“AKP’nin dış politikasının en başından beri doğru olduğu” iddiasının konuşulacak yanı yok kuşkusuz. Ancak AKP’ye destek veren kimi kesimlerin “Tamam, AKP dış politikada dün yanlış yaptı ama bugün düzeltiyor” tezinin üzerinde durulabilir.
Fakat o tez de doğru değildir, çünkü sorun şu: AKP dün ilk düğmeyi yanlış ilikledi. Bugün dönüp o ilk düğmeyi çözüp yeniden doğru bir şekilde iliklemeden, düğme iliklemeye devam etmeye çalışıyor. Haliyle olmuyor.
Örneğin Suriye: İlk düğmeyi yanlış iliklediler ve önlerine Esad’ı devirmeyi hedef koydular. Şimdi o ilk düğmeyi çözüp yeniden doğru bir şekilde iliklemedikleri için Şam’la işbirliğine yanaşmıyorlar ve Rusya’yla yaptıkları ortaklık bile yanlış Suriye politikalarını düzeltmeye yetmiyor.
Fakat konuyu İdlib ve Suriye’yi konuşmak için değil, Kıbrıs sorununu ele almak için açtım. Zira KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın İngiliz Guardian’a yaptığı açıklamalar, üzerinde önemle durulmasını gerektiriyor.
Akıncı özetle şunları söylüyor: “Federal bir çatı altında yeniden birleşme olmazsa, Ankara tarafından yutulup de facto Türkiye ili haline gelebiliriz. Türkiye’ye bağlanma ihtimali ise korkunç.”
Asıl korkunç olan bu anlayışa sahip birinin Rauf Denktaş’ın koltuğunda oturabilmesidir aslında!
Akıncı’nın sözleri, Erdoğan’ın sözleri
Bakıyorsunuz, şimdi AKP hükümeti sözcüleri Akıncı’nın bu sözlerine tepki gösteriyorlar, güzel. Fakat Akıncı’nın bu sözlerini kendileri de söylemedi mi? Akıncı federal çatı altında birleşme istiyor. Peki AKP de federal çatı altında birleşme istemedi mi?
Oysa KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş “iki devletli konfederasyon” öneriyordu ve Türk devleti de bu öneriyi destekliyordu. Dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in şu açıklamasını anımsayalım: “Kıbrıs’ta çözüm hazırdır. Sayın Denktaş’ın geliştirdiği iki devletli konfederasyon önerisi ortadadır” (tccb.gov.tr, 22.06.2000).
Ancak AKP iktidarı AB’den tarih alabilme adına ve ABD’nin bölgeye dayattığı BOP planına uygun olarak Ada’da federasyonu ve Annan Planı’nı savundu; Denktaş’ı “çözümün önündeki engel” olarak gördü ve tasfiye etmeye çalıştı.
24 Nisan 2004 tarihli Annan Planı referandumundan sonra dönemin Başbakanı Erdoğan ile dönemin KKTC Başbakanı Mehmet Ali Talat arasında yapılan ve basına “Denktaş ve KKTC’yi bitirme konuşmaları” diye yansıyan o konuşmalar belleklerdedir…
AKP’nin KKTC’den asker çekme tavizi
Bir kere AKP’nin Kıbrıs konusundaki yaklaşımı, meseleye yanlış pencereden baktığı için baştan yanlıştı. Erdoğan ISO Meclis toplantısında şöyle diyordu: “Kıbrıs konusuna etnik yaklaşım içinde bakmıyoruz. Eğer böyle bakarsak işin çözümü söz konusu değil” (Milliyet, 27.1.2005). Çünkü Türklük, o dönemde “ayaklarının altına almak istedikleri” milliyetçilikti!
Ve Kıbrıs meselesinin bam teli de adadaki Türk askeriydi, kavganın esası da bunun içindi. Zira KKTC’den Türk askeri çekilirse, ABD ve AB tüm planlarını hayata geçirebilirdi. O nedenle TSK’yi hedef alan Ergenekon kumpası, Denktaş’a bile uzatılmıştı!
Anımsayalım: Erdoğan, Kıbrıs konusunda “bir adım önde olma” politikasının gereği olarak, Davos’ta görüşeceği BM Genel Sekreteri Kofi Annan‘a Rumları memnun edecek yeni bazı öneriler sunacaktı. Basına yansıyan o öneriler içinde KKTC’den Türk askeri çekmek de vardı! (Milliyet, 17.1.2005)
Buna tepki olarak Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Yaşar Büyükanıt KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ı ziyaretinde dünyaya Türkiye’nin şu kararlılığını ilan etmişti: “Kesin ve kalıcı bir anlaşma olmadan buradan bir tek asker dahi gitmeyecektir!” (Anadolu Ajansı, 25.1.2005).
Büyükanıt’ın açıklamasından hemen sonra aradığım üst düzey bir askeri kaynak, Kara Kuvvetleri Komutanı’nın açıklamasının Erdoğan’ı frenlemeye yönelik olduğunu söylemişti (Aydınlık, 30.1.2005).
AB’den tarih alabilmek için verilen tavizler
Aslında Erdoğan ve Talat, aylardır adadan Türk askeri çekme konusunu görüşüyorlardı zaten. Talat, 6 Haziran 2004’te Erdoğan‘ı İstanbul’daki evinde ziyaret etmiş ve Türkiye’nin AB’den tarih almasını kolaylaştıracak bir dizi yeni adımda fikir birliğine varmıştı. İşte o fikir birliğine varılan yeni adımlardan biri de ilk etapta KKTC’den 5 bin Türk askeri çekme formülüydü! (Milliyet, 14.1.2004).
Peki, AKP Aralık 2004’te AB’den tarih aldı ve gündüz gözüyle Ankara’da havai fişek patlattı da ne oldu? Kocaman bir hiç!
O güne kadar verilen ve sonrasında verilmeye devam eden tavizlerle kalındı. O tavizlerden yararlanan Rumlar da AB’ye girmekten bugün sonuçları Doğu Akdeniz’deki enerji paylaşımı mücadelesine kadar uzanan konularda avantaj elde ettiler.
Şimdi Kıbrıs konusunda bir şeyleri düzeltmek istiyorlarsa, işe 26 Nisan’da yapılacak KKTC cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Denktaşçılığı destekleyerek başlamalılar!
Çünkü Kıbrıs’ta yanlış ilikledikleri o ilk düğme, Denktaş karşıtlığıydı!
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
10 Şubat 2020
#1 by puma on 12/02/2020 - 01:31
Aynen. Rusya egri cetveli duzeltmek icin cok ugrasti, basarir gibi de oldu, ama cetvel eski haline dondu nerdeyse.
………..
Ordunun ust kademelerindekiler Fetoye karsi olmakla beraber, bir butun olarak ilerici, Ataturkcu bir cizgide degiller gibi. Zamanla bu daha kotuye gidebilir, o zaman Turkiye bir daha hic duzelmeyebilir.
Erol Mutercimlerin soylemiyle, sol’a karsidirlar, “milliyetci” olabilirler, ama hepsininki de saglikli bir milliyetcilik olmayabilir. Amerikanci, irkci milliyetci bir zihniyete sahip olabilirler. Hatta belki idlipteki durum biraz da onlarin eseri. Vatanlarini savunan Suriyelilerden misliyle adam oldurunce kahramanlik yapmis oluyoruz belki bunlarin gozunde.
…………
Vatan partisinin cekirdegi, son zamanlarda, Bahceliyi SedatPeker’i vatansever diye gosterirken (halbuki 16 nisan referandumunda Bahceli ne demisti: peringecgiller mi kazansin…), Imamoglu ve Mansur Yavas’i hicbir delil yokken nerdeyse liberal hainler olarak tanitma cizgisindeydi.
Simdi Bahceli ne diyor, Emevi camisinde namaz kilmaktan cok fazlasini soyluyor.
…..
Vatan Partisini cok iyi anliyorum, bunlarin sicak kanli olanlari bir ajanda ya da biryerlere baglilik ekseninde asiri partizanlik , taraf tutma yolundalar. Bu gun soyledigimin yarin tersini soylemek zorunda kalmayayim derdinde degiller. Idlib konusunda, Uygur konusunda, daha dogrusu jeopolitik konulardaki tutumu genelde dogru, Bahceli’yi ovmesi falan ise tamamen taktiksel, ama mesela olaya bir Hdpli gozuyle bakarsaniz, “biz onun ne oldugunu biliyorduk” falan derler, haksiz da sayilmazlar.
Aslinda DP’e karsi olmalari cok farkli bir sebepledir, bunlar amerikanci (derin devlet) kanallardan ideolojik olarak beslenirler DP kotudur iddiasini kabul etmislerdir, gosterdikleri gerekceler ise bahanedir.
…..
Ote yandan Soner Yalcin’in bigfarma’yi elestiren kitabini elestirmeleri ancak derin devlet taraftarligi yani amerikancilik olarak yorumlanabilir (cahil olup bunun farkinda olmamak degilse gercek sebep.)
……
Bir de Emre Kongar hala ikiz kuleleri El Kaide yikti diye derin devletin kuyruklu ve bariz yalanini dogruymus gibi 18dakika’da milyonlara anlatti yine, ve Merdan Yanardag da itiraz etmedi. Ayrica burda ben bunu en az 10 kere soyledim. Nasil olur da hala ayni yanlista israr edilir. Aydinlarimiz bu haldeyse yandik demektir. Cumhuriyetten Erol Manisali cok uzun zaman once bunun dogrusunu soylemisti, yani biliyordu. Peki bunlar hic mi Cumhuriyet gazetesinin koridorlarinda karsilasmazlar.
Yine Kongar’in soylemiyle “akil alir gibi degil, yahu….” gibi bir cumleyle saskinligimizi ifade edebiliriz.
#2 by özge on 12/02/2020 - 15:43
Mehmet Ali Bey, Çin’de görülen koronavirüs, acaba Çin’in ilerlemesine darbe vurur mu ? Ekonomik anlamda, Çin’i baltalayıp, gelecekteki yükselişini sekteye uğratır mı. Yazınızı okuyunca, görüşünüzü sormak istedim. Saygılarımla. Özge Yenidoğan.