Posts Tagged Atatürk
HESAPLAŞMAK
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 08/08/2013
Silivri’de hukukun olmadığı, Ergenekon’un bir dava değil bir tertip olduğu acaba 5 Ağustos’tan sonra anlaşılabildi mi?
Halk bakımından sormuyorum elbette…
Türk halkı en başından beri tertiple ve operasyonlarla ilgili hükmünü vermişti.
Sorum, medya gücünü elinde bulunduran gazetecilere, aydınlara, sanatçılara…
AKP: SİLİVRİ’DE HESAPLAŞTIK
5 Ağustos sonrası hükümet çevrelerinden gelen açıklama ve yorumlar, hâlâ tereddüdü olanlar için artık her şeyi daha net ortaya koymaktadır.
Örneğin Başbakan Erdoğan’ın siyasi başdanışmanı Yalçın Akdoğan olanı “hesaplaşmak” ve “tüm darbelerin hesabının sorulması” diye koyarak, Silivri’de hukukun değil siyasi çarpışmanın olduğunu belirtmiş oldu.
Örneğin AKP’nin operasyonel kalemşorları iki gündür “Ergenekon daha bitmedi” diye yazıyorlar. Açık açık sadece içeridekilerle değil, dışarıdakilerle ve hatta ölüp gidenlerle de hesaplaşacaklarını belirtiyorlar.
Örneğin Başbakan Erdoğan’ın ekonomi danışmanı Yiğit Bulut, Silivri’dekilerin saha elemanı olduğunu, asıl Ergenekon’la, yani ekonomiyi elinde tutanlarla henüz hesaplaşılmadığını yazıyor.
SİLİVRİ’DE TALAT PAŞA, MUSTAFA KEMAL YARGILANDI!
Ve aslında tarihle, Türk tarihiyle, Türk’ün devrimci mücadele tarihiyle hesaplaşıyorlar!
Doğu Perinçek ile birlikte onun şahsında Talat Paşa yargılanıyor!
Tuncay Özkan ile birlikte onun şahsında Namık Kemal yargılanıyor!
İlker Başbuğ ile birlikte onun şahsında Mustafa Kemal yargılanıyor!
Hikmet Çiçek ile birlikte onun şahsında Bahattin Şakir yargılanıyor!
Deniz Yıldırım ile birlikte onun şahsında Hasan Tahsin yargılanıyor!
Silivri’deki kahramanlarla birlikte onlarında şahsında İttihat ve Terakki’nin İngiliz emperyalizmi ve Rus çarlığına direnen devrimcileri, Çanakkale’de şehit düşen Mehmetçikleri, Kurtuluş Savaşı’nda İngiliz ve Fransız emperyalizmine karşı yurdunu savunan milliyetçileri, iç ayaklanmaları bastıran Kemalistleri yargılanıyor!
Silivri’de 275 kahramanla birlikte, Türk milleti yargılanıyor!
Artık sadece biz değil, yargılayanlar da bunu açık açık söylüyorlar…
ATATÜRK GİBİ YAPMALI
Peki, ne yapmalı?
Çözüm belli: Atatürk gibi yapmalı!
Padişahın idam fetvasını yok saymalı, Anadolu’ya çıkıp halkla birleşmeli, örgüt kurmalı, kurtuluşu örgütlemeli…
Üstelik Atatürk’ten çok daha şanslıyız: Zira örgüt var, halk var, imkânlar var…
5 Ağustos’ta Silivri’de gördük: Halk AKP’nin yasaklarını tanımadı ve akın akın yürüdü.
6 Ağustos gecesi Fenerbahçe stadyumunda gördük: Halk AKP’nin yasaklarını tanımadı ve Haziran direnişindeki sloganları gümbür gümbür attı.
Önce Silivri, sonra da Kadıköy’ün verdiği mesaj açıktır: Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
8 Ağustos 2013
KADINLAR, ERDOĞAN’IN G.TÜNÜN KILI OLMAYACAK!
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 25/06/2013
Haziran Ayaklanması’nda neden kadınlar daha çok ve daha önde? Ya da neden önce “kırmızılı kadın” öne çıktı da “siyahlı adam” değil?
Hatta son iki yılın kimi önemli eylemlerine bakarak şu soruya da bir yanıt bulmalıyız: Kadınlar neden daha cesur?
Mutlaka biyolojik nedeni vardır. Örneğin kaslı bir erkeğe göre daha cesur olmaları, doğanın onlara bahşettiği doğurganlık özelliğindendir.
Peki, sosyal bir nedeni var mı?
Gelin bu sorunun yanıtı için önce bazı olguları anımsayalım ve inceleyelim:
AKP’NİN KADINA BAKIŞI
1. Muhafazakâr dünyanın önemli isimlerinden Ali Bulaç’ın işsizlik sorununa çözümü çok aydınlatıcı. Bulaç özetle, çalışan kadınların ait oldukları evlere dönmesi durumunda işsiz erkeklerin işe kavuşacağını ve işsizlik sorununun ortadan kalkacağını savunuyor.
2. AKP’nin Gölcük-Düzağaç Mahallesi Kadın Kolu Başkanı Nuran Yıldız’ın şu sözleri o dünyada hiç de marjinal değil: “AK Parti’ye üye olmak, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a nikahla bağlanmaktır.”
3. AKP’nin Kazlıçeşme mitinginde küçük Zeynep Serra’nın eline verilen “ayyaş koca değil, dindar koca istiyorum” pankartı, muhafazakâr dünyada kadına biçilen rolü resmediyor. 7 yaşındaki bir kız çocuğunun nasıl yetiştirildiği ve daha önemlisi o dünyada ne anlam ifade ettiği, ciddi bir sosyolojik problemdir.
4. O probleme işaret eden sözlerden birini Başbakan Erdoğan “Ak Kadınlar Ormanı” projesinin fidan dikim töreninde dile getirmişti: “Bunlar fidan olmaktan çıkmış, ağaç olmuş. 15 yaşındaymış, yakında evlendireceğiz.”
5. Nitekim Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre Türkiye genelindeki “çocuk gelin” sayısı bu yıl 181 bini aştı ve bir önceki yıla göre yüzde 94,2’lik bir artış sergiledi.
6. Orman Bakanı Veysel Eroğlu, AKP’nin önemli bir rolünü katıldığı bir nikâhta açıkladı: “Teşkilatın görevi, evlenecek yaştakilere uygun aday bulmaktır.”
8. Bir Bakanın yolda mola esnasında erkeklerle bir masada otururken, karısının tek başına ayrı bir masada oturması istisnai bir durum değildir. AKP mitinglerinde ve salon toplantılarında kadınlar için ayrı bölge oluşturulması, kimi AKP’li belediyelerin sadece kadın taşıyan otobüsleri sefere sokması, kız-erkek karışık okulların adım adım ayrıştırılması, karışık ilköğretim okullarında kız ve erkeklerin ayrı sıralara oturtulması…
Sadece bu örnekler bile nasıl bir gelecek tasarladıklarını ortaya koymaktadır.
7. Akdeniz Oyunları’nın açılışında pantolonlarıyla dans eden kadınlarımız, AKP’nin sporcu kadına, dansçı kadına, sanatçı kadına,çalışan kadına ne oranda tahammül edebileceğinin de açık işaretlerini veriyor. Zira dans ve sporun doğal kıyafetlerinden adım adım çıkarılan kadınlara, dans ve spor fiilen yasaklanmış demektir!
8. Uzatmayalım… AKP’de kadının yeri, o kadınlardan birinin Kazlıçeşme mitinginde en somut şekilde özetlediği gibidir maalesef: “Erdoğan’ın g.tünün kılıyım.”
FAŞİZM ÖNCE KADINI HEDEF ALDI
11 yıllık AKP iktidarının özellikle son bir yılı, buna benzer örneklerle dolu…
Erdoğan açıkça “dindar bir nesil”, “kindar bir nesil” arzu ettiğini söylerken, erkeklerden çok kadınları hedef almış oluyor. Daha doğrusu kadınlar, AKP’nin “dindar” adı altında oluşturmaya çalıştığı toplum modelinin esas kurbanı olacaklarını daha somut görüyor.
Ve kadınlarımız ne kendilerini, ne de çocuklarını öyle bir dünyaya layık görmüyor!
Atatürk’ün kadını özgürleştiren Cumhuriyeti’ni yeniden inşa etmek için elinde bayrağıyla barikatlara koşuyor!
Gerekirse “kırmızılı kadın” oluyor, gerekirse “tencere tavalarıyla” ayağa kalkıyor, gerekirse elinde Türk Bayrağı’yla TOMA’nın önüne dikiliyor…
Ve sayıları oldukça çok olan başörtülü kadınlarımız da Haziran Ayaklanması’nda yerini alıyor. Çünkü kadınlarımız “Erdoğan’ın g.tünün kılı” değil, Atatürk’ün Cumhuriyetinin eşit yurttaşı olmak istiyor!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
25 Haziran 2013
ÖCALAN NEDEN DİYARBAKIR’DA YOK, TAKSİM’DE VAR?
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 18/06/2013
Başbakan Erdoğan Kazlıçeşme mitinginde dikkat çeken bir hatırlatma yaptı: “Utanmadan şunu söylüyorlar. ‘Arap baharını gördük, şimdi de Türkiye baharına hazır olun’ diyorlar. Dışarıdaki bazı kendini bilmezler, içeride de onların uzantısı olan bazı kendilerini bilmezler. Türkiye’de Türk baharı 3 Kasım 2002’de oldu ama onlar bunun farkında değil.”
Gezi eylemleri bir “Türk baharı” değildir, dolayısıyla “Arap Baharı’nın” Türk olanı hiç değildir! Peki, 3 Kasım 2002 bir Türk baharı mıdır? 3 Kasım 2002 Soros’un ilk turuncu darbesidir!
Soros 2002’de Türkiye, 2003’te Gürcistan’da, 2004’te Ukrayna’da ve 2005’te de Kırgızistan’da darbe yaptı ve iktidara Amerikancıları getirdi!
2011’de Tunus ve Mısır’da olanlar ise bu dört Soros darbesinden tamamen farklıydı. Tunus ve Mısır’da zaten Amerikancı liderler iktidardı.
TAKSİM AKP’YE BAYRAK DİKTİ
Erdoğan’ın Kazlıçeşme mitingi sadece bu nedenle değil, Erdoğan’ın başlattığı kampanya nedeniyle de ilginçti. Aslında Erdoğan’ın yalnızlaştığını resmeden bu konuşma, şu çağrıyla bitti: “Türk bayraklarınızı sakın katlayıp koymayın. Balkonlarınıza asmanızı istiyorum. Bu bir bayrak kampanyasıdır. Bunlarla birilerine cevabı çok iyi şekilde vereceksiniz. İstanbul’un her yerinde bunu göreceğim.”
O birileri kim? Taksim eylemcileri ve Türkiye’nin dört bir tarafında “Her yer Taksim, her yer direniş” diyerek Gezi’ye sahip çıkanlardır.
Peki, eylemcilerin ellerindeki bayrak ne? Türk Bayrağı!
Peki, Erdoğan’ın “tencere, tava aynı hava” diyerek aklınca küçümsediği eylemcilerin balkonunda ne asılı? Türk bayrağı!
Peki, AKP hükümetinin yasakladığı 23 Nisanlarda, 19 Mayıslarda, 29 Ekimlerde Atatürk’e koşanların, Cumhuriyet diye haykıranlrın ellerinde ne var? Türk bayrağı!
Peki, bu eylemlere katılanlar en çok neye kızıyor? Erdoğan’ın Türk’ü anayasadan çıkarma girişimine, “Türk milliyetçiliğini ayaklarımın altına aldım” demesine, Atatürk’ün Türk gençliğine hitabesine karşı çıkmasına, Türk’ü Türkiye yapmaya çalışmasına…
Bakın en somutunu anımsatalım. Daha geçenlerde cümlesinde “Türk bayrağı” geçen BDP milletvekiline ne diye kızmıştı AKP milletvekili Mehmet Metiner: “Türk bayrağı değil, Türkiye bayrağı diyeceksin!”
Peki, tüm bu gerçekler ortadayken, Başbakan Erdoğan neden Türk bayrağını anımsadı, neden kitlesinden Türk bayrağı asmasını istedi?
TOMA’lar neden Tük bayrağı astıysa, Erdoğan da o nedenle Türk bayrağı asıyor! Hem kitleden korunmak için, hem de kitleyi dağıtmak için!
Bu çarpıcı tablo Gezi eylemlerinin bir büyük başarısı daha olarak tarihe kaydolmuştur!
TAKSİM’DE AKP-PKK ORTAKLIĞI
Erdoğan’ın bayrak sevgisinin ilk yönünü, yani “kitleden korunma” amaçlı taşınmasını, beyaz bayrak sallaması olarak da yorumlayabiliriz. Ancak daha kurnaz kullanımı ise “dağıtmak” amaçlı kullanımındadır.
Bakın bu duruma işaret eden ve Erdoğan’ın son birkaç gündür sık sık tekrarladığı şu cümle çok şey anlatmaktadır: “Bölücü başı, yanında Atatürk resmi, yanında Türk bayrağı. Ulusalcılara sesleniyorum. Türk Bayrağı ve Atatürk’ü nasıl yan yana getirdiniz?”
Acaba Erdoğan Öcalan adına mı, yoksa Atatürk adına mı rahatsız? Üzerinde durmayacağız, zira Atatürk’le ilgili sözleri arşivlerdedir ve Öcalan’la açılım ortaklığı yürürlüktedir!
Ancak Öcalan’ın neden PKK’ye “Taksim’i ulusalcılara bırakmayın” talimatı verdiği ve neden BDP ile PKK’nin Taksim’e gelerek Apo posterleri açtığı artık daha da netleşmiştir.
Erdoğan’ın “Bölücü başı ve Atatürk’ü nasıl yan yana getirdiniz” sorusunun muhatabı kendisidir! Erdoğan Hakan Fidan’a, Fidan da Öcalan’a iletmiş, AKP Taksim’i Apo posterleriyle bölmeyi denemişti. Ancak başaramamışlardı!
Bu ilişki nedeniyle, geçen haftaki bir yazımızın başlığında “Erdoğan’ın grev kırıcısı Öcalan” ifadesini kullanmış ve somut kanıtlarımızı aktarmıştık. Diyarbakır’dan dönen Rafet Ballı’nın verdiği bir bilgi, bu ilişkiye yeni bir kanıt oldu: Meğer PKK ve BDP Diyarbakır’daki direniş eylemine katılmamış!
Diyarbakır’da eylem yapmayan PKK ve BDP, neden Taksim’de eylem yaptı? Diyarbakır’daki sol grupların Taksim’e destek eylemine gidip Apo posteri açmayanlar, neden Taksim’de açtı?
AKP tabanı, Türkiye’nin geleceği adına bu soruyu yöneticilerine sormalı!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
18 Haziran 2013
DEVİRME HAKKI
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 20/04/2013
Doğu Perinçek’ten hem dinlemiş hem de okumuştum. Hocası Tahsin Bekir Balta’nın Atatürk’ün 1924 Anayasası’nın değiştirilmesine ve 27 Mayıs Anayasası’nın Altı Ok’suz yapılmasına itirazlarını büyük bir teorik miras olarak anlatır hep. Tahsin Bekir Balta, hazırladığı Anayasa Taslağı’nın 2. maddesine şöyle yazar: “Türkiye Devleti, (…) devrimlere bağlı bir Cumhuriyettir.”
Türk’süz Anayasa’ya itiraz eden 300 aydın arasındaki İlber Ortaylı da, hocası Tahsin Bekir Balta’nın bu itirazına büyük önem verenlerden. Son olarak Fatih Altaylı’nın Teke Tek programında bu konuya değindi yine. (HaberTürk TV, 2 Nisan 2013)
İlber Ortaylı Milliyet’te yazarken de dikkat çekmişti bu önemli itiraza: “ Değerli hocamız Tahsin Bekir Balta’nın, 1924 Anayasası’nın bazı değişikliklerle muhafazası teklifini sadece dinleyip fazla itibar etmediler. Bu bir talihsizliktir.” (Milliyet, 9 Ekim 2011)
ATATÜRK, ÖLENE KADAR DİRENME HAKKINI KULLANDI!
Neden mi anımsatıyorum bu örnekleri?
Direnme hakkı konusunun tartışılması ve hukukçu Rıza Türmen’in, bu hakkı anarşi sayan Taha Akyol’a verdiği hukuk dersi nedeniyle. (Milliyet, 18 Nisan 2013)
Bize göre Atatürk’ün “devrimcilik” ilkesiyle “direnme hakkı” arasında doğrudan bir bağ vardır. Öyle ki, Atatürk’ün büyük mücadelesinin tarihi, aynı zamanda onun “direnme hakkını” nasıl kullandığının da tarihidir: Padişaha isyan ederek, emperyalizme karşı savaşarak ve gericiliğe karşı mücadele ederek direnme hakkını kullanmıştır hep.
O’nun, Büyük Nutku’nun sonunda Türk gençliğine seslenmesi ya da Bursa Nutku, Genç Türklere yaptığı “direnme hakkınızı kullanın” çağrısıdır her şeyden önce!
Atatürk’te “direnme hakkı”, eskiyi devirme ve yenisini kurma hakkıdır öncelikle!
DİRENME HAKKININ KÖKLERİ
Direnme hakkının kökleri için Amerikan İnsan Hakları Beyannamesi, Amerikan Anayasası, Fransız İnsan Hakları Beyannamesi, Büyük Fransız İhtilali Anayasası, yani hep Batı gösterilir…
Oysa “direnme hakkının” asıl kökü Doğu’dadır ve tarihte en doğudan adım adım gelişerek batıya kaymıştır:
Çin filozofu Konfiçyüs (M.Ö.521-479) tanrısal buyruklara, ahlak ve erdem ilkelerine uymayan otoritenin Tanrı’dan aldığı yetkiyi kaybedeceğini ve bu durumda halkın ayaklanmasının kutsal bir görev olduğunu savunmuştur.
İki yüzyıl sonra Yunan filozofu Epiküros (M.Ö. 342-271) devleti kuranların istedikleri yararı bulamadıkları ya da yitirdikleri andan itibaren devletin varlığına son verebileceklerini savunmuştur.
Ortaçağın ünlü filozoflarından Thomas Aquinas (1225-1274), iktidarın adil olmaması halinde, halkın iktidara itaat zorunluluğu olmadığını ve ayaklanma hakkı doğduğunu savunmuştur.
Toplumsal Sözleşme teorisyeni John Locke (1632-1704) ise direnme hakkını en temel haklardan biri saymıştır!
‘DEVLETSE DE, KANUNSA DA, ARTIK YETER!’
Peki, bugün Atatürk’ün Cumhuriyeti yerine bir Türk-Kürt Federasyonu ile eşsultanlık kurmak için uğraşanlar nasıl bakıyor “direnme hakkına?”
Haliyle onlar kendilerine direnilmesini değil, itaat edilmesini bekliyorlar. O nedenle de kavramlarla oynuyorlar: Örneğin Ergenekon savcıları, mütalaalarında da görüleceği üzere, “demokratik mücadeleyi” bile “darbe” sayarak hükümete kalkan oluyor. Nitekim Türk Dil Kurumu da “darbe” kavramını şöyle açıklıyor: “Bir ülkede baskı kurarak, zor kullanarak veya demokratik yollardan yararlanarak hükûmeti istifa ettirme veya rejimi değiştirecek biçimde yönetimi devirme işi.”
Böylece AKP’yi sandıkla indirmeyi bile “darbe” diyerek suç sayıyorlar!
Tarihsel seyri izlendiğinde, aslında “direnme hakkının” tam da bu gerekçeler için var olduğu görülür.
Biz en iyisi, Atatürk’ün fikirlerinin oluşumunda en önemli yere sahip Tevfik Fikret’le “direnme hakkını” savunalım: “Haksızlığın envâını gördük… bu mu kaanûn? / En gamlı sefaletlere düştük… bu mu devlet? / Devletse de, kaanûnsa da artık yeter olsun; / Artık yeter olsun bu denî zulm ü cehalet…”
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
20 Nisan 2013
DUGİN: TÜRKİYE CUMHURİYET YIKILIYOR
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 02/02/2013
Uluslararası Avrasya Hareketi lideri Aleksandr Dugin, “Yeni Osmanlıcılık Türkiye’yi felakete götürüyor” başlıklı bir makale yayınladı.
Dünya Bülteni’nin Rusçadan çevirdiği makaledeki görüşler ve uyarılar, Başbakan Erdoğan’ın “AB yerine Şangay İşbirliği Örgütü üyeliği” açıklamasını yaptığı şu günlerde Ankara için oldukça önem kazanıyor.
TURANCILIK VE CENAAT OKULLARI CIA PROJESİ
Jeopolitik uzmanı Aleksandr Dugin’in makalesi aynı zamanda Türk-Rus ilişkilerinin tarihsel seyrinin de bir özetini içeriyor:
1. Dugin’e göre 19. Yüzyıldaki Osmanlı ve Rus İmparatorluğu ilişkisi, tam da Konstantin Leontyev’in şu saptaması gibiydi: “Aslında bu iki imparatorluğun ortak hareket etmesi gerekiyordu. Çünkü her ikisini de imha etmeye çalışan Batı ülkelerine karşı ancak birlikte mukavemet gösterebilirlerdi.”
Ancak Osmanlı ve Rus İmparatorlukları ne zaman ittifaka yönelseler, İngiltere ve Fransa karşı çıkıyor, bu durum iki devleti sürekli rekabet ortamına sokuyordu.
2. Dugin’e göre 20. Yüzyıla girilirken Leontyev haklı çıktı ve Lenin’in Sovyet Rusya’sı ile Atatürk’ün ulusal Türkiye’si önemli bir ittifaka girdi. Öyle ki, Kafkasya sınırlarını bile birlikte çizdiler.
3. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye bir tercih yapmak zorunda kaldı ve Stalin’in işgalinden endişe duyarak Batıya yöneldi. Dugin bu endişenin gerçekçi olup olmadığını bugün tartışmanın yersiz olduğunu söylüyor ve sonuçta Türkiye’nin yarım yüzyıl sürecek bir şekilde Atlantik Cephesi’nde konumlandığını belirtiyor.
Dugin, Turancılık projesinin de bu ilişkiyle başladığına dikkat çekiyor ve projenin sahibinin CIA olduğunu vurguluyor. Hedef Türk istihbaratının SSCB içinde yer alan Orta Asya Türk halkları üzerindeki etkisini artırmayı öngörüyor.
Dugin ayrıca, Fethullah Gülen’in okullarını yaygınlaştırma projesinin de, bu politikayı gerçekleştirmenin bir parçası olduğunu önemle belirtiyor.
4. Dugin’e göre, 1990’dan sonra ABD ile İsrail’in Ortadoğu politikaları, Türkiye’nin çıkarlarına aykırı gelişmeye başladı. Bu süreçte Ankara ile Moskova, birbirlerine karşı olmanın faydasız olduğunu saptayarak yakınlaşmaya başladı.
Dugin, Avrasya Projesi’nin de bu süreçte gündeme geldiğini ve Türk askeri yetkililerinin projeyi gündeme taşıdığını belirtiyor. Bu, ABD’den uzaklaşmak ve hatta NATO’dan bile çıkmak anlamına geliyordu.
Türkiye bu yeni gelişmelerle 21. Yüzyıla girdi.
ERGENEKON’UN SENARYOSUNU ABD YAZDI
5. Peki ABD ne yaptı? Doğrudan Dugin’in sözleriyle aktaralım: “Amerikalılar işlerin kötüye gittiğini anladıkları zaman, yani Türkiye’yi kaybettiklerini gördüklerinde Kürt faktörü ve Ermeni soykırım iddialarının ABD ve Avrupa meclislerinde tanınabileceğine dair iddiaları gündeme taşıdı. Ergenekon davası konusu gündeme taşındı ve Türk askeri yöneticilerini Avrasyacılık anlaşmasına katılmakla suçladılar. Güya onlar darbe yapmak için hazırlık yapmaktaydı.”
Dugin, “darbe suçlamasının” Avrasyacılık düşüncesine karşı bir eylem olduğunu, senaryoyu da Amerikalıların yazdığını belirtiyor: “Neticede Türk askeri yöneticileri gözaltına alındı. Bazıları da görevlerini kaybetti. Böylece ABD tekrar Türkiye ve Erdoğan iktidarı üzerinde etkili olmayı başardı.”
Dugin ABD’nin ipleri eline aldığı bu süreçte yeni bir projenin ortaya çıktığını belirtiyor: “Yeni proje Turancılık ideolojisini hatırlatmaktaydı. Ancak Osmanlıcılık politikası veya Yeni Osmanlıcılık politikası olarak isimlendirildi.”
Dugin Türkiye’nin bu Amerikan projesi ile Rusya ve İran karşıtlığına sürüklendiğini, ayrıca Şam yönetimini devirme operasyonunda görevlendirildiğini belirtiyor.
TEL YOL AVRASYACILIK
Dugin, Yeni Osmanlıcılık projesinin olası sonucu konusunda Ankara’yı uyarıyor: “Türkiye cumhuriyeti yıkılabilir. Laik milliyetçiler, Kemalistler, cumhuriyetçiler ve azınlık olan dini gruplar arasında iç savaş yaşanabilir. Bu Türkiye’nin etnik kimliğini kaybetmesi anlamına gelir.”
Peki, Dugin ne öneriyor?
“Türkiye yıkım, bölünme, çatışma, kan, düzensizlik ve kaosla karşı karşıya kalabilir. Bunların yaşanmaması için bir hayal ürünü olan ve ülkeyi çıkmaza götürecek Yeni Osmanlıcılık düşüncesinden vazgeçilmeli. Kemalist sınırlar içerisinde Türkiye’yi muhafaza etmenin tek yolu Avrasyacılık düşüncesidir.”
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
2 Şubat 2013
TÜRKEŞ-GÜLEN’İN İRAN KARŞITLIĞI
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 09/01/2013
Eski Ülkücü, eski Çiller danışmanı, yeni Cemaatçi ve her daim Amerikancı olan Mümtazer Türköne’ye göre, “Öcalan’la müzakerenin” önündeki en önemli engel, İran. (Zaman, 8 Ocak 2013)
Türköne’nin gerekçesi ise İran-PKK ilişkisi. Öncelikle belirtelim; PKK’nin arkasındaki kuvvet olarak ABD yerine başka ülkeyi görenler, gözleriyle değil, görevleriyle bakanlardır!
Meselenin esasına gelecek olursak, İran’a düşmanlıkları aslında şundandır: İran devleti bölgede bir Kürt devletine izin vermeme kararlılığı ilan etti. “Öcalan’la müzakere” de, son tahlilde AKP’nin Kuzey Irak’ı himaye göreviyle ve ABD’nin Kürt Koridoru planıyla ilgilidir.
Türköne, işte bu nedenle “Öcalan’la müzakereye” itiraz edenleri İrancı diye suçlamaktadır: “İran’ın Türkiye’deki propaganda gücü o kadar yüksek ki, bazı milliyetçi gazetelerde bile doğrudan İran propagandasına rastlayabilirsiniz. MHP liderinin, İran’la PKK arasındaki bağlantıyı bilmemesi mümkün mü? Marjinal sol örgütlerin bugün, Suriye üzerinden İran politikalarını savunmaları tesadüf olabilir mi? İçeride ‘mürteci avı’na çıkan 28 Şubatçıların dışarıda İran’ın dâhil olduğu ‘Avrusya’ eksenine yönelmelerinin mutlaka bir açıklaması olmalıydı. Silivri’deki ‘Mustafa Kemal’in askerleri’nin günlük yayın organı, hâlâ İran’ın sesi olarak yayın yapıyor.”
TÜRKEŞ: GERÇEK DÜŞMANIMIZ SSCB DEĞİL, İRAN’DIR
Mümtazer Türköne, İran düşmanlığına destek bulmak niyetiyle olsa gerek, eski Başbuğ’u Alparslan Türkeş’e yaslanma gereği duymuş. Şöyle diyor: “1977 yılında rahmetli Alparslan Türkeş’ten ‘eğitimciler’ grubu olarak bir seminer dinlemiştim. Türkeş, bir tarih profesörü dikkati ve bilgisi ile Türk-İran ilişkilerini özetlemiş ve sonucu ‘Bizim gerçek düşmanımız Sovyetler Birliği değil; İran’dır’ diye bağlamıştı.” (Zaman, 8 Ocak 2013)
Aslında bu anekdot şu gerçeği doğrulamaktadır: ABD kime düşmansa, yerli işbirlikçileri de ona düşmandır. Bu düşman kimi zaman Sol’dur, SSCB’dir; kimi zaman da bağımsızlık yanlılarıdır, İran’dır!
Eski ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın “İran, günümüzün Marx’ıdır” demesi, meseleyi özetlemektedir.
NATOCULUK
Mümtazer Türköne ise bu çizginin en sadık uygulayıcı olması bakımından önemlidir. Onun sırasıyla Türkeşçilik, Çillercilik ve Fethullah Gülencilik yapabilmesi, ancak NATO bağlamında anlaşılabilir.
Bakın bu NATOTürkçülük, daha doğrusu NATO’culuk kritik önemdedir. Alparslan Türkeş’e bağlı bir komandoyu, önce “devlet için kurşun atan da, yiyen de şereflidir” noktasına, en sonunda da Fethullah Gülen müritliğine getiren NATO’culuktur.
Yol aynı yere çıkmaktadır; Türkeş, Ruzi Nazar’a bağlı olarak sola saldırırken, Fethullah Gülen de Erzurum’da Komünizmle Mücadele Derneği kuruyordu!
İRAN İLE TÜRKİYE AYNI CEPHEDEDİR
Bölgedeki meseleler bir cepheleşme yaratmıştır. ABD ve bölgedeki aktörleri ile bölge ülkeleri birbirine karşıt konumlanmıştır. Suriye ve Irak, İran ile ittifak yapmaktadır. İran ile Türk milleti nesnel olarak aynı cephededir. AKP ise Barzani, Öcalan ve İsrail ile ABD’nin yanındadır.
Atatürk’e düşman olanların, Esad’a, Suriye’ye ve İran’a da düşman olması bundandır. Ve NATO’cuların bugün İran’a saldırıya geçmesi, Tahran’ın Kürecik Radarı’na, Patriotlara, İsrail’in güvenliğine ve Kürt Koridoru’na karşı çıkması nedeniyledir.
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
9 Ocak 2012
OK YAYDAN FIRLAYACAK
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 01/01/2013
2012’nin nasıl geçtiği, 2013’ün nasıl geçeceğine işaret ediyor. 2012’de yay gerilmişti, 2013’te ok yaydan fırlayacak!
2012, Atlantik kampının AKP’nin önüne koyduğu görevleri başaramaması ile Türk milletinin bu görevlerin karşısına dikilmesi olarak da özetlenebilir.
Elbette ABD Kürecik Radarı kurarak, Patriot bataryaları yerleştirerek önemli mevziler elde etmiştir ancak Suriye, Yeni Anayasa ve Başkanlık Sistemi gibi görevlerin, daha doğrusu muharebelerin en önemlilerini kazanamamıştır!
1 Mayıs’ta emekçilerin geçmiş yıllara nazaran birlik sergilemesi, 19 Mayıs’ta 240 bin gencin Atatürk’ün verdiği görev için ayağa kalkması, 16 Eylül’de Hataylıların Suriye ile kardeşlik istemesi, öncülerin 29 Ekim’de Ulus’ta geniş kitlelerle birleşmesi, 10 Kasım’da Tandoğan’da “Cumhuriyetin yeniden inşası” kararlılığı sergilenmesi, 13 Aralık’ta Silivri’nin kuşatılması, 18 Aralık’ta ODTÜ eylemi üzerinden üniversitelerin silkelenmesi, 23 Aralık’ta Menemen’de Kubilay ruhunun yeniden ortaya çıkması, yine 23 Aralık’ta sanatçıların tarihi misyonları için atılım yapması ve yıl boyunca Türkiye’nin dört bir tarafında yapılan Milli Anayasa Forumları, yayın gerildiğinin göstergeleriydi.
Kuşkusuz tüm bu eylemler Suriye, Yeni Anayasa ve Başkanlık Sistemi’nin neden gerçekleşmediğini de açıklıyordu ancak daha önemlisi okun yaydan fırlayacağını ortaya koyuyordu.
İŞÇİ PARTİSİ’NİN BÜYÜME YILI
2012, aynı zamanda tüm bu eylemlerin merkezinde yer alan bir kuvvetin de büyüme yılı oldu.
İşçi Partisi’nin TBMM’deki dört partiden hemen sonra 5. sıraya yükselmesi, onun artık çözümün adresi olduğunu gösteriyordu. Anketler sadece belgelemişti, zira İşçi Partisi 1 Mayıs, 19 Mayıs, 16 Eylül, 29 Ekim, 10 Kasım, 13 Aralık ve 23 Aralık’taki atılımların tümünde yer alan tek kuvvet olarak yerini zaten göstermişti.
Nitekim son 6 ayda Türkiye’nin dört bir tarafında İşçi Partisi’ne toplu katılımlar yaşanması, bu gerçeğin yansımasıdır.
Bu nedenle 2013, İşçi Partisi’nin kitleselleşmesi ve Milli Merkez’in odağı olma yılıdır.
Kuşkusuz AKP de bu gerçeğin farkındadır. Bülent Arınç’ın ODTÜ’de Başbakan Erdoğan’ın protesto edilmesi karşısında “ama Perinçek’i alkışlarlardı” demesi anlamlıdır. Doğu Perinçek’in yıl boyu Ergenekon savunması nedeniyle aldığı cezalar da işte o korku nedeniyledir.
Ancak son beş yıl, mücadele edecek kuvvetler için şu dersle doludur: İşçi Partisi’nin tarihi misyonunu gerçekleştirme azmi, Doğu Perinçek’in Silivri zindanında esir edilmesiyle de kırılamamıştır, tersine daha da bilenmiştir!
ATATÜRK’TE BİRLEŞMEK
Türkiye açısından korku dağları yıkılmıştır ve çeşitli kesimler ayağa kalkmaktadır.
İşçi Partili, CHP’li, DSP’li, MHP’li gençlerin TGB’de birleşebilmeleri, sanatçıların “sanat sanat için midir, yoksa toplum için midir” sorusuna kesin yanıtı anlamına da gelen atılımı ve Sanatçılar Girişimi altında birleşerek ve halkla kucaklaşarak “reddediyoruz” demesi ve ODTÜ eylemlerinden sonra akademisyenlerin Türkiye çapında seslerini yükselterek, “itiraz” etmesi, başka kesimlere de yansıyacaktır.
Gençlik hareketi ile Cumhuriyetçi hareketin birleştiği ve aydınlarla buluştuğu bu sürecin başarısı, emekçi hareketiyle iç içe geçmesine bağlıdır. Burada İşçi Partisi anahtar olacaktır.
“Mustafa Kemal’in askerleri” olma iradesinin beyan edildiği 2012 mücadeleleri, tüm kesimlerin bir tek “Atatürk’te birleşebileceğini” göstermiştir. Bu gerçek Kürt yurttaşlarımız için de “birlik içinde yaşamanın” adresidir.
1920’de Atatürk ile Diyap Ağa’nın birliği emperyalizme karşı zaferi ve Cumhuriyeti getirmişti, 2013’te kurulacak benzer ittifaklar, emperyalizmi bir daha yenmeyi ve Cumhuriyeti yeniden kurmayı sağlayacaktır!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
1 Ocak 2013
KOMŞULARLA SIFIR SORUN, ATATÜRK İLKESİYMİŞ!
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 28/04/2012
Bekir Coşkun, önceki gün organ karışıklığıyla ilgili enfes bir yazı yazdı.
Organlarını karıştıran adamın, tedaviden sonra hangi organın nerede olduğunu bilmesi ve kafasını göstererek “eee… Buna döt derler” diyerek övünmesi, derslerle dolu…
Bekir Coşkun’un bu çağda hâlâ bu fıkra üzerinden mesaj vermek durumunda kalması, elbette onun suçu değil! Nitekim her gün Bekir Coşkun’u haklı çıkaran örneklerle karşılaşıyoruz.
ATATÜRK’Ü DÜŞMANLARI BİLE ANLAMIŞKEN…
Örneğin BDP’li milletvekili Sırrı Süreyya Önder, Atatürk’ün “yurtta barış, dünyada barış” sözlerinden ne anladığını TBMM kürsüsünden şöyle açıklıyor: “Bu söz barışın değil, teslimiyetin ve acziyetin ifadesidir.”
Durumu daha da vahim kılan ise Sırrı Süreyya Önder’in bu yorumu, Suriye’ye saldırıyı savunurken “Büyük Atatürk”e yaslanan AKP milletvekili Ömer Çelik’e karşı söylemesidir!
Yani karışan sadece organlar değildir!
DİYAP AĞA’YA İHANET
Sırrı Süreyya Önder’in “O söz bir barış havariliği değildir. Bunu herkes yanlış biliyor.” diyerek başladığı konuşması burada kalsaydı, “cehalet” der geçerdik. Ancak Sırrı Süreyya Önder’in şu sözleri, cehaletten öte tarihe ihanet içinde olduğunu göstermektedir:
“Biz yutta sulhu istiyoruz, cihanda sulhu istiyoruz değil, o bir teslimiyetin ve acziyetin ifadesidir. Bu Misak’ı Milli’den vazgeçme durumunun formüle edilmiş biçimidir. Biz yani Hatay’la, Suriye’yle, Irak’la, Musul’la bütün taahhüt ve taleplerimizden vazgeçiyoruzun Atatürkçesidir.”
Sırı Süreyya Önder bu sözleriyle sadece tarihe değil, Diyap Ağa’ya da ihanet etmiştir!
ATATÜRK TESLİM OLMADI, TESLİM ALDI!
Atatürk’ün teslimiyetçi olduğu saçmalığı, en az irticacıların Atatürk’ü İngiliz ajanı diye suçlamaya kalkması kadar saçmadır, yalandır, haincedir!
İrticacıların türbanı savunmak için “keşke İngilizler bizi yönetseydi” diyebilmesinde bile bir mantık bulunabilir ama ayrılıkçı Kürtçülerin Atatürk’ü teslimiyetçi diye suçlamasında en ufak bir mantık bulunamaz!
Hadi İngilizlerin Mondros’unu, Sevr’ini kimin imzaladığını unuttunuz… Bari 17 Kasım 1922 günü İngiliz zırhlısı Malaya ile kaçanın Vahdettin olduğunu hatırlayın!
DAVUTOĞLU’NUN ATATÜRK YORUMU
Ömer Çelik’in “Büyük Atatürk” demesine gelince…
Ne zaman kamuoyunun geçit vermeyeceği Atlantik görevlerine soyunsalar, akıllarına Atatürk gelir. Milletin Atatürk sevgisini ABD görevleri için kullanırlar…
Kenan Evren’in de Kemalizm’i, “Yüce Atatürk” diye diye tasfiye ettiği belleklerdedir.
Tıpkı Ömer Çelik gibi Ahmet Davutoğlu da ABD’nin Suriye görevi için Atatürk’e yaslanmak zorunda kalıyor.
MHP Milletvekili Lütfü Türkkan, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’na “Suriye’de tutuklu 49 Türk istihbaratçı” iddiasını sordu geçenlerde. Yanıtta ilginç bir ayrıntı vardı:
“Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan bu yana dış politikamızın temel dayanağını oluşturan ‘yurtta barış, dünyada barış’ anlayışımız, gerek bunun günümüze yansıması olarak dile getirdiğimiz ‘komşularla sıfır sorun’ ilkesi, Türkiye’nin etrafında bir barış, istikrar, güvenlik ve refah kuşağı oluşturulmasını hedeflemektedir. Suriye’deki gelişmeler de bu mercekten izlenmektedir.”
Meğer Davutoğlu’nun “komşularla sıfır sorun” ilkesi, Atatürk’ün “yurtta barış, dünyada barış” ilkesinin günümüze yansımız haliymiş!
AKP’nin takîyecilikte sınır tanımadığını da böylece öğrenmiş olduk!
Ama daha önemlisi, mecbur kaldıklarında Atatürk’ün komşularla barış istemesini bile sömürmekten, Suriye’ye saldırı ve Kuzey Irak’ı himaye gibi görevlerine alet etmekten geri durmayacaklarını görmüş olduk!
ATATÜRK KARŞITI CEPHE
AKP ve BDP el ele önce Atatürk’ün Cumhuriyetini yıktılar, şimdi de Cumhuriyetçilerin içindeki Atatürk’e saldırıyorlar!
Atatürk’ün partisi CHP ise Yeni Türkiye’nin Yeni Anayasası için kendini yeniliyor!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
28 Nisan 2012
ATATÜRK’ÜN JAMES BOND’ÇULARDAN FARKI
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 26/04/2012
Bildiğiniz gibi 007 James Bond serisinin son filmi Skyfall’un bir bölümü Türkiye’de çekiliyor. Çekimler önce Adana’da başladı, ardından da İstanbul’da, Eminönü ve Beyazıt’ta sürdü…
İstanbul’un ve Türkiye’nin tanıtımına bir katkısı olur mu olmaz mı diye süren tartışmalar, filmin İstanbul’a verdiği zararları perdeliyor. Örneğin filmin çekimleri için ikisi asırlık çınar olmak üzere 12 ağaç kesildi!
Umarız, “ne var bunda, altı üstü 12 ağaç kesilmiş” diyeniniz yoktur içinizde…
FATİH BELEDİYESİ’NİN OO7 AŞKI
Fatih Belediyesi bir açıklama yaparak, bu ağaçların kesilmesi karşısında James Bond’u savundu. Film ekibi, tarihi dokunun daha iyi ortaya çıkarılabilmesi için kesmiş ağaçlarımızı… Daha doğrusu, film ekibi önce uygun budama için kolları sıvamış ama ağaçlar bakımsız olduğundan kurtarılamamış, mecburen hepsi kesilmiş!
Daha vahimi, Belediye, James Bond’u savunacak diye kendini batırmış, ağaçları bakımsız bıraktığını itiraf etmiş!
ATATÜRK, AĞAÇ KESMEMEK İÇİN EVİNİ KAYDIRDI
Birçoğunuz biliyordur gerçi, yine de anımsatalım istedik:
Atatürk’ün resmi mekânı Çankaya’ydı ancak yakınlarının belirttiğine göre istirahat için kullandığı Yalova’daki köşkü “evi” gibi benimsemişti.
Atatürk bir gün yine Yalova’daki evine gittiğinde, bahçıvanın çınar ağacını kökünden kesmeye hazırlandığını görür. Bahçıvanı çağırır ve nedenini sorar. Bahçıvandan “ağacın dallarının binanın duvarlarına dayanmış olması nedeniyle yıkıntıya sebebiyet vereceği” yanıtını alınca, “Sen dur çocuk.. Bir çare düşünelim…” der. Uzunca bir süre evin çevresinde dolanıp “Evin buraya yapılmasını ben istedim. Üstelik bu çınardan dolayı istedim. Onu kesmek evin havasını bozar” diyen Atatürk sonunda emir verir: “Evi kaydırın biraz öteye!”
İstanbul Belediyesi’nin başmühendisi Ali Galip Alnar ve ekibi, binanın çevresindeki toprağı dikkatle kazar, yapının temel seviyesine inilir. Binanın altına santim santim itilerek raylar döşenir. Ve bina 5 metre öteye taşınır!
Kız kardeşi Makbule Atadan ile birlikte bu kaydırma işlemini fırsat buldukça gelip izleyen Atatürk’ün vatan sevgisi, öncelikle bu topraklarda yetişen her canlıya saygı duymak demekti…
ATATÜRK’E YAZILAN KÜRTÇE TÜRKÜ
Atatürk her canlıya bu saygıyı gösterirken, biz ona ve mirasına maalesef aynı saygıyı gösteremiyoruz. Bize emanet ettiği Cumhuriyeti koruyamadık en başta!
Türk ve Kürt’ün onun önderliğinde omuz omuza birlikte çarpışarak kanıyla kazandığı bağımsızlığı sürdüremedik!
Dahası, kabrine ziyarete gelenlerin sayısını bile gizledik!
Ona yazılmış türküyü bile TRT arşivlerine hapsetmişiz meğer…
Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Van Gölü Çevresi Tarihi Eserler ve Kültür Değerlerini Araştırma Merkezi Müdürü Murat Oto bulup çıkardı o Kürtçe ağıtı, ama biz utanmadık!
Gürpınar’ın Yoldüştü Köyü’nden Semut Elmas’ın yazdığı bu Kürtçe şarkı, 1967 yılında Muammer Sun ve Cenan Akın tarafından TRT için hazırlanan “Birinci folklor derlemesi” kayıtları arasında ortaya çıktı!
Büyük usta Muammer Sun, Atatürk’e yakılan bu ağıtı, Ali ve Babacan Elmas isimli iki amcaoğlundan dinlemiş ve kayıt altına almış!
Sonra, TRT’yi ve de ülkeyi yönetenler, Atatürk’e yazılan bu Kürtçe türküyü, öğrenmememiz için TRT arşivine hapsetmiş!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
26 Nisan 2012