Posts Tagged Yaşar Kemal

ARABESKİN OZANI: MÜSLÜM GÜRSES

1986 yılında, henüz 12 yaşındayken, bir okul çıkışı eve yürürken gördüm ilk kez Müslüm Gürses’i… Bordo renkli, Serçe marka makam aracından inip Kuruköprü’de bir otele giriyordu.

Gördüğüm ilk ünlüydü. O gün, ona dair ilk hatırladığım şey, mahcup ve mütevazı haliydi…

Ona dair son hatırladığım ve hep hatırlayacağım şey de mahcup ve mütevazı hali olacak…

SONRADAN ADANALI

Müslüm Gürses, çoğumuz gibi “sonradan Adanalı”ydı. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan zorunlu nedenlerle, iş için, aş için, yaşayabilmek için ailecek gelenlerdendi…

Hikâyesi bizdendi; Yaşar Kemal’di, Yılmaz Güney’di…

Yolu Adana’dan geçenlerdendi; Abidin Dino gibi, İlhan ve Turhan Selçuk gibi… Demirtaş Ceyhun ve Muzaffer İzgü gibi…

Adana’dan yükselenlerdendi; Şener Şen, Aytaç Arman, Menderes Samancılar gibi… Danyal Topatan, Yılmaz Duru, Bilal İnci gibi…

Adana’da söyleyenlerdendi; Ferdi Tayfur, Hakkı Bulut, Ümit Besen gibi… Nesimi ve Mazlum Çimen gibi… Hem Kani Karaca gibi ama hem de Suna Kan gibi… Mustafa Sağyaşar, Faruk Tınaz, Can Etili gibi… Haluk Levent, Murat Kekilli, Rojin gibi…

Adanaspor’luydu, Adanademirspor’luydu; Fatih Terim gibi, Hasan Şaş gibi… Öyle ki, 4-0 yenikken bile umudunu hiç kaybetmeden çılgınca tezahürat yapan Adana taraftarı, hastanede olduğu şu son aylarda “Müslüm Baba maçı bırakma” pankartı açardı ona…

SİSTEME SIĞMAYAN ADAM

Müslüm Gürses’i önce jiletle özdeşleştirerek küçümsediler, yok etmek istediler, yapamadılar…

Sonra “sistemin içine alıp, eritmek istediler” ama sığdıramadılar…

Çünkü “sonradan Adanalı” olmuştu fakat “sonradan görme” olmamıştı! Almadan vermeyi, çilehanelerde çile çekmeyi öğrenerek büyümüştü…

Adana yazının sıcağında damda yatarken “fezada bir nokta” olduğunu öğrenmişti…

HİÇ BÜYÜK PARASI OLMADI

Pek bilinmez, 1978’de Tarsus yolunda içinde olduğu araç kaza yapar; öldü diye morga kaldırılır! Ancak “itirazım var” der ve yaşama sarılır: Şiddetli baş ağrıları, ağır hareketleri ve konuşması, hatta koku alamaması bile o kazadan kalmıştır…

Çok üretkendir, çıkardığı albüm sayısını kimse bilmez… Gittiği bir ülkede parasız kalınca, orada bile albüm yapar, üstelik çok da satar!

Zaten hep parasızdır; “sonradan Adanalıların” çoğu gibi biriktiremez; oldukça harcar, oldukça verir, oldukça paylaşır ama hiç bilinmez. Çünkü “sonradan Adanalılar” ayıbı bilir!

YOKSULLAR ERKEN ÖLÜR

Önce annesini sonra kardeşini kaybeder… Ki Doğu ve Güneydoğu’dan Adana’ya gelen hemen her ailede benzer bir acı vardır; erken ölümler yoksulluktandır.

Bu nedenle Müslüm Gürses’in müziğinde hep acı vardır; çile, dert, ıstırap vardır ama asla teslimiyet yoktur!

Tersine hep “itirazım var” der, isyan eder! Ne de olsa yolu Halkevi’nden geçmiştir 60’larda…

Yani devrimcidir, “İtirazım var bu zalim kadere, itirazım var bu sonsuz kedere, feleğin cilvesine, hayatın sillesine, dertlerin cümlesine itirazım var” demesi ondandır.

ACI’DAN, VEFA’YA BİR ÖMÜR

Sezen Aksu ya da Bülent Ortaçgil müziğini, onlardan daha çok sevdirecek denli kendine has bir yorumu vardır. Neşet Ertaş’tan da söyler, Teoman’dan da…

Arabeskin ozanı, Mezopotamya’nın cazcısıdır…

Çok satmıştır, liste başları olmuştur ama hep mahcup ve mütevazıdır. Asistanı da, sekreteri de, halkla ilişkiler danışmanı da, menajeri de karısı Muhterem Nur olmuştur çoğu zaman. Üstelik arkadaşı, dostu, yoldaşıdır aynı zamanda…

İlişkilerin hızla tüketildiği, birinin bırakılıp yenisinin hızla alındığı şartlarda Müslüm Gürses severek üretmeyi, sevgide çoğalmayı öğretmiştir dinleyenlerine…

Müslüm Gürses’in sözlüğü A harfindeki Acı ile başlar ama V harfindeki Vefa ile sonlanır! Biz “sonradan Adanalılar”, o nedenle Müslüm (Akbaş) Gürses’i çok sevdik!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
4 Mart 2013

, , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

KİM JONG-İL DİKTATÖR DEĞİLDİ

Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti DHC lideri Kim Jong-İl’in ölümü borsaları düşürmüş. BBC’nin haberine göre, Japonya, Avustralya, Singapur, Çin, Hindistan ve Tayvan borsası gerilemiş.

En büyük düşüş ise yüzde 3,43’le Güney Kore borsasında yaşanmış. Güney Kore’nin parası da yüzde 1,6 değer kaybetmiş.

Sadece Asya borsaları değil, Avrupa borsaları da gerilemiş. Dünya borsaları bu kadar etkilendiğine göre Kore DHC, yazıldığı kadar izole bir ülke değilmiş!

AHMET HAKAN FELEĞİNİ ŞAŞIRDI

İşin ilginci, Kore DHC liderinin ölmesi, önceki gün sosyal medyanın da bir numaralı gündemiydi. Gazetelerin köşe yazarları, yorum üzerine yorum paylaştılar.

Ahmet Hakan, kendi yorumunu dün Hürriyet’te de sürdürdü. Kim Jong-İl’i “azılı bir ceberut, süper bir zorba ve acımasız bir diktatör” diye, Kore DHC’yi de “bir kâbus ülkesi” diye niteleyen Hakan,  ölüm haberi karşısında Kore ahalisinin görüntülerini izleyince “feleğini şaşırmış.”

Ahmet Hakan, görüntüleri şöyle özetlemiş: “Ahali, diktatörün ölümü üzerine öyle bir ağlıyor ki, anasını babasını kaybeden bir insan evladı öyle ağlamaz. (…) Koskoca ülkeden hıçkırık sesleri yükseliyor. O derece yani.”

Görüntüleri analiz etmeye çalışan Hakan, işin içinden çıkamamış. Halkın numara yapmadığını, gerçekten üzüldüğünü belirtmiş ama bir “diktatörün” bu kadar sevilemeyeceğini belirtip, işi psikiyatrlara havale etmiş.

Keşke, soruna bir de başka açıdan bakabilmeyi becerebilseydi ve şu soruyu sorsaydı kendine: “Yoksa Kim Jong-İl, Batı’nın iddia ettiği gibi, aslında diktatör değil mi?” Eminim insani bir rahatlama yaşardı!

Bugün Kemalizm’e saldıranlar, Atatürk’ü diktatör ilan edenler de, bir milletin ona nasıl gözyaşı döktüğünü anlayamıyorlar hâlâ.

ATATÜRK KORKUSU

Atatürk’e de diktatör diyorlar, çünkü Kemalizm’den hâlâ korkuyorlar.

Sabah’tan Emre Aköz, bu korkuyu şöyle ifade etmiş: “1938 Dersim katliamının ‘askeri harekât’ sorumlusu olan Korg. Abdullah Alpdoğan’ın adını taşıyan sokak, Tunceli’nin Hozat İlçesi Belediye Meclisi’nin aldığı kararla Özgürlük Sokağı olmuş. Hozat’tan şehre inen vatandaşlarımız ise Alpdoğan’a harekâtın emirlerini veren Mareşal Fevzi Çakmak’ın adını taşıyan caddeyle karşılaşacak. En yüksek düzeydeki siyasi sorumlunun adı ise zaten dağa taşa yazılmış durumda. Kemalizm’i silmek kolay mı sanıyorsunuz?

Bu öyle bir korku ki, Atatürk’ün muhafız ve tören taburunun 91 yıl sonra TBMM’den çıkarılmasını selamlayan Emre Aköz, Anıtkabir Komutanlığı’nın da lağvedilmesini istemiş!

Neymiş, Anıtkabir’de asker bulunması da “vesayet rejimi” görüntüsüymüş!

Asker dediysek, Kore DHC askerinden, Çin askerinden, Türk askerinden rahatsızlık onlarınki…

FRANSIZ GENERALİ ÖNÜNDE…

Örneğin, hafta sonu, Fransa’nın Yaşar Kemal’e verdiği ödülün takdim törenindeydiler sıra sıra: Mehmet Barlas’tan Derya Sazak’a, Hasan Cemal’den Mehmet Ali Birand’a, Oral Çalışlar’dan İsmet Berkan’a… Askeri vesayete karşı mücadelenin neferleri olan bu meslektaşlarımız, Fransız generalinin karşısında, hiç rahatsız olmadan sıraya geçebilmişler. Nasıl mı?

Fransa, Yaşar Kemal’e 1983 yılında verdiği “Legion d’Honneur” yani “onur lejyonu – komutan” rütbesinin bir üstü olan “Grand Officier” yani “büyük komutan” nişanını da verme kararı almış. Paris, nişanı vermek üzere, törene, Legion d’Honneur Grand Şansölyesi Orgeneral Jean-Louis Georgelin’i göndermiş.

General de, haliyle askeri üniformasıyla nişanı takmış. Anıtkabir’de atasını bekleyen Türk askerine bile tahammül edemeyen bizimkiler ise “Fransa’da sivil yok mu?” diye sormayıp, Fransız askerin usta edebiyatçımıza nişan takmasını alkışlamışlar!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
21 Aralık 2011 

, , , , ,

1 Yorum

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın