Foreign Policy dergisindeki bir analizden hareketle “ABD’nin adamının Davutoğlu olduğunu” söyleyemeyeceğimizi belirtmiştim önceki yazımda. Hele bu analizden hareketle “Erdoğan ABD planlarından ayrıldı” sonucuna ise hiç varılamayacağını belirtmiştim.
Kimi okurlardan şöyle tepkiler geldi: “Erdoğan’ın Davutoğlu’nu tasfiyesiyle Türkiye yeniden Rusya ve Suriye ile işbirliği sürecine girdi, Asyalılaşma başladı.”
Böyle bir hayal görebilmek, ancak Erdoğan‘ın “efsunu” ile açıklanabilir! Kuşkusuz o “efsunu” yaratan siyasal iklim de var: Sürekli Erdoğan‘ın milli cepheye girdiği, ABD’yi karşısına aldığı, Ankara’nın Moskova ve Şam’la ilişkileri düzeltmeye başladığı iddia ediliyor.
CFR: ESAS PATRON ERDOĞAN
Bakınız, daha Foreign Policy‘deki John Hudson‘un analizinin mürekkebi kurumadan, bu kez Stephen Larrabee tersinden bir analizle “ABD Erdoğan’ın esas patron olduğunu biliyor” dedi:
“Washignton Davutoğlu‘na önce Dışişleri Bakanı, sonra da Başbakan olarak itibar gösterdi. Ancak ABD, asıl karar alıcının kim olduğu konusunda bir yanılsama içine hiçbir zaman girmedi. Davutoğlu, Erdoğan’ın yakın ve sadık bir müttefikiydi. Ancak bağımsız bir siyasi altyapısı yoktu ve bu nedenle tamamen Erdoğan‘a bağımlıydı. Davutoğlu‘nun bağımsız bir duruşu ve etkisi olamayacağı başbakan olarak atandığı andan itibaren belliydi. Erdoğan seçilmiş cumhurbaşkanıydı ancak fiili başbakan olarak hareket ediyordu. Davutoğlu‘nun işiyse Erdoğan‘ın isteklerini ve talimatlarını yerine getirmekti.” (Aydınlık, 12 Mayıs 2016)
Larrabee‘nin RAND’ın Avrupa Güvenliği Masası Şefi olduğunu, ama daha önemlisi de CFR üyesi olduğunu belirtelim.
ERDOĞAN RUSYA’YA KARŞI NATO’YU KARADENİZ’E ÇAĞIRDI
Aslında ABD’nin Ankara’daki esas adamının kim olduğunu anlamak için ne Foreign Policy‘ye gerek var, ne de RAND ve CFR’ye. Olgular en önemli öğretmendir.
Ve en sonuncu olgudan başlayalım: Erdoğan, dün katıldığı 10. Balkan Ülkeleri Genelkurmay Başkanları Konferansı’ndaki konuşmasında aynen şöyle dedi: “Kısa bir süre önce NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ülkemizdeydi, kendisine söyledim; ‘bakın dedim, Karadeniz’de görünmüyorsunuz. Karadeniz’de görünmeyişiniz Karadeniz’i adeta Rusya’nın bir gölü haline dönüştürüyor.’ Karadeniz’i tekrar istikarar havzası kılmalıyız.” (Ajanslar, 11 Mayıs 2016)
Yani “Davutoğlu‘nu tasfiye ederek Rusya’yla ilişkileri düzelteceği” varsayılan Erdoğan açık açık Rusya’ya karşı NATO’yu Karadeniz’e çağırıyor!
Bakınız bu sıradan bir açıklama, sıradan bir taktik değildir; bu bir stratejik hat belirlemedir. Anımsayalım: Ergenekon kumpasının sahadaki en önemli pratik nedenlerinden biri, TSK’nin Rusya’yla anlaşarak ABD ve NATO’ya Karadeniz’i kapatmasıydı!
Şimdi Erdoğan NATO’yu Karadeniz’e çağırarak Ergenekon davasının hedefini gerçekleştirmeye çalışıyor! Anlayacağınız pratikte hâlâ o davanın savcılığını yapıyor!
NATO TÜRKİYEYİ KUŞATIYOR
Erdoğan‘ın NATO’yu Karadeniz’e çağırması sıradan bir taktik değildir, aynı zamanda Ankara’nın kendi eliyle Montrö’yü de delmesi demektir!
Son bir kaç ayda gerçekleşen NATO eksenli olguları dikkatinize sunarım: Erdoğanlar Rus uçağını düşürür düşürmez, Türk hava sahasının aynı zamanda NATO hava sahası olduğunu savunarak NATO’yu göreve çağırdı. Erdoğan yetinmedi, NATO’yu Türkiye-Suriye sınırına da çağırdı.
Sonuç: Mülteci krizi gerekçesiyle NATO gemileri Ege’de; Suriye nedeniyle NATO gemileri Doğu Akdeniz’de, Kıbrıs açıklarında, İskenderun Körfezi açıklarında; NATO’nun erken uyarı sistemi Konya’da; NATO uçak ve askerleri İncirlik’te. (NATO radarını zaten Kürecik’e yerleştirmişti.)
Türkiye’nin Batısı’ndan Güneydoğusu’na kadar NATO’yla kuşatılmak yetmemiş ki, Erdoğan şimdi de NATO’yu kuzeye, Karadeniz’e çağırıyor!
RUSYA VE KOMŞULARA DÜŞMANLIK, ABD’YE EN İYİ HİZMETTİR
Biliyorum, o yukarıda bahsettiğim “efsunlu siyasal iklim” nedeniyle şimdi yine bazılarınız tüm bu olguları bırakacak ve “ama Erdoğan ABD’nin kara gücü olan PKK’yi vuruyor” diyeceksiniz.
Elbette TSK’nin PKK’ye operasyonları çok önemlidir, büyük bir kararlıklıkla sürdürülmelidir; bu operasyonlar Türkiye’nin önünü açmaktadır. Ama şunu da biliniz: ABD emperyalist bir devlettir ve PKK gibi araçlarını stratejik hedefi içinde farklı şekillerde değerlendirebilir! Ve daha önemlisi, sırf Türkiye PKK’ye operasyon yapıyor diye bu ABD’yle savaşıldığı anlamına gelmez!
Olgu diyoruz, açın bakın ABD Kongre kararlarını: Türkiye’nin ABD’yle savaştığı varsayıldığı bu son süreçte, ABD Kongre kararlarıyla Türkiye’ye PKK’ye karşı kullanması için kaç kez “sığınak delici akıllı bomba” satıldı?
Bakınız ABD 24 Temmuz’dan bu yana hem “PKK terör örgütüne karşı mücadele Türkiye’nin hakkı” diyor, hem “fakat belli bir aşamasında yeniden masaya oturun” diyor, ama hem de bu süreçte TSK’ye PKK’yi vuracak kabiliyette özel silahlar satıyor. (Tıpkı aynı zamanda PKK’ye de silah verdiği gibi.)
Burada mesele şudur: ABD’nin nihai hedefi Ortadoğu’da “Büyük Kürdistan” kurmaktır. ABD uzun süreli bu hedefin aşamalarının önemine göre, araçlarını farklı amaçlarla kullanmaktadır. Örneğin ABD Büyük Kürdistan’ın Irak aşaması boyunca hem PKK’yi destekledi ama hem de Barzani’yi Türkiye’ye kabul ettirebilmek için PKK’nin bir ölçüye kadar vurulmasına göz yumdu. Sonuç ortada: Türkiye Barzanistan’ın en önemli hamisi oldu!
ABD aynı taktiği Büyük Kürdistan’ın Suriye aşaması için uyguluyor. Washington için Irak’ta dün nasıl Barzani PKK’den daha sıcak önemdeyse, bugün Suriye’de de PYD sıcak önemde.
ABD bu nedenle hem ısararla PKK ile PYD’yi ayrı tutmaya çalışıyor hem de dün Irak’ta yaptığı gibi bugün de Suriye’de PYD’yi Ankara’ya kabul ettirebilmek için “gönülsüz” de olsa, PKK’nin vurulmasına göz yumuyor. Üstelik karşılığında “İncirlik Mutabakatı” gibi çok önemli bir stratejik anlaşmayı kopararak…
Tüm bu gerçeklerin üzerinden atlayarak sırf PKK’ye operasyonları üzerinden Erdoğanlara “milli” payesi verirsek, dönüp ondan daha sağlam “vatan savaşı” vermiş olan ABD’nin en has adamlarından Çiller‘i kutsamamız gerekir!
Asıl olan şu tablodur: Türkiye Erdoğanların yönetiminde Rusya’yla düşmanlaştırılmıştır, İran’la sahada cephe cepheyedir, Irak’a karşı Barzanistan’ı desteklemektedir, Suriye’ye savaş ilan etmiştir, NATO’ya Akdeniz ve Ege’yi açmıştır, şimdi de Karadeniz’e çağırmaktadır, İsrail’le anlaşmaktadır, İsrail’in NATO’nun Brüksel Karargahı’na girebilmesi için vetosunu kaldırmıştır, İsrail’le Suriye’ye ortak operasyonu konuşmaktadır, Suudi Arabistan’la İslam İttifakı kurmuştur, Türk Ordusu “İslam Ordusu”na dahil edilmiştir, Türk Birliği İran’a karşı Körfez’in güvenliği için Katar’da bir üsse yerleştirilmiştir…
Bu tablo, ABD’ye en iyi hizmet tablosudur!
Sahi, ABD ve NATO’nun Ankara’daki en has adamı kim?
Mehmet Ali Güller
12 Mayıs 2016
#1 by Gunes Ecer on 12/05/2016 - 14:58
Turkiye bir nukleer guc degil; super bir ekonomik guc te degil. Eger bir secim olacaksa ABD, Rusya’dan kat kat iyidir. Rusya gecen asir kendi milletinden 65 milyon masum insani katlederek, Dogu Avrupa ve Orta Asya Turk devletlerini, Sibirya’yi isgal ederek neler yapabilecegini gostermistir. Dunyanin en buyuk isgalcisidir. Turk anayurdu onlarin postallari altindadir.
NATO, 1940’larda, Rusya’nin Kars’i, Ardahan’i, ve bogazlarin musterek kontrolunu istemesiyle cikan krizde yanimizda durdu ve bizi uye yapti. Yoksa coktan Ukrayna, Romanya gibi isgal edilirdik.
ABD de sutten cikmis kasik degil tabi. Bu asrin butun savaslarini baslattilar. Turkiye’yi ABD dusmani yapmaya calismaniz dusuncesizliktir; cunku, bu iki super gucu ancak birbirleri ile dengeleyerek ulkemizden uzak tutabiliriz. Bu sekilde bir kiskirticilik yapmaniz, cehalet degilse, Turkiye’yi sevmemenizden doguyor.