ABD’nin Pasifik stratejisi

SSCB’nin yıkılmasıyla iki kutuplu dünyanın ortadan kalktığı ilan edilmiş ve ABD’nin tek kutup olduğu, tek başına dünyaya egemen olacağı söylenmişti.

ABD’nin tarihçileri, siyasetçileri, stratejistleri yeni dönemi büyük gürültüyle ilan ediyorlardı: Tarihin sonunun geldiğini, Amerikan liberalizminin dünyanın göreceği son sistem olduğunu, Amerikan yaşam tarzının tüm dünyaya hâkim olacağın, kısacası bir Amerikan dünyası oluşacağını ilan ediyorlardı.

Doğrusu, ABD ilk on yılda yaptığı büyük atakla, bu ilanı dünyanın bir kısmına da kabullendiriyordu. 1991’de Irak’a saldıran ABD, ardından Balkanlara girmiş, Avrasya’nın girşini tutan Yugoslavya kapısını parçalamıştı.

ABD ikinci on yılda da ataklarını sürdürdü. Önce Afganistan’ı işgal etti, ardından da Irak’ı kısa sürede teslim aldı. Pentagon, Büyük Ortadoğu diye tarif ettiği coğrafyada rejimleri değiştirmeye, sınırları yeniden çizmeye başlamıştı.  Washington, Suriye, İran ve Kozey Kore’nin de sırada olduğunu, açıkça söylüyordu.

Dünyanın tek egemeni olan ABD, hatta, doğrudan cephe açmadığı Kırgizistan, Gürcistan ve Ukrayna’da da teker teker yönetimleri devralıyordu…

Roma’nın ve hatta güneşin batmadığı imparatorluk olan Britanya’nın tahtına, şimdi ABD, üstelik daha bir ihtişamla oturuyordu.

Irak direnişi tarihi değiştirdi

Ancak, ABD’nin tek kutuplu dünyasında yolunda gitmeyen birşeyler vardı. Daha 15 yıl bile dolmadığı halde, ABD’ye karşı kıpırdanmalar başlamıştı.

ABD’nin bir kaç haftada teslim aldığı Irak’ta, 2004 yılında itibaren direnişçiler ayağa kalkmaya başlamıştı. ABD askerlerine birer ikişer kayıp verdiren bu direnişte, helikopter bile düşürülmüştü. ABD’nin devasa medyasının gizlemeye çalıştığı bu gerçekler, gün geçtikçe dünya kamuoyu tarafından duyulmaya başladı. Ve 2005’te, 2006’da direniş, gizlenemeyecek boyutta ortaya çıktı.

Öte yandan Kırgızistan, Gürcistan ve Ukrayna’dan sonra Sorosçu darbenin yapılacağı Azerbaycan’da da işler iyi gitmiyordu. Diğer ülkelerde rejimi turuncu darbelerle kolayca teslim alan ABD, Bakü’yü aşamıyordu. Bir kaç hafta süren mücadeleyi Aliyev kazanmıştı!  Dahası ABD, dayandığı Romanya–Ukrayna–Gürcistan yayına rağmen, bir türlü Karadeniz’e giremiyordu.

ABD Annan Planı’yla teslim almaya çalıştığı Kıbrıs’ta da başarısız olmuştu. Doğu Akdeniz’deki bu “uçak gemisi” bir türlü ABD’nin olamıyordu!

ABD, Irak’ın kuzeyindeki kukla devletini de bir türlü resmi hale getiremiyor; bölgedeki Türk – Arap–Fars baskısını tam olarak ortadan kaldıramıyordu.

Anadolu’nun batısında yani Balkanlarda açılan gediğe rağmen, ABD, Anadolu’nun kuzeyinde Karadeniz’de; kuzey doğusunda Azerbaycan’da, güneyinde Irak ve Suriye ile Kıbrıs’ta bir türlü sonuca ulaşamıyordu.

Rusya ve Çin faktörleri

Öte yandan Vladimir Putin’le ekonomisini hızla düzeltmeye başlayan Rusya, NATO aracılığıyla sınırlarına dayanan ABD’ye karşılık vermeye başlıyordu.

Rekor büyümeyle geride bıraktığı on yılı büyük avantaja dönüştüren Çin de, Pasifik’ten çıkıp, Ortadoğu’ya, Afrika’ya ve Latin Amerika’ya yöneliyor, yatırımlar yapıyordu…

ABD’nin arka bahçesi olan Latin Amerika’da da Bolivarcı rejimler kuruluyor, 60 yıldır tek başına ABD’nin burnunun dibinde emperyalizme direnen Küba’ya yeni kardeşler geliyordu. Venezuella’da Hugo Chavez, Brezilya’da Lula da Silva kıtanın kaderini değiştiriyordu.

Lübnan ve Gürcistan’da yenilgi

2006 yılına gelindiğinde olağanüstü bir gelişme yaşandı. ABD’nin Ortadoğu’daki tetikçisi olan İsrail, Lübnan’da Hizbullah’tan unutamayacağı bir yenildigi tattı.

8 Ağustos 2008 günü ise tarihin önemli kırılmalarından birine sahne oldu. Rusya, Gürcistan’a savaş açtı ve ABD’nin Kafkasya’daki şımarık tetikçisi Saakaşvili’ye önemli bir ders verdi.

ABD, Rusya’nın kararlılığı karşısında harekete bile geçmedi; kısa sürede Gürcistan’ı silkeleyen Moskova’yı seyretmekle yetindi!

ABD için tarihi bir yenilgi olan bu kısa savaş, Asya’nın da atağa geçmesinin başlangıcı oldu!

Ve sonrası, yeni bir tarihin yazılmaya başladığını gösterdi hepimize…

Irak ve Afganistan’da çıkış yolu

Irak, ABD için bir bataklığa dönüştü, Afganistan dağları Pentagon’un kâbusu oldu.

Bush’un yerine yeni bir stratejiyle Barrack Obama’yı getiren Amerikan devlet aygıtı çıkış yolları arayamaya başladı.

ABD, bir yandan Irak’tan çekilmeyi kabul etti ve bunu bir takvime bağladı; diğer yandan da Afganistan’da kökünü kurutmayı arzuladığı Taliban’la müzakere etme yolları aramaya başladı.

Ve ardından Ortadoğu’da yeni bir süreç başladı.

Ortadoğu’da halk hareketleri

Tunus’da ve Mısır’da gelişen halk hareketleri ABD’nin 30 yıllık müttefiklerini alaşağı etti. Halklar, ABD mütefiki olan Ürdün, Yemen ve Bahreyn’de de rejimi devirmeye soyundu.

Gidişatı gören ABD, Ortadoğu’da varlığını sürdürebilmek için, bölgedeki 50 yıllık mevcudiyetinin avantajlarından ve AKP gibi müttefiklerinden yararlanarak, sürece ağırlığını koymaya başladı.

ABD, bölgedeki en önemli dayanağı olan Mısır’da, “Mübarek’i verip, rejimi kurtarmaya” çalıştı. AKP hükümeti üzerinden Türkiye’yi bölgeye “model” diye sunmaya gayret etti.

İstanbul’da, “değişimi kontrol edemezlerse, tarihin kendilerini çizeceğini” saptayark, Batı karşıtı ülkelerde hamle yapmaya karar verdiler.

Önce Libya’da ve ardından Suriye’de rejim muhaliflerini kışkırtarak, çeteler oluşturarak, adam kaçırarak, suikast yaparak, kendi “yangınlarını” çıkardılar.

Ve bu yangınla birlikte Ürdün, Yemen ve Bahreyn halk hareketleri dünyanın gözünden kaçırıldı; Tunus ve Mısır’da rejimle pazarlık üzerinden devrim geriletildi…

ABD–Fransa–İngiltere–Türkiye dörtlüsünün ansızın Libya’da giriştikleri Kaddafi karşıtı müdahale, bu ülkenin de zayıflığı nedeniyle bir süre sonra başarıya dönüştü.

Ve ardından Suriye’ye yöneldiler!

Asya’nın tarihi yazılıyor

Ancak tarihin tekerleği bir kere Asya lehine dönmeye başlamıştı; bunu geri çevirmeye Atlantik’in gücü yetmeyecekti!

Batı’nın 2008’de içine girdiği ekonomik kriz, NATO’nun füze maliyeti hesabı yapmasına; Washington’un maliyetleri müttefiklerine yıkmaya çalışmasına, Almanya’nın Rusya ve Çin’le ilişkiler üzerinden bu sürecin dışında durmaya gayret etmesine, Japonya’nın Çin’e yanaşmasına neden oluyordu…

Üstelik Rusya, çok açık bir şekilde, Libya’da yaptığı hatayı Suriye’de yinelemeyeceğini ilan ediyordu.

Nitekim, ABD de, doğrudan Suriye’ye saldırmak yerine bu işi AKP hükümetine yıkmaya uğraşıyor ve böylece Türkiye İran–Suriye savaşlarından kendine zafer çıkarmaya ve bu üç ülkeden de kurtulmaya çalışıyordu.

ABD yol arayışında

Tüm bu gelişmeler yaşanırken, yani 2006’dan itibaren, Amerikan hâkim sınıfları içinde bir çıkış yolu tartışması yaşanıyordu.

Emperyalist devletin sahiplerinden bir bölümü Amerika’nın geri çekilmesini istiyor, bir bölümü de nasılsa diğer ülkelerden daha az hasarla çıkılır diye, dünyayı yakmayı hesaplıyordu.

İşte ABD, bu tartışmalar içinde bu yılın başında yeni strateji hazırlığını tamamladı ve ağırlığı Asya-Pasifik’e vereceğini, Çin ve Rusya olmak üzere tüm dünyaya ilan etti.

ABD’nin yeni strateji belgeleri

ABD’nin yeni dönem stratejisine ilişkin dört önemli belge var:

1. Mayıs 2010’da açıklanan “ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi.”[1][1]

2. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un Kasım 2011’de Foreign Policy’de ilan ettiği “Amerika’nın Pasifik Yüzyılı”[2][2] başlıklı, dış politika belgesi.

3. “ABD-Çin Ekonomik ve Güvenlik İncelemeleri Komisyonu”nun, Kasım 2011’de ABD Kongresi’ne sunduğu 414 sayfalık rapor.[3][3]

4. ABD Başkanı Barrack Obama’nın Ocak 2012’de ilan ettiği “ABD Savunma Stratejisi.”[4][4]

1. ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi – 2010

ABD Başkanı Barrack Obama’nın giriş bölümünü yazdığı ve Mayıs 2010’da açıklanan 52 sayfalık “ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi”, aslında ABD’nin geri çekilişinin ilk belgesi olarak okunabilir.

1.1.  Zira Bush döneminde, ABD’nin güvenliği, dünyanın en uç noktasındaki tehdidin ortadan kaldırılması yoluyla ülke güvenliğinin sağlanması anlayışına dayanıyordu. Bu stratejiye göre, dıştan içe halka halka kurulacak yapılarla ABD’nin güvenliği sağlanacak ve tehdit kaynağında, yani ortaya çıktığı yerde yok edilecekti!

Obama döneminde ise bu dıştan içe güvenlik yapıları oluşturma stratejisinin yerini başka bir model aldı. İki sütun üzerinde yükselen bu modelde esası, iç halka oluştuyordu.

Birinci sütünda, ABD’nin güvenliğinin içeriye dayandığı tezi vardı. Buna göre ABD güvenliği için öncelikle ülkenin içeride ekonomik, mali, teknolojik ve bilimsel olarak güçlenmesi gerekiyordu.

İkinci sütunda ise müttefikler vardı. ABD, müttefikleri üzerinden dışa doğru genişleyen bir siyaset ile güvenliğini sağlayacak; silahlı kuvvetlerini de bu yönelimde diplomasiyi tamamlayan bir unsur olarak değerlendirecekti.

1.2.  Obama dönemi “Ulusal Güvenlik Stratejisi”nde vurgulanan bir başka önemli konu da, mücadelenin çok uluslu olması gerektiğiydi. Bu nedenle yeni belgede, BM ile NATO’nun (ayrıca Dünya Bankası ile IMF’nin) güçlendirilmesi, hatta yeniden yapılandırılması gerektiği belirtilmekteydi.

Bush’un ilk döneminde müttefiklere ihtiyaç duymayan ABD, ikinci döneminde çıkmaza girmiş, ardından da son yıl içinde, Obama’ya hazırlık olarak transatlantik ilişkileri onarmaya yönelmişti.

İşte ABD, Mayıs 2010 tarihli yeni “Ulusal Güvenlik Stratejisi”nde, bu yönelimi kayda geçirmiş oluyordu.

1.3.       Ulusal Güvenlik Stratejisi’nin en dikkat çeken başlıklarından biri de ABD’nin küresel işbirliği yapacağı ülkelerle ilgili olanıydı. ABD, küresel işbirliği yapacağı ülkeleri üç farklı grupta listelemişti.

ABD’nin en çok ağırlık vereceğini belirttiği ilk grupta sırasıyla şu üç ülke yeralıyordu: Rusya, Çin ve Hindistan. İkinci grupta, sırasıyla Brezilya, Güney Afrika ve Endonezya vardı.  Üçüncü grupta ise Pakistan ile Türkiye öne çıkıyordu.

ABD küresel ilişkilerini, “güçlü ittifakları sağlama almak” ve “yükselen nüfuz merkezleri ile işbirliği kurmak” diye tarif ediyordu.

1.4.  Obama döneminin “Ulusal Güvenlik Stratejisi”nde ABD’nin Irak’tan çekileceği ve Afganistan’a yoğunlaşacağı belirtiliyordu.

Ancak, Irak’tan çekilme kararı, zaten Bush’un son yılında alınmış ve takvim konusunda Washington ile Bağdat anlaşmaya da varmıştı.

1.5.  Ulusal Güvenlik Strateji belgesinde, tehdit sıralamasının başında İran yer alıyordu. İran’ı sırasıyla Kuzey Kore, El-Kaide ve “riskli devletler” izliyordu.

Bush döneminde kullanılan “serseri devletler” kavramının yerini, Obama döneminde “riskli devletler”in alması dikkat çekiciydi.

1.6.  Ulusal Güvenlik Stratejisi’nin toplamından, ABD’nin yeni dönemde cephe savaşı yerine özel savaşı tercih edeceği ve “yumuşak güç” kullanmayı esas alacağı anlaşılıyordu.

ABD, “yumuşak güç” ile ekonomik baskıya dayalı sınırlamalarla barışçıl çözüm arayışını yöntem olarak benimsediğini ortaya koyuyordu. Belgeye göre “yumuşak güç” olarak değerlendirilecek unsurlar; diplomatlar, NGO’lar, özel sektör, vakıflar ve düşünce kuruluşlarıydı.

2. Amerika’nın Pasifik Yüzyılı – 2011

ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Kasım 2011’de Foreign Policy’de, “Amerika’nın Pasifik Yüzyılı” başlıklı, 17 sayfa tutan, yeni bir dış politika yol haritası ilan etti.

2.1. Clinton yeni yol haritasında, Asya’nın ekonomik büyümesi ile dinamizminin Amerikan

ekonomik çıkarları için merkezi bir unsur olduğunu belirtiyordu.

2.2. Clinton, Asya-Pasifik’te barış ve güvenliğin sağlanmasının, küresel ilerleme için kritik

önemde olduğuna dikkat çekiyordu.

2.3. Clinton, yeni yol haritasında “politikaların geleceği Afganistan veya Irak’ta değil, Asya’da

belirlenecek ve ABD de bu sürecin tam merkezinde yer alacak” diyordu.

Clinton, önümüzdeki 60 yıl boyunca ABD’nin Asya-Pasifik’te varlığını etkin bir biçimde muhafaza edeceğini savunuyordu.

