunu belirtti. Gönül, füze savunma sisteminin sadece Türkiye’yi değil, tüm Avrupa’yı savunmak için tasarlanabileceğini ifade etti”.
ABD ve AKP’nin Füze Kalkanı taktiği
Aslında 09ANKARA1472 nolu belge, mutabakat öncesi ABD’nin nasıl bir yol izlediğinin de işaretini veriyor. Belge, Türk yetkililerle “ilkin ve her şeyden önce füze savunma sistemi” konusunda görüşecek bir diplomata, ön bilgiler veriyor. Füze kalkanının, ABD için öncelikli gündem olduğu vurgulanıyor. Değerlendirmeye göre “Türkler ABD füze savunma planlarının güncelleşmesinden çok memnun olacaklar.” Ama, “füzeleri Türkiye’ye yerleştirme talebi için siyasal ortam karışık”, çünkü Türkiye hükümeti “ABD’yle güçlü ilişkilerini sürdürürken hem İslam dünyası hem Rusya’yla bağlarını korumak gibi ince bir çizgi tutturmayı sürdürüyor.”
Ardından konsolosluk, füze kalkanı kulisi yapmak üzere gelen diplomatına şunu tembihliyor: “Hükümet, herhangi bir füze savunma programının özel olarak İran’a karşı ve bariz biçimde İsrail’i destekleme amaçlı olmadığını açıkça gösterebilmeli.”
AKP, ABD’ye Rusya’nın tepkisini soruyor
AKP hükümeti, bir yandan füze kalkanı konusunda ABD’yle mutabık kalırken, bir yandan da Rusya’nın tepkilerini kollamaktadır. ABD Büyükelçiliği’nin, “Müsteşar William Burns ile Müsteşar Feridun Sinirlioğlu’nun görüşmesini” içeren 25 Şubat 2010 tarihli ve 10ANKARA302 nolu belgesinde, bu durum görülmektedir: “Sinirlioğlu projeyle ilgili Rusya’nın tepkisini sordu. Burns, Rusların çok daha rahat olduğunu ve önce ikili, sonra Rusya-NATO arasında görüşmeler yapmayı beklediklerini söyledi”.
Yine 09ANKARA1472 nolu belgede de şöyle denilmektedir: “Keza Türkler, Türkiye’nin rolüne Rusya’nın karşı olmadığından emin olmak istemektedirler. Ayrıca, bunun NATO’nun komuta ve kontrolu altında bir NATO sistemi olduğu bir dereceye kadar açıklığa kavuşturulması önemlidir. Aşamalı Uyarlanabilir Yaklaşım, Türkiye’nin ulusal füze savunma çabalarının tamamlayıcısı olarak kabul edilmelidir. Türkiye’nin hava savunma ihalesine cevaben verilen teklifteki PAC-3 füzelerinin, gelecekte NATO komuta ve kontrol mimarisi içinde bütünleşmeye uygun olduğunun altı çizilmelidir”.
4. ABD BELGELERİNDE EKSEN KAYMASI KONUSU
AKP, ABD ve AB’nin çıkarlarına hizmet ediyor
AKP hükümetinin uyguladığı son dönem politikalar, bazı kesimlerde kaygı yarattı ve “eksen kayması” tartışması başlattı. Oysa ABD Ankara Büyükelçiliği, 20 Ocak 2010 tarihinde ABD Dışişleri Bakanlığı’na geçtiği 10ANKARA87 nolu belgeye göre, bu konuda çok net:
“Bütün bunlar Türkiye’nin dış politikasında İslamcı dünyaya ve Müslüman geleneğine daha fazla odaklandığı anlamına mı geliyor? Kesinlikle. Peki bütün bunlar Türkiye’nin geleneksel Batı yanlısı tutumunu ya da bizimle işbirliği yapma isteğini ‘terk ettiği’ ya da terk etmek istediği anlamına mı geliyor? Kesinlikle hayır!”.
“Türkiye kendisini ‘post-modernleştirmeye’ çalışıyor. AKP’nin çabalarının odaklandığı en önemli alanlardan bir tanesi Türkiye’nin ‘yakın çevresi’ ile sorunlarının çözülmesi. Bu çaba Türkiye’nin geleneksel ‘donmuş sorunların’ olduğu gibi bırakılması stratejisiyle çelişiyor ve ABD ile Avrupa’nın çıkarlarına daha fazla hizmet ediyor”.
5. ABD BELGELERİNDE, AKP’NİN İSRAİL POLİTİKASI
ABD Ankara Büyükelçiliği, 27 Ekim 2010 tarihinde 09ANKARA1549 nolu belgeyle, Dışişleri Bakanlığı’na, İsrail’in Anakara Büyükelçisi Gaby Levy ile yapılan görüşmeyi aktarır. Belgeye göre Levy, ABD Büyükelçisi’yle, Davutoğlu’ndan aldığı mesajı paylaşmıştır:
“Levy, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun, ülkeyi ziyaret eden Çek Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı’yla kendisine ‘işlerin daha iyi olacağı’ mesajını gönderdiğini belirtti”.
Levy’ye göre, “Erdoğan’ın sürekli olarak Gazze’deki insani durumla ilgili öfkeli açıklamalar yapması, iç siyaset malzemesi olmasından” kaynaklanmaktadır”.
6. ABD BELGELERİNDE TÜRKİYE’NİN AB’YE ÜYELİĞİ KONUSU
“AKP AB üyeliği konusunda samimi mi, değil mi?” tartışması, 2002 sürecinde AKP’ye destek veren ama sonrasında bu desteği geri çekme eğilimine giren liberal aydınların esas konusuydu. Ancak Türkiye’nin 1999’da AB’ye aday üye yapılmasının arkasındaki şu gerçeğin altını ısrarla çizdik: “Türkiye’yi AB kapısına bağlayarak, Avrasya’ya yönelmesini engellemek ve bu yolla Türk Devletini yeniden yapılandırmak”.
Ve dedik ki, AKP de, Washington ajandasına bağlı olarak, AB kapısına bağlanmış bir Türkiye’nin kendisine yaratacağı olanakları sonuna kadar kullanacak. Türkiye, AB’ye hiçbir şart altında üye olamayacak!
AKP’ye göre AB Yolu, TSK ve Kemalizm’i dışlamanın yolu
İşte Wikileaks’in yayımladığı belgelerde bu durum çok açık bir şekilde ortaya çıkmış oldu.
Örneğin, ABD Ankara Büyükelçiliği’nin, 30 Aralık 2004 tarihinde ABD Dışişleri Bakanlığı’na geçtiği, 04ANKARA7211nolu belgede şöyle denmektedir:
“AKP’nin parti içinde tutarlılığının ve şeffaflığının olmaması, AB üyeliğini isteme konusunda da muğlâk ve karışık bir tavrın ortaya çıkmasına neden oluyor. Bazıları, bu süreci Türk ordusunu ve kuru Kemalizm’in ‘laiklik’ artıklarını dışlamanın bir yolu olarak görüyor.
“AKP’nin daha dindar olan kanadı ise AB’yi bir Hıristiyan Kulübü olarak görüyor. AKP’nin önde gelen isimlerinden Sadullah Ergin’in kısa bir süre önce bize itiraf ettiği gibi, ‘Eğer AB evet derse kısa bir ümit doğurur. Ancak AKP için esas zor süreç ondan sonra başlar. Eğer AB hayır derse o zaman işin başında zorluk olur ama uzun vadede her şey bizim için daha kolay olur’.
Örneğin, ABD Ankara Büyükelçiliği’nin, 11 Nisan 2008 tarihinde ABD Dışişleri Bakanlığı’na geçtiği, 08ANKARA691 nolu belgede, AKP-ABD işbirliğini güçlendirmek adına şu tavsiyede bulunulmaktadır:
“Türkiye’nin AB üyesi olma hedefini ve yargı, siyaset ve ekonomik alanda gerçekleştirilecek reformları desteklemeliyiz”.
AB’nin müzakereleri kesmemesi, Türkiye’nin yapısal değişikliğini sürdürmesi için şart
Ancak her şeye rağmen, Türkiye’nin AB’ye asla üye olamayacağı gerçeği de Wikileaks’in yayımladığı belgelerle kanıtlanıyordu. Örneğin, ABD’nin Paris Büyükelçiliği’nin, 18 Mayıs 2007 tarihinde ABD Dışişleri Bakanlığı’na geçtiği, 07PARIS1995 nolu belgede aynen şöyle deniliyordu:
“Son ve önemli mesele ise Türkiye’dir. Türkiye konusunda Sarkozy’nin muhalefeti kolay kırılabilir gözükmüyor. Bu konu onun dış politika yönelimlerinin başlıca maddelerinden bir tanesi haline gelmiş durumda. Bizim ABD olarak Türkiye’nin AB üyeliğini stratejik bir hedef olarak gördüğümüzün de bilincinde kendisi. Fakat O, 70 milyon Müslüman’ın Avrupa’ya taşınmasına, Avrupa kimliğinin bundan zarar görmesine ve bu durumun Fransa’nın hassas göçmen meselesini yeniden alevlendirmesine her fırsatta karşı çıkıyor. O kadar ki, Sarkozy’ye göre, Türkiye Küçük Asya’dadır, Avrupa’da değil!”
Peki Türkiye’nin AB süreci, ABD’yi neden bu kadar ilgilendiriyor? Yanıtı yine aynı belgede aslında:
“Bu konu her ne kadar nihayetinde AB’nin vereceği bir karar olsa da yapılacak olan ikili görüşmede Başkan Türkiye’nin AB üyeliği konusunda Sarkozy’yi ikna etmenin yollarını denemeli, Avrupa kapılarının Türklere dramatik bir şekilde tamamen kapatılması fikrinin önüne geçmeye çalışmalıdır. Bilinmeli ki, müzakerelerin kesilmemesi aynı zamanda Türkiye’nin iç reformlarının da kesintiye uğramaması, devam etmesi anlamına gelmektedir”.
7. ABD BELGELERİNDE KÜRT AÇILIMI
ABD Savunma Bakanı Robert Gates’in Türkiye’ye yapacağı ziyaret öncesinde Washington’a bir değerlendirme raporu gönderen ABD’nin Ankara Büyükelçisi James Jeffrey, raporunda, Kürt Açılımı konusunda şöyle diyor:
“Büyükelçiliğimiz, bizim verdiğimiz istihbarat desteğiyle PKK’ya karşı kazanılan askeri başarının, sivillere bu açılımı yapmak, Mesut Barzani ve diğer Kürtler ile doğrudan ilişki kurmak için siyasi alan yarattığına inanıyor”.
Kürt Açılımı tam da bu işte: AKP üzerinden Türkiye’ye Barzani’yi ve devletini kabul ettirme…
8.YOLSUZLUKLAR
AKP’nin rahatsız olduğu en önemli belgeler ise, ABD’nin yolsuzluklarla ilgili istihbaratlarıdır:
Bunlardan belli başlıları şunlardır:
04ANKARA7211 nolu, 30 Aralık 2004 tarihli belge: “İki kaynaktan duyduğumuza göre Erdoğan’ın İsviçre bankalarında 8 hesabı bulunuyor; varlığının davetlilerin oğluna verdiği düğün hediyelerinden geldiği ve Erdoğan’ın dört çocuğunun ABD’deki okul masraflarını bir Türk işadamının karşıladığı açıklamaları inandırıcı gelmiyor”.
04ANKARA348 nolu, 20 Ocak 2004 tarihli belge: “AKP iktidarı, sokaktaki vatandaşın yolsuzluğa olan tepkisi sayesinde geldi. Erdoğan’ın zenginliğinin İstanbul Belediye Başkanı olduğu dönemdeki rüşvetlerden kaynaklandığına dair suçlamalar hiçbir zaman kanıtlanmamıştı ama artık gittikçe artan bir şekilde, içerdeki kaynaklarımızdan Erdoğan’ın yakın danışmanlarından özel kalemi Hikmet Balduk, Mücahit Aslan ve Cüneyd Zapsu’nun komisyonculuk yaptıklarını duyuyoruz. XXXX, Erdoğan ve kendisinin Tüpraş’ın bir Rus ortaklığa özelleştirilmesinden doğrudan fayda sağladıklarını söyledi”.
04ANKARA7211 nolu, 30 Aralık 2004 tarihli belge: “Eğer Hükümet, ‘bizden birisidir’ anlayışıyla, AKP’nin bürokrasideki görevlendirmelerinde Sünni kardeşlik ve cemaat ortamından oluşturulan havuzdan atama yapmaya devam edecek olursa, liyakat eksikliği yönetimde bir sorun olacaktır”.
04ANKARA7211 nolu, 30 Aralık 2004 tarihli belge: “AKP iktidara yolsuzluğun kökünü kazıma sözü vererek geldi. Buna karşın, bakanlardan başlayıp aşağı kademelere inmek üzere gittikçe artan sayıdaki AKP’li bize, ulusal, bölgesel ve yerel seviyede ve bakanların yakın aile çevresinde meydana gelen parti içindeki çıkar çatışmalarından ve ciddi yolsuzluklardan bahsediyor”.
04ANKARA7211 nolu, 30 Aralık 2004 tarihli belge: “Bize açıkça yolsuzluk yaptıkları sürekli olarak ifade edilen çok sayıdaki şahsiyet arasında İçişleri Bakanı Aksu, Dış Ticaret Bakanı Tüzmen ve AKP İstanbul İl Başkanı Müezzinoğlu yer alıyor. Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Teşkilatı’ndaki bir bağlantımızdan anladığımıza göre Müezzinoğlu’nun yasadışı faaliyetleri (haraççılık, hortumculuk ile şantaj, irtikap ve rüşveti içeren extortion racket ifadesi kullanılıyor) ile ilgili devam eden soruşturmalar Erdoğan’ı suçlayıcı deliller ortaya çıkardı”.
05ANKARA3199 nolu, 8 Haziran 2005 tarihli belge: “Faruk Özak, Erdoğan’ın sporu AKP’nin tabandaki desteğini sürdürmek için kullanma stratejisinin bir parçası olarak AKP’nin Mart 2004’teki belediye seçimlerini Trabzon’da kaybetmesinin ardından, Trabzonspor başkanlığına atandı. Söylendiğine göre, aynı dönemde Erdoğan’ın, başbakanlığın gizli ödenek hesaplarından birinden, Özak başkanlığındaki Trabzonspor’a daha iyi transferler yapması için birkaç milyon dolar göndermeyi kabul etti”.
05ANKARA3199 nolu, 8 Haziran 2005 tarihli belge: “Erdoğan’ın izlemeye aldıkları bakanlar arasında Aksu’nun yanı sıra, AKP milletvekillerinin isteklerine yanıt vermede zayıf not alan eski ANAP’lı Çalışma Bakanı Murat Başesgioğlu, adı, TSE’deki sertifikasyonlar için 500 milyon dolarlık rüşvet skandalına karışmış gözüken Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun ve Irak’ta gıda karşılığı petrol rüşvetlerine bulaşmış ve her çeşit avantaya açık olduğu ifade edilen eski (aşırı-milliyetçi) MHP’li Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen bulunuyor”.
08ANKARA1643 nolu, 15 Eylül 2008 tarihli belge: “Erdoğan’ın, Almanya’da faaliyet gösteren Deniz Feneri isimli bir yardım derneğinin, topladığı yardım paralarını kendisine ve AKP’ye yakın kişilere gönderdiği yönündeki Alman yargısında yer alan suçlamaları yayımlaması nedeniyle Aydın Doğan’ı azarlaması üzerine Başbakan Erdoğan ile Doğan Grubu arasında, çok çirkin bir kavga patlak verdi. Suçlamalar, parti için çok zararlı olabilecek bir şekilde, kamuoyunun dikkatini AKP’deki yolsuzluklar ile ilgili geniş çaplı iddialar üstüne çekiyor”.
08ANKARA1643 nolu, 15 Eylül 2008 tarihli belge: “Birkaç hafta önce, Ticaret Bakanı Şimşek, Londra’daki bir grup yatırımcıya Doğan hisselerini satmaları gerektiğini, çünkü bir süre sonra artık ortada bir Doğan kalmayacağını söyledi. Hakikaten de, Erdoğan’ın saldırısından sonra Doğan hisseleri yüzde 8 düştü. Çeşitli medya ve iş dünyası kaynakları bize hükümet ihaleleri ve işleri olmamasının Doğan gibi büyük grubu vurmaya başladığını bildirdiler”.
09ANKARA321 nolu 27 Şubat 2009 tarihli belge: “Yerel basında Türkiye ile İran’ın, İran’da gaz çıkartıp, hat kurarak bunu Türkiye ve Avrupa’ya taşıyacak bir ortaklık kurdukları haberi çıktı. Demir, İran ile bir ortaklık kuran Türk şirketinin SOM Petrol olduğunu söyledi. SOM Petrol’ün sahibi Sıtkı Ayan, Başbakan Erdoğan’ın İstanbul İmam Hatip’ten yakın bir arkadaşı. Ayan, Başbakan’ın kardeşi Mustafa Erdoğan, Cihan Kamer ve Mücahit Aslan’ın da bulunduğu yakın arkadaş grubu içinde”.
10ANKARA251 nolu, 16 Şubat 2010 tarihli belge: “Savunma Sekreteri Gates, Savunma Bakanı Gönül ile görüşmesinde, mevcut ihalelerde Türkiye’nin ABD şirketlerini seçmesi önerisinde bulundu. Sikorsky, Türkiye’nin alacağı her helikopter karşılığında Türkiye’nin ihraç etmesi için bir helikopter üretecek. Gönül ihalede Sikorsky’nin kazanma şansının yüksek olduğuna inanıyor”.
9.SONUÇ
Wikileaks’in yayımladığı ABD gizli belgelerinin, henüz binde biri yayımlanmıştır. Ancak bu kadarı bile AKP’yi ve Başbakan Erdoğan’ı iktidardan düşürecek niteliktedir. Belgeleri değerlendirmek, en başta siyasi partilerin görevidir. Belgelerin nasıl ve kimler tarafından sızdırıldığı konusuna odaklanmak, belgeleri değerlendirme görevini sekteye uğratır.
Belgelerin Türkiye’yi ilgilendirmesi gereken esası, ABD ile AKP’nin işbirliğidir. Belgelerdeki saptamalar ve ifadeler, aynı zamanda, görev verenle görev alanın ilişkisini tarif etmektedir. Ve bu, her şeyden önce anayasal suç demektir.