Mehmet Ali Güller

This user hasn't shared any biographical information

Homepage: https://mehmetaliguller.wordpress.com

Xi-Putin zirvesinin sonuçları

Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin ile Çin Halk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Xi Jinping zirvesinden, tarihi önemdeki “Yeni Dönemde Kapsamlı Stratejik İşbirliği Ortaklığının Derinleştirilmesi Ortak Bildirisi” çıktı.

Bugün bu ortak bildiriyi inceleyelim:

Tehdit: ABD

Bildiri, öncelikle bir tehdit değerlendirmesi yapıyor. Sadece iki ülkeyi değil, tün dünyayı tehdit eden kuvvetin ABD olduğunu saptıyor. 

İki lider, ABD’nin, “askeri üstünlük için stratejik dengeyi bozmaya çalıştığını” belirtiyor. Özellikle ABD’nin bunu “küresel füze savunma sistemi kurma” çabasıyla yerine getirmeye çalıştığına dikkat çekiyor. 

ABD özellikle son dönemde Pasifik bölgesini hedef alan askeri hamleler başlatmıştı. Konuyu 13 Nisan 2024’te bu köşede “ABD Asya-Pasifik’i askeleştiriyor” başlığı altında işlemiştik: ABD’nin çeşitli ülkelerle ikili askeri işbirlikleri, Japonya’yla “ortak komuta yapısı” kurma adımı, Japonya ve Avustralya ile “ortak hava ve füze savunma ağı” kurma çabası, üçlü askeri tatbikatlar, USARPAC Komutanı Charles Flynn’in “bölgeye orta menzilli füze yerleştireceklerini” açıklaması vb.

Özetle ABD Çin’le hesaplaşmaya hazırlık olarak Pasifik’i askerileştiriyor, silahlandırıyor, cephe inşa ediyor.

Küresel Güney’in birliği ve gücü

Ortak bildiri ve liderlerin açıklamaları, bu tehdidin panzehirinin “çok kutupluluk” olduğuna işaret ediyor. 

Xi Jinping ortak basın toplantısında, “Dünyanın çok kutupluluğa yönelik genel tarihi eğilimi izlemesi ortak stratejik tercihimiz” diyerek Çin ve Rusya’nın ortak hedefine işaret etti.

Kuşkusuz bunda yeni bir şey yok, iki lider de hem daha önceki ortak bildirilerinde, hem de tek tek açıklamalarında bu hedefi defalarca ilan etmişlerdi. Ancak bu seferki yeni ve çok önemli vurgu şu: Xi Jinping, Çin ve Rusya’nın “Küresel Güney’in birliğini ve gücünü tesis edeceğini” ilan etti.

BRICS’in rolü artacak

Peki zaten inşa olmakta olan “çok kutupluluğa” hangi mekanizmalarla ilerlenecek? Ya da Küresel Güney’in birliği ve gücü hangi mekanizmalarla tesis edilecek?

Putin’in önceki yazımda incelediğim Xinhua söyleşisinde de BRICS’e yeni dönemde özel bir rol verileceğine işaret ediliyordu. Nitekim Xi ve Putin’in ortak bildirisinden de o yönde kararlar çıktı.

– BRICS’in küresel meselelerdeki rolü artırılacak.

– BRICS, küresel gündemin şekillendirilmesine katkıda bulunacak.

– BRICS + platformu geliştirilecek.

– BRICS, küresel ticarette dolar yerine ulusal para birimlerinin kullanımını teşvik edecek.

Ortak bildiriye göre çok kutupluluk hedefine ilerlemede yararlanılacak diğer araçlar ise Avrasya Ekonomik Birliği ile Kuşak ve Yol İnisiyatifi. Ancak daha önemlisi, ortak bildiride bu iki mekanizmanın entegrasyonu hedefleniyor!

IMF’den ABD’ye tavsiye/uyarı

ABD’nin Çin ve Rusya’nın inşa etmekte olduğu Xi’nin ifadesiyle “yüksek karakterli ortaklık”tan ne kadar rahatsız olduğu ortada. Tam bu süreçte ticaret savaşı kapsamında Çin’e yönelik yeni yaptırım ve tarife yükseltme kararı alması buna işaret ediyor. 

Ama daha önemlisi ise IMF’nin bu ABD hamlesine karşı yaptığı açıklamaydı. IMF Sözcüsü Julie Kozack, 1) ABD’nin Çin’den ithal edilen ürünlere tarife artırmasının açık kapı politikasına aykırı olduğunu, 2) ABD’nin açık ticaret politikalarını sürdürmesinin ülkeye daha iyi hizmet edeceğini ve 3) ABD ile Çin’in ticari gerilimleri çözmek için birlikte çalışması gerektiğini “tavsiye” etti.

IMF’den ABD’ye tavsiye/uyarı gelmesi bile dünyanın değişmekte olduğu gerçeğine işaret etmeye tek başına yeter aslında…

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
18 Mayıs 2024

, , , , , ,

2 Yorum

Mao-Stalin’den Xi-Putin’e

Yeniden seçilen Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin ilk yurtdışı ziyaretini Çin’e yapıyor. Nitekim yeniden seçilen Çin Halk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Xi Jinping de ilk yurtdışı ziyaretini Rusya’ya yapmıştı. 

Türkiye’de seçilenlerin ilk yurtdışı ziyaretini KKTC’ye yapması gibi örneklerden de görüleceği üzere, dünyada seçilenlerin ilk yurtdışı ziyaretini nereye yaptığı, ilişkilerinin derinliğini anlamak bakımından kritik önemdedir. 

Gücün yeniden dağılımı

Xi ve Putin’in karşılıklı ilk ziyaretleri bana Frederick Kempe’nin saptamasını anımsattı. ABD’nin ünlü düşünce merkezlerinden Atlantik Konseyi’nin başkanı Kempe, Xi ve Putin’in 2022’deki o çok önemli “ortak bildirisini” analiz ettiği CNBC’deki yazısında, ikilinin “Mao ve Stalin’in ortaklığını aştığını” belirtmişti. 

Kempe, o analizinde, Xi ve Putin’in ortak bildirisiyle “dünyada gücün yeniden dağılımına yönelik bir eğilimin ortaya çıktığını ilan ettiklerini” belirtmişti. 

İşte o süreçteyiz: İki lider adım adım çok kutuplu dünyanın yeni düzenini inşa ediyorlar. 

Çin ve Rusya’nın dedolarizasyonu

Putin, ziyareti öncesinde Çin’in Xinhua haber ajansının sorularına verdiği yanıtta yeni düzene işaret ediyor. “Adil bir çok kutuplu dünya düzeni inşa etmek için dış politika koordinasyonunu güçlendirmeye çalıştıklarını” ve “küresel yönetişim sisteminin reforme edilmesine katkıda bulunduklarını” belirtiyor.

Putin’in de ifade ettiği üzere, iki ülke, ilişkilerini “kapsamlı stratejik koordinasyon ortaklığı” olarak tanımlıyor. Zira Çin Halk Cumhuriyeti, ilkesel olarak Soğuk Savaş sürecine ait ilişki tanımlarına karşı çıkıyor; ittifak vb kavramları kullanmıyor.

Çin-Rusya ilişkilerinin bu derinliği, elbette ticaretlerine de yansıyor. Putin’in Xinhua söyleşisinde açıkladığı verilere göre, iki ülke beş yılda ticaretlerini ikiye katlamış durumdalar: 2019’da 111 milyar dolar olan ticaret hacmi, 2023’te 228 milyar dolara çıkmış durumda. 

“Yeni düzeni” ve dedolarizasyonu anlamak bakımından da belirtelim: Putin ikili ticaretin yüzde 90’ının dolar yerine iki ülkenin ulusal parasıyla olduğunu belirterek, ticaret hacmini bir de o paralar cinsinden açıklıyor: 20 trilyon ruble ya da 1.6 trilyon yuan.

Neo-sömürgeci ABD

Peki neden ve neye karşı yeni düzen? Putin’in yanıtı net: Neo-sömürgeci yöntemlere başvuran ABD’ye ve düzenine karşı… 

Putin, ABD ve müttefiklerini 1) medeniyet ve kültürel çeşitliliklere saygı duymamakla, 2) diğer uluslara kimlerle ilişkili kuracakları ya da kesecekleri konusunda baskı yapmakla, 3) diğer ulusların kendi kalkınma modellerini seçmelerine karşı çıkmakla, 4) diğer ülkelerin egemen çıkarlarını göz ardı etmekle, 5) diğer devletler pahasına refahlarını sağlamaya çalışmakla ve 6) bu amaçla neo-sömürge yöntemlere başvurmakla suçluyor.

Yeni düzenin aracı: BRICS

Putin’in Xinhua söyleşisinde “yeni düzen” inşasının aracı olarak önemle işaret ettiği platform ise BRICS…

Putin, birincisi,  BRICS’in “uluslararası ilişkilerin daha demokratik, istikrarlı ve adil bir mimarisini teşvik edebilmesi” için kapasitesini geliştirmeye ve küresel ilişkilerde görünürlüğünü artırmaya çalıştıklarını söylüyor.

Putin, ikincisi Küresel Güney ve Doğu ülkelerinin, BRICS’i seslerini daha iyi duyurabilecekleri ve dikkate alınmalarını sağlayacakları bir platform olarak gördüklerini ifade ediyor.

Bitirirken “çok kutupluluk ne işe yarar” sorusuna BRICS üzerinden yanıt verelim: İlk kez BRICS üyesi Güney Afrika İsrail’i soykırımcı diye suçlayarak Uluslararası Adalet Divanı’na dava açtı. Ve Divan, ABD baskısını dengeleyebilen BRICS’in gücünün etkisiyle davayı kabul edebildi.

İşte “neo-sömürgecilerin düzeni” böyle böyle değişiyor…

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
16 Mayıs 2024

, ,

1 Yorum

Barış içinde birarada yaşamanın ilkeleri 70 yıldır güncel

Birleşmiş Milletler (BM), 8 Aralık 2017 tarihinde aldığı kararla, 16 Mayıs’ı Uluslararası Barış İçinde Birlikte Yaşama Günü olarak kabul etmişti. 

365 gün içinde neden mi 16 Mayıs?

Çünkü 16 Mayıs 1954’te, Çin halk Cumhuriyeti Başbakanı Zhou Enlai, ünlü “Barış İçinde Birarada Yaşamanın Beş İlkesi”ni açıklamıştı. 

Barışçı bir uluslararası düzenin ilkelerinin ilan edildiği gün, yani 16 Mayıs, elbette Uluslararası Barış İçinde Birlikte Yaşama Günü’ne en yakışan gündür. 

Çin önerdi, Bağlantısızlar Hareketi sahiplendi

Zhou Enlai’nin dünyaya duyurduğu beş ilke şunlardı:

– Egemenliğe ve toprak bütünlüğüne karşılıklı saygı.

– Saldırmazlık.

– Birbirlerinin iç işlerine karışmama. 

– Eşitlik ve karşılıklı yarar.

– Barış içinde birarada yaşama. 

Bu ilkeler bir yıl sonra, 18-24 Nisan 1955’te Endonezya’nın Bandung kentinde toplanan Bağlantısızlar Hareketi’nin de prensipleri haline geldi. 

Soğuk Savaş’a karşı dünya barışını savunan ve beş ilkeye uyulması halinde barış içinde birarada yaşanabileceğini savunan Çin, Hindistan, Endonezya, Mısır ve Yugoslavya başta onlarca ülke, Soğuk Savaş dünyasına karşı alternatif bir dünya oluşturmaya çalıştı: Nispeten başarılı oldu ve etkisini günümüze kadar sürdürdü.

ABD, atom bombası atarak barışı önledi

II. Dünya Savaşı’nın sona ermekte oluşu, fiilen dünyayı barışa götürecek koşulların da gelmekte olduğunun habercisiydi. Ancak ABD daha savaşın sonunda Japonya’ya attığı atom bombasıyla barışı önleyen ülke oldu. Bombayı Japonya’ya atmıştı ama mesajı SSCB’ydi. Böylece 45 yıl sürecek Soğuk Savaş başladı. 

Ancak Soğuk Savaş, yeni bir savaş potansiyeli de taşıyordu. Nitekim iki süper gücü karşı karşıya getiren bazı krizler de oldu. İşte Bağlantısızlar Hareketi’nin Barış İçinde Birarada Yaşama ilkeleri bu nedenle dünya için kritik önemdeydi. 

Nitekim Bağlantısızlar Hareketi iki süper gücü nispeten dengelemeye de çalışmış oldu. 

Yugoslavya’ya saldıran ABD barışı bozdu

SSCB’nin dağılması, dünyanın bir kesiminde yeniden barış umudu doğurdu. Varşova Paktı dağıldığına göre NATO da dağılacak, askeri paktların olmadığı dünya daha güvenli olacaktı!

Bu elbette mümkün değildi, çünkü emperyalist ABD tersine dünyayı sömürebilmek için daha iyi şartlara kavuştuğunu düşünüyordu. Böylece ABD bir kez daha barışı bozmaya yöneldi. 

Yugoslavya’yı parçalayarak Avrupa’nın güvenlik mimarisini kendi çıkarlarına göre inşaya soyundu, NATO’yu Doğu Avrupa’da genişleterek Rusya’yı geriletmeye çalıştı, ardından Afganistan’ı ve Irak’ı işgal etti, sonrasında da Libya ve Suriye’ye saldırdı. 

ABD tüm bu yıllar içinde Ortadoğu’daki ileri karakolu olan İsrail’i kollayarak, Filistin’deki savaşın da sponsorluğunu yapmış oldu. Ve elbette yine tüm bu yıllar içinde askeri darbelerle, renkli devrimlerle/darbelerle, siyasi cinayetlerle pek çok ülkenin rejimini hedef aldı. 

Çin’den Ukrayna-Rusya ve İsrail-Filistin sorunlarına çözüm önerileri

Bugün hem Ukrayna’da hem de Ortadoğu’da yaşanan savaşların fiili tarafı durumundaki ABD, Çin’i “baş rakip”, Rusya’yı “yakın tehdit” ilan ederek ve ticaret savaşlarından özel askeri operasyonlara uzanan bir dizi hamle yaparak, dünya barışını hedef almaktadır. 

İşte bu koşullarda Barış İçinde Birarada Yaşamanın Beş İlkesi dünya halkları için dünden daha önemli hale gelmiştir. 

Çin Halk Cumhuriyeti’nin mevcut yönetimi, Zhou Enlai’nin açıkladığı temel ilkeleri zemin kabul ederek, bugün ABD’nin tarafı olduğu savaşlara karşı barışı inşa etmeye çalışıyor. O temel prensiplere ek olarak son yıllarda açıkladığı Küresel Kalkınma Girişimi, Küresel Güvenlik Girişimi ve Küresel Medeniyet Girişimi ile barışı arıyor.

Çin’in Mart 2023’te Suudi Arabistan ile İran barışına arabuluculuk yapması, hem barış masası kurabilme yeteneğini ortaya koymuş hem de dünyanın önüne başarılı bir örnek getirmiştir. 

Bugün Çin iki cephede birden barışı zorlamaktadır; hem Ukrayna-Rusya savaşı için hem de tarihsel İsrail-Filistin sorununa çözüm için ortaya koyduğu temel ilkelerin kökleri, 70 yıl önce açıklanan Barış İçinde Birarada Yaşamanın ilkelerindedir.

16 Mayıs Uluslararası Barış İçinde Birlikte Yaşama Günümüz kutlu olsun, 16 Mayıs ruhu barışı zorlasın…

Mehmet Ali Güller
CGTN Türk
14 Mayıs 2024

1 Yorum

Hem Amerikancı hem İsrail karşıtı olunmaz

İsrail’in Gazze’deki soykırımı ABD’ye bile yük olmuş durumda. Öyle ki içerideki tepki nedeniyle Biden hükümeti İsrail “karşıtı” bazı adımlar attı: Örneğin -sonuca etkisi olmasa da- açıktan İsrail’in Refah saldırısına karşı çıktı. Örneğin İsrail’e karşı “kısmi” silah ambargosuna gidiyor. Örneğin Dışişleri raporunda İsrail’i hedef alan ifadeler var.

Ancak ABD yine de İsrail’i desteklemeyi ve yalnızlaşmaya gitse bile BM platformunda korumayı sürdürüyor. Peki neden?

Netanyahu Biden’ı neden dinlemiyor?

Sorumuzu şöyle de sorabiliriz: ABD açıktan İsrail’in Refah saldırısına karşı çıktığı halde Netanyahu hükümeti ABD’yi dinlemeyerek nasıl saldırıya başlayabiliyor? Bu sorunun dört yanıtı var: 

1) Netanyahu, başkanı ne derse desin ABD’nin son tahlilde Ortadoğu’daki çıkarları gereği İsrail’i savunacağını biliyor.

2) ABD’de seçim yılı ve İsrail’e destek konusunda daha agresif politikalar izleyebilecek Trump’un yeniden başkan olması olası. Netanyahu bu nedenle ABD iç politikasına ve zamana oynuyor. 

3) ABD başkanlık seçimleri demokratik bir seçim değildir; gerçekte en çok reklam fonunu kim buluyorsa o aday oluyor ve seçiliyor. Fon konusunda Yahudi lobisinin önemli bir etkisi var ve Netanyahu Kasım seçimi öncesinde bu karta dayanıyor. 

4) Biden yönetiminin Refah itirazı, net bir itiraz değil zaten. Biden hem Amerikan kamuoyunun İsrail’e tepkisini hem de İsrail’e sırt dönmenin ABD içindeki maliyetini hesaplayarak denge kurmaya çalışıyor.

Herlz’in işaret ettiği ileri karakol

Sıraladığımız dört nedenin üçü ABD iç politikasını ilgilendiriyor ama işaret ettiğimiz ilk neden hem dış politikayı ilgilendiriyor hem de stratejik düzlemde öneme sahip. 

Bu konuda kapsamlı analize gerek yok. Joe Biden, İsrail’in ABD için ne ifade ettiğini çok yalın ve çarpıcı bir şekilde zaten açıklamıştı: “Eğer İsrail olmasaydı, ABD bölgede kendi çıkarlarını korumak için bir İsrail yaratmak zorunda kalacaktı.” İsrail’in ABD için Ortadoğu’da “ileri karakol” olduğunu savunan Biden bu saptamasını senatör iken 1986’da yapmıştı ama başkan olarak 7 Ekim’den sonra da teyit etti. 

Aslında “ileri karakol” lafını doğrudan kullanan bir başka isim zaten var: Siyasal Siyonizmin kurucusu, örgütçüsü ve İsrail devleti hedefinin mimarı olan Theodor Herzl, daha yola çıkarken Yahudi devletinin misyonunu “ileri karakol” olarak ilan etmişti. Ünlü Der Judenstaat (Yahudi Devleti) kitabında aynen şöyle diyordu: “Avrupa için biz, orada (Filistin) Asya’ya karşı korunma duvarının bir parçası, barbarlığa karşı uygarlığın ileri karakolu olabiliriz.” (Walter Hollstein, Filistin Sorunu, Yücel Yayınları, 1975, s. 69)

Küresel Güney faktörü

1917 Balfour Deklarasyonu ile hızlanan süreç, emperyalist İngiltere açısından 20. yüzyılın başında ne anlam ifade ediyorsa, II. Dünya Savaşı’nın ardından Ortadoğu’yu İngiltere’den “devralan” emperyalist ABD açısından da o anlamı ifade ediyordu. İsrail emperyalist İngiltere için de emperyalist ABD için de Ortadoğu’daki çıkarlarının ileri karakoldur. 

Öyle olduğu için de ABD, Balfour Deklarasyonundan henüz 5 yıl sonra, 21 Eylül 1922 tarihinde Amerikan Kongresi’nin aldığı kararla Filistin’de bir Yahudi yurdu kurulmasını kabul etmiştir. Ardından 3 Aralık 1924 tarihinde İngiltere’nin Filistin üzerindeki mandasını tanıyan Amerika, İngiltere ile bununla ilgili bir anlaşma da imzalamıştır. Bu anlaşmanın 7. maddesi, İngiltere’nin manda rejiminde uyguladığı tüm kararları ABD’nin onayına sunmasını, dolayısıyla ABD’nin bundan sonra Filistin’de yaşanacak her türlü gelişmede söz sahibi olmasını içeriyordu. (Fahir Armaoğlu, Filistin Meselesi ve Arap-İsrail Savaşları, Kronik, 1994, s.37)

Dolayısıyla emperyalist ABD için İsrail mutlaka korunması gereken bir karakoldur. Buradan hem Araplar hem de bölge ülkeleri için çıkacak sonuç ise şudur: İsrail’e geri adım attırabilmenin yolu ABD’ye karşı tutum almaktan geçer. 75 yıldır sonuç alınamamasının nedeni budur: Amerikancılık yaparak sahici bir İsrail karşıtlığı sürdürebilmek olası değildir. 

Neyse ki şimdi bu açığı yükselen Küresel Güney kapatıyor. 

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
13 Mayıs 2024

, , , , ,

1 Yorum

Filistin kazanıyor

7 Ekim 2023’ten bu yana önemle vurguluyorum: Asırlık İsrail-Filistin sorununun 7 Ekim 2023’te ortaya çıkan yeni aşamasını ve savaşı, atılan bomba sayısı ya da ölü sayısı ile ölçmek yanıltıcıdır. Çünkü Filistinliler, devletlerine kavuşabilmek için zaten “son Filistinli kalana kadar direnişi” seçmiştir.

Öyle olduğu için de Gazze’nin dümdüz edilmesine ve Gazze’de ölen Filistinlilerin sayısına bakarak “İsrail kazandı, Filistin kaybediyor” sonucu çıkarmak yanıltıcıdır; “İsrail kaybediyor, Filistin kazanıyor” sonucu ise şu nedenlerle doğrusudur: 

Adım adım Filistin devleti

7 Ekim’den önce “Filistin devleti” konusu unutturulmuştu, “iki devletli çözüm” Aksa Tufanı ile küllerinden doğdu.

Son olarak AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi Josep Borrell tarih vererek duyurdu: “İspanya, İrlanda ve bazı AB ülkeleri 21 Mayıs’ta Filistin’i devlet olarak tanıyacak.”

Çok kutuplu dünya şartlarında ve Küresel Güney’in basıncıyla başlayan dalga Avrupa’ya kadar ulaştı. Bu dalga önünde sonunda ABD’yi bu gerçeğe mecbur edecektir. ABD BM’de Filistin’in tanınmasını ne kadar veto ederse etsin, ne kadar geciktirirse geciktirsin, en sonunda tanımaya mecbur olacaktır. 

Dolayısıyla Filistinlilerin bu temel hedefi açısından bakılınca, son tahlilde kazanmakta olan Filistin’dir.

İsrail kaybediyor 

Ve İsrail de kaybetmektedir. Çünkü: 

1) Geçen yüzyılda Hitler faşizminin zulmüne uğrayan, Nazilerin soykırımına uğrayan bir halkın devleti, ne vahim ki bu yüzyılda Gazze’de soykırım yapmaktadır. ABD Uluslararası Adalet Divanı’ndan İsrail’i soykırımcı ilan eden kararın çıkmasını ne kadar engellemeye çalışırsa çalışsın, dünya nezdinde İsrail devleti artık soykırımcıdır. 

2) Aksa Tufanı’nın Netanyahu’ya cansuyu olduğu savunuluyordu. Tersine savaşın ortasında bile İsraillilerin yarısı tarafından istenmeyen ve meydanlarda, konutunun önünde sürekli protesto edilen bir siyasetçi konumuna geriledi. Siyasi ömrünü çoktan tamamlamış ve İsrail siyasi tarihine kara bir leke olarak geçmiş durumda. Cesedinin kaldırılması an meselesi… 

3) Bir yandan da İsrail mahkemesi, savaşın ortasında bile Netanyahu’yla ilgili davayı sürdürme kararı aldı. 

4) Diğer yandan Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) Netanyahu hakkında tutuklama emri çıkarması bekleniyor. ABD’li 12 Senatör, bu kararı engelleyebilmek için işi UCM görevlilerini bir mektupla tehdit etmeye kadar vardırdılar. 

5) Kolombiya başta bazı ülkeler İsrail’le diplomatik ilişkilerini kestiler. AKP hükümeti bile kamuoyu baskısı nedeniyle aylar sonra İsrail’le ticareti kesmek zorunda kaldı. Kısacası İsrail dünyada gittikçe yalnızlaşıyor.

Yeni Ortadoğu düzeni

Avrupa’da 21 Mayıs’ta İspanya ve İrlanda ile başlayacak Filistin’i devlet olarak tanıma dalgası, kısa sürede Belçika, Slovenya, Malta ve Norveç ile yükselecek. 

Bir yandan da Çin Halk Cumhuriyeti, Filistin devletinin tanınmasını kolaylaştırmak üzere “iki parçalılığa” son vermek için, Batı Şeria’yı yöneten El Fetih ile Gazze’yi yöneten Hamas’ı tek bir Filistin Ulusal Otoritesi altında uzlaştırmaya çalışıyor. İki heyetin Çin’in arabuluculuğunda Pekin’de yapılan ilk görüşmesi olumlu geçti. 

Gidişatın “yeni Ortadoğu düzeni”ne evrildiği ortada. ABD bu tablo karşısında iki hamle arayışında:

1) Washington “ABD-Suudi Arabistan-İsrail üçlü anlaşması” ile “ileri karakoluna” güvence arıyor.

2) Irak’tan çekilme baskısı altındaki ABD, devamında Suriye’den de çekilmek zorunda kalacağını biliyor. O nedenle “boşluğunun kim tarafından nasıl doldurulacağı” üzerinde çalışıyor.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
11 Mayıs 2024

, ,

Yorum bırakın

Kavala neyin anahtarı?

AKP-MHP’nin 20 Temmuz darbesi ikliminde siyasi rehineye dönüştürdüğü Osman Kavala, şimdi de dışarıda para musluğunun açılabilmesinin ve içeride de siyaseti yumuşatmanın anahtarı haline getirilmiş durumda.

Bir yandan CHP yönetimi Özel-Erdoğan buluşmasına itirazları “Kavala’yı kurtaracağız” diyerek frenlemeye çalışıyor, bir yandan saray medyadaki kalemleri üzerinden “Kavala’yı bırakmanın siyasi maliyetini ölçme sondajı” yapıyor.

Çünkü konu hem AKP hem de Cumhur ittifakı içinde kırılma yaratacak önemde. Nitekim MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Kavala için “kamçılanan sipariş bir süreç ilerletilmektedir” diyerek tavrını koydu. Bunun ne kadar “kesin tavır” olduğu önümüzdeki süreçte netleşecektir.

Ama güncel siyaset açısından asıl ilginci ise Bahçeli’nin Özgür Özel’e söyledikleriydi: “Neymiş? CHP Genel Başkanı Avrupa Parlamentosu’nu ziyarete gittiğinde saati sorunca ‘sen önce Kavala’yı çıkar’ cevabı almış. Özel’in kolunda saat yok mu?”

İç siyasetin anahtarı

Bu sözlerinden yaklaşık iki saat sonra Bahçeli, Özel’i odasında ağırladı. Böylece Özel, Erdoğan’dan sonra Bahçeli ile de görüşmüş oldu.

Erdoğan’ın “Türkiye’nin yumuşamaya ihtiyacı var” demesinin ardından, ortağı Bahçeli de “Kutuplaşmak yerine kucaklaşmak lazım” dedi. Böylece ortaya şu sonuç çıkmış oldu: CHP 2. partiyken kutuplaşma, 1. partiyken kucaklaşma; 2. partiyken “Özgür efendi”, 1. partiyken “Özgür Bey”; 2. partiyken siyasette sertleşme, 1. partiyken siyasette yumuşama!

Bu bir hafta, önümüzdeki sürecin turnusolü olacak: 1 Mayıs’ta Özel’i Taksim’e sokmayan Erdoğan, 2 Mayıs’ta AKP Genel Merkezi’nde kabul etti. 7 Mayıs’ta Özel’i “dış güçler adına Kavala’yı kurtarma operatörü” ilan eden Bahçeli, iki saat sonra TBMM’deki odasında baş başa görüştü.

Başlıktaki soruya dönersek, böylece Kavala “Türk siyasetini yumuşatmanın” anahtarı haline getirilmiş oluyor.

Para musluğunun anahtarı

Ancak asıl önemlisi Kavala’nın “Batı finans kapitalinin musluğunun açılabilmesinin” anahtarı haline getirilmiş olmasıdır. ErdoğanŞimşek programı, istenilen oranda dış kaynak sağlayamadı. Batı finans kapitali Hazine ve Maliye Bakanı Şimşek’e “önce Kavala” diyor. Erdoğan, Şimşek’in ihtiyacı ve Bahçeli’nin itirazı arasında bir orta yol bulmaya çalışıyor. Saray, Özel’in birinci parti lideri olarak “erken seçim baskısı” uygulamak yerine Erdoğan ve Bahçeli’ye “gitmeyi” kabul eden tutumunu, şimdi o ortak yolu bulmada kolaylaştırıcı yapmaya çalışıyor.

Böylece herkes açısından kazan-kazan durumu oluşacak: Özel tabanına “Erdoğan’la görüştüm ama Kavala’yı da kurtardım” demiş olacak, Şimşek para musluklarını “bir parça” açtırabilmiş olacak, Erdoğan hem ağır ekonomi baskısından hem de birinci partinin erken seçim basıncından kurtulup zaman kazanmış olacak.

Bahçeli mi? AKP’nin gölgesinde olmak dışında seçeneği kalmadığı için günün sonunda ne kaybettiği pek kimsenin umurunda olmayacak.

Siyaset için hukuk

Adı geçen aktörler açısından bir kazan-kazan durumu olsa da ortada büyük bir kayıp var aslında. Aktörlerin siyasi kazanç haneleri dolsun diye hukuk ayaklar altına alınarak Kavala yıllarca içeride rehin tutuldu, şimdi para muslukları açılsın diye serbest bırakılacak. AKP-MHP “batıya boyun eğmeyiz” diyerek AİHM kararlarını uygulamazken, şimdi ABD dolarları için fiilen “ne hukuku” demiş olacaklar.

Devlet adamlığı, ulusal çıkarlar, hukuk, demokrasi, insan hakları… Hepsi “egemen sınıfın” ihtiyaçlarına göre eğilip bükülen aktör ve kavramlardır sonuçta.

Baksanıza, ben bu satırları yazarken, Marmara Üniversitesinde “İlgasının 100. Yılında Hilafet Çalıştayı” yapılıyordu ve açılışını da “Hilafetin İlgasının Tedaileri ve Boşluğu Doldurma Gayretleri” başlıklı konuşmasıyla CHP ve MHP’nin Erdoğan’a karşı cumhurbaşkanı adayı ilan ettikleri Ekmeleddin İhsanoğlu yapıyordu!

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
9 Mayıs 2024

2 Yorum

Çalkantı ve Dönüşüm

Çin Halk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Xi Jinping’in Fransa ziyareti, birkaç bakımdan kritik önemde. Birincisi Fransa AB ve özellikle NATO içinde “özerkçi” bir konumda. İkincisi Fransa, Çin’le ABD’den ayrı ilişki geliştirilmesini savunan Atlantik ülkelerinin başında geliyor. Üçüncüsü Fransa, ABD-İngiltere ikilisinin küresel siyasetlerinden son zamanlarda en fazla zarar gören ülkelerden biri. Dördüncüsü Fransa, AB içinde Almanya’yla liderlik yarışı yapmakta, ancak bu özellikle Ukrayna konusunda aktif tutum alma çabası içinde tehlikeli boyutlar kazanabilmektedir.

Bu dört özellik hem ABD ile Çin rekabetini, hem de bu rekabet eksenli olarak Atlantik dünyası içindeki çelişkileri ortaya koymaktadır. O nedenle Xi Jinping’in Çin-Fransa-AB üçlü zirvesinde yaptığı şu dünya tahlili, bugüne ve daha önemlisi yarına işaret etmektedir: “Dünya yeni bir ‘çalkantı ve dönüşüm’ evresine girdi.

Le Figaro’daki makale

Xi Jinping’in Fransa ziyareti öncesinde ünlü Fransız gazetesi Le Figaro’ya yazdığı makale, dünyanın bu yeni evresinde Çin-Fransa ilişkisinin neden bir anahtar görevi görebileceğine işaret ediyordu aslında…

Xi Jinping, birincisi Fransa başta Avrupa’da bir çok ülkeyle üst düzeyde ilişki geliştireceklerini, ikincisi “küresel barış ve istikrar” için Fransa’yla işbirliğini geliştireceklerini belirtti makalesinde.

Özellikle Almanya Başbakanı Olaf Scholz’un yakın zamandaki Çin ziyaretinin ardından bu kez Çin Cumhurbaşkanı Xi Jingping’in Fransa’yı ziyaret etmesi, ticaret rekabetinden Ukrayna krizine pek çok konuda Beijing-Brüksel hattında geniş bir işbirliği alanının potansiyeline işaret etmektedir.

Ukrayna’da barış, Filistin’de ateşkes

Nitekim Çin Cumhurbaşkanı Xi Jinping, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen arasındaki üçlü zirvede de bu işbirliği alanının önemi ortaya konuldu.

Özetle Xi Jinping Ukrayna’da barış, Filistin’de kapsamlı ateşkes ve iki devletli çözüm ihtiyacına işaret etti.

Xi, Macron ve von der Leyen’e “Ukrayna’da çatışmanın yoğunlaşması ve yayılmasına birlikte karşı çıkmalı, barış görüşmeleri için uygun koşulları yaratarak uluslararası enerji ve gıda güvenliği ile sanayi ve tedarik zincirlerini güvenceye almalıyız” dedi.

Xi Jinping’in İsrail-Filistin sorunu için Fransa ve AB’ye sunduğu çözüm çerçevesini ise dört maddede özetleyebiliriz:

1) Acil görev: Kalıcı ateşkes.

2) Acil öncelik: İnsani yardım.

3) Sorundan çıkışın temel yolu: İki devletli çözüm.

4) Takvim ve yol haritasını belirleme aracı: Uluslararası barış konferansı.

Macron: Avrupa’nın geleceği Çin’le işbirliğine bağlı

Üçü zirvede Macron’un verdiği mesajlar da Xi’nin “çalkantı ve dönüşüm” tahliliyle örtüştü. “Bugün dünya çok sayıda sorunla karşı karşıya ve uluslararası durum kritik bir kırılma noktasında” diyen Macron, bu nedenle “Fransa ve AB’nin her zamankinden daha fazla Çin’le ilişkilerini geliştirmeye ihtiyacı olduğunu” belirtti ve ekledi: “Avrupa’nın geleceği buna bağlı.”

Çok doğru. Bu köşede uzun zamandır ve sıklıkla belirttiğimiz gibi AB’nin ABD’den özerk olabilmesi Çin’le işbirliğini geliştirmesine ve ekonomisini ABD’nin yaptırım baskısından kurtarabilmesinin yolu da ABD’den ayrı Çin’le ilişkilerini sürdürebilmesine bağlıdır. Özetle AB’nin bir küresel merkez olabilmesinin yolu Çin’le ilişkisini nasıl ele alacağına bağlıdır.

Avrupa, Çin’le ilişkisini geliştirirse güçlü bir geleceği, geliştiremezse zayıf geleceği olacaktır.

Çin ve Avrupa işbirliği ise dünyanın “çalkantı ve dönüşüm” evresini daha sorunsuz atlatmasını sağlayacaktır.

Mehmet Ali Güller
CGTN Türk Gazetesi
7 Mayıs 2024

1 Yorum

Erdoğan’ın ‘yumuşama’ taktiği

AKP ve CHP genel başkanlarının 2 Mayıs buluşması, iki genel başkan tarafından da büyük memnuniyetle değerlendiriliyor. Erdoğan buluşmayı “siyasetin ihtiyacı olan yumuşama sürecinin başlangıcı” olarak yorumlarken, Özel de “Türkiye’de demokrasi açısından bir kilometre taşı” diyerek niteledi.

22 yılı bilmeyen biri için bu sözlerin bir inandırıcılığı olabilir ama 22 yıldır siyasette sertliği, kutuplaşmayı, kumpasları, darbe girişimlerini, cumhuriyetin ve laikliğin tasfiyesini, kişiye özel anayasa değişikliklerini, uyulmayan anayasa mahkemesi kararlarını, demokrasinin çoktan inilmiş bir tramvay olduğunu görmüş kişiler için bu nitelemeler elbette anlamsızdır, aldatmacadır.

Erdoğan’ın ihtiyacı

Erdoğan diyor ki: “Özgür Bey’e ilk fırsatta böyle bir ziyaretin karşılığını yapacağımı söyledim. Türkiye’nin, Türk siyasetinin buna ihtiyacı var. Ve ilk fırsatta da bu ziyareti gerçekleştirerek, Türkiye’de siyasetin yumuşama sürecini başlatalım istiyorum. Bu adımı da atacağız.

Bırakın 22 yılı, daha 24 saat önce Anayasa’ya aykırı olarak işçi sınıfına ve CHP Genel Başkanına Taksim’i yasaklamış Erdoğan’ın sözleri bunlar…

22 yılı geçtik, 24 saat önceki tutumuyla örtüşen bir açıklama mı bu? Türk siyasetini bile isteye kutuplaştırmış, o kutuplaştırma üzerinden toplumun yarısını “ötekileştirmiş”, ötekileştirmeyi geçtim, terörist ilan etmiş bir Erdoğan’ın “Türk siyasetinin yumuşamaya ihtiyacı var” demesi gerçekçi mi sizce? Siyaseti başkası mı sertleştirdi?

Türk siyasetinin mi yoksa 31 Mart yenilgisi nedeniyle artık daha çok destek gereken yeni hedeflerin mi ihtiyacı var normalleşmeye, yumuşamaya? Daha net soralım: Erdoğan 22 yıl sonra seçim kaybettiği için ve bu nedenle “yeni anayasa” yapabilmeye ikna edilecek daha çok parti ve siyasi zemin gerektiği için mi “yumuşama süreci” istiyor?

Erdoğan’ın 400 formülü

Erdoğan başarılı bir taktisyen. Tabanı dolayısıyla CHP’nin “Erdoğan anayasası”na ikna edilemeyeceğini bilir. Ama asıl meselesinin CHP’yi ikna etmek olmadığını düşünüyorum. CHP’yi ikna etmeyi değil, “yumuşama sürecinde” CHP’nin “yeni anayasaya” muhalefetini yumuşatmayı, hatta CHP içinde ikilik çıkarmayı istiyor. Daha da somutlarsak, CHP’nin bir anayasa karşıtı cephe inşa etmemesini, sadece kendi adına pozisyon almasını sağlamaya çalışıyor. Böylece TBMM’de yeni anayasa için gerekli 400’ü bulacağını umuyor.

Nasılsa CHP’nin listesinden TBMM’ye girenler, daha kapıya bile varmadan Erdoğan’a “yeni anayasa için pazarlığa açık” olduklarını belirtmişlerdi. Nasılsa TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un DEM ziyaretinde verilen mesajlar “DEM’den anayasa sürecine katılım için yeşil ışık” şeklinde yorumlanıyor.

AKP’nin 268 oyu, AKP’nin küçük ortağı olmak dışında siyasette yeri kalmamış MHP’nin 50 oyu, masadan kalktığı anda erimeye başlamış olan İYİP’in 43 oyu ve taviz karşılığında yeşil ışığı sürdürebilecek DEM’in 61 oyu, ihtiyacı aşarak 422 oya ulaşıyor. 22 yılın bir bölümünde DEM’le, bir bölümünde MHP’yle ittifak kurabilmiş bir Erdoğan’ın ikisinden de aynı anda yararlanıp yararlanamayacağı, kuşkusuz bu denklemin en önemli bilinmeyeni.

Erdoğan’ın istediği zemin

Erdoğanizm, zamanı geldiğinde inilecek demokrasi tramvayında sallanan bir takıye bayrağıdır. Erdoğan o bayrağı sallayarak 22 yıl boyunca kendisine müttefik bulabildi. FETÖ’yü, liberalleri, PKK/HDP’yi, MHP’yi, ulusalcıları dönem dönem  ve sıra sıra kullanabildi.

Hatta bu nedenle Erdoğan’ın 22 yıl boyunca aslında hiçbir zaman tek başına iktidar olamadığını bile söyleyebiliriz. Mutlaka bir kesime dayanarak, bir kesimi kullanarak iktidarını sürdürebildi.

Ve Erdoğan, partisinin birincilikten düştüğü 31 Mart’la birlikte siyasi hayatının en zayıf dönemine girmiş durumda. İşte böylesi bir durumda birinci partinin erken seçim istememesi ve anayasa planına karşı etkili bir cephe inşa etmekten uzak düşürülebilmesi, hatta içinde ikilik çıkması, Erdoğan’ın istediği siyasi zemindir. İşte yumuşama bu zemin içindir. O nedenle demokrasiyi inilecek tramvay gören ve çoktan inmiş biriyle görüşmeyi “demokrasi için kilometre taşı” sanmak, hatadır.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
6 Mayıs 2024

2 Yorum

Taksim yasak, AKP binası serbest

Son siyasi tablo özetle şu sonucu doğurdu: Erdoğan, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’e 1 Mayıs’ta Taksim’i yasakladı, 2 Mayıs’ta AKP Genel Merkezi’ni açtı.

Oysa Özel, kendisinin ortaya attığı Erdoğan’la görüşme isteği yanlışına rağmen, Taksim yasağına tepki olarak 2 Mayıs görüşmesini reddetse, yine de durumu bir parça telafi edebilirdi.

Ancak hata üzerine hata sayesinde, Erdoğan bir ay içinde 31 Mart sonucunun etkisini kamuoyunun bir bölümü üzerinde dengelemeye yönelmiş oldu.

Erdoğan’a baştan elini açma hatası

CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in ilk hatası, 31 Mart sonucunu siyasete uyarlama hatasıydı.

22 yıl sonra AKP ikinci parti konumuna düşmüş, CHP yaklaşık yüzde 38 ile birinci parti olmuştu, bu olağanüstü önemde bir başarıydı. Bu tablonun “en sade” yorumu şuydu: Seçmen fiilen iktidarı muhalefete çekmişti. Erdoğan 10 ay önce anayasaya aykırı olarak üçüncü kez cumhurbaşkanı olmuştu ama 10 ay sonra seçmen, partisini birincilikten indirmişti.

Bu tablo karşısında, birinci parti konumuna yükselmiş bir partinin genel başkanının “erken seçim talebimiz yok” demesi gereksizdi. Ne yazık ki oldu: Özel Erdoğan’a elini baştan açmış ve siyasi tabloyu koz olarak değerlendirmeyeceğini göstermiş oldu.

Yapamayacağı işi yaparım deme hatası

Özel’in ikinci hatası, Erdoğan’la görüşme konusunu kendisinin ortaya atmasıydı. Öyle ki Erdoğan bunu iyi kullanarak “madem çok istiyorsun, gel görüşelim” demiş oldu.

Görüşmeden önceki üçüncü hatasını ise öncesinde ve sonrasında yaptığı hatalarla 1 Mayıs’ta sergiledi. Önce “Türkiye’nin birinci partisiyim, AKP’nin yasağını deler Taksim’e çıkarım” dedi ve partisine, sendikalara ve demokratik kitle örgütlerine “hedef Taksim” dedi. Ama sarayın Unkapanı’ndaki barikatı karşısında geri adım atıp, Taksim’e yürümeye bile çalışmadan geri döndü.

Taksim’e neden yürümediğini de şu sözlerle açıkladı: “Biz şu anda Türkiye’nin birinci partisiyiz. Bunun sorumlulukları var. Polisle itişip kakışmak bana da partime de yakışmazdı.”

Osya siyasetçilerin asıl sorumluluğu, yapamayacağı iş için yaparım dememektir. Çünkü yaparım deyip yapamamak, peşinden gelenleri yarı yolda bırakmak, siyasette büyük zayıflıktır.

Halbuki Özel öncesinde yaptığı görüşmelerden doğru sonuç çıkararak 30 Nisan günü halkı Saraçhane’ye çağırsa, “Taksim’in yanı başından saraya sesleniyorum” diyerek coşkulu 1 Mayıs mitingine vesile olsa, büyük başarı kazanırdı.

Kuvvet kullanma sanatı

Kendisine Taksim yasaklandıktan bir gün sonra AKP Genel Merkezi’nde görüşmeye gidebilmesi ise dördüncü ve daha büyük hatası oldu. Sarayın Özel’e mesajı açıktı: “Seni Taksim’e sokmam ama sen görüşmek istedin diye parti binamda kabul ederim.”

Türkiye’nin birinci partisinin genel başkanının bu duruma düşme hakkı yoktu, ne yazık ki düştü. Erdoğan da böylece bir ay içinde yenilgisini dengelemeye başlamış oldu.

Özel’in görüşmeden önce Erdoğan’a neler söyleyeceğini açıklamış olmasına rağmen görüşme sonrası ne söylediğini kapıda bekleyen gazetecilere açıklamaması, ardından CHP’nin basına “görüşme verimli geçti, mesafe alınacak” mesajı vermesi, belki acemilik olarak yorumlanabilir ancak CHP yöneticilerinin görüşmeyi büyük başarı gibi propaganda etmesi, 31 Mart sonucuna haksızlıktır.

“Erdoğan’ın doğurduğu sorunların Erdoğan’a anlatılmasını” başarı sanmak ve “anlatıldı” diye çözüleceğini ummak, en hafifinden siyasi saflıktır. Erdoğan’ın doğurduğu sorunlar, Erdoğan’a anlatılarak çözülebilseydi, çoktan çözülürdü. Siyasette çözüm aracı kuvvettir, kuvveti doğru kullanabilmektir; sorunlar, hele de sorunun kaynağıyla konuşarak değil, kuvvetli eylemle çözülür. Zaten siyaset kuvvet toplama ve o kuvveti kullanma sanatıdır.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
4 Mayıs 2024

6 Yorum

Anayasa bu kez Erdoğan’a uydurulmamalı

1) Türkiye’nin yeni bir anayasaya ihtiyacı yok, Erdoğan’ın yeni bir anayasaya ihtiyacı var.

2) Mevcut anayasadaki son büyük değişiklik de yine Türkiye’nin ihtiyacıyla değil, Erdoğan’ın ihtiyacıyla yapılmıştı. Çünkü Erdoğan yine anayasaya uymuyordu, Türkiye’yi anayasada belirlenen kurallara aykırı bir şekilde yönetiyordu. Öyle ki MHP Genel Başkanı Devlet BahçeliMadem Erdoğan anayasaya uymuyor, biz anayasayı Erdoğan’a uyduralım” diyerek “Erdoğan için anayasa” yolunu açmıştı.

Yeni rejime anayasallık kazandırma tuzağı

3) Anayasa dün Erdoğan’a uydurulmuş olsa da bugün yine uymamaktadır. O nedenle yine Erdoğan’a uyan bir yeni anayasa yapılmak istenmektedir. Çünkü anayasa, Erdoğan’a başkanlık yolunu sınırlamaktadır. Zaten anayasaya aykırı olarak üçüncü kez cumhurbaşkanı olan Erdoğan, dördüncüsünü zorlayacak güçte değil, partisi artık ikinci parti. Erdoğan o nedenle yeni anayasa ile kendisine yeniden başkanlık yolu açmak istemektedir.

4) Erdoğan, 22 yılın sonunda rejimi yıktı ve inşa etmekte olduğu yeni rejime yasallık, anayasallık kazandırma peşinde. İkincil olarak da bu nedenle yeni anayasa istemektedir.

“12 Eylül Anayasası” aldatmacası

5) Türkiye’nin yeni bir anayasaya ihtiyacı yok, mevcut anayasaya uyan bir iktidara ihtiyacı var.

6) Erdoğan rejimi bir kez daha Taksim Meydanı’nı işçiye, emeğe, demokrasiye yasakladı. Oysa Anayasa Mahkemesi, daha beş ay önce aldığı kararla, Taksim yasağının “Anayasa’nın 34. maddesinin güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının engellenmesi” olduğuna hükmetmiştir.

Erdoğan rejiminin Taksim yasağında ısrarı ideolojiktir, hangi sınıfın sözcüleri olduğuyla ilgilidir. Anımsayın, Erdoğan sürekli uzattıkları OHAL rejimini işçilere karşı kullandıklarını da belirtmişti; patronlara “Bir tane fabrikada grev söz konusu mu? Böyle bir şeyde anında müdahalemizi yapıyoruz. OHAL anında çözüm kaynağı oluyor” diyerek seslenmişti.

Erdoğan Taksim üzerinden sınıfını savunmakta ve Taksim üzerinden işçi sınıfıyla mücadele etmektedir ama Erdoğan aynı zamanda Taksim üzerinden son seçimde yenildiği rakibiyle güç mücadelesi yürütmektedir.

7) 12 Eylül Anayasası, çoğu Erdoğan döneminde olmak üzere değiştirildi. Ancak onca değişikliğe rağmen, YÖK başta 12 Eylül’ün anayasadaki asıl izlerine hiç dokunmadılar. Çünkü AKP de 12 Eylülcüler de son tahlilde Atlantik-neoliberal düzeninin aktörleridir. Bu nedenle “12 Eylül anayasasından kurtulmayı” yeni anayasa ihtiyacına gerekçe yapmaya çalışmaları aldatmacadır.

Anayasa’ya uymayanlarla müzakere edilmez

8) Erdoğan-Bahçeli düzeni anayasa uymamakta, anayasa mahkemesinin kararlarını uygulatmamaktadır. Öyle ki ErdoğanAnayasa Mahkemesi kararına uymuyorum, saygı da duymuyorum” diyebilmekte, Bahçeli ise kararını beğenmediği Anayasa Mahkemesi’nin kapatılmasını isteyebilmektedir.

Dolayısıyla yeni anayasa propaganda ettikleri gibi demokrasinin gereği değildir, tersine bu anlayışa yeni anayasa yaptırtmamak demokrasiyi savunmanın gereğidir.

Sonuç olarak anayasaya uymayanlarla, anayasayı sürekli kendine uydurmaya çalışanlarla, anayasa aykırı bir şekilde işçi sınıfına Taksim’i yasaklayanlarla, Türkiye’nin birinci partisinin genel başkanını Taksim’i sokmayanlarla müzakere edilmez, mücadele edilir!

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
2 Mayıs 2024

1 Yorum