2.4. Clinton, Japonya, Güney Kore, Avustralya, Filipinler ve Tayland’ın, ABD’nin pasifik stratejisi

için kaldıraç olduğunu, Washington’un bu ülkelere dayanacağını, bu ülkelerle ortak

savunma ve ortak hedefler konusunda işbirliğini geliştireceğini belirtiyordu.

2. 4. 1. Çindistan Yüzyılı

Clinton, Pasifik’i merkez almanın gerektiğini, kuşkusuz ABD ile AB’nin krizle boğuşurken, Asya’nın sürekli büyümesinden dolayı saptıyordu.

Çin ile onu takip eden Hindistan, Batı’nın içinde bulunduğu kriz ortamında, kesintisiz büyümesini sürdürüyordu. Öyle ki, Batılı finans çevreleri, 21. yüzyılı şimdiden “Çindistan yüzyılı” olarak niteliyordu.

Çin ve Hindistan’ın toplam nüfusu neredeyse dünyanın yarısı kadardı. Satın alma gücüne göre Çin’in milli geliri 10 trilyon dolar, Hindistan’ın da 4 trilyon dolardı. 14 trilyon dolarlık milli gelirle Çindistan, ABD’yi yakalamıştı.

Asya, küresel mali krizin başladığı 2008 yılından beri, Kuzey Amerika ve Avrupa’nın aksine, sürekli büyüyordu. 2010’da yüzde 9 ve 2011’de yüzde 7,5 büyüyen Asya’nın, 2012’de de yüzde 7 büyümesi bekleniyor. (Dünyanın üçüncü büyük ekonomisi olan Japonya’nın deprem, tsunami ve nükleer felaketler nedeniyle yaşadığı sıkıntı, Asya’nın rakamlarına olumsuz etkiyor)

Çin ve Hindistan’ın 2012’de birlikte yüzde 8 büyüyeceği tahin ediliyor.

2. 4. 2. ABD’nin “küresel üstünlük” yalanları  

ABD ve AB’nin inerken, Asya’nın sürekli çıkıyor olması bile, Clinton’un iddia ettiği “ABD Asya-Pasifik’in merkezinde 60 yıl etkin olacak” değerlendirmesinin gerçekçi olmadığını ortaya koyuyor.

The Globalist Araştırma Merkezi’nden Stephan Richter’in bu konudaki yorumu önemli: “Amerika’nın öngörülebilir gelecekte dış (ve askeri) meselelere vakfedebileceği gücün son on yılda azami sınıra dayandığına kuşku yok. ABD’deki altyapının çatırdadığı ve polislerin, itfaiyecilerin, öğretmenlerin işlerini kaybettiği bir dönemde ciddi kesintiler dışında herhangi bir şey yapılabileceğini savunmak, Amerika’daki seçkinlerin çarpık bir öncelik tarifi olduğunu gösteriyor. Asya’daki liderlere sorduğunuzda, cidden şaşırmış bakışlarla karşılaşacaksınız. Birçoğu, George W. Bush yönetiminin sarpa saran stratejilerine bu kadar uzun süre katlandıktan sonra, mevcut ABD yönetiminin şu an sergilediği kibirli tavır karşısında küçük dilini yutuyor. ABD kendisini Asya’nın felaketler yaşayan kesiminde saplandığı bataklıktan çıkarıp kıtanın dinamik kesimine yöneltme çabasında çok geç kaldı. Kariyerlerinin büyük bölümünde kıt mali kaynaklarla boğuşmak zorunda kalan Asyalı liderler, yönetmenin tercihlerde bulunmak anlamına geldiğini gayet iyi biliyor. Ve Obama yönetiminin Afganistan’la daha derinden meşgul olmaya karar verdiği an, denizaşırı meselelere vakfedebileceği ‘taze’ parayı sonuna kadar tükettiğinin de ziyadesiyle farkındalar.” [5][5]

Stephan Richter’e göre Amerikan halkı, küresel üstünlük yalanları çığının altında gün geçtikçe eziliyor: “Dışarıdan bakanlar, büyük bir saflıkla kendisini çıplak takdim eden bir imparator görüyor. Daha kötüsü, sadece cafcaflı laflara dayanan bu küresel heves, ülke içinde ciddi bir dengesizliğe yol açıyor. Amerikan halkı, her gün giderek altının boş olduğu anlaşılan küresel üstünlük yalanları çığının altında kalıyor. Bu koşullarda insanların, ülkelerinin söylediklerini hayata geçiremeyeceği görüldükçe, dışarıdaki girişimlere inançlarını yitirmeleri (bunu ‘desteğini çekeceği’ diye okuyun) kaçınılmaz görünüyor. Dışişleri Bakanı’ndan Kongre’nin en mütevazı üyesine kadar Amerikalı siyasetçilerin dış ilişkiler konusunda sarf ettiği şatafatlı sözlere komedi, hatta trajedi gözüyle bakmak mümkün.” (Aynı yerde)

3. ABD Kongresi’ne sunulan rapor – 2011

“ABD-Çin Ekonomik ve Güvenlik İncelemeleri Komisyonu”nun, Kasım 2011’de ABD Kongresi’ne sunduğu 414 sayfalık rapor, esas olarak Çin’in geldiği yeri saptıyor.

Raporda, Çin’in “alan kontrolüne dayalı bir askeri strateji izlediği” vurgulanıyor ve “Pekin’in aktivitelerinin artık direkt olarak ABD’nin ilgi alanlarına etki yaptığına” dikkat çekiliyor.[6][6]

4. ABD Savunma Stratejisi – 2012

Barrack Obama’nın ABD Savunma Bakanı Leon Panetta ve ABD Genelkurmay Başkanı Martin Demspsey’le birlikte Ocak 2012’de açıkladığı “ABD Savunma Stratejisi”nin köşe taşları şunlardır:

4.1. Obama, ABD’nin 10 yıldır devam eden savaş dönemini kapadığını ve yeni bir sayfa açtığını

ilan etti. Panetta da, ABD’nin “stratejik bir dönüm noktasında” olduğunu vurguladı.

4.2. Obama, ABD’nin dünyadaki temel gücünün kaynağının ülke içindeki ekonomik güç olduğunu

belirtip, bunu yenilemeye yöneleceklerini söyledi.

4.3. Obama, yeni ABD stratejisinin, “uzun dönemli askeri operasyonlarla ulus inşası” yaklaşımına

son vereceğini ilan etti.

4.4. Bir önceki strateji belgesinde yer alan ve 2,5 savaş konsepti olarak anılan, “aynı anda iki

büyük savaş ve bir yerel istikrar sağlama operasyonu kapasitesi” hedefi, yeni belgede

yerini “bir büyük savaş ve bir yerel istikrar sağlama operasyonu kapasitesi” hedefine

bırakıyor.

4.5. Yeni strateji belgesinde, ABD’nin, problemleri müttefikleriyle birlikte çözeceği savunuluyor.

4.6. Yeni stratejide, ABD’nin güvenlik yöneliminin merkezinin, Asya-Pasifik olduğu belirtiliyor;

Ortadoğu ise ikinci sırada…

Yeni strateji belgesinde, Çin’e karşı Hindistan, Güney Kore, Japonya yayının dengeleyici olacağı savunuluyor.

ABD Genelkurmay Başkanı Martin Dempsey de, bu önemli yönelim değişikliğine vurgu yapmak için Obama’nın basın toplantısında konuştu ve şunları söyledi: “Eğilimlerin tümü, yani demografik, jeopolitik, ekonomik ve askeri eğilimler, Pasifik’e meylediyor. Bu yüzden gelecekteki stratejik meselelerimiz büyük ölçüde Pasifik bölgesinden kaynaklanacak.”

Pentagon bütçesinde büyük kesinti  

Obama–Panetta–Dempsey üçlüsünün yeni strateji ilanının bir de rakamlar boyutu var:  Yeni stratejiye göre Amerikan ordusunun mevcudu 100 bin kişi azalacak. 5 yıl içinde kara birliklerindeki asker sayısı 570 binden 490 bine inecek. Deniz piyadelerinin sayısının da 20 bin azaltılarak 182 bine indirilmesi planlanıyor. Pentagon’un bütçesinde de 10 yıl içinde 487 milyar dolarlık kesinti öngörülüyor.

ABD ordusunun Avrupa’da dört askeri birliği var. Üçü Almanya’da biri de İtalya’da bulunan birliklerle birlikte Avrupa’da toplamda yaklaşık 81 bin Amerikan askeri bulunuyor. Irak’tan asker çeken ABD, Avrupa’dan da çekilme kararı aldı. ABD, Almanya’daki üç birliğinden biri ile İtalya’daki birliğini geri çekerek, Avrupa’daki birliğini ikiye, asker sayısını da 40 bine düşürecek.

“Özel Savaş” stratejisi

ABD, oluşan boşluğu ise özel kuvvet sayısını artırarak doldurmaya çalışacak.

ABD’nin yeni stratejisinde “küçük, gizli operasyonlar” için insansız hava araçları ve özel kuvvetler önemli bir yere sahip.  The Wall Street Journal’ın haberine göre ABD Savunma Bakanlığı, “küresel ağını, ABD’nin gücünü yansıtacak şekilde kökten yeniden hizalamayı planlıyor”.

Pentagon’un planlamasına göre, insansız hava araçları sayısı kademeli olarak yüzde 30 artırılacak. Özel kuvvet sayısı ise dört yılda yüzde 10 artarak 70 bine ulaşacak.

Yeni strateji kapsamında üsler, özel ordu birlikleri ve deniz piyadelerine göre düzenlenecek ya da yenileri inşa edilecek.

Sonuç

Her üç belgenin ortaya koyduğu gerçek şu: “20. Yüzyılın Atlantik Yüzyılı” olduğu dönemi arkasına alarak “21. Yüzyılı Amerikan Yüzyılı” yapmak isteyen ABD, geride kalan 10 yılda bu hedefi gerçekleştiremeyeceğini görerek, doğrudan asıl hedefe yönelip, “21. yüzyılı Amerika’nın Pasifik Yüzyılı” ilan etmeye çalışacak!

Peki bu hedef ne kadar gerçekçi?

Foreign Policy dergisinin “Amerikan dış politika yapıcıları” arasında yaptığı bir araştırmaya göre ABD dış politikasının karşı karşıya olduğu en ciddi sorun, yüzde 42 ile Çin!

Araştırmaya görüş bildiren ve tamamı resmi yetkili olan bu isimler, ABD dış politikasının karşı karşıya olduğu diğer sorunları ise şöyle sıralamışlar: Küresel borç krizi, Arap Baharı, Ortadoğu’daki çatışmalar, küresel terör ve kitle imha silahları.

Foregn Policy, aynı araştırmayı Amerikalı akademisyenler arasında da yapmış. Bu ankette de, Çin’in büyüyen etkisi, ABD’nin en büyük sorunu olarak ilk sırada yer almış!

Washington artık, Amerikan kartalının, Çin ejderi karşısında ne kadar dayanacağını hesaplamaya başladı bile!

Mehmet Ali Güller

Aydınlık gazetesi yazarı

Teori Dergisi – Mart 2012


[1][1] The White House: U.S. National Security Strategy, May 2010, Washington

[2][2]  Hillary Clinton, “America’s Pasific Century”, Foreign Policy, November 2011 http://www.foreignpolicy.com/articles/2011/10/11/americas_pacific_century

[3][3] United States-China Economic and Security Review Commission: 2011 Report to Congress http://www.uscc.gov/annual_report/2011/annual_report_full_11.pdf

[4][4] “Sustaining U.S. Global Leadership: Priorities for 21st Century”, Defense Strategic Guidance, Washington, January 2012   http://www.defense.gov/news/Defense_Strategic_Guidance.pdf

[5][5] Stephan Richter, “Asya’ya dönmek: Hillary Clinton için bir durum muhasebesi”, Radikal, 9 Kasım 2011.

[6][6] Bu kapsamlı ve uzun raporun geniş bir özeti, önümüzdeki sayılarda Teori Dergisinde işlenecektir.

Reklam

, ,

  1. Yorum bırakın

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: