ABD’nin Ankara’daki adamı kim?

Erdoğan‘ın bir saray darbesiyle Davutoğlu‘nu görevden alması, ABD’nin ünlü dış politka dergisi Foreign Policy‘de “ABD Ankara’daki adamını kaybetti” başlıklı bir haber-analizle değerlendirildi. John Hudson imzalı yorumda, Davutoğlu‘nun şu özelliği nedeniyle ABD’nin adamı olduğu ifade edildi: “Kendisi geniş ölçüde becerikli ve saygın bir diplomat olmanın yanında IŞİD’e karşı sürdürülen savaşta ABD için çarpışan Kürtlere karşı daha fazla toleransa sahipti.” (Foreign Policy, 5 Mayıs 2016)

Foreign Policy‘nin bu yorumu haliyle şu soruyu gündeme getirdi: ABD’nin Ankara’daki adamı Davutoğlu ise Erdoğan’ın pozisyonu ne?

ABD DIŞPOLİTİKASINDA İKİLİK

Önce iki önemli belirlemede bulunalım:

1) Tek başına Foreign Policy‘nin ya da bir başka Amerikan dış politika dergisinin tavrı, doğrudan Amerikan devletinin tutumu olarak değerlendirilemez. Bu tip dergilerde ve düşünce kuruluşlarında yayınlanan yorumlar, elbette yakın oldukları kurumun politika belirlemesinde değerlendirilir,eğilim oluşturulmasında yararlanılır ancak ötesinde büyük ve kesin anlamlar taşımaz. Bu yayın organlarını sıkı takip edenler bilir ki, aynı konuda bir yayın organı ile diğeri tam tersi şeyi savunabilmektedir. Bu durumda hangisi ABD’nin görüşüdür?

Özellikle CIA, Pentagon ve Dışişleri’ne yakın kuruluş ve yayın organlarında zaman zaman birbiriyle çelişen analizler yapılabilmektedir. Hele İsrail konusunda ABD devlet aygıtı içinde ikilik çıktığı şu son dönemde bu daha da artmıştır. Haliyle Ortadoğu’daki her gelişmede İsrail’in güvenliğini en başa yazan yorumcular ile diğerleri arasında tutum farkları ortaya çıkmıştır.

Uzatmayalım ve anlaşılır olması için şu örneği verelim: Bir dış politika dergisi Davutoğlu’nu kastederek “ABD Ankara’daki adamını kaybetti” derken, bir başka önemli kuruluşun yayın organı da açık açık Erdoğan’ın Suriye politikasını savunmakta ve Cerablus’a operasyonu desteklemektedir!

2) ABD’nin Ankara’daki adamı, adamdan ibaret değildir, adamlardan oluşur. ABD 70 yıllık “Küçük Amerika” sürecinde bir sistem inşa etmiştir ve işimizin zorluğu da buradan kaynaklanmaktadır.

ABD’nin Ankara’daki adamı adamdan ibaret olsaydı, işimiz kolaylaşırdı. Örneğin ABD’nin Ankara’daki en has adamı olan Tansu Çiller kaybettiğinde, ABD de tümden kaybetmiş olurdu! Ancak öyle olmadı, ABD mevzi kaybetti ama sistem inşa ettiği için kaybettiği mevziyi maalesef kısa bir süre sonra daha sağlam bir şekilde ele geçirdi!

CLINTON-ERDOĞAN UYUMU

Artık en temel soruya gelebiliriz: Peki Erdoğan‘ın pozisyonu ne?

Foreign Policy‘nin yorumundan hareketle Erdoğan‘ın artık ABD’nin adamı olmadığı, ABD’nin planlarından ayrıldığı iddia edildi. Bir süredir Erdoğan‘ı milli mevzilere yerleştiren analizlerin devamı olan bu yorumların gerçekle bağı yoktur. Çünkü Erdoğan hâlâ ABD’nin Ankara’daki adamlarından biridir, ABD planlarından ayrılmamıştır ve dahası en önemli ABD planı olan BOP’un eşbaşkanıdır!

Özellike Suriye’ye müdahale konusunda Obama ile Erdoğan arasında ortaya çıkan kimi taktik ayrılıklardan hareketle Erdoğan‘ı “milli ve antiemperyalist” cepheye kaydetmeye çalışmak, basit bir siyaset hatası olmanın ötesine geçmektedir.

Kaldı ki, Suriye’ye müdahale konusunda yaşanan bu ayrılık, ABD içinde de yaşanmaktadır. Örneğin Obama, ABD’nin muhtemel yeni başkanı Hillary Clinton ile bu konuda ayrı düşmüştür. Clinton‘un Dışişleri Bakanlığı’ndan tasfiyesinde de bu ayrılık temel nedendir.

Suriye merkezli bu taktik ayrılıklar Erdoğan‘ı ABD’nin Ankara’daki adamı olmaktan, Amerikancı olmaktan çıkarıyorsa, bu durumda Clinton da Amerikancı değildir!

Burada temel mesele şudur: ABD 2008 ekonomik krizinin tetiklediği stratejik savunma koşullarında yeni bir güvenlik doktrini ilan etti; özetle Ortadoğu merkezli güvenlik doktrininden Asya-Pasifik merkezli güvenlik doktrinine geçti. Washington Ortadoğu’daki kimi işlerini müttefiklerine bıraktı. Fakat Çin ve Rusya’nın Ortadoğu ilgisi ile müttefiklerinin gücünün sınırlılığı nedeniyle, kısmen Ortadoğu’ya yeniden döndü. Fakat Obama yönetimi, daha ileri gitmedi, gidemedi; doğrudan askeri müdahalelerde bulunamadı.

Ancak Amerikan devlet aygıtı içindeki bu saflaşma sonuçlanmış değil. Tersine Obama‘nın uyguladığı “realist” stratejinin yerini, yeni dönemde “kontrollü kaos” stratejisi alacak gibi görünüyor. (Zbigniew Brezezinski‘nin Clinton‘un bir nevi programı olarak ilan ettiği yeni stratejisini daha sonra ayrıntılı inceleyeceğiz.)

ABD’nin iki muhtemel başkan adayı Trump ve Clinton da “kontrollü kaosu” savunuyor; her iki isim de Suriye’ye müdahaleyi savunuyor. Her iki isim de Erdoğan’ın güvenli bölge, uçuşa yasak bölge hedefine destek veriyor!

Bazı özel analizlerden çıkardığımıza göre Erdoğan ile muhtemel Clinton yönetimi arasında da şimdiden kimi “ön anlaşmalar” yapılmış durumda. (Nitekim Erdoğan‘ın yakın çevresi de çeşitli zamanlarda özel vurgularla Clinton‘un Dışişleri Bakanlığı döneminde daha uyumlu olduklarını vurgulamışlardır.)

TÜRKİYE ABD’NİN İSTEDİĞİ DURUMDA

Burada Türkiye açısından asıl mesele şudur: Erdoğan yönetiminde Türkiye hem içeride hem dışarıda tam da ABD’nin istediği duruma gelmiştir: ABD Kemalist devletin yerine Ilımlı İslam Cumhuriyeti istemekteydi, olmaktadır. ABD komşularıyla işbirliği yapan ve bölge merkezli dışpolitka uygulayan Türkiye yerine komşularıyla kavgalı bir Türkiye istiyordu, oldu. (Türkiye soğuk savaş dönemi de dahil, hiçbir dönemde konşularının tamamıyla aynı anda düşman olmamıştı!)

ABD’nin Ankara’daki adamlarının Türkiye’yi getirdiği yer işte burasıdır: Türkiye’yi Rusya’ya düşmanlaştıran kişi ABD’nin en has adamıdır! Türkiye’yi İran-Irak-Suriye hattına karşı operasyonel araç yapan kişi ABD’nin en has adamıdır! Türk devletini milli ve laik devlet olmaktan çıkararak dincileştiren kişi ABD’nin en has adamıdır!

Kaldı ki ABD açısından pratik mesele şudur: Türkiye’de Erdoğan’dan daha kolay hiç kimse, İncirlik Mutabakatı öneminde bir anlaşmayı ABD başkanın bir telefonuyla imzalamaz, imzalayamaz! Ne Kılıçdaroğlu, ne Bahçeli; hatta Davutoğlu bile bir telefonla imzalayamaz, çekinir ve öncelikle kurumların mutabakatını aramaya soyunur…

14 yıldır ABD’nin BOP eşbaşkanı olarak Washington’un her istediğini yapan Erdoğan‘a sırf PKK’ye operasyonlara bakarak “ABD’nin adamı olmaktan çıktı” muamelesi yapmak, herşeyden önemlisi Türkiye’nin muhalefet birikimine haksızlıktır!

Mehmet Ali Güller
10 Mayıs 2016

  1. #1 by Ali Erdogmuş on 10/05/2016 - 14:27

    Şu andaki Başbakanı Amerikanin adamı olarak degerlendirmek; Hepsinin agababası Erdoganı ABD nin Türkiyede en büyük temsilcisi oldugunu gizlemeye hizmet etmektedir.Halbuki Erdogan her şart altında ABD nin memuru oldugunu gizlemeden acıkca söylemektedir.Sadece fır döndü siyaseti bu gercegi PKK ya karşı mücadele adına görmek istemiyor.Kaldı ki; gericilik ve bölücülük aynı kaynaktan beslenmektedir.Emperyalizmin iki uşagından birini tercih etme politikası halkımızın bagımsızlık ve özgürlük mücadelesine hizmet etmedigi gibi, düşmanla işbirligine götürür.

  2. #2 by Aysel KILIC on 10/05/2016 - 18:11

    Gesendet von Yahoo Mail auf Android

  3. #3 by Hakan on 10/05/2016 - 23:32

    Erdoğan için batı ittifakının bir alternatifi yoktur.Yani Erdoğan ABD ile ters düşse dahi bunun karşılığında Rusya-Çin-İran-Suriye vs ile ittifak olup ABD ve AB’ye tavır almasını beklemek fazla iyi niyetlidir.Aslında bu konular hakkında analiz ve felsefe yapmak yerine “biz napıyoruz”a odaklanmak gerekmektedir.Erdoğan iktidara geldiğinde “bu hükümet meşru değil” deyip durduk aradan yıllar geçti millilik payesi verdik kendisine.15 senedir bu iktidarı indirmeyi başaramamayı geçtik karşısına hala kuvvet yığamıyoruz. Ama yıllardır ABD deliğe süpürecek, artık işi bitti, zamanı doldu vs ile 10 yıl harcadık en az.

  4. #4 by Egemen TÜRKMEN on 10/05/2016 - 23:56

    Sayın GÜLLER,
    Olguya değil olaya odaklanıyorsunuz. Tek tek olaylar ve detaylar içinde öz kayboluyor. Bir, her şey değişir, aynı nehirde iki kere yıkanamayız. Erdoğan da biz de ABD de değişir. Şartlar değiştiğinde saflar da değişir. Gezi’den sonra AKP-cemaat-PKK koalisyonu parçalandı. AKP, koalisyon ortağı olan F tipi ve PKK ile mücadele içinde buldu kendini. Bu iyi mi kötü mü? İyiliğinölçütü ne? Bizimstratejik amaçlarımız. bu mücadele iyidir, desteklenmelidir.Çünkü, mücadele içinde hem bizm karşıtımız olan cemaat ve PKK hem de AKP zayıflar.
    Gezi’den sonra AKP, CHP, MHP, HDP, Vatan partisi TKP tüm partiler bölündü, bölünüyor bölünecek. AKP içindeki cemaatle ve cemaat üzerinde Batı ile ayrışma sürecine girdi. CHP’de ulusalcı çizgi tasfiye edildi. HDP içindeki “sol” gruplarla ayrışacak.TKP’den üç parti çıktı. Vatan Partisi kendi muhalefetini kendi içinde yarattı. Ancak, ideal yoksa taktik düzeyde ideale yakın olanı ve işimize yarayanı seçmek mantıklıdır. Erdoğan’ı ABD’nin adamı göstermek, ABD karşıtı mücadeleyi zayıflatır mı güçlendirir mi? PKK ABD’nin stratejik piyonu. ABD’nin piyonlarına vuran Erdoğan ile PKK’yi nasıl aynı kefeye koyabiliriz? ABD, PKK’yi vurduruyor demek çelişki değil mi? ABD, taktik piyonuna stratejik piyonunu vurduruyor öyle mi?

    Gelelim Davutoğlu meselesine… Hürriyet’te A. SELVİ açılım için 5 şart yazmıştı. Geçen gün Odatv ‘de 24 Temmuz operasyonları başladığında Davutoğlu’nun ağladığı yazıyordu. Bugün ABD yerine yenisini hazırlayamadığı için Erdoğan’ı yok sayamıyor. Yoksa, Erdoğan’ın otokratlığını yeni mi fark etti? Eskiden Erdoğan demokrat mıydı? ABD çizdiği adamın antidemokrat, diktatör, otokrat olduğunu fark ediverir. Saddam, Esad, Mübarek vs…
    Sayın Güller, tezlerinizin ayakları yere basmıyor. Teorinin anası pratiktir ve pratikle sınanan teori doğrudur. Her şey ve herkes değişir.Siz de… Erdoğan’a karşı olmak adına neredeyse utangaç bir liberal olacaksınız.

    • #5 by probahis on 11/05/2016 - 10:25

      sayın perinçekin söylemine karşıt hava oluşturmak işte bu kadar zordur.. çünkü bilimselliği düşük kalır.

  5. #6 by abrek on 11/05/2016 - 10:21

    sayın Güller zorlama ile Erdoğan düşmanlığı yapacağım derken hatları birbirine karıştırmaktadır..
    evet, doğru olan birdir.. ancak doğru olan içinde doğruya zaruri girmek zorunda olanların mecburiyetlerini vs yok saymak yanlışın içinde debelenmekten öte bir sey degildir ne yazık ki..
    Erdoğan ülkemiz adına bugün sıralayacak olursak 3. düşmandır..
    1. düşman pkk’dir.. bugün nasıl bir zarar verdiği ortadadır.. temizlenmesi çok zordur.. ki yaşayarak bunu görüyoruz..
    2. düşman cemaatir.. ki o da şiddetsel olmasa da geçmiş pislikleri ortaya çıktıkça nasıl bir zarar mekanizmasına sahip olduğu görülmektedir..
    3. düşman ise rte/akp’dir..

    bu hattı karıştırırsak işin içinde debelenir dururuz..

    şimdi ortaya sorarım; davut efendi gönderildi.. bu iyi mi olacak ülke için kötü mü..
    rusya ve suriye ile asyalılaşma sürecini iyi anlamda mı etkileyecek kötü anlamda mı..

    siz gelişen şeyini kullanma kapasitesinde değilseniz, mevcudiyetlerin karşında gelişecek olan şeyleri karanlığa gömersiniz ancak..

    olan budur ve yazınızdan da bu anlaşılmaktadır sayın güller..

  6. #7 by Gunes Ecer on 12/05/2016 - 15:10

    Erdogan bu milletin cogunlugunun tercihidir. O’nu dusman gibi goren O’nun arkasinda duran milleti de kendisine dusman eder. Bos bos konusmayin. Erdogan alayinizi 11 kere serbest secimlerde alt etti. Alternatifi yok; olmasina da gerek yok; cunku, Erdogan gibi bu milleti seven Cumhuriyet doneminde olmadi; daha zekisi de cikmadi. Milletten daha akilli degilsiniz.

    • #8 by trekking on 14/05/2016 - 12:18

      Milletin çoğunluğunun değil, seçime katılanların %52 sinin oyunu alarak seçilmiştir. Ayrıca çoğunluğun tercihi olması, çoğunluğun azınlığa tahakküm etmesi demek değildir. Böyle bir anlayış olamaz. Seçimlerde 11 kez alt etmiş olması Milletini en çok seven olmasınımı gerektirir. Adını bile söylemediği Milletini? Her türlü Milliyetçilik ayaklarımızın altındadır dediği Milletini?.

      Unutmayın ki bir zamanlar ANAp diye bir parti vardı.Onun da arkasında çoğunluk vardı. Nerede şimdi ANAP? Tabelası kaldı. Milletin çoğunluğu geçim derdinde, gününü kurtarmanın telaşında, neyin ne olduğuna kafa yoracak durumda değil. Bu akılsız olduğunu göstermez.Ama ağır narkoz etkisi altında bir türlü ayılamıyor.Elbet bir gün ayılacaktır. Zira film de sona doğru yaklaşılmaktadır.Üzerine geçirilmeye çalışan bu deli gömleğini aklı selim sahibi hiç bir Türk Vatandaşı kabul etmez.

  7. #9 by Gunes Ecer on 07/06/2016 - 05:52

    Secimde %52 alan, cogunluk oylari almis demektir. Size gore, daha az oy alan mi milletin cogunlugunu temsil ediyor? Gulunc!

    Demokrasilerde cogunluk karar verir; tek bir sartla, bu kararlarin hic kimsenin temel hak ve ozgurluklerini ihlal etmemesi lazim. Ihlal ederse AYM’ye gidir hak iddia eder.
    Ama, secimlerden azinlik olanlarak cikanlarin dedikleri gibi ulke yonetilemez. Yonetilirse dikta rejimi oluruz. Demokrasi olmaktan cikariz.

    Sahislarin Anayasa Mahkemesine direkt muracat etme hakki da dahil, AK Parti kimsenin ozgurlugunu, haklarini ihlal etmedigi gibi, bunlari eskisine nazaran cok genisletti. Insanliga karsi suc olan, Kemalist kimlik ve inanc yasaklarini kaldirdi. Kemalist irkcilik emarelerini kaldirdi. Binlerce kanunlarimizi insan haklarina saygili hale getirdi.

    Bizdeki milliyetcilik daha ziyade irkciliktir. Irkciligin tarifi: “Bir etnik gruba dahil olanlari sirf bu yuzden ustun gormek, veya asagilik gormek” tir. Bu tarife gore bakin bakalim devlet binalarinda, okullarda duvarlara yazili ezberletilen sozler irkci mi, degil mi?

    Son 100-110 senede, Ittihatci ve Kemalist donemlerde, azinliklarin oarani %30-40’lardan simdiki %0.2’ye indi. Insan haklarina saygili oldugumuz icin mi oldu bu sizce?

abrek için bir cevap yazın Cevabı iptal et