Posts Tagged Konfederasyon
REFERANDUM DEĞİL, KONFEDERASYON PAZARLIĞI YAPILIYOR
Posted by Mehmet Ali Güller in Odatv Yazıları, Politika Yazıları on 22/08/2010
AKP ile PKK arasında ortaya çıkan referandum pazarlığı, salt anayasa değişikliğine “evet” demeyi kapsamıyor. Pazarlığın esasını, “federasyon Anayasası” oluşturuyor. Ama bu alt pazarlığın üstünde, ABD ile Türkiye arasında, Irak’ın kuzeyi merkezli “konfederasyon” pazarlığı yapılıyor.
Öcalan’ın PKK ve BDP’ye “demokratik özerkliğe ibadet eder gibi sarılın” (Öcalan demokratik özerkliğin esaslarını açıkladı, ANF, 20 Ağustos 2010) mesajı da, işte bu üst pazarlıkta rol alma hedefine yöneliktir.
Bu pazarlıkları açacağız. Ama gelin bu analiz için gerekli olan soruları yöneltelim önce:
1.. Adalet Bakanı Sadullah Ergin, daha iki ay önce hükümet “PKK’nın arkasında İsrail var” derken, ne oldu da İsrail’i akladı ve PKK’yı iki Avrupa ülkesinin yönlendirdiğini açıkladı?
2.. Güneydoğu’da temaslar yapan Alman heyetinin “PKK diyaloga dahil edilmeli” çağrısı ne anlama geliyor?
3.. ABD Irak’tan gerçekten çekiliyor mu? ABD’nin Irak’la işi bitti mi?
4.. Hanefi Avcı neden cemaati hedef alan bir çıkış yaptı? Deniz Baykal, kaset olayında neden cemaati aklamış ve sadece hükümeti suçlamıştı?
5..Sahte darbe belgesinin aradan bunca zaman geçtikten sonra, “AKP’den Edelman’a, oradan John Kunstadter ve Faruk Demir yolunu izleyerek TSK’ya gittiği” bilgisi neden piyasaya sürüldü?
6.. Washington’un, Ankara’ya gönderilecek bir büyükelçi üzerinde bile uzlaşılamaması ve bazı kalemlerin, ABD’nin AKP’ye mesafe koyduğu şeklindeki yorumları ne anlama geliyor?
Analizimize yön verecek bu temel soruların ardından yanıtlara geçelim:
AKP-PKK PAZARLIĞI
AKP ve PKK-BDP, aynı projenin alt bileşenleri olmaları nedeniyle, nesnel olarak aynı cephede yer almaktadırlar. Karşıt durumlar oluştuğunda da pazarlıklarla her iki kuvvet yeniden aynı cepheye sürülmektedirler. Bu pazarlıklardan en önemlileri şunlardı:
— Hükümetin akıl hocalarından Cengiz Çandar, AKP’nin “Kandil ve İmralı” ile görüştüğünü söyledi. (Sanem Altan Röportajı, Vatan Gazetesi, 26 Eylül 2009). Zaten Çandar, en başında beri meseleyi “iki Abdullah”ın çözeceğini savunuyordu. (Cengiz Çandar, Çankaya’daki Abdullah-İmralı’daki Abdullah-Kürt sorununda iyi şeyler olacak, Referans Gazetesi, 15 Mart 2009)
— Açılım Koordinatörü İçişleri Bakanı Beşir Atalay 20 Ekim 2009 günü yaptığı açıklamada, Öcalan’ın talimatıyla Irak’ın kuzeyinden Türkiye’ye gelen birinci barış grubuyla ilgili olarak, “eve dönüş, demokratik açılım sürecinin bir safhası, planın bir parçası” dedi. Ki Bakan Atalay’ın DTP Eşbaşkanı Ahmet Türk ile 17 Ekim günü gizlice görüşüp, iki gün sonra Habur’dan geçişi planladıkları basına yansımıştı. (Milliyet Gazetesi, 21 Ekim 2009)
— Taraf Gazetesi’nden Yıldıray Oğur, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün hazırladığı bir analize dayanarak, 2006 yılından beri PKK’nın Avrupa sorumlusu Sabri Ok ile görüşüldüğünü açıkladı. Eski Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanı Bülent Orakoğlu da “Sabri Ok, Abdullah Öcalan ile telefon görüşmesi yaptı” dedi. Her iki açıklama birleştirilince AKP’nin Sabri Ok’la, Ok’un da Öcalan’la görüştüğü ortaya çıkmış oluyordu. Öcalan boşuna “AKP benim söylediklerimi alıp uyguluyor” dememişti! (ANF, 16 Ekim 2009)
— PKK lideri Murat Karayılan, Habertürk’ten Amberin Zaman’a şöyle diyordu: “Geçen yıl Şubat ayında bir hükümet üyesi Öcalan’a gitti ve açılımı konuştu”. (Habertürk, 16 Nisan 2010)
— Ve elbette eski MİT Müsteşarı Emre Taner’in gerek Barzani ile gerekse henüz müsteşar yardımcısı iken Öcalan’la hükümet adına yaptığı müzakereleri unutmamak gerekir.
— Son olarak da kamuoyuna referandum pazarlığı diye yansıyan ama gerçekte “federasyon anayasası” pazarlığı olan anlaşma ortaya çıktı. Karayılan, “devletle anlaştıklarını” söyledi. PKK’nın aldığı eylemsizlik kararının kısa ve öz hikâyesini şöyle açıkladı Karayılan: “Artık açıklanmasında bir sakınca görmediğimiz diğer önemli bir gelişme de devletin, önderliğimizle geliştirdiği diyalog temelinde ateşkes talebinde bulunmasıdır. Aslında önderliğimiz aradan çekilmişti ancak, talep üzerine yeniden devreye girerek, çağrıları ve devletten doğru gelen istemi de dikkate alarak, bir kez daha barışa şans tanınması için hareketimize bir mesaj gönderdi”. (ANF, 17 Ağustos 2010)
Ki Zaten Cumhurbaşkanı Gül, “terörü bitirmek için devlet her yöntemi dener” diyerek zaten pazarlık yapıldığını itiraf etmişti. Bakü uçağında konuşan Gül “her yöntem denince, bu hem silahlı mücadeledir hem de siyasi, diplomatik, metodlar bunun içerisindedir. Devlet teröristle masaya oturmaza, pazarlık yapmaz ama yapılacak her iş için gerekli organları, kurumları vardır. Devlet organları ne yapacaklarını bilir” dedi. (Fehmi Koru, Cumhurbaşkanı ile Bakü yolunda, Yeni Şafak, 17 Ağustos 2010)
PKK’nın eylemsizlik kararı ve bu kararın ardındaki pazarlıkla ilgili olarak taraflar şunları söyledi:
BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, “taleplerimize cevap verilmesi durumunda elbette ki biz yeni anayasayı destekleriz. Böyle bir durumda AKP ile ortak çalışma çağrımızı yeniliyoruz” dedi. (Radikal Gazetesi, 18 Ağustos 2010)
Demokratik Toplum Kongresi DTK Eşbaşkanı Ahmet Türk de, “hükümet ciddi adımlar atar, hamle yaparsa her şey değişebilir” dedi. (Vatan Gazetesi, 21 Ağustos 2010)
AKP’li Tarım Bakanı Mehdi Eker, “kan ve gözyaşı dökülmemesi her halükarda olumlu mütalaa edilmesi gereken bir durumdur” dedi. (Vatan Gazetesi, 17 Ağustos 2010)
En ilginç açıklama ise Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’ten geldi: “Terör örgütü kimsenin hatırına silah bırakmaz”. (CNNTurk, 20 Ağustos 2010). Çiçek’in açıklaması akıllara “peki PKK ne karşılığında silah bırakır?” sorusunu getirdi.
Aydınlık Dergisi o soruya şu yanıtı veriyor: “AKP evet oyları karşılığında Apo’yla gizli af anlaşması yaptı”. (Aydınlık Dergisi, Sayı 1201, 22 Ağustos 2010)
BDP açıkça miting meydanlarından “evet” oyu karşılığında dört talep sunuyor AKP’ye: “Öcalan muhatap alınsın, operasyonlar durdurulsun, seçim barajı düşürülsün, KCK tutukluları serbest bırakılsın”. Başbakan Erdoğan’ın 3 Eylül’de Diyarbakır Mitinginde söyleyecekleri durumu netleştirecek.
Öte yandan Yalçın Doğan, pazarlık tarihlerini de tespit etti. Doğan’a göre “28 Temmuz – 11 Ağustos” tarihleri arasındaki görüşmelerin altı çizilmeli. (Yalçın Doğan, Tarih düşelim: Apo ile masaya oturuldu, Hürriyet Gazetesi, 21 Ağustos 2010).
‘YENİ ANAYASA ÖZERK KÜRDİSTAN’
Ancak meselenin sadece referandumdan “evet” çıkartılması olmadığı, esas olarak “evet” çıktıktan sonraki sürece ilişkin pazarlık yapıldığı ortada. Öncelikle, pazarlığın ilk unsuru Öcalan’ın 15 Ağustos’ta ilan edeceği “demokratik özerklik”ti. AKP özerklik ilanının referandum öncesi getireceği kaybı göz önünde bulundurarak, bu konuyu pazarlığın ilk unsuru olarak ele aldı ve Öcalan’a 15 Ağustos açıklamasını erteletti.
Ancak Ruşen Çakır “bu ateşkesin arkası gelebilir” (Vatan Gazetesi, 17 Ağustos 2010) ve Fikret Bila, “referandumdan sonra gündem özerklik” (Milliyet, 21 Ağustos 2010) diyerek aslında BDP Genel Başkan Yardımcısı Gülten Kışanak’ın birkaç gün sonra “yeni anayasa özerk Kürdistan” diye formüle edeceği esasa ışık yakıyorlardı… Kışanak, “Bizim rengimiz belli; sarı, kırmızı, yeşildir. Taraflarımızı en güçlü şekilde örgütleyeceğiz. Onlar bu renkleri kabul edecek ve onlar bizim yazdığımız yeni anayasayla Kürt halkına özgürlük ve demokratik özerk Kürdistan gelecek” dedi. (Milliyet Gazetesi, 22 Ağustos 2010)
Özetlersek, AKP ile PKK-BDP arasında yürütülen pazarlığın merkezinde “demokratik özerkliğin” yani “federasyonun anayasasının” pazarlığı yapılıyor. Apo’ya af, KCK’lı tutukluların serbest bırakılması, operasyonların durdurulması, seçim barajının düşürülmesi gibi talepler ise pazarlığın ikinci halkasını oluşturuyor.
ÖZERKLİK-FEDERASYON-KONFEDERASYON
Gelin şimdi de federasyon ile konfederasyon pazarlıkları arasındaki bağa ışık tutan gelişmeleri mercek altına alalım:
15 Ağustos Pazar günü, yani Öcalan’ın “demokratik özerlik” ilan edeceği ancak AKP’nin pazarlıkla bu ilanı ertelettiği tarih… Adalet Bakanı Sadullah Ergin, İstanbul’da gazeteciler İsmail Küçükkaya, Eyüp Can, Mehmet Tezkan ve Ahmet Hakan’a iftar verir. Ergin diğer gazetecilerden bir saat önce gelen Akşam Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İsmail Küçükkaya’ya hem zamanlaması hem de içeriği ilginç olan bir açıklama yapar. Adalet Bakanı, devletin ulaştığı son raporlar ve analizlere göre bir sonuca varmış: PKK’nın arkasında İsrail değil, iki Avrupa ülkesi varmış! (İsmail Küçükkaya, Adalet Bakanı’ndan çarpıcı PKK analizi: hepsi figüran, beyin Avrupa’da, Akşam Gazetesi, 17 Ağustos 2010)
AKP İSRAİL’İ NEDEN AKLADI?
Çok değil daha iki ay önce hükümet açıkça İskenderun’daki PKK saldırısıyla ilgili olarak İsrail’i suçluyordu… Birden bire ne değişmişti?
İnceleyelim…
18 Ağustos günü Almanya’dan bir heyet doğrudan Diyarbakır’a geçti. Heyet, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, İHD ve BDP üyeleri, baro ve STK’larla görüştü. Heyet Almanya’ya döndükten sonra da, “PKK diyaloga dâhil edilmeli” açıklaması yaptı. (ANF, 22 Ağustos 2010)
Acaba Adalet Bakanı, 3 gün öncesinden geleceği belli olan bu heyeti fırsat bilerek mi yapmıştı İsrail’i aklama ve Avrupa’yı suçlama açıklamasını? Çünkü bugüne kadar Ankara’ya uğramadan Diyarbakır’a giden Almanya ve Avrupa heyetlerinin sayısı belli bile değildi! Bunca heyete sessiz sedasız yol veren hükümet için şimdi ne değişmişti? Birden bire nereden çıkmıştı İsrail’i aklamak? Üstelik kamuoyu biliyordu ki, İsrail demek, ABD demekti!
Acaba Almanya merkezli AB, ABD’nin hem havuç hem de sopa olarak kullandığı PKK üzerinde etkinlik artırmaya mı çalışıyordu? ABD PKK liderlerinden Murat Karayılan, Ali Rıza Altun ve Zübeyir Aydar’ı uyuşturucu kaçakçısı ilan ederken, AB tutuklu bulunan PKK liderlerinden Nizamettin Toğuç’u neden serbest bırakıyordu? Mesaj neydi ve kimeydi? Her şeyden önemlisi AB’nin bu mesajların altını dolduracak kuvveti var mıydı?
HEDEF TÜRKİYE’YE ‘KÜRDİSTAN’A EVET’ DEDİRTMEK
ABD ile AB arasındaki bu çelişmeyi şimdilik bir yana bırakıyoruz ve kuzey Irak konusundaki en temel saptamanın altını çiziyoruz:
ABD, 1992’den bu yana parlamentosunu kurduğu, hükümetini oluşturduğu, başkentini ilan ettiği, merkez bankasını inşa ettiği, parasını bastığı, gümrüğünü ördüğü, en önemlisi ordusunu kurduğu Kukla Devleti’ni hâlâ neden ilan edemiyor? Çünkü Türkiye henüz bu plana razı olmadı! Plana direnen kuvvetler zayıflatıldı, yıpratıldı, içeri atıldı ama hâlâ teslim alınamadı!
Şimdi bu saptamaya bir ara verelim ve ABD’nin Irak’tan muharip asker çekmesinin ne anlama geldiği üzerinde duralım:
ABD’nin son muharip askerini de Irak’tan çekmesi, Obama iktidara geldiğinde estirilen rüzgâr benzeri bir etki yaptı herkeste… Ki Obama’nın kendisi gibi bu çekilme de revize BOP’un bir parçası… Peki gerçekte olan biten neydi?
YENİ ŞAFAK OPERASYONU BAŞLIYOR
Öncelikle altını çizmemiz gereken olgu şu ki, geri çekilme takvimiyle ilgili anlaşmayı Obama değil, aslında Bush hükümeti imzalamıştı! İkincisi çekilen muharip askerler orta ve güney Irak’tan çekildi. Ve yerlerini bundan sonra alacak olan Blackwater tipi “özel ordu”larla kontratlar, hızlı biçimde imzalanıyor. Ne de olsa Irak petrollerinin yaklaşık yüzde 75’i 35 yıllığına çoğu ABD’li olan batı şirketlerine devredildi. ABD her halükarda bu kontratların güvenliğini korumak isteyecektir. ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü P. J. Crowley’nin, “Irak’ta savaşı bitiriyoruz, ama Irak’la işimizi bitirmiyoruz” demesi tam da bu anlama gelmiyor mu?
ABD’nin Irak komutanı General Odierno’nun, geri çekilme takvimi ile ilgili söylediği “en son kuzey Irak’tan çekiliriz” açıklaması asker çekme meselesinin esasıdır. Aslında ABD Irak’tan çekilmiyor, kuzey Irak’a yoğunlaşıyor. El Halic Gazetesine yansıdığı kadarıyla 2020 yılına kadar 94 üs’te 6 tugay ABD askeri bulundurulması konusunda, zaten bir mutabakat oluşturulmuş! Ki şu anda 56 bin ABD askeri hâlâ Irak’ta bulunuyor!
Savaşın bitmediği ABD’nin süreç isimlendirilmesinden de anlaşılıyor. ABD Irak’a savaş açtığında buna “Özgürlük Operasyonu” demişti. ABD, 1 Eylül 2010’dan sonraki sürece ise “Yeni Şafak Operasyonu” ismi vermiş. Demek ki, ABD açısından biten bir şey yok, hatta başlayan yeni bir süreç var!
İşte o süreç Irak’ın kuzeyi merkezli yeni bölge düzeni sürecidir. “Acelemiz var” diyerek hızla “Kürt Açılımı” başlatan Tayyip-Gül ikilisinin acelesi de bu takvim nedeniyleydi…
ABD KONFEDERASYONU İÇİN KÜRT AÇILIMI
Şimdi yeniden az önce yaptığımız saptamaya dönelim. ABD’nin her şeye rağmen Kürdistan’ı ilan edemediğini; çünkü Türkiye’nin plana henüz razı edilemediğini; direnen kuvvetlerin zayıflatıldığını, yıpratıldığını, içeri atıldığını ama hâlâ teslim alınamadığını belirtmiştik.
İşte 12 Eylül referandumu, aslında Türkiye’nin teslim alınması öncesinin son vuruşu olacak. Ve bölgede üç gelişme birbirine paralel olarak ilerleyecek.
Birincisi ABD, Irak’ın kuzeyini Erbil başkentli olarak Kürdistan diye ilan edecek.
İkincisi, Türkiye’nin güneydoğusu özerk ilan edilecek; dolayısıyla üniter Türkiye yerine federatif Türkiye kurulacak.
Üçüncüsü, Büyük Ortadoğu Projesi’nin bir alt düzeni olarak geçen aylarda ilan edilen ve adına Ortadoğu Birliği denilen “Türkiye, Suriye, Lübnan ve Ürdün” arasındaki ticari birlik, İstanbul başkentli siyasi birliğe dönüştürülecek.
Ve son olarak bu üç yapı birleştirilip İstanbul ve Diyarbakır merkezli bir konfederasyona dönüştürülecek!
İşte ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi budur! Başbakan Erdoğan’ın tam 6.5 yıl önce “ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi içinde Diyarbakır’ı bir merkez yapacağız” dediği görev işte budur. (Kanal D, Teke Tek, 16 Şubat 2004)
HANEFİ AVCI NEDEN CEMAATE SAVAŞ AÇTI?
Peki 28 Şubat sürecinde TSK karşıtı bir profil sergileyen, cemaatin yayın organlarının gözdesi olan, hatta gizli bilgileri deşifre ettiği için hapis bile yatan, ama AKP iktidar olduğunda Erdoğan tarafından çok önemli bir görev olan Organize Suçlar Dairesi’nin başına getirilen Hanefi Avcı ne oldu da cemaate savaş açtı?! Ya da tersinden şunu soralım. Baykal kaset skandalıyla birlikte tasfiye edilirken, neden cemaati akladı da sadece hükümete yüklendi?
Yanıtı aynı kapıya çıkacak olan iki soru daha soralım:
Ergenekon konusunda her şey yolunda giderken(!) “sahte darbe belgesinin AKP’den Edelman’a, oradan John Kunstadter ve Faruk Demir yolunu izleyerek TSK’ya gittiği” bilgisi neden ansızın piyasaya sürüldü? Daha doğrusu, tertibin sahibi, tertibin uygulayıcını neden tehdit etti? ABD, AKP’ye neden sopa gösterdi?
Washington, Ankara’ya gönderilecek bir büyükelçi üzerinde neden bir türlü uzlaşamıyor? ABD ile Türkiye arasındaki gidişatın kaderini bir büyükelçi tek başına belirleyebilir mi? John ya da Paul, çok şey fark eder mi? Ya da daha dün Washington’un saptadığı “5.5 yıllık Bush iktidarından ziyade 1.5 yıllık Obama iktidarı AKP’den daha iyi faydalandı” tespitine rağmen, neden birden bazı özel kalemler ABD’nin AKP’ye mesafe koyduğu mealinde yazılar yazmaya başladı?
Tüm bunlar, acaba, AKP’yi TSK’ya karşı daha iyi savaşması için motivasyon anlamı mı taşıyor? Engelleri yıkma konusundaki kararlılığını pekiştirmek için AKP’ye sopa mı gösteriliyor? AKP, kendisi dışındaki iktidar odaklarını, “konfederasyon” planına razı etmesi için kamçılanıyor mu?
DEVLETİN KONFEDERASYONA DİRENCİ KIRILDI MI?
Gelişmeler devleti oluşturan kurumlar ve o kurumlara yön veren kuvvet odakları arasındaki mücadele açısından yorumlanabilir mi?
Hanefi Avcı’nın çıkışı, işte bu savaşın bir parçası olarak, Ergenekon tertibinin nedenleri ile sonuçları arasındaki sürecin bir uzlaşması olarak mı okunmalı?
Daha net sorarsak, AKP yıllardır “Türkiye himayesinde Kürdistan Planı”na direnen Türk devletini ikna mı etti, teslim mi aldı? Türkiye, “Erbil başkentli Kürdistan”a ve “Diyarbakır merkezli demokratik özerkliğe” evet mi diyor?
Taraflar uzlaştı mı?
İşte 12 Eylül referandumu aslında bu sorulara “kuvvet boyutunda” yanıt verecek!
MEHMET ALİ GÜLLER
ABD’NİN BOP KONFEDERASYONLARI
Posted by Mehmet Ali Güller in Odatv Yazıları, Politika Yazıları on 27/07/2010
ABD Dışişleri Bakanı Hilary Clinton’un Temmuz başında ziyaret ettiği Kafkasya’da dikkat çeken gelişmeler yaşanıyor.
Özellikle Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev ile Gürcistan Devlet Başkanı Mihail Saakaşvili’nin 18 Temmuz tarihinde yaptığı görüşmeler bölge dengeleri açısından çok anlamlıydı.
Baş başa ve heyetler arası görüşmelerin ardından basının karşısına çıkan her iki devlet başkanı bölge açısından çok kritik açıklamalar yaptılar.
“Gürcistan ile Azerbaycan arasındaki ilişkilerde tüm sorunların ortadan kaldırıldığını” müjdeleyen İlham Aliyev “Bakü ile Tiflis arasında sıkı işbirliğinin var olduğunu” belirtti.
‘AZERBAYCAN-GÜRCİSTAN KONFEDERASYONU’
Ortak projelere dikkat çeken Gürcistan Devlet Başkanı Mihail Saakaşvili ise Avrupa’dan Çin ve Orta Asya’ya en kısa yolun Gürcistan-Azerbaycan üzerinden geçtiğini vurguladı. Saakaşvili’nin şu sözleri ise tüm çevre ülkeleri yakından ilgilendirir cinstendi: “Gürcistan ile Azerbaycan arasında dostluk ve sıkı işbirliği iki ülke arasında konfederatif ilişkilerin oluşturulması gerektiğini ortaya koyuyor. Bu yönde görüşmelere başlanabilir”.
‘TÜRKİYE-AZERBAYCAN-GÜRCİSTAN KONFEDERASYONU’
Benzeri açıklamanın Gürcistan eski Devlet Başkanı Eduard Şevardnadze’den geldiğine de dikkat çeken 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü’nden Elhan Şahinoğlu “Türkiye-Gürcistan-Azerbaycan konfederasyonu mümkün mü?” diye soruyor ve şu yanıtı veriyor: “Gürcistan’la Azerbaycan arasındaki mümkün konfederasyon görüşmelerine Türkiye’nin katılmasının mümkünlüğü de gelen haberler arasında. Zaten Türkiye, Azerbaycan ve Gürcistan ile stratejik ilişkiler içinde. Aslında Saakaşvili’nin konfederasyon önerisi Ankara’nın geçtiğimiz yıllarda ileri sürdüğü ‘Kafkasya İstikrar ve İşbirliği Platformu’nun bir başka formülü. Ancak Rusya Gürcistan’ın, Ermenistan ise Azerbaycan’ın topraklarını işgal ettiğinden bu devletlerin bir arada bulunması mümkün görünmüyordu. Türkiye, Azerbaycan ve Gürcistan’ın ortak oluşumda yer almasını ise engelleyen faktör yok”.
TAŞLARI AKP Mİ DÖŞEDİ?
Acaba taşlar Hilary Clinton’dan önce ve ABD adına AKP tarafından mı döşendi? Clinton’dan 1.5 ay önce bölgeyi ziyaret eden Erdoğan ve kurmayları Ahmet Davutoğlu ile Egemen Bağış, acaba bir ön hazırlık mı yapmıştı.
Anımsayalım: Azerbaycan’dan Gürcistan’a geçen Erdoğan ve heyeti “evinize hoş geldiniz” mesajlarıyla karşılanmıştı. “Türkiye ve Gürcistan arasındaki ilişki eşi ve benzeri olmayan bir ilişki” diyen Saakaşvili hızını alamamış ve Tahran Anlaşması’na gönderme yaparak şöyle demişti: “Türkiye ve Brezilya, müzakereleri başarıyla sonuçlandırdı. Bize çok umut verdi. Başbakan Erdoğan bugün İran’da yaptıkları ile tüm dünyanın alkışlamasını hak etti”. (Cumhuriyet, 17 Mayıs 2010)
AMAÇ RUSYA’YI KAFKASYA’DA ETKİSİZLEŞTİRMEK
ABD’nin Sorosçu kalkışmayla Gürcistan’da işbaşına getirdiği ama 8 Ağustos 2008’deki Rus saldırısından bu yana bölgede oldukça yalnızlaşan Saakaşvili bu gelişmeyle rahatladı.
Kuşkusuz AKP’nin de AKP’ye bu senaryoyu uygulatan ABD’nin de temel hedefi Saakaşvili’yi rahatlatmak değil. Washington, Büyük Ortadoğu Projesi BOP açısından büyük önem taşıyan Güney Kaskasya’nın şekillenmesini hedefliyor. Daha somut ifade etmek gerekirse, “Konfederasyon”un hedefi Rusya’yı yalnızlaştırarak, ABD’nin bölge egemenliğini sağlamak.
Benzer bir konfederasyon çalışması, anımsayacağınız gibi geçen aylarda yine AKP eliyle Ortadoğu’da uygulanmıştı. Türkiye bir yandan Suriye, Ürdün ve Lübnan ile vizesiz serbest ticaret bölgesi oluşturmuş; bir yandan da Kuzey Irak’la “ekonomik entegrasyon” anlaşması yapmıştı. Böylece Türkiye, Suriye, Ürdün, Lübnan ve Kuzey Irak’ı kapsayan bir konfederasyonun altyapısı oluşturulmuştu.
Keza bu gelişme de, yine ABD’nin çizdiği AKP’nin uyguladığı bir senaryoydu. Davutoğlu’nun tarifiyle “yeniden kurulan bu alt bölgesel düzen” kuşkusuz İran karşıtıydı. İran’ı yalnızlaştırmayı ve İran’la ittifak halindeki kuvvetleri ayrıştırmayı hedefliyordu!
KONFEDERASYONLARIN ERGENEKON İLGİSİ
Toparlarsak…
AKP güneyde İran’ı dışarıda bırakan, kuzey doğusunda Rusya’yı dışarıda bırakan “konfederasyon” çalışmaları yürütüyor.
AKP, siyasi geleceğini de ABD’nin BOP’u çerçevesinde yürütülen bu çalışmaya endekslemiş durumda…
ABD’nin AKP’nin arkasında durmayı sürdürmesi, Erdoğan’ın bu çalışmalarına bağlı… Bir de Ergenekon savcılığını büyük kararlılıkla sürdürebilmesine elbette.
Kaldı ki, AKP’nin şekillendirmeye çalıştığı kuzey ve güneydeki bu konfederasyonların Ergenekon’la doğrudan ilgisi var.
Açalım…
Kuzeydeki konfederasyon kimi dışlıyordu? Rusya’yı!
Ya güneydeki konfederasyon kimi dışladı? İran’ı!
2002 yılında Harp Akademileri Komutanlığı’nda yapılan “Türkiye’nin etrafında barış kuşağı nasıl oluşturulur” başlıklı sempozyumda ne demişti Prof. Dr. Erol Manisalı? Manisalı, AB’nin Rusya ve Türkiye’yi dışarıda bırakarak Avrupa Birleşik Devletleri’ni kuracağını belirtiyordu. MGK Genel Sekreteri Org. Tuncer Kılınç da, Rusya ve İran’ı kapsayacak yeni arayışlara ihtiyaç duyulduğunu vurgulamıştı.
Bitmedi…
İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek 1996 yılında itibaren düzenlediği Avrasya Sempozyumları ile bölge merkezli dış politika izlenmesi gerektiğinin altını çiziyordu; ABD ve AB’nin karşısına Türkiye, Rusya, İran ve bölge devletleri ile kurulacak ittifak modeli sunuyordu…
Örneğin eski 1. Ordu Komutanı Org. Ergin Saygun. O da ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’ni eleştiriyor ve Şanghay İşbirliği Örgütü’ne vurgu yapıyordu..
Örneğin Eski Ege Ordu Komutanı Em. Org. Hurşit Tolon; ABD’yi yerden yere vuruyordu…
Örnekler saymakla bitmez..
Verdimiz bu örneklerin ortak yönleri neler peki: ABD karşıtlığı, AB karşıtlığı, Rusya ve İran’la ittifak yanlısı oluşları…
Bitmedi.
Hepsi Ergenekon tertibinin tutuklu-tutuksuz sanıkları!
102 subaya “yakalama kararı” çıkarılmasıyla da, işte bu “bölge merkezli dış politika yanlısı çizgi”ye vurucu darbe hedefleniyor! Darbe diye diye TSK’ya darbe yapılıyor!
“ABD’nin BOP Konfederasyonları”nın Ergenekon’la ilgisi olur da, Açılım’la ilgisi olmaz mı? Konfederasyonların göbeğinde de “Kürt Açılımı” var. Ki Erdoğan o yüzden yıllar öncesinden söz vermişti: “Diyarbakır’ı ABD’nin BOP’u çerçevesinde bir merkez yapacağız”!
Ve açılım bitti diyenlere anımsatalım. Açılım, asıl şimdi başlıyor!
MEHMET ALİ GÜLLER