Posts Tagged Neşet Ertaş
ARABESKİN OZANI: MÜSLÜM GÜRSES
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 04/03/2013
1986 yılında, henüz 12 yaşındayken, bir okul çıkışı eve yürürken gördüm ilk kez Müslüm Gürses’i… Bordo renkli, Serçe marka makam aracından inip Kuruköprü’de bir otele giriyordu.
Gördüğüm ilk ünlüydü. O gün, ona dair ilk hatırladığım şey, mahcup ve mütevazı haliydi…
Ona dair son hatırladığım ve hep hatırlayacağım şey de mahcup ve mütevazı hali olacak…
SONRADAN ADANALI
Müslüm Gürses, çoğumuz gibi “sonradan Adanalı”ydı. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan zorunlu nedenlerle, iş için, aş için, yaşayabilmek için ailecek gelenlerdendi…
Hikâyesi bizdendi; Yaşar Kemal’di, Yılmaz Güney’di…
Yolu Adana’dan geçenlerdendi; Abidin Dino gibi, İlhan ve Turhan Selçuk gibi… Demirtaş Ceyhun ve Muzaffer İzgü gibi…
Adana’dan yükselenlerdendi; Şener Şen, Aytaç Arman, Menderes Samancılar gibi… Danyal Topatan, Yılmaz Duru, Bilal İnci gibi…
Adana’da söyleyenlerdendi; Ferdi Tayfur, Hakkı Bulut, Ümit Besen gibi… Nesimi ve Mazlum Çimen gibi… Hem Kani Karaca gibi ama hem de Suna Kan gibi… Mustafa Sağyaşar, Faruk Tınaz, Can Etili gibi… Haluk Levent, Murat Kekilli, Rojin gibi…
Adanaspor’luydu, Adanademirspor’luydu; Fatih Terim gibi, Hasan Şaş gibi… Öyle ki, 4-0 yenikken bile umudunu hiç kaybetmeden çılgınca tezahürat yapan Adana taraftarı, hastanede olduğu şu son aylarda “Müslüm Baba maçı bırakma” pankartı açardı ona…
SİSTEME SIĞMAYAN ADAM
Müslüm Gürses’i önce jiletle özdeşleştirerek küçümsediler, yok etmek istediler, yapamadılar…
Sonra “sistemin içine alıp, eritmek istediler” ama sığdıramadılar…
Çünkü “sonradan Adanalı” olmuştu fakat “sonradan görme” olmamıştı! Almadan vermeyi, çilehanelerde çile çekmeyi öğrenerek büyümüştü…
Adana yazının sıcağında damda yatarken “fezada bir nokta” olduğunu öğrenmişti…
HİÇ BÜYÜK PARASI OLMADI
Pek bilinmez, 1978’de Tarsus yolunda içinde olduğu araç kaza yapar; öldü diye morga kaldırılır! Ancak “itirazım var” der ve yaşama sarılır: Şiddetli baş ağrıları, ağır hareketleri ve konuşması, hatta koku alamaması bile o kazadan kalmıştır…
Çok üretkendir, çıkardığı albüm sayısını kimse bilmez… Gittiği bir ülkede parasız kalınca, orada bile albüm yapar, üstelik çok da satar!
Zaten hep parasızdır; “sonradan Adanalıların” çoğu gibi biriktiremez; oldukça harcar, oldukça verir, oldukça paylaşır ama hiç bilinmez. Çünkü “sonradan Adanalılar” ayıbı bilir!
YOKSULLAR ERKEN ÖLÜR
Önce annesini sonra kardeşini kaybeder… Ki Doğu ve Güneydoğu’dan Adana’ya gelen hemen her ailede benzer bir acı vardır; erken ölümler yoksulluktandır.
Bu nedenle Müslüm Gürses’in müziğinde hep acı vardır; çile, dert, ıstırap vardır ama asla teslimiyet yoktur!
Tersine hep “itirazım var” der, isyan eder! Ne de olsa yolu Halkevi’nden geçmiştir 60’larda…
Yani devrimcidir, “İtirazım var bu zalim kadere, itirazım var bu sonsuz kedere, feleğin cilvesine, hayatın sillesine, dertlerin cümlesine itirazım var” demesi ondandır.
ACI’DAN, VEFA’YA BİR ÖMÜR
Sezen Aksu ya da Bülent Ortaçgil müziğini, onlardan daha çok sevdirecek denli kendine has bir yorumu vardır. Neşet Ertaş’tan da söyler, Teoman’dan da…
Arabeskin ozanı, Mezopotamya’nın cazcısıdır…
Çok satmıştır, liste başları olmuştur ama hep mahcup ve mütevazıdır. Asistanı da, sekreteri de, halkla ilişkiler danışmanı da, menajeri de karısı Muhterem Nur olmuştur çoğu zaman. Üstelik arkadaşı, dostu, yoldaşıdır aynı zamanda…
İlişkilerin hızla tüketildiği, birinin bırakılıp yenisinin hızla alındığı şartlarda Müslüm Gürses severek üretmeyi, sevgide çoğalmayı öğretmiştir dinleyenlerine…
Müslüm Gürses’in sözlüğü A harfindeki Acı ile başlar ama V harfindeki Vefa ile sonlanır! Biz “sonradan Adanalılar”, o nedenle Müslüm (Akbaş) Gürses’i çok sevdik!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
4 Mart 2013
PEYGAMBER’İN MESCİDİ DAHA ÇOK CEMEVİ GİBİYDİ
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 15/10/2012
Hafta sonu 9. Kaş Kitap Şenliği nedeniyle Antalya’nın ilçesi Kaş’taydım. Kaş’ın güzel insanlarına “Suriye ve Türk Dış Politikası” başlıklı bir konferans verdim. Canan Erdoğan’ın koordinatörlüğünde yürütülen ve pek çok kuruluşun destek verdiği 10 günlük şenliğin son üç gününde, bizim dışımızda İhsan Eliaçık ve Mervan Yanardağ vardı. Her iki konferansı da izledim.
MÜSLÜMAN’IN EKSENİ
İhsan Eliaçık’a göre bir insanın gerçekten Müslüman olup olmadığı şu üç eksen üzerinden anlaşılabilir: Mülk, adalet ve velayet.
İhsan Eliaçık, kelime-i şahadetin eksik söylendiğini, bilinen ifadenin önündeki “Lehül mülkü” yani “mülk Allah’ındır” ifadesinin söylenmediğini belirtiyor. Aydınlık okurları anımsamıştır; Eren Erdem de daha önce bu konuyu gündeme getirmişti.
Eliaçık, özel mülkün olamayacağını, çünkü tüm mülkün Allah’a ait olduğunu belirtiyor. Hoca’ya göre maddenin yaratıcısı Allah’tır, insan ise sadece maddeyi işleyebilir. İşte o işleme durumu alın teridir, emektir; insanın “sahip” olabilecekleri bunlardır.
İhsan Hoca, ardından adalet ve velayet eksenlerini de dinleyicilere aktardı. İlgiyle izlenen konferansın ardından görüldü ki, kendisini İslamcı parti olarak sunan ve muhafazakar demokrat olarak niteleyen AKP iktidarı, her üç eksene göre de sınıfta kalıyordu!
TÜRKÇE KURAN
Konferansın ardında gelen çok sayıda soruya, İhsan Eliaçık çarpıcı yorumlarla yanıt verdi. Örneğin Türkçe dua konusunda ilginç bir olay anlattı…
Eliaçık ölen bir arkadaşının cenazesinde Yasin’i mezara değil, mezarın etrafındakilere okumuş. Hoca’ya göre ölen artık duayı duymayacak, dua o nedenle mezarın etrafındakileri ilgilendirir. Ancak Hoca Yasin’i Arapça değil Türkçe okumuş, insanlar anlasın diye.
Bitirip gitmeye hazırlanınca cenazenin sahipleri itiraz etmiş, “Yasin okumadan nereye” diye kızmışlar.
CAMİLER NASIL BOZULDU?
Hoca’nın günümüz Camilerine de itirazı var. Nedeni önemli…
Hoca, Salat’ın120 yerde yardımlaşma ve dayanışma, 10 yerde ise namaz anlamında olmak üzere Kuran’da 130 yerde geçtiğini söylüyor. Dolayısıyla Hoca, Camilerde hem ibadetin hem de sosyal dayanışmanın olması gerektiğini, Peygamber’in mescidinin tam da böyle olduğunu belirtiyor.
Oysa Hoca, günümüz Camilerinde insanların sadece namaz kıldığını, yan yana duranların bırakın paylaşıp dayanışmayı, hiç konuşmadıklarını söylüyor. Çünkü Camileri, toplanma yerinden çıkarıp, tapınma yerine çevirdiler.
YÜZDE 70 CEMEVİ, YÜZDE 30 CAMİ
İhsan Eliaçık’ın en çarpıcı sözleri ise “Peygamber’in mescidinin, yüzde 70 Cemevi’ne, yüzde 30 Cami’ye benzediğini” söylemesi oldu…
Hoca Cemevi’nde sohbetin, cemin, deyişlerin, kadın ve erkeklerin yan yana olmasını, Salat’ın Kuran’da daha çok geçen dayanışma anlamında görüyor; bu nedenle de Peygamber’in mescidinin, Cami’den çok Cemevi’ne benzediğini belirtiyor.
BİR HIRKA, BİR LOKMA
Konferansın ardından İhsan Eliaçık ve Merdan Yanardağ ile birlikte, şenlik kapsamında yapılan Dolunay Platformu’nun şiir ve türkü etkinliğine katıldık.
Konu türkü olunca, İhsan Eliaçık mülk konusuna Neşet Ertaş’tan örnek verdi; Ertaş’ın ölümünün ardından bu köşede de yayınladığımız şu sözlerini anımsattı: “Bugün son ekmeğini yiyip ölmeli, artan bir şey kalmamalı. Eğer ben öldüğümde bir çuval unum kalmışsa, ben suç işledim demektir.”
Halk ozanı Neşet Ertaş, “bir hırka, bir lokma” diyerek yaşayabilenler mertebesine ulaşmıştı…
KANLI PAZAR’DAN 1 MAYIS’A
İhsan Eliaçık ve arkadaşları biliyorsunuz geçen 1 Mayıs’ta Taksim’e çıkmışlardı… Bu konuyu konuşurken, Hoca İslamcılarımızın tarihi açısından çok önemli bir şey aktardı:
İhsan Hoca ve arkadaşları Fatih Cami’sinde namazlarını kılmışlar ve Hoca şöyle seslenmiş insanlara: “Namazımızı kıldık, şimdi tıpkı 40 yıl önce olduğu gibi yine Taksim’e yürüyeceğiz… Ama bu sefer şu farkla… 40 yıl önce buradan çıkıp 6. Filo’ya karşı olan Deniz Gezmiş ve arkadaşlarına saldırmışlardı… Biz ise Deniz Gezmiş’in fotoğraflarını taşıyanlarla yan yana durmaya gideceğiz.”
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
15 Ekim 2012
NEŞET ERTAŞ: EZİLENLERİN FERYADI
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 26/09/2012
Büyük Usta Neşet Ertaş’ı yitirdik dün…
Kimimiz onu Türkü Baba, kimimiz de Bozkırın Tezenesi diye bildik. Ama her şeyden önce bir Kırşehir Abdal’ıydı o…
Abdal’dı, yani mazlumun yanında, zalimin karşısındaydı…
Sarı Saltuk’ların, Baba İshak’ların günümüzdeki temsilcilerindendi…
Türkülerinde “zorbalık eyleyip yanlışa sapma, tepeden bakarak konuşma boşa” demesi Abdal’lığındandı…
Nasreddin Hoca’nın hemşerisiydi…
Hoca’ya softa diyenlere kızar ve “Nasreddin Hoca softa değildir. Bizdendir, o da Bektaşi’dir” derdi…
‘EŞİT OLSUN SANA BANA’
Yaşamı yoksullukla, gurbet ve ayrılıklarla doluydu…
Daha çocukluğunda tanışmıştı ayrımcılıkla, dışlanmışlıkla: “İşte ‘insanlar topraktan, Abdallar fışkıdan yaratılmıştır’ diye bizi aşağılıyorlardı.”
“Dünya cennettir insana, eşit olsun sana bana” sözleriyle özetlediği yaşam felsefesi o günlerin izini taşır…
O kadar eşitlikçidir ki, yıllar sonra devlet sanatçısı yapılmak istendiğinde karşı çıkmış ve “ayrımcılık bu” diyerek Süleyman Demirel’in teklifini reddetmiştir.
BİR ÇUVAL UN BIRAKMADAN GİTTİ
Neşet Ertaş’ı Neşet Ertaş yapan sadece türküleri, bozlakları değil, erdemli yaşayışıdır.
Ki o ölümsüz bozlaklar, erdemli yaşamın sonucudur aslında…
Büyük Usta’nın, şu sözleri işte o erdemli sanatçıyı özetler: “Namerde muhtaç olmayacak ve ömrünü tamamlayacak şekilde bir ekmek parası lazım. Bunun fazlası, fazladır. İnsan tam ömre göre ölçmeli onu. Bugün son ekmeğini yiyip ölmeli, artan bir şey kalmamalı. Eğer ben öldüğümde bir çuval unum kalmışsa, ben suç işledim demektir.”
‘BU BENİM’ DİYEMEYENLER
Babadan alınan bir erdemdir bu…
Nitekim Neşet Ertaş, babası, ustası Muharrem Ertaş’ı şöyle tarif ediyor: “Babam hiçbir türküsüne sahip çıkmamıştır, halk adına söylemiştir. Yani hiçbir şeye ‘bu benim’ dememiştir babam.”
‘Bu benim’ diyemeyen bir babanın evladı olarak Neşet Ertaş, hep yoksulun yanında olmuştur, gözleri önce yoksulu görmüştür: “Nere gittimse ben, öyle fiyakalıları değil, ayakkabısının altı yırtık olanı görürdüm yürürken.”
BOZLAK İSYANDIR
Neşet Ertaş, babasını aşamadığını söyler hep…
Oysa aşmıştır, “aşamadım” derken hem de…
Büyük Usta’dır, usta müzisyendir…
Neşet Usta, Almanya’da, Belçika’da, Hollanda’da Avrupalı müzisyenlere bozlak konserleri vermiştir. Hem de mikrofonsuz… Avrupalılar onu “gözlerini yumarak, kıpırdamadan” dinlemişlerdir.
Cem Karaca, Neşet Ertaş’ın ustalığını şu sözleriyle vurgulamıştır: “O bizim milli caz sanatçımızdır.”
Büyük Usta, Musa Ağacık’a verdiği röportajda şöyle tarif etmiştir Bozlak’ı: “Bozlak bir feryattır Musa gardaş. Feryadın bir başka anlamı da derdini isyan ediyor. Bizimki ezikliğin feryadı…”
Ve dün son defa isyan etti ve gitti Usta…
“Son ekmeğini yedi ve bir çuval un” yerine “Avrupa kurban olsun kara kaşına” diyerek ve Açma Zülüflerin’i, Zahidem’i, Gönül Dağı’nı, Mühür Gözlüm’ü, Gayrı Dayanamam’ı, Yalan Dünya’yı bize bırakarak gitti Usta…
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
26 Eylül 2012