Posts Tagged Avrasya

CLINTON-RICE ve PERİNÇEK-DUGİN

ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Rusya’nın “Gümrük Birliği, Avrasya Birliği adı altında bölgede Sovyetler Birliği’ni yeniden diriltme girişimlerinde bulunduğunu” savundu.

Clinton, Financial Times gazetesinin haberine göre, bu gelişmeye direneceklerini açıkladı: “Bu konuda yanılgıya düşmeyeceğiz. Amaçlarının ne olduğunu biliyoruz ve bu sürecin yavaşlatılması ya da önüne geçilmesine yönelik en etkin yöntemleri geliştirmeye çalışıyoruz.”

ABD SÜPER DEĞİL KÜRESEL GÜÇ

Peki, ABD süreci nasıl yavaşlatacak? Geçmişte SSCB’yi yeşil kuşakla çevreleyen, daha doğrusu çevreleyecek sayıda müttefiki olan Washington, şimdi Rusya’ya karşı kimlerle ittifak yapabilecek?

Bu soruya verilecek yanıtın zorluğu, ABD’nin zorluğudur. O zorluk, ABD’nin kendi yayınlarında artık nasıl algılandığıyla da anlaşılıyor. Son dönemde ABD’nin “süper güç” yerine “küresel güç” diye nitelenmesi anlamlıdır.

Ancak Washington açısından pratikte daha sıkıntılı olan Moskova’nın birlik çalışmalarına direnip direnemeyeceğinden ziyade, bu ülkeyle karşı karşıya gelmiş olmasıdır. Çünkü ABD’nin esas rakibi olan Çin’e karşı tek şansı, Zbigniew Brzezinski’nin belirlediği stratejiye göre Rusya ve Türkiye ile “daha geniş batı” kurabilmesine bağlıdır.

SAVAŞ GEMİLERİ KARŞILIKLI KONUMLANDI

Oysa Suriye konusu başta olmak üzere Kürecik Radarı ve Patriot konuları ABD ile Rusya’yı doğrudan karşı karşıya getirmektedir.

Bu karşılıklı cepheleşme artık “silah çekme” noktasındadır. Örneğin Rusya, ABD’nin “Dwight Eisenhower” uçak gemisinin Suriye karasuları yakınına demir atmasına sessiz kalmamış, Akdeniz görevini tamamlayarak Karadeniz’e dönmekte olan 6 savaş gemisini Ege’de bekletmeye karar vermiştir.

Rusya Genelkurmay Başkanlığı’nın yaptığı açıklama olayın ciddiyetini ortaya koymaktadır: “Moskova kruvazörü liderliğindeki savaş gemilerimizin Akdeniz’de değişen durum nedeniyle bağlı oldukları Sivastopol üssüne dönüşleri askıya alınmıştır. Türkiye’nin Çanakkale boğazları açıklarında beklemeye alınan gemiler, yapılacak değerlendirmeden sonra Karadeniz’e dönmek yerine tekrar Akdeniz sularına indirilebilir.”

ABD GERİ ADIM ATTI

Aslında bu askeri pozisyon alma durumu, Türkiye ile Rusya’nın Suriye konusundaki görüş farklılığı makasını daraltmasını “Putin, Erdoğan’a yaklaştı” diye yorumlayanlar ile ClintonLavrov görüşmesinden “Rusya, Suriye konusunda ABD’yle uzlaştı” sonucunu çıkaranları fena çuvallattı.

Kaldı ki, Clinton’un Lavrov’la görüşme sonrasında yaptığı açıklama, taviz verenin ABD olduğunu ortaya koyuyor: “ABD ve Rusya, Suriye’deki tüm taraflar arasında arabuluculuk çabalarına destek verme konusunda anlaştı.

Silahlı “çözüm” yerine tüm tarafların müzakere etmesini en başından beri savunan ülke Rusya olduğuna göre, geri adımın sahibi de ABD’dir!

PERİNÇEK VE DUGİN’İN SAPTAMASI

Varlık sebebi Varşova Paktı olan NATO’nun bu pakt kalktıktan sonra bile varlığını sürdürdüğü koşullarda, Clinton’un Rusya’yı “SSCB’yi diriltmeye çalışmakla” suçlamaya kalkması, ABD’nin Türkiye’yi NATO faaliyetlerine merkez yapma girişimine meşruiyet arayışı olarak da anlaşılabilir. Ancak Türkiye’nin pozisyonu da geçicidir.

Öte yandan Clinton’un “Rusya SSCB’yi diriltmeye çalışıyor” sözleri ile ABD’nin eski Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın “İran, günümüzün Marx’ıdır” sözleri örtüşmektedir. Çünkü her iki açıklama da “siyasal saflaşmaya” işaret etmektedir.

Atlantik cephesinin temsilcilerinin sözlerindeki bu uyum, kuşkusuz Avrasya cephesinin temsilcileri için de geçerlidir. Örneğin Rice’ın “İran, günümüzün Marks’ıdır” sözünü inceleyen Doğu Perinçek’in “Göreceksiniz, Türkiye, yükselen Asya’daki yerini kısa zamanda alacaktır” öngörüsü ile Aleksandır Dugin’in “Türkiye, ABD çizgisinden çıkabilir” demesi de örtüşmektedir!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
10 Aralık 2012

, , , , , , , , ,

Yorum bırakın

PEKİN-MOSKOVA ORTAKLIĞI

Geçen haftaki Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği APEC zirvesi ABD-Asya çarpışmasına sahne oldu…

Çarpışmayı inceleyeceğiz ama galibi sembolize eden bir ayrıntıyla başlayalım: Rusya’nın doğu ucu Vladivostok’taki APEC toplantılarının son iki gününde, devlet başkanları zirvesi vardı. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in ev sahipliğindeki zirveye ABD Başkanı Barrack Obama katılmadı! Obama’yı ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton temsil etti.

Gelelim toplantılara, sonuçlara ve çarpışmaya…

ÇÜZÜM AVRASYA’DA

Büyük Okyanus’a kıyısı olan 21 APEC üyesi ülke liderlerinin gündeminde iki temel sorun vardı: Ticari yatırımın serbestleştirilmesi ve bölgesel ekonominin entegrasyonu.

Zirve sonunda yayımlanan APEC ekonomi liderleri bildirisi, “Pekin-Moskova ortaklığının dünyada ağırlığını artırması” ve “Rusya’nın ekonomik programlarının Asya’ya entegrasyonu” olarak yorumlandı.

Vladimir Putin’in, zirve kapanış konuşmasında Rusya’nın ekonomik ağırlığını Asya’ya kaydırmak için özel bir hamlede bulunmadığını, bu sürecin kendiliğinden geliştiğini vurgulaması önemliydi.

Putin ayrıca “Avro Bölgesi’nde sıfır büyüme ya da resesyon var. Asya-Pasifik bölgesinde ise büyüme oldukça pozitif” diyerek, bu bölgenin “ekonomi, para ve ticaret merkezi” olduğunu belirtiyordu. Hatta Putin daha da ileri gidiyor ve krizdeki Avrupa’ya “çözüm Avrasya’da” mesajı veriyordu.

DOĞU ASYA’DA DEV YATIRIM

Zirvede dile getirilen ve Pekin-Moskova ortaklığını büyüten somut olgular ise şunlardı:

Çin, yatırımlarında ağırlığı ülkenin gelişmemiş iç kesimlerine ve Rusya’nın doğu sınırlarında bulunan Jilin eyaletine kaydırmaya başladığını ilan ediyordu. Pekin hükümeti, bu amaç için bölgenin raylı ulaşımına 800 milyar yuanlık yatırım yapacağını açıklıyordu. Liman yatırımıyla birlikte bu miktar 1 trilyon yuanı aşıyordu.

“Bölgedeki altyapıyı günden güne geliştirerek, gelişimin önünü açıyoruz” diyen Rusya Devlet Başkanı Putin de “Trans-Sibirya ve Baykal-Amur Demiryolu’nu geliştirdiklerini, yeni limanlar ve enerji merkezlerini kurduklarını açıklıyordu.

Moskova, Rusya’dan Çin’e petrol ve doğalgaz taşıyacak “Trans-Sibirya boru hattının” ikinci aşamasının tamamlanmak üzere olduğunun da müjdesini veriyordu.

İKİ PROJE ÇARPIŞTI

APEC Zirvesi’nde iki proje çarpıştı. ABD, “Pasifik Stratejik Ekonomik ve Ortaklık Anlaşması” ile üye ülkelerin vergi duvarını eşit biçimde kaldırmasını istiyordu.

Çin ise “Üye ülkeler arasında gelişme farklılığı ve çeşitliliği dikkate alınmalı. Asya-Pasifik Bölgesi’nde ekonomik entegrasyonun adım adım gerçekleştirilmesinden yanayız.” diyor ve çeşitli ülkelere daha gevşek uygulanabilecek “Bölgesel Kapsamlı Ekonomik ve Ortaklık İlişkiler Anlaşması” istiyordu…

Rusya haliyle Çin’in projesine destek verdi.

HEM EKONOMİK HEM SİYASİ ORTAKLIK

Pekin-Moskova ortaklığı, sadece ekonomik düzlemde değil, siyasi düzlemde de dünyada ağırlığını artırıyor.

Vladimir Putin’in Russia Today televizyonuna yaptığı açıklamada “Çin ile ilişkilerimiz en yüksek seviyede. Siyasi ve ekonomik alanda karşılıklı olarak en güçlü güvene sahibiz” diyerek yeni bir döneme işaret etmesi, Atlantik açısından kaygı yaratıyor.

İki başkentin ortaklığının, Şanghay İşbirliği Örgütü ŞİÖ ve APEC sütunları üzerinden bir merkez yarattığı, bunun da çok kutuplu (merkezli) dünya hedefi için stratejik değerde olduğu, iki ülke basınında önemle dile getiriliyor.

İki ülkenin en somut siyasi ortaklığı ise Atlantik’in Suriye’ye yönelik tehdidine karşı birlikte barikat oluşturmaları ve dış müdahaleye geçit vermemeleridir.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
17 Eylül 2012

, , , , ,

Yorum bırakın

AVRASYA YÜZYILI

Bu yüzyıl, iki temel projenin çarpışmasına sahne olacak; nitekim çarpışma başladı.

1.) ABD’NİN ATLANTİK YÜZYILI

Projelerden ilki ABD’ninkidir ve ismi “21. Yüzyılı Amerikan (Atlantik) yüzyılı yapma” projesidir. ABD bu projeyi SSCB’nin çökmesiyle geliştirdi ve Yugoslavya’dan Avrasya kapısını açtı. Washington ardından 11 Eylül konjonktüründe Irak’tan Ortadoğu’ya ve Afganistan’dan Orta Asya’ya girdi.

Ancak 2004-2005 Irak direnişi, 2006 Hizbullah-İsrail savaşı ve 2008’de Rusya’nın Gürcistan’a müdahalesi, ABD’nin büyük atağını durdurdu. 2007’deki kapitalist dünya krizini de eklemeliyiz.

ABD bu dört etken nedeniyle, savaş alanına doğrudan yönelmeye mecbur kaldı ve Ortadoğu merkezli saldırı stratejisini rafa kaldırıp, yerine Asya-pasifik merkezli saldırı stratejisi koydu.

2.) ÇİN’İN AVRASYA ATAĞI

21. yüzyıla dair ikinci projenin sahibi ise Çin’dir. Çin Başbakanı Wen Jiabao bu projeyi geçen hafta “yeni yüzyıl Avrasya yüzyılıdır” sözleriyle ilan etti.

2. Çin-Avrasya Fuarı’nda konuşan Wen Jiabao, çok kutupluluğun ve ekonomik küreselleşmenin Avrasya ülkelerinin önüne tarihi fırsat serdiğini belirtti ve “21. Yüzyıl, Avrasya ülkelerinin gelişme ve işbirliği yüzyılı olacaktır” dedi.

Çin başbakanının bu hedef için çizdiği coğrafya Asya’nın en doğusundan Orta Avrupa’ya kadar uzanıyor. Çin başbakanı, bu hedefi ismini verdiği şu dört işbirliği örgütünün gerçekleştireceğini söyledi: Şangay İşbirliği Örgütü, Arap Birliği, Körfez ve Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi, Güney Asya Bölgesel İşbirliği Konseyi.

3.) RUSYA’NIN AVRASYA BİRLİĞİ

Moskova’nın Avrasya Birliği projesi de “21. Yüzyılı Avrasya Yüzyılı yapma” hedefinin içindedir. Rusya’nın 2011’de Kazakistan ve Belarus ile birlikte kurduğu Avrasya Birliği, önüne kurumsallaşma ve yeni üyelerle genişleme görevi koydu.

Önceki gün “Avrasyacı Dugin, Putin’in yeni ideolojisini yazıyor “şeklindeki haber, Moskova’nın bu konuda adımlarını hızlandırdığına işaret ediyor. Neo-Bolşevik akımın lideri olarak nitelenen Dugin, 5-6 kişilik bir ekiple birlikte yaptığı bu son çalışmasının hedefini şu sözlerle özetliyor:

Putin ile eski Sovyetler Birliği coğrafyasında yeni, ama hayatta kalma şansı yüksek bir Avrasya Devleti kurulması konusunda zaten hemfikiriz. Bizim üreteceğimiz fikirler Putin’in bu yolda ilerlemesine yardımcı olacaktır.”

4.) TÜRKİYE’NİN BATI ASYA BİRLİĞİ

İlk kez İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek tarafından önerilen “Batı Asya Birliği” de yine “21. Yüzyılı Avrasya yüzyılı yapma” hedefinin bir parçasıdır.

Perinçek projeyi şu sözlerle özetlemektedir: “Bizim Batı Asya Birliği (BAB) adını verdiğimiz bu birleşme, öncelikle Türkiye, Irak ve Suriye’den başlayabilir. İran, Azerbaycan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Rusya, Lübnan, Gürcistan ve Ermenistan, koşullara göre bu birlik içinde yer alabilirler.”

YENİDÜNYA

Atlantik Yüzyılı ile Avrasya Yüzyılı mücadelesine dair ortaya koyulan bu projeler, önümüzdeki 10 yıldan itibaren farklı bir dünyanın şekilleneceğini göstermektedir.

O dünyada Atlantik zayıflamış ve ABD ile İngiltere yalnızlaşmış olacaktır. Ve o dünyada Avrasya, Afrika ve Güney Amerika güçlenmiş; merkezinde Çin, Rusya, Hindistan, Türkiye, İran, Almanya, Brezilya, Meksika gibi ülkelerin bulunduğu yeni işbirliği modelleri egemen olacaktır.

Bugünkü iktidarlar ve müttefiklik ilişkileri genel eğilimi etkilemez, zira dünya Avrasya Yüzyılı’na girmeye başladı bile!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
13 Eylül 2012

, , , , ,

Yorum bırakın

ANIL ÇEÇEN’LE AVRASYA TARTIŞMASI

Ulusal Kanal’da Cuma günü 5 saat süren “Gündem Özel” programında NATO’yu ve İslamcı hareketleri tartıştık. İbrahim Horuz’un yönettiği programda İslamcı kimliğiyle Yılmaz Yunak, Eren Erdem ve Kenan Çamurcu, Kemalist kimliğiyle Prof. Dr. Anıl Çeçen ve Bilimsel Sosyalist kimliğimizle de biz yer aldık.

Çözüme dair görüşlerimizde Prof. Dr. Anıl Çeçen’le çok ciddi görüş ayrılıkları yaşadık. Biz, “Türkiye’nin savaş seçeneğinden kurtulmasının yolunu” öncelikle “AKP’den kurtulmakla” başlattık. Ve ABD’ye karşı bölgesel bir ittifakın zorunluluğunu belirttik. Türkiye’nin KKTC ile bütünleşerek, İran, Irak, Suriye ve Azerbaycan’la birlik kurması gerektiğini belirttik. Bu birliğin de aynı zamanda Asya’nın iki büyük gücü Çin ve Rusya’yla ittifak oluşturması gerektiğini vurguladık.

‘DOĞU İRAN’A DESTEK VERMESİN’

Prof. Dr. Anıl Çeçen, Rusya ve Çin’i de ABD gibi “emperyalist” ilan ederek, onlarla ittifak kurulmasına karşı çıktı. Prof. Dr. Çeçen Türkiye ve İran’ın “Çin ve Rus yayılmacılığına karşı çıkması gerektiğini” savundu!

Ve Prof. Dr. Çeçen, daha da ileri giderek “Doğulu güçler İran’a destek vermesin” çağrısı yaptı!

Köklü devlet geleneğine sahip dört ülkeden biri olan İran, kuşkusuz bu türden çağrılara kulak vermiyor ve tersine uzun bir süredir ABD’ye karşı Rusya ve Çin ittifakı arıyor!

İRAN İÇİN ÇİN-RUSYA KALKANININ ÖNEMİ

Prof. Dr. Çeçen’e şunu hatırlattım: “ABD, 2003’te Irak’ı işgale başladıktan sonra, sırasıyla Suriye ve İran’ı da işgal edeceğini ilan etmişti. Aradan 9 yıl geçti. ABD hâlâ İran’a saldıramadı. Neden? Birincisi, ABD Irak’taki direnişi geçemedi; ikincisi, İran birlik ve bütünlük içinde iyi direndi; üçüncüsü, İran, Rusya ve Çin ile ittifak kurarak kalkan oluşturdu.”

Ve Prof. Dr. Çeçen’e “Bugün ‘Doğulu güçler İran’a destek vermesin’ demek, nesnel olarak ‘ABD, İran’a saldırsın’ demek anlamına gelir” dedim.

ORTAK AYRILIKÇILIK SORUNUMUZ

Ancak Prof. Dr. Anıl Çeçen, neredeyse Rusya ve Çin’i ABD’den daha tehlikeli ilan ederek, hem Türkiye’nin hem de İran’ın bu iki “emperyalist” devletin yayılmacılığına karşı çıkması gerektiğini savundu. Ve Prof. Dr. Çeçen, Rusya’nın Çeçenleri, Çin’in de Sincian-Uygur Türklerini katlettiğini savundu!

Prof. Dr. Çeçen’i olmasa bile programı izleyenleri ikna etmek için şunları söyledim:

“Türkiye’nin birden çok tehdit algılaması olabilir. Ama bunlardan hangisi esastır, Türkiye tüm tehditler yerine acaba hangi tehdidi esas alarak mücadele etmelidir? Türkiye’yi Kenya mı tehdit etmektedir? Rusya mı, Çin mi tehdit etmektedir? Hayır. Peki, kim ya da kimler tehdit ediyor? ‘Kuzey Irak’ tehdit ediyor, ABD tehdit ediyor, AB tehdit ediyor… Peki, hangisi asıl tehdit? Elbette ABD tehdidi… O zaman Türkiye esas tehdit olan ABD tehdidine karşı konumlanmalıdır. Nitekim ‘Kuzey Irak’ da aslında bir ABD tehdididir.

PROF. ÇEÇEN’İN NESNEL AMERİKANCILIĞI

Bugün Rusya ve Çin düşmanlığı yaparak, nesnel olarak Amerikancılık yapmış olursunuz!

Türkiye’nin Kürt ayrılıkçılığı sorunu, İran’ın Azeri ayrılıkçılığı sorunu, Rusya’nın Çeçen ayrılıkçılığı sorunu ve Çin’in Sincian-Uygur ayrılıkçılığı sorunu benzerdir ve ABD kaynaklıdır! Camdan evi olan, komşusuna taş atmaz!

“İttifaklar, masa başında oluşmaz. İttifaklar, aynı tehdide karşı mücadelede oluşur. Türkiye’nin geçen dönemde İran’la ittifak kurmasının temelini, Ankara’nın Halkın Mücahitleri örgütünü, Tahran’ın da PKK’yi karşılıklı terörist ilan etmesi oluşturmuştu.”

RUSYA ve ÇİN DÜŞMANLIĞININ KAYNAĞI

Türkiye’de bazı kesimlerin iflah olmaz Rusya ve Çin fobisinin temelini ne oluşturuyor? Orta Asyacılık mı? Pan-Türkçülük mü? Turancılık mı?

Kendisini Kemalist olarak niteleyen Prof. Dr. Anıl Çeçen bu gruba giriyor mu bilemiyoruz ama bizce Türkiye’de bu fobinin temelini anti-komünistlik ve NATOTürkçülük oluşturuyor!

Prof. Dr. Çeçen’in kendisini tarif ederken “NATO düşmanı değilim” demesi ve NATO’nun BM’ye bağlanmasını istemesi bize ilginç geldi.

NOT: Yeni kitabımız “Hükümet – PKK görüşmelerini” imzalamak için, bugün okurlarımızla Cadde Bostan Kültür Merkezi’nde buluşuyoruz 12.00 ile 18.00 saatleri arasında Kaynak Yayınları standında olacağız. Bekleriz…

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
18 Aralık 2011 

,

1 Yorum

ABD’NİN BOP KONFEDERASYONLARI

ABD Dışişleri Bakanı Hilary Clinton’un Temmuz başında ziyaret ettiği Kafkasya’da dikkat çeken gelişmeler yaşanıyor.

Özellikle Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev ile Gürcistan Devlet Başkanı Mihail Saakaşvili’nin 18 Temmuz tarihinde yaptığı görüşmeler bölge dengeleri açısından çok anlamlıydı.

Baş başa ve heyetler arası görüşmelerin ardından basının karşısına çıkan her iki devlet başkanı bölge açısından çok kritik açıklamalar yaptılar.

“Gürcistan ile Azerbaycan arasındaki ilişkilerde tüm sorunların ortadan kaldırıldığını” müjdeleyen İlham Aliyev “Bakü ile Tiflis arasında sıkı işbirliğinin var olduğunu” belirtti.

‘AZERBAYCAN-GÜRCİSTAN KONFEDERASYONU’

Ortak projelere dikkat çeken Gürcistan Devlet Başkanı Mihail Saakaşvili ise Avrupa’dan Çin ve Orta Asya’ya en kısa yolun Gürcistan-Azerbaycan üzerinden geçtiğini vurguladı. Saakaşvili’nin şu sözleri ise tüm çevre ülkeleri yakından ilgilendirir cinstendi: “Gürcistan ile Azerbaycan arasında dostluk ve sıkı işbirliği iki ülke arasında konfederatif ilişkilerin oluşturulması gerektiğini ortaya koyuyor. Bu yönde görüşmelere başlanabilir”.

‘TÜRKİYE-AZERBAYCAN-GÜRCİSTAN KONFEDERASYONU’

Benzeri açıklamanın Gürcistan eski Devlet Başkanı Eduard Şevardnadze’den geldiğine de dikkat çeken 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü’nden Elhan Şahinoğlu “Türkiye-Gürcistan-Azerbaycan konfederasyonu mümkün mü?” diye soruyor ve şu yanıtı veriyor: “Gürcistan’la Azerbaycan arasındaki mümkün konfederasyon görüşmelerine Türkiye’nin katılmasının mümkünlüğü de gelen haberler arasında. Zaten Türkiye, Azerbaycan ve Gürcistan ile stratejik ilişkiler içinde. Aslında Saakaşvili’nin konfederasyon önerisi Ankara’nın geçtiğimiz yıllarda ileri sürdüğü ‘Kafkasya İstikrar ve İşbirliği Platformu’nun bir başka formülü. Ancak Rusya Gürcistan’ın, Ermenistan ise Azerbaycan’ın topraklarını işgal ettiğinden bu devletlerin bir arada bulunması mümkün görünmüyordu. Türkiye, Azerbaycan ve Gürcistan’ın ortak oluşumda yer almasını ise engelleyen faktör yok”.

TAŞLARI AKP Mİ DÖŞEDİ?

Acaba taşlar Hilary Clinton’dan önce ve ABD adına AKP tarafından mı döşendi? Clinton’dan 1.5 ay önce bölgeyi ziyaret eden Erdoğan ve kurmayları Ahmet Davutoğlu ile Egemen Bağış, acaba bir ön hazırlık mı yapmıştı.

Anımsayalım: Azerbaycan’dan Gürcistan’a geçen Erdoğan ve heyeti “evinize hoş geldiniz” mesajlarıyla karşılanmıştı. “Türkiye ve Gürcistan arasındaki ilişki eşi ve benzeri olmayan bir ilişki” diyen Saakaşvili hızını alamamış ve Tahran Anlaşması’na gönderme yaparak şöyle demişti: “Türkiye ve Brezilya, müzakereleri başarıyla sonuçlandırdı. Bize çok umut verdi. Başbakan Erdoğan bugün İran’da yaptıkları ile tüm dünyanın alkışlamasını hak etti”. (Cumhuriyet, 17 Mayıs 2010)

AMAÇ RUSYA’YI KAFKASYA’DA ETKİSİZLEŞTİRMEK

ABD’nin Sorosçu kalkışmayla Gürcistan’da işbaşına getirdiği ama 8 Ağustos 2008’deki Rus saldırısından bu yana bölgede oldukça yalnızlaşan Saakaşvili bu gelişmeyle rahatladı.

Kuşkusuz AKP’nin de AKP’ye bu senaryoyu uygulatan ABD’nin de temel hedefi Saakaşvili’yi rahatlatmak değil. Washington, Büyük Ortadoğu Projesi BOP açısından büyük önem taşıyan Güney Kaskasya’nın şekillenmesini hedefliyor. Daha somut ifade etmek gerekirse, “Konfederasyon”un hedefi Rusya’yı yalnızlaştırarak, ABD’nin bölge egemenliğini sağlamak.

Benzer bir konfederasyon çalışması, anımsayacağınız gibi geçen aylarda yine AKP eliyle Ortadoğu’da uygulanmıştı. Türkiye bir yandan Suriye, Ürdün ve Lübnan ile vizesiz serbest ticaret bölgesi oluşturmuş; bir yandan da Kuzey Irak’la “ekonomik entegrasyon” anlaşması yapmıştı. Böylece Türkiye, Suriye, Ürdün, Lübnan ve Kuzey Irak’ı kapsayan bir konfederasyonun altyapısı oluşturulmuştu.

Keza bu gelişme de, yine ABD’nin çizdiği AKP’nin uyguladığı bir senaryoydu. Davutoğlu’nun tarifiyle “yeniden kurulan bu alt bölgesel düzen” kuşkusuz İran karşıtıydı. İran’ı yalnızlaştırmayı ve İran’la ittifak halindeki kuvvetleri ayrıştırmayı hedefliyordu!

KONFEDERASYONLARIN ERGENEKON İLGİSİ

Toparlarsak…

AKP güneyde İran’ı dışarıda bırakan, kuzey doğusunda Rusya’yı dışarıda bırakan “konfederasyon” çalışmaları yürütüyor.

AKP, siyasi geleceğini de ABD’nin BOP’u çerçevesinde yürütülen bu çalışmaya endekslemiş durumda…

ABD’nin AKP’nin arkasında durmayı sürdürmesi, Erdoğan’ın bu çalışmalarına bağlı… Bir de Ergenekon savcılığını büyük kararlılıkla sürdürebilmesine elbette.

Kaldı ki, AKP’nin şekillendirmeye çalıştığı kuzey ve güneydeki bu konfederasyonların Ergenekon’la doğrudan ilgisi var.

Açalım…

Kuzeydeki konfederasyon kimi dışlıyordu? Rusya’yı!

Ya güneydeki konfederasyon kimi dışladı? İran’ı!

2002 yılında Harp Akademileri Komutanlığı’nda yapılan “Türkiye’nin etrafında barış kuşağı nasıl oluşturulur” başlıklı sempozyumda ne demişti Prof. Dr. Erol Manisalı? Manisalı, AB’nin Rusya ve Türkiye’yi dışarıda bırakarak Avrupa Birleşik Devletleri’ni kuracağını belirtiyordu. MGK Genel Sekreteri Org. Tuncer Kılınç da, Rusya ve İran’ı kapsayacak yeni arayışlara ihtiyaç duyulduğunu vurgulamıştı.

Bitmedi…

İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek 1996 yılında itibaren düzenlediği Avrasya Sempozyumları ile bölge merkezli dış politika izlenmesi gerektiğinin altını çiziyordu; ABD ve AB’nin karşısına Türkiye, Rusya, İran ve bölge devletleri ile kurulacak ittifak modeli sunuyordu…

Örneğin eski 1. Ordu Komutanı Org. Ergin Saygun. O da ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’ni eleştiriyor ve Şanghay İşbirliği Örgütü’ne vurgu yapıyordu..

Örneğin Eski Ege Ordu Komutanı Em. Org. Hurşit Tolon; ABD’yi yerden yere vuruyordu…

Örnekler saymakla bitmez..

Verdimiz bu örneklerin ortak yönleri neler peki: ABD karşıtlığı, AB karşıtlığı, Rusya ve İran’la ittifak yanlısı oluşları…

Bitmedi.

Hepsi Ergenekon tertibinin tutuklu-tutuksuz sanıkları!

102 subaya “yakalama kararı” çıkarılmasıyla da, işte bu “bölge merkezli dış politika yanlısı çizgi”ye vurucu darbe hedefleniyor! Darbe diye diye TSK’ya darbe yapılıyor!

“ABD’nin BOP Konfederasyonları”nın Ergenekon’la ilgisi olur da, Açılım’la ilgisi olmaz mı? Konfederasyonların göbeğinde de “Kürt Açılımı” var. Ki Erdoğan o yüzden yıllar öncesinden söz vermişti: “Diyarbakır’ı ABD’nin BOP’u çerçevesinde bir merkez yapacağız”!

Ve açılım bitti diyenlere anımsatalım. Açılım, asıl şimdi başlıyor!

MEHMET ALİ GÜLLER

, ,

Yorum bırakın

TÜRK-RUS İTTİFAKI

Rusya Devlet Başkanı Medvedev’in Türkiye ziyareti 15 yıldır artan ivmeyle yükselen Türk-Rus ilişkilerinde yeni bir sıçrama noktası oluşturacak.

Ziyaret öncesi açıklama yapan Medvedev, Türk-Rus ilişkilerinin çok boyutlu stratejik ortaklık düzeyine çıktığını ilan etti. Türkiye ziyareti sırasında “uluslararası barışın, istikrarın ve güvenliği sağlanması için dış politika adımlarının birlikteliğini” sağlayacaklarını vurgulan Medvedev, “Türkiye bölgesel ve uluslararası konularda bizim en önemli ortaklarımızdan biri” dedi.

M. Kemal’den Lenin’e… 90. Yıl

Mustafa Kemal’in Lenin’e yazdığı 26 Nisan 1920 tarihli mektupla başlayan ve 3 Haziran’da resmiyet kazanan Türkiye – Sovyet Rusya ilişkilerinin 90. yıldönümüne denk gelen bu ziyaret, bölgesel açıdan da büyük önem kazanıyor. 5 gün içinde sırasıyla Beşar Esad’ın Türkiye’ye, Medvedev’in de önce Suriye’ye sonra Türkiye’ye gelmesi Ankara-Moskova-Şam eksenli gelişmelerin somut ifadesidir.

Gül’ün geçen yılki Moskova ziyareti sırasında imzalanan ortak deklarasyonla, “çok boyutlu ortaklığın derinleştirilmesi” hedeflenmişti. İki ülke bu hedef doğrultusunda anlaşma çeşitliliğine gidiyor.

Medvedev’in ziyareti sırasında imzalanacak anlaşmalar arasında şunlar var: İçişleri Bakanları arasında güvenlik alanında işbirliğinin geliştirilmesi, hava ulaşımının geliştirilmesi, Samsun-Kavkaz limanları arasında feribot seferlerinin yapılması, Ankara ve Moskova’da karşılıklı kültür merkezlerinin açılması, 30 günlük ziyaretler için vize muafiyeti, Türkiye üzerinden Rusya Federasyonu’na giriş yapacak yabancılar için geri kabul anlaşması.

İki ülke arasında kurulan “Üst Düzey Stratejik İşbirliği Konseyi”nin ilk toplantısı da Ankara’da yapılacak. Konsey Ankara-Moskova hattının önüne “ekonomik ilişkiler, siyasal konular ve toplum forumu”ndan oluşan üç aşamalı stratejik yol haritası koyacak.

Birinci Aşama – Ekonomik ilişkiler

Son 5 yılda Türkiye-Rusya ticaret hacmi 8 kat artarak 40 milyar dolara çıktı. Rusya Türkiye’ye doğal gaz (yüzde 42) ve petrol-petrol ürünleri (26) ağırlıklı ihracat yaparken, Türkiye de Rusya’ya tekstil ürünleri (yüzde 20), demir-çelik ürünleri (yüzde 16), sebze-meyve (yüzde 12) ihraç etmektedir. İki ülke, ticaret hacmini 100 milyar dolar seviyesine çıkarmayı hedeflemektedir. Öte yandan ticarette Dolar yerine Ruble ve Lira kullanımı konusu da iki ülkenin gündemindedir.

İki ülke arasındaki enerji gündemini kısaca anımsarsak;

1.. Rusya 1984 yılında imzalanan anlaşmayla, Ukrayna-Romanya-Bulgaristan üzerinden gelen boru hattından, Türkiye’ye 1987’de gaz ihracatı başlattı.

2.. 2005 yılında Mavi Akım imzalandı.

3.. Rusya 2009 yılında kendi projesine (Burgas-Dedeağaç) rakip olarak gördüğü Samsun-Ceyhan boru hattına petrol vermeyi kabul etti.

4.. Türkiye de bu gelişmenin karşılığı olarak Nabucco’nun alternatifi olan Güney Akım boru hattının Türk karasularından geçmesine yeşil ışık yaktı.

5.. Putin’in 2009 Ağustos’undaki Ankara ziyareti sırasında Mavi Akım-2 hattının inşası, Türkiye’de yer altı depolarının oluşturulması (Tuz Gölü) ve nükleer santral inşası konusunda mutabakata varıldı.

6. Rusya Enerji Bakanı Sergey Şmatko, Abdullah Gül’ün geçen yılki Moskova ziyareti sırasında iki ülkenin önümüzdeki dönem gündeminde 60 milyar dolarlık enerji anlaşması bulunduğunu açıklamıştı. Şmatko, bu anlaşmalardan birinin 20 milyar dolarlık 4 üniteli Nükleer Elektrik Santrali olduğunu belirtmişti.

İkinci Aşama – Siyasal-Askeri konular

Ankara-Moskova arasındaki siyasal konuların esasını Karadeniz, Kafkaslar, Ortadoğu, Orta Asya, uluslararası ve bölgesel örgütler oluşturmaktadır.

Ankara’nın 2005 yılında Başbakan Erdoğan üzerinden deklare ettiği “Dünyada istikrarın korunmasına ilişkin konular da dâhil olmak üzere, bölgedeki duruma ilişkin görüşlerimiz tamamıyla örtüşmektedir” açıklaması Ankara-Moskova siyasal hattının temelini oluşturmaktadır.

1.. Rusya Çin’le birlikte Türkiye’nin Şanghay İşbirliği Örgütü’ne üye olmasını arzulamaktadır. ŞİÖ’nün Orta Asya’ya hâkim olmak isteyen ABD karşısındaki bölgesel ağırlığı her geçen yıl hem niceliksel olarak (üye ve gözlemci üye sayısı artışı) hem de niteliksel (tarihi Rus-Çin askeri tatbikatları) olarak artmaktadır. Dahası, ABD Orta Asya’yı ele geçirme hedefinin merkezine koyduğu Afganistan’da yenilmektedir. Afganistan işgalinin askeri merkezi olan Kırgızistan-Manas üssü meselesi en kritik konu olarak geçen ay ŞİÖ lehine gelişmiştir.

2.. Türkiye Rusya’nın İslam Konferansı Örgütü İKÖ’ye gözlemci üye olmasını sağlamıştır. Rusya’nın başvurusuna, “ileri de Hindistan da başvurabilir” gerekçesiyle karşı çıkan Pakistan’ın tavrı Ankara’nın bastırmasıyla değiştirilmiştir.

3.. Türkiye Rusya’nın Dünya Ticaret Örgütü üyeliğine de açık destek vermiştir.

4.. Putin’in batıyı, 40 yıldır bağımsız olan KKTC’yi tanımayarak çifte standart uygulamakla  suçlaması, Moskova’nın Kıbrıs meselesindeki yeni tutumun temelini oluşturmaktadır. Rusya 2004 yılında KKTC ile doğrudan teması başlatmıştır. Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un dönemin KKTC Başbakanı Mehmet Ali Talat’la görüşmesi Moskova’nın Ankara’ya somut desteği olarak yorumlanmıştır. Türkiye’deki Avrasyacıların katkılarıyla yürütülen birkaç heyetler arası görüşme de mevcuttur. Ankara Kıbrıs konusunda Moskova’dan daha fazla adım belemektedir.

5.. Rusya Parlamentosu alt kanadı Duma’nın 1995 ve 2000 yıllarında kabul ettiği sözde soykırımı kabul eden kararlar o tarihten bu yana dondurulmuştur. Kaldı ki Ankara, Duma’nın aldığı kararı başka ülkeler ve Avrupa Parlamentosu kararlarıyla kıyasladığında “daha yumuşak içeriğe sahip” şeklinde değerlendirmektedir.

6.. İki ülke hem Gürcistan hem de Ankara’nın önerdiği “Kafkas İşbirliği ve İstikrar Paktı” konusunda da görüş birliği oluşturma gayretindedirler. Özellikle Gürcistan konusu, Ankara ve Moskova’nın “Karadeniz güvenliği” eksenli bakış açılarının merkezine oturmaktadır.

Öte yandan Dağlık Karabağ sorunu da iki ülkenin sıcak gündemindedir.  Rusya’nın Bakü Büyükelçisi Vladimir Dorohin, Medvedev’in ziyareti sırasında Güney Kafkasya’nın güvenliği konusunun ve Dağlık Karabağ Sorunu’nun gündeme geleceğini açıkladı.

7.. Ankara ve Moskova Karadeniz konusunda da ortak tavır sergilemektedir. Rusya’nın, ABD-NATO’nun Karadeniz’e girmesine karşı olan tutumu ile Türkiye’nin Montrö’nün değişmesini istemeyen tutumu ortak tavır belirlemenin temelini oluşturmuştur. ABD-NATO’nun Karadeniz’e sızma girişimlerine iki ülke birlikte engel olmaktadır. Blackseafor bu bakımdan önem kazanmaktadır. Öte yandan iki ülke ayrıca Karadeniz Ekonomik İşbirliği KEİ Örgütü’nü daha etkin hale getirme kararı da almıştır.

8.. Ankara ve Moskova, ABD tehdidi altındaki İran konusunda da paralel tutum almaktadır. Ankara ve Moskova sorunun barışçıl yollarla çözülmesi konusunda tavır belirlemiştir.

9.. Her iki ülke ABD işgali altındaki Irak’ın parçalanmasına karşı “Irak’ın toprak bütünlüğü” tavrını sürdürmektedir.

10.. 90’lı yıllarda Türkiye’nin Rus silah ve helikopterleri almasıyla başlayan askeri işbirliği, Türkiye’nin NATO üyeliğinden dolayı istenen hızla ilerleyememektedir. Moskova bu konudaki görüşünü de açık bir şekilde Savunma Bakanı Sergei İvanov aracılığıla dile getirmiştir: “Türk Ordusu’nun NATO standartlarını kabul etmesi ile ABD ve diğer Batılı ülkelerin ortaya koyduğu sert rekabetin askeri işbirliğimizi kısıtladığını söylemeliyim. Bu ülkelere Türkiye’deki askeri ve siyasi çevrelerde belirli bir sempati duyulduğunu da kabul etmek gerekiyor”.

Rus Donanma Komutanı Amiral Vladimir Vısotski’nin 2008’deki Türkiye ziyareti sırasında Rus ve Türk denizcilerinin eylemlerinin koordine edilmesi, Karadeniz’deki ortak faaliyetlerin biçim ve yönlerinin artırılması, bölgedeki kolektif güvenlik geliştirilmesi konusunda mutabakat oluşturulması askeri işbirliğine belli bir düzeyde ivme kazandırmıştır. Yine aynı yıl içinde bir Rus şirketinin tanksavar ve füze satış ihalesini kazanması gelişmeyi daha da ivmelendirmiştir.

Üçüncü Aşama –Toplum Forumu-Kültürel konular

Türkiye’nin 2007’yi Rusya Kültür Yılı ilan etmesi, Rusya’nın da 2008’i Türkiye Kültür Yılı ilan etmesi kültürel ilişkilerin seviyesini artırmıştır. Üniversiteler ve arşivler arasında işbirliği sağlayan anlaşmaların imzalanması ile öğrenci ve öğretim görevlisi değişim programlarının kabulü kültürel işbirliğinin akademik boyutunu oluşturmuştur.

Putin’in son ziyareti sırasında imzalanan “kültür, sanat, bilim, eğitim, spor gibi alanlardaki işbirliği protokolleri”nin hayata geçmesi, işbirliği boyutunu daha da geliştirecektir.

Öte yandan Rusya’nın yıllık 3 milyon turistle, Türk turizminde ilk sıraya yerleştiğini de belirtelim.

AKP’nin tutumu

Başbakan Erdoğan’ın mevcut ilişkileri “stratejik ortaklık” olarak ilan etmesi bir niyet ifadesi midir? Yoksa ABD’nin açık desteğiyle iktidar olan ve BOP eşbaşkanlığı görevini yürüten Tayyip Erdoğan politika mı değiştirmektedir?

Sorunun yanıtını 4 parametreyle açıklayabiliriz.

1.. Öncelikle Türk-Rus ittifakının kaynağını ABD tehdidi oluşturmaktadır. 1989-1991 kırılmaları sonası, Ankara ile Moskova arasında zorunlu bir köprü oluşturmuştur. Özellikle 28 Şubat sürecinde ivmelen ikili işbirliği, bir “devlet politikası”nın gereğidir. Hükümetler bu devlet politikasını uygulamaktadır. MGK eski Genel Sekreteri Org. Tuncer Kılınç’ın, Türkiye-Rusya-İran ittifakı şeklinde özetlenebilecek önerisi unutulmamalıdır!

2.. Türkiye’de yüzde 84’lere çıkan ABD aleyhtarlığı ile 90’ların ortalarından itibaren yükselişe geçen Ulusalcılık ve Avrasyacılık, Washington’u yeni bir siyaset izlemeye itmiştir. Ankara-Moskova yakınlaşmasını engelleyemeyecek olan Washington-AKP, “dışında kalmaktansa, içinden etkileme” yolunu zorunlu olarak seçmiştir.

3.. Siyaset dışında ticaret şartları da AKP’yi Moskova’yla yakınlaşma siyasetini sürdürmeye zorlamıştır. TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nun dile getirdiği “Günümüzde Türk-Rus ilişkilerini Soğuk Savaş yıllarında olduğu gibi sınırlandıracak hiçbir engel kalmamıştır. Türkiye ve Rusya, geçmişte Almanya ve Fransa’nın başardığını başarabilir” şeklindeki sözler iki ülke ilişkilerinin gelişmesinde sınıfsal şartların da varlığına işarettir. TOBB dışında aralarında TÜSİAD üyelerinin de olduğu 200’ü aşkın şirket Rusya’da büyük hacimli işler yapmaktadır.

4.. Diğer yandan AKP hükümeti, zorunlu uyguladığı Moskova politikasını aynı zamanda batıyla ilişkilerinde de bir denge ve koz aracı olarak değerlendirmektedir.

Sonuç

Medvedev’in ziyareti Ankara’nın bölgesel ağırlığını artıracak anlaşmalarla doludur. Bölgesel ağırlığı artacak Türkiye de, Rusya’nın desteğiyle Kıbrıs’tan ve Irak’ın kuzeyinden yönelen ABD tehditlerine karşı daha iyi direnecektir.

Orta Asya’yı ele geçirmek isteyen ABD’nin karşısında Türk-Rus-Pers-Arap Seddi inşa edilmeye başlamıştır!

MEHMET ALİ GÜLLER

,

Yorum bırakın

%d blogcu bunu beğendi: