Posts Tagged PKK

PKK YOLSUZLUK OPERASYONUNA NASIL BAKIYOR?

Yolsuzluk operasyonu sonrası gelişmelere bakıldığında görülecektir ki, Erdoğan’ın en sıkı müttefiki Öcalan ve PKK’dir!

Nitekim BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş meseleye nasıl baktıklarını açıkça ortaya koydu: “Yolsuzluk operasyonu çözüm sürecini bozar.” (Vatan, Hüseyin Yayman, 26 Aralık 2013)

Zaten BDP’ye göre sadece yolsuzluk operasyonunu değil, AKP aleyhine olan her şey çözüm sürecini bozacaktır. Haklılardır!

Zira AKP ile PKK’nin “çözüm süreci” dediği süreç, Türkiye’nin çözülmesi sürecidir ve Erdoğan ve AKP yıkılırsa, çözülme duracaktır!

O nedenle PKK sadece yolsuzluk operasyonu ile sallanan hükümete destek olmuyor, ona yol bile gösteriyor. Örneğin PKK’nin iki numaralı ismi Cemil Bayık, AKP’nin yolsuzluk operasyonundan kurtulmasının tek yolunun Kürt sorununu çözmesinden geçtiğini açıkladı. (Hürriyet, 20 Aralık 2013)

OSLO’DAKİ AYRIŞMA

Gelin bir saptama yaparak durumu netleştirelim: Aslında AKP, PKK ve Cemaat Oslo sürecine kadar ortaktı! Gladyo’nun bu üç bileşeni de Büyük Kürdistan planına uygun hareket ediyordu. Oslo’da ortaklık bozuldu. Cemaat ile AKP-PKK ayrı düştüler.

Ortaklığın bozulmasının nedeni Cemaatin ABD’nin Büyük Kürdistan planından ayrılması değildi kuşkusuz…

Oslo süreci, Cemaatin Güneydoğu’yu tamamen PKK’ye bırakması yönünde geliştiği için ayrışma yaşandı. Cemaat uzun zamandır Güneydoğu’ya yatırım yapıyordu ve bölgede “Saidi Nursicilik’in ve Gülenizm’in” egemen olmasını istiyordu.

İşte bu ayrışmayla birlikte Oslo mutabakatı satır satır sızdırıldı. Peki, kim sızdırmıştı? Cemaat PKK’yi, PKK de Cemaati suçladı hep.

Kimin sızdırdığı artık daha da somuttur.

PKK’NİN AKP’YE GEZİ’DE VERDİĞİ DESTEK

Oslo’daki bu ayrışma sonrasında AKP ile PKK birbirine daha da sıkı sarıldı. Zaten ikisi de Cumhuriyet’in çözülmesini arzulama açısından birbiriyle yarışır durumdaydı.

AKP ile PKK’nin birbirine yapışması, bir siyasi ittifakın ötesinde bir durumdu. Örneğin Öcalan, MİT Müsteşarı Hakan Fidan üzerinden Erdoğan’a yönelecek bir tehlikeye karşı kendisini kalkan yapabiliyordu: “Süreci esastan bozan güç kim diye baktım. Savcının 7 Şubat MİT’e darbesi. Ben bir darbeyi sezdim. Cezaevi müdürüne ‘MİT Müsteşarı Hakan Bey’i yalnız bırakmamak gerekir’ dedim. Sözlü, yazılı iletişime geçtim, 5 ay önce tekrar kanal açıldı, diyalog başladı.” (Milliyet, 28 Şubat 2013)

Öcalan, Paris’te 3 PKK’li kadının öldürülmesini de “7 Şubat darbesi devam ediyor” diyerek değerlendirdi, Haziran Halk Hareketini de “7 Şubat’ın devamı” şeklinde yorumladı.

Dahası, Haziran Halk Hareketi’nin Erdoğan’ı yıkabileceği görüldüğü anda, AKP’ye can simidi attı. “Taksim’i ulusalcılara bırakmayın” diyerek örgütüne hedef gösterdi.

Çünkü BDP ilk günden itibaren Gezi eylemlerini tıpkı AKP gibi, bir darbe girişimi olarak okumuş ve daha 1 Haziran’da BDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken, parti olarak eylemlerde yer almayacaklarını ilan etmişti. Öyle ki, Başbakan Vekili olan Bülent Arınç, kendisine canlı yayında teşekkür etmişti.

GLADYO PARÇALANIYOR, ÇÖZÜLME SÜRECİ SONA ERİYOR

Özetle Erdoğan ile Öcalan, AKP ile PKK birbirine herkesten çok muhtaçtır. Birinin olmaması, diğerinin Türkiye’ye dair planı uygulayamamasına yol açar.

BDP’nin normal zamanlarda “muhalefet” yapması fakat en kritik zamanlarda AKP’ye destek çıkması, bundandır.

PKK de bilmektedir ki, çözüm süreci denilen çözülme süreci, en iyi Erdoğan’la uygulanır. İmralı ve Kandil o nedenle “Erdoğan’sız AKP” projelerine de karşı çıkmaktadır.

Ancak Türkiye artık yeni bir rotaya girmiştir ve o rotada Galdyo’nun üç çocuğu olan AKP, PKK ve Cemaat yoktur. Dolayısıyla yeni rotada çözülme değil, birleşme yaşanacaktır.

AKP ile PKK ortaklığının milletimizi ayrıştırdığı süreç, Gladyo parçalanırken, sona ermektedir!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
29 Aralık 2013

, , , , ,

1 Yorum

GLADYO’NUN ÜÇ ÇOCUĞU

PKK’nin iki numaralı ismi Cemil Bayık, AKP’nin yolsuzluk operasyonundan kurtulmasının tek yolunun Kürt sorununu çözmesinden geçtiğini açıkladı.

İlk bakışta insana “ne ilgisi” var dedirten bu açıklama, aslında oldukça önemli olan ve aralarındaki Gladyo bağına işaret eden bir açıklamadır.

OSLO’YLA BAŞLAYAN AYRILIK

Gladyo’nun üç çocuğu olan AKP, Cemaat ve PKK, Oslo sürecine kadar birlikteydi. Oslo’yla birlikte ayrışmaya başladılar. Hatta sızdırılan mutabakat metni nedeniyle PKK Cemaati, Cemaat de PKK’yi suçlamıştı.

Sonrasında Reyhanlı saldırısı, Gaziantep patlaması gibi aydınlatılmayan tüm olaylar ve hatta Paris’teki Sakine Cansız cinayeti bile doğrudan bu üçlü arasındaki çatışmayla ilgiliydi.

Türkiye’deki bu olaylar aydınlatılmadığı gibi, Gladyo meselesi olduğu için Fransa da Paris cinayetlerini aydınlatamamaktadır!

ABD ZAYIFLADIKÇA, AKTÖRLERİYLE BAĞI GEVŞEDİ

Peki, Gladyo’nun üç çocuğu neden ayrıştı?

Bakın bu soruya yanıt verebilmek için önce şu saptamayı yapalım: ABD’nin AKP’yle ilgili tek sorunu Kürt Açılımı’nı olması gerektiği kadar ilerletememesidir. Demokrasi, insan hakları, tutuklu gazeteciler vs. hepsi hikâyedir.

Gelelim sorumuzun yanıtına…

Bakın aslında bu sorunun bölge penceresinden baktığınızda tek yanıtı vardır: Çünkü ABD Ortadoğu’da yenildi ve dünya çapında güç kaybediyor. Güç zafiyeti yaşandıkça da kontrol altında tuttuğu aktörlerde gevşeme yaşanmaktadır.

Türkiye’deki bu durumun benzeri, Suudi Arabistan ve Katar’da da vardır. Katar’da birkaç ay önce saray darbesiyle iktidar değişmişti!

HEM ÇATIŞIYORLAR HEM DE BÖLÜNÜYORLAR

ABD zayıfladıkça, kendisine bağlı Türkiye Gladyosu gevşiyor, Gladyo’nun bileşenleri arasındaki çelişmeler artıyor ve hatta her bileşen kendi içerisinde bölünme eğilimi taşıyor.

Örneğin AKP fiilen iki parçadır; Erdoğan’ın büyük parçası ile Abdullah Gül’ün küçük parçası.

Örneğin Cemaat içinde çatlaklar vardır; F tipi yapının eski Emniyet sorumlusu, şebekenin şemasını Başbakan Erdoğan’ın önüne sermiştir!

Örneğin PKK ikili, hatta üçlü eğilim göstermeye başlamıştır. Öcalan ile Kandil, Kandil ile BDP üst yönetimi arasındaki çelişmeler gittikçe derinleşmektedir.

NATO ÇATIRDIYOR

Bakın ABD’nin güç kaybı nedeniyle yerel Gladyoların gevşediğini ortaya koyan en önemli gelişme, tüm Gladyoların bağlı olduğu NATO’daki erozyondur!

Önceki gün toplanan NATO üyesi AB liderleri zirvesinde, bu erozyon en somut şekilde ortaya çıktı:

NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen, Avrupa’nın savunma bütçesini GSMH’nin en az yüzde 2 oranına çıkarmaması durumunda, ABD’nin NATO üyeliğine ilgisini kaybedebileceğini belirtti ve 28 AB ülkesi liderini uyardı!

KÜÇÜK AMERİKA SÜRECİ SONA ERDİ

NATO çatırdadıkça, NATO’nun gizli örgütü olan Gladyolar, SüperNATO’lar da gevşemektedir.

Bu Türkiye için büyük bir fırsattır. 1946’da başlayan Küçük Amerika süreci, 2013’te kayaya çarpmıştır.

2014 Türkiye’nin yeniden bir devrimle bağımsızlık yoluna gireceği yıl olacaktır.

AKP-Cemaat çatışması ile AKP-PKK ortaklığına sıkıştırılarak bölünen Türkiye’nin çıkışı, Aslanlı Yol’dan başlamıştır!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
21 Aralık 2013

, , , , ,

Yorum bırakın

ÖCALAN’IN ARAÇSAL DEĞERİ BİTTİ

Aydınlık’ın “İşte İmralı’daki Apo” yazı dizisi çok öğretici. Sadece Abdullah Öcalan’ın 1999’dan 2013’e nasıl değiştiğini anlamamızı sağlamıyor, aynı zamanda onun varlık nedenini de ortaya koyuyor!

Gelin bugün Öcalan’ın siyasi tarihine kısa bir göz atalım:

ÖCALAN’IN İLK MİT BAĞI

Gazeteci Avni Özgürel, Bakaa’da görüştüğü sırada Öcalan’a, kendisini 1966-1967 yıllarında Fikir Ajansı’ndan anımsadığını söyler. Öcalan’ın yanıtı çarpıcıdır: “Doğru hatırlıyorsun. Ama ben bunları bir müddet sonra açıklayacağım.” Refik Korkut’un yönetimindeki Fikir Ajansı, aslında MİT’in bir yan kuruluşudur.

Bu ilişki orada kalmaz. Örneğin Öcalan 1972’de SBF’de Şafak Bildirisi dağıtmaktan bir grup öğrenciyle birlikte gözaltına alınmış, fakat MİT’in devreye girmesinden sonra Askeri Savcı Baki Tuğ, Öcalan’la ilgili görüşünü duruşmada değiştirmiştir. Öcalan böylece serbest kalmıştır.

Abdullah Öcalan’ın 24 Mayıs 1978’de evlendiği Kesire Yıldırım’ın MİT’le bağlantılı olduğu artık biliniyor. Öcalan ve Kesire Yıldırım’ı evlendikten üç ay sonra Ankara’dan Diyarbakır’a götüren isim ise ordudan ayrılma Pilot Necati’ydi.

Öcalan yıllar sonra bu ilişkileri, “MİT’i kullandım” diyerek açıklamaya çalışmıştır.

ÖCALAN FİDAN’A KALKAN!

Ancak Öcalan’ın MİT’i değil, MİT’in Öcalan’ı kullandığı ortadadır. Nitekim Öcalan artık “konumuna araçsal bir değer biçilmesini anlamlandırdığını” söylemektedir. (Özgür Gündem, 18 Ağustos 2013)

Çünkü Öcalan, 2005’ten itibaren de yine MİT’in denetimine girmiş, MİT’in aracı olmuştur! Önce Emre Taner’in, ardından da Hakan Fidan’ın…

Hatta Cemaat’in 7 Şubat operasyonu ile MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı tutuklamaya kalkması üzerine Cezaevi Müdürü’ne “Hakan Bey’i yalnız bırakmamak gerekir” demiş ve “araçsal konumunu” yükseltmiştir!

ELDEN ELE DOLAŞAN ARAÇSAL KONUM

Aslında Öcalan’ın siyasi tarihini incelemek, aynı zamanda kimin aracı olduğunu belirlemektir. Zira Öcalan “araçsal konumunu” sürekli yükselen kuvvetlere göre tayin etmektedir.

Örneğin MİT’ten sonra, Suriye’ye geçince Muhaberat’ın aracı olmuştur. 1991’den sonra ise CIA’nın aracı olmaya terfi etmiştir.

1991’den önce kendisine yapılan “ABD emperyalizminin denetimine girme” uyarıları, artık daha anlamlı ve öğreticidir! O uyarılar sadece Kürtler için değil, bugün daha iyi görülmektedir ki, aslında tüm bölge için hayatiydi!

Ancak Öcalan’ın değeri “araçsal konumunu” sürekli yükseltebilmesine bağlıdır ve o bölge ile birlikte olmak yerine, bölgeyi işgale gelen ABD’ye taşeron olmayı yeğlemiştir. Solculuk maskesini de o nedenle atmak durumunda kalmıştır.

AÇILIM’IN ORTAK BÖLENLERİ

1999-2004 yılları arasında İmralı’da TSK’nin denetiminde olması ise onu yeniden ve tam tersi bir çizgiye itmiştir. Öcalan bu kez “araçsal konumunu” Türk Ordusu’na ve onun bölge merkezli dış politikasına göre uyarlamıştır.

Artık Atatürk’ü öven, Kürt isyanlarının bastırılması gerektiğini savunan, Şeyh Sait’i İngiliz ajanı ilan eden, Kürt kimliği talebini gereksiz ve yararsız bulan, birlik mesajları veren bir Öcalan portresi vardır karşımızda…

Sonrasında ise yine yükselen kuvvetin aracı olmayı seçmiştir. AKP, ABD’nin desteğinde Cumhuriyet mevzilerini tek tek ele geçirirken, Öcalan da yeni sürece uyum göstermiş ve bu kez kendisini Erdoğan ile MİT müsteşarlarının kontrolüne bırakmıştır!

Dahası Öcalan yazdığı özel bir mektupla, açıkça Erdoğan’a biat etmiştir. Erdoğan ile Fidan’ın denetiminde Açılım Süreci’nin ortak böleni olmuştur!

ARAÇSIZ ÇÖZÜM DÖNEMİ

Tüm bu özet tablo şu iki gerçeğe işaret etmektedir:

1) Öcalan, zora göre konumlanır ve kuvvetlinin denetimine çabucak girer.

2) Öcalan’ın ABD ve AKP nezdindeki araçsal konumu, şu anda Açılım Süreci adı altında Türkiye’nin parçalanması için kullanılmaktadır.

Türkiye’nin birliği ve Kürtlerin gerçek anlamda özgürlüğü, öncelikle Öcalan’ın araçsal konumunun ortadan kaldırılmasından geçmektedir. Kürt halkını Öcalan’dan, Türk milletini Erdoğan’dan kurtarmak, yeniden birliğin formülüdür.

İşte Aydınlık bu yazı dizisiyle, enstrümansız çözümü, yani asıl çözümü, yani birlikçi çözümü Türkiye’nin gündemine getirmiştir.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
18 Aralık 2013

,

Yorum bırakın

TAKTİK BİRLİKTELİKLER, STRATEJİK CEPHELER

Siyaset ile programın, taktik ile stratejinin karıştırıldığı durumlar, haliyle cepheleşmelerin yanlış tayin edilmesine yol açar. O nedenle taktik düzlemle, stratejik düzlemi birbirinden ayırabilmek, hayatidir.

PKK İLE ESAD’IN STRATEJİK HEDEFLERİ KARŞI KARŞIYA

PKK’nin Suriye kolu olan PYD’nin stratejik hedefi nettir: “Salih Müslim: Esad rejimi sonrası federal yapıya gideceğiz.” (Taraf, 26 Temmuz 2013)

PYD’den federal Suriye yani Suriye’de özerklik isteyen kim? Öcalan, kardeşi Mehmet Öcalan üzerinden PYD’ye şu mesajı iletiyor: “6 ili ele geçirmekle sorun çözülmez, hedefiniz demokratik özerklik olsun.” (Hürriyet, 18 Kasım 2012)

Soru şu: Suriye’yi bölme hedefi olan PKK ile Suriye’yi Batı’ya karşı tek parça olarak savunmaya çalışan Esad, stratejik olarak aynı safta olabilir mi? Kuşkusuz olamaz!

Ya PKK ile Esad, taktik düzlemde yan yana gelebilir mi? Gelebilir ve gelmiştir.

Bir yıl önce 18 Aralık 2012’de, bu köşede şöyle yazmışız: “PYD’nin Suriye’nin kuzeyindeki kimi alanlarda otorite olması, öncelikle merkezin zayıflaması, ardından bu nedenle kuzeyde ortaya çıkan güç boşluğu ve son olarak da Esad’ın ‘topu AKP’nin kucağına bırakması’ nedeniyleydi. Esad, birkaç cephede savaşmaktansa, cephelerden birinin sıkıntısını AKP’nin omuzlarına bıraktı; ABD’nin stratejik kartı PYD’yi, ABD’nin müttefiki Ankara’yla karşı karşıya bırakmış oldu. Neticede Esad, öncelikle Suriye’nin çıkarlarını düşünüyor…”

Esad’ın bu hamlesi, taktik düzlemdedir, stratejik düzlemde değil!

DÜN ÖSO BUGÜN ESAD DİYEREK STRATEJİK ORTAK OLUNMAZ

Nitekim taktikler, yani kısa ve orta vade siyasetler, konjonktüre göre sık sık değişir. Esad ile PKK’yi stratejik ortak sananlar, dün tam tersi taktiklerin uygulandığını not etmelidirler.

Örneğin bu yılın başında PYD lideri Salih Müslim şöyle diyordu: “Kürt bölgesini artık ÖSO’yla ortak savunacağız.” (Milliyet, 19 Şubat 2013) Yani bir yıl önce PYD, Esad’a karşı ÖSO’yla ittifak yapıyordu. Hatta bu açıklamanın öncesindeki sonbahar boyunca, PKK’nin ajansı ANF’de en çok yer alan haberler, “Esad güçleri, Halep’te, Haseki’de PYD’ye saldırdı” şeklindeydi. Özgür Gündem’in Esad düşmanı manşetleri de arşivlerdedir.

Peki, ne değişti? PYD’nin stratejisi değişmedi. O strateji Suriye’de özerklik, Kürt bölgesine otonomidir. Dün bu stratejiye uygun olduğu için Esad’a karşı ÖSO’yla ittifak yapan PYD, bugün Esad’la taktik düzlemde yan yanadır. Çünkü Esad, savaşacak cephe sayısını azaltmak ve AKP’nin kucağına sorun bırakmak için kuzeyden bir ölçüde geri çekilmiştir. Yani Esad’ın taktik adımı ile PYD’nin stratejik hedefi, aynı konjonktürde buluştuğu için, taktik düzlemde yan yana gelmişlerdir. Fakat bu esası değiştirmez.

SURİYE’Yİ BÖLEN, SURİYE’NİN KARTI OLABİLİR Mİ?

Taktik düzlem meselesini anlamamızı sağlayacak bir başka veri ise Öcalan’ın PYD Gençlik Kolu toplantısına gönderdiği mesajdır: “Esad’ın safında olmayın, muhalefetin safında olmayın, Suriye’de üçüncü güç olun. Kürt bölgelerini koruyacak 15 bin asker hazırlayın. Eğer bu stratejiyi izlemezseniz, ezilirsiniz. Her genç Kürt bu güce yazılmaya ve anayurtlarını korumaya hazırlanmalı.

Öcalan’ın önerisi nettir: Stratejik hedefi gerçekleştirmek için bazen bir tarafla, bazen de diğer tarafla yan yana gelin. Peki, taraf neye göre seçilecek? Güce göre. Hangi taraf güçlüyse, o tarafa yaslanılacak.

Artık soru şudur: Suriye’de özerklik kurmak, yani pratikte Suriye’yi bölmek isteyen bir kuvvet, Suriye’nin stratejik ortağı ya da kartı olabilir mi? Suriye’nin bağımsızlığını değil de, Suriye’den koparılacak bir parçada egemen olmayı hedefleyen bir kuvvet, gerçekte Suriye’nin kartı olabilir mi? Kuşkusuz olamaz.

Son tahlilde Suriye eksenli stratejik cepheleşme şöyledir: Esad, İran, Irak, Rusya ve Türk milleti bu tarafta, ABD, AKP, PKK-PYD, Barzani ve El Kaide diğer tarafta…

TEZLERE YANITLAR

Yanılsamanın yarattığı tezleri inceleyelim şimdi de…

1) AKP-Barzani bir tarafta, Esad-PKK diğer taraftaysa, ErdoğanÖcalan ortaklığı ne? ABD nerede? PKK ABD’nin kanatları altında olduğuna göre, Esad ile ABD aynı tarafta mı? Ya da AKP ABD’nin taşeronu olduğuna göre aslında PKK ABD’nin düşmanı mı?

2) Barzani ile PKK’nin çelişmesi, taktik gerekçelerledir. Kürt Koridoru gerçekleştikçe, bu çelişme artacaktır. Çünkü Kürdistan salt Irak’ın kuzeyinden ibaretken, Barzani bir numaraydı. Fakat Kürdistan Suriye’ye ya da Türkiye’ye doğru geliştikçe, gücün kanunu gereği, PKK bir numara olmaya başlamıştır ve Barzani de bundan rahatsızdır.

Fakat bu taktik düzlemdeki çatışma, stratejik düzlemdeki Büyük Kürdistan hedefinin dışına taşamayacaktır.

3) Barzani’nin PKK’ye karşı konumunu korumak için AKP’den medet umması taktikseldir. Ya da Kuzey Irak’taki son seçimlerden sonra Goran’ın ikinci parti olmasıyla üçüncülüğe düşen KYB’nin Irak dışı kuvvetlerle ittifak arayarak konumunu korumaya çalışması, taktikseldir.

Bu taktik kuvvet arayışları, stratejik hedefin dışında değildir. Son tahlilde siyasal Kürt hareketlerinin stratejik hedefi, dört parçada da kazanacağı kadar mevzi kazanmaktır: Irak’taki özerkliğin korunması, Suriye’de ve Türkiye’de özerklik elde edilmesi.

4) Taktik düzlemde yan yana gelişi sağlayan en önemli parametre güçtür. Örneğin Türkiye bir güçken ve Türk Ordusu Pentagon raporlarında “hizadan çıktı” diye not edilirken, Barzani ve Talabani, TSK ile birlikte hareket etmiştir. Çünkü TSK 1995’te ABD’nin denetimindeki Irak’ın kuzeyine ve PKK’ye Çelik Harekâtı düzenlemiş bu da haliyle 1996 Ankara sürecini, yani Barzani ile Talabani’nin Ankara ile birlikte hareket etmesini sağlamıştır. Son 20 yılda benzer örnekler de, tersi örnekler de vardır.

5) Salih Müslim’in birbiriyle çelişen ya da Cemil Bayık’ın birbiriyle çelişen açıklamalarından sadece birine dayanarak tahlil yapılmaz. Önemli olan süreçtir, gelinen yerdir.

6) Rusya’nın Cenevre-2’de PYD’yi görmek istemesi, PYD’yi ABD piyonu olmaktan çıkarmaz. Tıpkı Rusya’nın, El Kaide’nin Kafkasya’ya dönmesindense, Suriye’de kalmasını istemesinin El Kaide ortaklığı anlamına gelmeyeceği gibi…

7) Rojava Suriye’nin kuzeyi değildir. Kürtçedir ve PKK’ye göre Büyük Kürdistan’ın batı parçası demektir. O nedenle “Rojava devrimi”, pratikte Suriye’de karşıdevrim demektir.

KÜRT SORUNUNU ABD’NİN İNİSİYATİFİNDEN ALMAK

Artık mesele şudur: ABD Suriye’de yenildi ve bölgede güç dağılımı yeniden şekilleniyor. Üç yıl önce bu gelişmeyi öngörmüş ve ABD zayıfladıkça, Kürtlerin bölge kuvvetleriyle birlikte hareket etme eğilimine gireceğini belirtmiştik.

Fakat bu, iddia edildiği gibi, Kürt sorununun şu anda ABD-İsrail inisiyatifinden çıktığı anlamına gelmemektedir. Buradaki önemli nokta, bölge kuvvetlerinin birlikte hareket edebilmesidir. Türkiye, İran, Irak ve Suriye birlikte hareket edemediği müddetçe, bölgeselleşmiş Kürt sorunu, ABD’nin sürekli kaşıyacağı ve kullanarak ülkeleri birbirine kırdıracağı bir mesele olacaktır.

Somut belirtirsek: Türkiye’de AKP iktidar olduğu müddetçe, Suriye’nin Kürt’ü ayrılıkçı eğilim taşıyacaktır! Ankara Bağdat’la karşı karşıya oldukça, Barzani Ankara’ya göz kırparak, ayrılık eğilimi gösterecektir.

Bitirirken belirtelim: Ana sorun ülkelerin siyasal birliklerini ve toprak bütünlüklerini koruyabilmesidir. Kürt siyasal örgütleri, bölge ülkelerinin siyasal birliklerini ve toprak bütünlüklerini hedef aldıkça, ABD’nin piyonu ve bölge ülkelerinin düşmanı olarak kalacaktır.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
30 Kasım 2013

, ,

Yorum bırakın

ÖCALAN TARİHİ ESERLERİ NE YAPTI?

Tuncay Özkan gerçek bir yaşamdan yola çıkarak Ötekiler isimli bir roman yazdı. Rızgar kod adlı Hüseyin Yanç’ın romanını…

Bir solukta, elinizden bırakmadan, her sayfasını heyecanla çevirerek okuyacağınız bir roman. Yakın tarihin en önemli sorununa bir PKK’linin, bir itirafçının, bir askerin ve bir Ergenekon üyesinin ortak gözünden bakan bir roman.

Aynı zamanda ilk sayfasından son sayfasına kadar özgürlük ile zorunluluk ilişkisinin incelendiği ve sorgulandığı felsefi bir roman.

KİMLİKLER Mİ DEĞİŞİR, KİMLİK DAĞITANLAR MI?

Ötekiler, Dersim’den “solcu” olarak çıkan Hüseyin Yanç’ın hapse düştükten sonra önce “PKK gerillası” olmasını, ardından devlete teslim olup “itirafçı” ve “asker” olmasını ve en sonunda da Ergenekon davasında “terörist” olmasını anlatır.

O nedenle de aynı soruna dört farklı kimlikle fakat ortak gözle bakan birinin romanıdır Ötekiler… Romanın kahramanı yola Rızgar olarak çıkmış ve 20 yıl sonra bu yolculuğu Hüseyin Yanç olarak, şimdilik, tamamlamıştır.

Yanç solcu olarak kalabilse, hapishane koşulları onu PKK’li olmaya mecbur etmese, muhtemelen bu yolculuğu yaşamayacaktı…

Önce TDKP’li, sonra PKK’li, ardından TSK’li ve sonunda Ergenekon üyesi(!) olan Hüseyin Yanç’ın öyküsü, aslında tanıdıktır: Örneğin İlker Başbuğ, önce askerdir ve devlettir fakat en sonunda devletin gözünde teröristtir. Örneğin Abdullah Öcalan, önce teröristtir fakat şimdi devletin gözünde barış elçisidir. Örneğin Parmaksız Zeki kod adlı Şemdin Sakık, önce teröristtir ama sonunda devleti yönetenlere hizmet için Ergenekon davasında tanıktır!

Tuncay Özkan’ın Kırmızı Kedi Yayınevi’nden çıkan Ötekiler isimli romanını size anlatmayacağım fakat aynı zamanda bir tarih belgeseli de olduğu için o belgeselden bir gazeteciye yansıyan iki notu sizlere aktaracağım.

BAŞBUĞ’LA ÖCALAN’IN YER DEĞİŞTİĞİ DEVLET

Kitabın en dikkat çeken sahnelerinden biri Silivri’de yaşanıyor. Abdullah Öcalan’ın hevalıyken (arkadaş) kendini Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ’un suç ortağı olarak bulan Hüseyin Yanç, ansızın ekranda Parmaksız Zeki kod adlı Şemdin Sakık’ı görür.

Evet Sakık, Ergenekon davasında, tanıktır!

Salonda bir zamanlar PKK’nin iki numarası olan Şemdin Sakık’la çarpışan, hatta onu Kuzey Irak’tan alıp Türkiye’ye getiren askerler vardır ve fakat teröristtirler!

Hüseyin Yanç da, Rızgar’ken Şemdin Sakık’la birlikte, şu anda suç ortağı olduğu İlker Başbuğ’un komutasındaki askerlere karşı savaşmıştır!

Sakık’ın ekrana yansıyan yüzünü gören Yanç, tüm bu saçmalıkları düşünür ve olayı kıyamet alameti olarak niteler. Bağırmamak için dudaklarını ısırır; ağlar, ağlar…

BÜYÜK ULUS OLMA SORUNU

Ötekiler’den bir gazeteciye yansıyan ikinci not şöyle:

Cudi Dağı’nda Rızgar’ı karşılayan Abdullah Öcalan’ın yeğeni Fırat bir sohbet sırasında şöyle diyor: “Partinin kesin talimatı var. Tarihi eserler doğruca Başkan’a gönderiliyor. Biriktiriliyormuş. Devrimde müzeye konacak.” (s.71)

Acaba Öcalan, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan çıkarılan ve kendisine gönderilen bu tarihi eserleri ne yaptı? Müze için bir yerde depoladı mı yoksa “PKK’nin ihtiyacı var” deyip silaha karşılık sattı mı? Yanıtı merak ediyorum.

Urartuların, Ermenilerin, Kürtlerin, Türklerin tarihini ve eserlerini Şam’a, Kandil’e ve oradan da Batı’nın müzelerine taşıyanlar, acaba hangi kimliğin mücadelesini vermiş oluyor!

Yanıtı Rızgar’ın en etkili sözlerinden biriyle verelim: “Bence cezaevleri ile tımarhanelerinde vicdan olan uluslar büyüktür. Gerisi laf.” (s.51)

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
14 Kasım 2013

, , ,

Yorum bırakın

PKK’NİN YENİ HEDEFİ: İRAN

İran-PKK ateşkesi sona mı erdi?

PKK’nin İran kolu PJAK’a bakılırsa, İran 25 Ekim 2013’ta iki PJAK üyesini idam ederek ateşkesi bozan taraf oldu. PJAK da bu iki idam üzerine İran hedeflerine saldırılar düzenledi.

Peki, aslında olan ne? Gerçekten ateşkes bozuldu mu? Ateşkesi bozan kim? İran’ın hedefi ne?

PKK: İRAN AKP-İMRALI GÖRÜŞMESİNDEN RAHATSIZ

Gelin önce PJAK’ın konuyu nasıl ele aldığına bakalım. BBC Türkçe servisinin, PKK ve PJAK yetkilileriyle bu konuda yaptığı görüşmeye göz atalım:

PJAK’ın Genel Başkanı Hacı Ahmedi,  “İran’ın Kürt siyasi mahkûmları idam ederek 2011’den beri geçerli olan ateşkesi çiğnediğini ve son idamların Türkiye’ye yakınlaşma mesajı olduğunu” söylüyor. Ahmedi Türkiye’ye mesajın ne olduğunu da açıklamış: “İran, Türkiye’nin PKK lideri Abdullah Öcalan’la görüşmelerinden rahatsız ve bunu bozmak istiyor.”

Kongra-Gel Başkanı Remzi Kartal da idamları İran’ın Türkiye’ye mesajı şeklinde yorumluyor. Kartal’a göre mesaj şu: “Ortadoğu’da, özellikle de Suriye’de ortak hareket edelim.”

İRAN SURİYE’DE ÖZERKLİĞİ DESTEKLER Mİ?

Hem PJAK hem de Kongral-Gel İran’ın PKK’yi hedef alarak Türkiye’ye yakınlaşma mesajı vermeye çalıştığını söylüyor. İran’ın AKP-PKK görüşmelerinden rahatsız olduğunu savunuyor.

Bu açıklamalar, MİT kaynaklı bazı haberlerle de uyumlu gözüyor. Örneğin Yeni Şafak İran istihbarat şefi Kasım Süleymani’nin son dokuz ayda PKK yönetimiyle altı kez görüştüğünü, Tahran’ın PKK’den Türkiye’yle ateşkesini bozmasını istediğini, karşılığında da “Suriye’de özerk yönetimi destekleriz” mesajı verdiğini yazdı.

SURİYE’NİN BİRLİĞİNİ KİM SAVUNUYOR?

Gelin hep birlikte akıl yürütelim:

1. PJAK Genel Başkanı’na göre İran PJAK’la ateşkesi bozdu çünkü Türkiye’nin Öcalan’la başlattığı süreçten rahatsız.

Tahran Ankara ile PKK’nin yakınlaşmasından rahatsızsa, ki olabilir, hatta görüşme süreci baltalansın istiyorsa, neden PJAK’a saldırsın ve ateşkesi bozsun?

2. Yeni Şafak’ın iddia ettiği gibi Tahran, Türkiye-PKK ateşkesinden rahatsızsa, ki olabilir, bunun bozulmasının karşılığı Suriye’de özerk yönetimin desteklenmesi olabilir mi? Suriye’nin bölünmesi ABD’nin mi, Ankara’nın mı, yoksa Tahran’ın mı hedefi?

BARKEY: PJAK ATEŞKESİ BOZACAK

Bakın aslında Tahran’ın 25 Ekim’de iki PJAK’lıyı idam etmesiyle başlamış bir sorun değil bu gelişme. Her ne kadar Türkiye’de ve Batı basınında İran’ın idamlarıyla başlayan bir süreçmiş gibi tartışılsa da, gerçek başka.

Zira ateşkes Ekim’den önce, Ağustos ayı sonunda fiilen bozulmuş durumda. Nitekim o tarihten itibaren PJAK’ın çeşitli saldırılar yaptığı görülüyor. En son 11 Ekim’de, yani idamlardan iki hafta önce, PJAK Baneh’te saldırı düzenliyor ve beş Devrim Muhafızını öldürüyor.

Peki neden?

Yanıtı Kürdistan’ın mimarlarından Henri Barkey Ağustos ayında veriyor: “Türkiye’deki Kürtler çözüm sürecinde bir şeyler elde ediyorlar, Suriye’deki Kürtler ayaklanıyor, Kuzey Irak’taki Kürtler otonomi kazanmış… Geriye kim kaldı? İran. PJAK’ın şu anda İranlılarla ateşkesi var ama bu ateşkes devam etmeyebilir.” (Akşam, 5 Ağustos 2013)

Yoruma gerek var mı?

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
10 Kasım 2013

, , , , , ,

1 Yorum

BDP’NİN İŞARET ETTİĞİ ÇÖZÜM

Haziran Halk Hareketi’nin ortaya koyduğu gerçeklerden en önemlisi, AKP ile BDP’nin nesnel olarak aynı cephede olduğu gerçeğiydi.

ATLANTİK MÜTTEFİKLERİ: AKP-BDP

Gezi Erdoğan’ı silkelemeye başlayınca, Öcalan “Taksim’i ulusalcılara bırakmayın” talimatı vererek PKK-BDP’yi alanlara yönlendirmiş, PKK de Öcalan posterlerini Türk bayraklarının içine sokmaya çalışmıştı.

Erdoğan da İmralı’nın yaptığı bu yardımı değerlendirmek üzere her gün ekranlara çıkmış ve “bölücü örgüt bayraklarıyla Türk bayrağını yan yana getirmeyi nasıl içinize sindirdiniz” diyerek, kamuoyunu yanıltmaya çalışmıştı. Öcalan’la müzakere yürüten, tabelalardan TC’yi, gönderden bayrağı indirmeye çalışan Erdoğan’ın Taksim’deki “orantısız zekâyı” aşamayan bu psikolojik savaş malzemesi, haliyle başbakanlığın elinde patladı!

AKP ile BDP’nin aynı cephede olduğunun son kanıtı ise Sırrı Süreyya Önder’in açıkça “İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni CHP kazanacağına, AKP kazansın” deme noktasına gelmiş olmasıdır! (Ahmet Hakan, Hürriyet, 20 Ekim 2013)

Cephe o kadar belirginleşmiştir ki, PKK her gün yurdun bir köşesinde şehitlik açarken, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da artık PKK-PYD’ye taziyede bulunabilmektedir. (Taraf, 20 Ekim 2013)

BDP: CHP, MHP, İP AYNI TARAFTA

AKP ile BDP’nin aynı cephede bulunduğu gerçeği, bağımsızlık mücadelesinin yönünü ve bileşenlerini saptamak bakımından hayatidir. Nitekim Atlantik Cephesi’nin AKP ve BDP kuvvetleri, o bileşenleri saptamaktadır!

Örneğin Almanya-Köln’de düzenlenen “Taksim ve Sonrası” konferansında konuşan BDP Eş Başkan Yardımcısı Meral Danış BeştaşCHP, MHP ve İşçi Partisi ile aynı tarafta yer alıyor” diyor. (ANF, 20 Ekim 2013)

Üstelik Beştaş bu sözleri konferansın bir diğer konuşmacısı olan CHP’li Sezgin Tanrıkulu’nun kendi partisini eleştirmesine katkı olarak yapıyor. Zira Tanrıkulu CHP’ye yeni bir kimlik kazandırma çabasında olduklarını, ancak bunu becerip beceremeyeceklerini henüz bilmediklerini söyleyerek, üstü kapalı şekilde CHP’deki ulusalcılığı yok etmeye çalıştıklarını dile getirmiş oluyor.

BDP’NİN IRKÇILIĞI

Ama Tanrıkulu ve benzerlerinin CHP’yi dönüştürmesi bile BDP’ye yetmiyor ve Köln’deki konferansta ona şöyle soruyorlar: “CHP’nin Türkiye dış politikasının ulusal güvenlik çerçevesinde ele alınmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?”

Her tarafından cehalet ve kör bir ırkçılık akan bu sorunun sahipleri, üstelik CHP’nin MHP ve İşçi Partisi ile aynı tarafta olduğunu saptadıktan sonra “biz ırkçılarla yan yana olmayız” diyebiliyorlar.

Ancak bunu diyen BDP Eş Başkan Yardımcısı Meral Danış Beştaş’ın asıl kendisi öyle bir Türk karşıtı ırkçılık anlayışına saplanmış ki, Erdoğan’ı konuşmasında ısrarla “Türk Başbakanı Erdoğan” diye nitelemektedir! Trajik olan ise Erdoğan’ın ulusalcı kesimlerin tepkisine rağmen ısrarla kendisini Türk diye nitelememesidir.

BDP’de ırkçılık öyle bir boyuta gelmiş ki, Türkiye’nin Atlantikçi yönetimler altında fiilen 20 yıldır Kuzey Irak’taki otonom yapıyı inşa etmesi bile Beştaş’ın kafasında “Türkiye Güney Kürdistan’ı (Kuzey Irak’ı) ekonomik olarak işgal etmiştir” şekline bürünebilmiştir!

ATLANTİK CEPHESİ, TÜRKİYE CEPHESİ

BDP Eş Başkan Yardımcısı’nın ırkçılıklarıyla köşeyi doldurmadan artık esasa gelelim.

Danış’ın kabaca yaptığı saptamayı, Erdoğan daha inceltilmiş olarak ve bileşenleri birbirine düşürmek amaçlı yapmaktadır sık sık: İşçi Partisi’nin sol parmağıyla CHP’yi, sağ parmağıyla MHP’yi idare ettiğini söylemektedir.

Türkiye’nin yurt savunması cephesindeki kuvvetlerinin parmak hesabı yapacak durumu yoktur. Nesnel olarak artık iki cephe vardır: Atlantik kuvvetleri olarak AKP-BDP cephesi ile Türkiye kuvvetleri olarak CHP-MHP-İşçi Partisi cephesi.

Ağır bir mücadeleyle geçecek 2014 yılında, herkes bu gerçeğe göre konumlanmak zorundadır! Aksi, bölünmüş Türkiye sonucudur!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
21 Ekim 2013

, , , , , , , ,

Yorum bırakın

TSK, PKK, ESAD AYNI SAFTA!

Türkiye, ABD’nin Suriye politikasının taşeronu olunca ve AKP’liler de ABD’lilerden daha Amerikancı olunca, ortaya politik-mizah örnekleri çıkıyor. Türkiye’nin Ankara’dan değil de Washington’dan yönetilmesi, dış politikada ucubelikler yaşanmasına neden oluyor.

Son örnek, Suriye’de Türk Ordusu’nun, PKK’nin ve Suriye Ordusu’nun El Kaide’ye karşı operasyon yaparak kendiliğinden aynı cephede yer almasıdır.

EL KAİDE’YE KARŞI OPERASYON

Kamışlı’nın güneydoğusundaki Cevadiye bölgesinde bir süredir PKK’nin Suriye kolu olan PYD ile El Kaide bağlantılı Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) adlı örgüt çatışıyordu. Son olarak Suriye ordusu bu bölgeye girdi ve IŞİD’e karşı operasyon yaptı. (YDH, 15 Ekim 2013)

Daha ilginci ise aynı gün Türk Ordusu’nun da El Kaide bağlantılı IŞİD’i hedef almasıydı. Genelkurmay Başkanlığı’nın yaptığı açıklama aynen şöyleydi: “15 Ekim 2013 tarihinde saat 13.30’da Azaz/Parsa Dağı bölgesinden atılan bir havan mermisi, Kilis/Demirışık Hudut Karakolunun 450 metre doğusuna düşmüş ve patlamamıştır. Olayda herhangi bir zayiat meydana gelmemiştir. Gelişen durum üzerine, Azaz/Parsa Dağı’ndaki Irak Şam İslam Devleti Örgütü’ne ait mevziilere iki adet Fırtına obüsüyle 4 atış yapılarak mukabele edilmiştir.” (tsk.tr, 15 Ekim 2013)

Böylece Beşar Esad’ın ordusu, Türk ordusu ve PKK, El Kaide’ye karşı operasyon yaparak aynı cephede buluşmuştur!

SURİYE MUHALEFETİ SÜREKLİ BÖLÜNÜYOR

AKP’nin bağımlı dış politikasının yarattığı tablo sadece bununla sınırlı değildi. Örneğin bu operasyonların yapıldığı süreçte, AKP’nin açık destek verdiği Suriye muhalefeti de sürekli bölünüyordu.

AKP’nin SUK’unun, Cenevre-2 konferansına katılacağı için Katar’ın SUKO’sundan ayrılmayı gündemine aldığını daha önce bu köşede dikkatinize sunmuştuk. Diğer yandan El Kaide bağlantılı grupların Eylül ayı sonunda kendi aralarında SUKO’ya karşı birleştiğini de yazmıştık.

Ancak bölünme bitmedi:

1. Suriye’nin güneyinde 70 grup bir araya gelerek SUKO’dan ayrıldıklarını ve Devrim Komuta Konseyi’ni kurduklarını ila etti. (YDH, 16 Ekim 2013)

2. Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde bir kafeteryada buluşan 106 grubun temsilcisi, Ahrar Suriye Birliği isimli yeni bir örgüt kurdu. (YDH, 16 Ekim 2013)

ABD’nin 23-24 Kasım tarihli Cenevre-2 konferansına mecbur kalması ve Rusya’ya Suriye muhalefetini de konferansa katacağı sözünü vermesi, böylece hem AKP hükümetini, hem de AKP’nin desteklediği muhalif grupları ortada bırakmış oldu!

Kuşkusuz bağımlı dış politikanın varacağı yer burasıydı. Ancak bağımsız dış politika izlendikçe bakın neler olabiliyor:

İŞTE BAĞIMSIZ DIŞ POLİTİKA

Önce Hüsnü Mübarek’i, sonra da Muhammed Mursi’yi yıkan Mısır Halk Hareketi öncelikle Suriye politikasını değiştirdi. ABD ise Mısır’a 30 yıldır yaptığı askeri yardımları askıya aldığını ilan etti.

Bakın Mısır Dışişleri Bakanı Nebil Fehmi ABD’nin kararına ne dedi: “Gerçek şu ki sorunun kökeni çok daha geride. Sorun, Mısır’ın son 30 yıl boyunca ABD yardımına bağlı kalmasından kaynaklanıyor. Bu yardım, seçenekleri çoğaltmak yerine kolay olanı tercih etmemize neden oldu. ABD bu süre zarfında, Mısır’ın daima Washington’ın dış siyaseti doğrultusunda hareket edeceği gibi bir yanılgıya kapıldı. Mısır, yeni dönemde uluslararası platformda seçeneklerin artırılmasına yönelik bir dış politika çizgisi izleyecek. Mısır halkı, ABD’yle ilişkilerde yaşanacak olumsuzlukların üstesinden gelecek güçtedir.” (Dünya Bülteni, 16 Ekim 2013)

Nebil Fehmi’nin bu özlü sözlerinden sadece Türk Dışişleri Bakanlığı değil, “NATO’suz yapamayız” takıntısındaki Türk subayları da önemli dersler çıkarmalıdır!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
18 Ekim 2013

, , , , , ,

Yorum bırakın

ABD ZAYIFLADI, KÜRTLER BÖLÜNDÜ

Irak’tan Suriye’ye geçmeye çalışan Aysel Tuğluk başkanlığındaki BDP heyetine, Kuzey Irak yönetimi izin vermedi! (gazetevatan.com, 8 Ekim 2013)

3 Ekim günü karayoluyla Türkiye’den Kuzey Irak’a giden BDP heyeti, Erbil’de hükümet yetkilileriyle görüşmesine rağmen, Suriye’ye geçiş izni alamadı. Heyet buna rağmen Irak’ın Peşhabur sınır kapısına gitti ve geçiş için zorladı. Olmayınca 1 saatlik oturma eylemi yaptı.

Oldukça dikkat çeken bu gelişme, Tuğluk’un şu sözleriyle birlikte daha da anla kazanıyor: “Biz, Kürtler arasında kapıların olmaması gerektiğini göstermek için Irak üzerinden Suriye’ye geçmek istedik. Peşmergeler geçişimize izin vermedi. Bu tutum bizi üzdü.”

Peki, Barzani yönetimi neden bu çarpıcı kararı aldı ve Tuğluk’un “sınırları” zorlayan eylemine izin vermedi? Son bir aylık gelişmelere bakarak inceleyelim:

ERBİL BAĞDAT’A YANAŞMAYA BAŞLADI

1. Erbil’de yapılması planlanan Ulusal Kürt Konferansı bir türlü yapılamadı ve iki kez ertelendi. PKK ile Barzani arasında kuvvet mücadelesine dönüşen Konferans hazırlıkları sırasında, delege sayısı üzerinde bir türlü uzlaşılamadı.

2. AKP hükümeti ile Bağdat’a rağmen anlaşmalar yapan Barzani yönetimi, Maliki’nin Dicle Ordusu’nu kurarak birlik hedefli kararlılık ilan etmesi karşısında, mecburen Bağdat’a yakınlaşmaya başladı.

3. Kuzey Irak seçimlerinde KYB’nin güç kaybetmesi, GORAN’ın seçenek olmaya başlaması ve İslamcı Kürt partilerinin sandalye sayısını artırması, bölgenin kurulu düzenini sarstı ve ikili parti sistemine dayanan yapıyı çatlattı. Bu durum öncelikle Bağdat’ın birlikçi anlayışına yaradı.

SURİYE KÜRTLERİ BÖLÜNDÜ

4. Barzani’nin partisi KDP’nin Suriye kolu olan Suriye Demokratik Kürt Partisi, Suriye Kürtleri Ulusal Meclisi’nden ayrıldı! (ANF, 26 Eylül 2013)

Suriye Demokratik Kürt Partisi Merkez Komitesi yaptığı yazılı açıklamada, 15 partinin yer aldığı Suriye Kürtleri Ulusal Meclisi’nin Suriye muhalefetiyle yaptığı anlaşmasının Kürtlerin çıkarına ters olduğunu, bu nedenle Meclis’ten ayrıldıklarını ilan etti.

Suriye Kürtleri Ulusal Meclisi İstanbul’da 28 Ağustos’ta Suriye Ulusal Konseyi ile anlaşmıştı. Yüksek Kürt Konseyi, anlaşmanın Kürtleri bağlamadığını ilan etmişti.

5. İlginç olan bu süreçte çarpıcı bir ittifakın gelişmesiydi. Vladimir van Vilgenburg bu ittifakı Al-Monitor’da şöyle özetiyordu: “Kürtlerin en güçlü hareketlerinden ikisi, KYB ile PKK, Irak Kürdistan Bölgesi Başkanı Mesut Barzani’nin Suriye’deki nüfuzunu kırmak için güç birliğine gidiyor. Barzani, bir süredir Türkiye’yle iş birliği halinde PKK’nin Suriye’deki etkinliğini sınırlandırmaya çalışıyordu.” (Al-Monitor, 22 Eylül 2013)

PKK’DE ÇELİŞMELER BAŞLADI

6. Öcalan yerel seçimlere HDP ile girilmesini isterken, Selahattin Demirtaş ve Kandil’in bir bölümü BDP’de ısrar etmişti. Sonuçta uzlaşılmış ve doğuda BDP, batıda HDP ile seçime gidilmesi kararlaştırılmıştı. Ancak kavga bitmedi. Şimdi de adayları kimin belirleyeceği tartışması çıktı ve iş Demirtaş’ın kongre toplama hamlesine, BDP’nin de bunu reddetmesine kadar vardı. İstifaların konuşuluyor olması, çelişmenin büyüklüğünü gösteriyor.

Kuşkusuz tüm bunlar, esas olan değil fakat esasın yansımalarıdır. Peki, esas sorun ne?

Öcalan’ın MİT’e ve Tayyip Erdoğan’a biat etmesi ve Kandil’in çekincelerine rağmen “çözüm sürecine” devam etmesi, PKK içindeki çelişmelerin derinleşmesine neden oldu. Kandil, sürecin son tahlilde AKP’ye yarayacağını düşünerek, karşılıklı ve eşzamanlı hamleler yapılmasında ısrar ediyor.

EMPERYALİZM ZAYIFLAR, BİRLİK GÜÇLENİR

Türkiye, Irak ve Suriye Kürt örgütleri arasında yaşanan bu sorunlar, kuşkusuz emperyalizmin bölgedeki ağırlığının zayıflaması nedeniyledir. ABD ne zaman bölgeye abansa bu kuvvetleri zorla “barıştırır” ve kendi çıkarlarına uygun olarak namluya sürerdi.

Ancak şartlar artık değişiyor ve emperyalizm, bölge merkezli çözümlere mecbur kalıyor. Bu durum öncelikle Kürtlere yansıyacak ve ayrılıkçı Kürt örgütleri zayıflarken, Kürtlerin birlik eğilimi güçlenecek!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
10 Ekim 2013

, , , , , ,

Yorum bırakın

CEMAATE KARŞI AKP-PKK İŞBİRLİĞİ

BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Öcalan’ın AKP’ye “paralel devlet” uyarısı yaptığını açıkladı. (Özgür Gündem, 19 Eylül 2013)

Öcalan’ın “paralel devlet” ile neyi kastettiğine geleceğiz ama önce bu nitelemeyi ilk nerede duymuştuk, onu anımsayalım: Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, iki yıl önce, “Türkiye Cumhuriyeti devletinin, Türkiye’de kalkıp da kendisine paralel bir devlet anlayışına, KCK gibi, müsaade etmesi mümkün değil” dedi.  (Milliyet, 7 Kasım 2013)

Ancak Erdoğan’ın KCK’yi “paralel devlet” diye nitelemesinden sonra, siyasi dengeler değişti. Haliyle “paralel devlet” de değişti! Erdoğan, daha üzerinden bir yıl bile geçmeden, bu kez “özel yetkili mahkemeler” diyerek, Fethullah Gülen cemaatini açık açık “devlet içinde devlet” diye niteledi. (ATV, 6 Haziran 2012)

Çünkü Cemaat’in egemen olduğu yargı, KCK davasına dayanarak, 7 Şubat 2012’de MİT’e soruşturma açmıştı. Erdoğan, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı verirse, sıranın kendisine geleceğini biliyordu. Bunu ifade de etmişti. Çünkü Fidan, sadece MİT Müsteşarı değil, Oslo tutanaklarında da görüldüğü gibi, Erdoğan’ın PKK ile müzakerede, masadaki özel yetkili temsilcisiydi.

Fidan ve yardımcıları 7 Şubat operasyonu sırasında birkaç gün ortalıktan kayboldu… Erdoğan ise bu sürede TBMM’den hızla Fidan’ı yargıdan koruyan bir kanun çıkardı. Sonrasını biliyorsunuz. AKP ile Cemaat sert bir çarpışmaya girdi; Savcılar tasfiye edildi, Cemaat’in etkin olduğu Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi yenilendi hatta Erdoğan’ın korumaları bile topluca değiştirildi…

KCK DAVASI TUFAN, MİT SORUŞTURMASI TSUNAMİ

İşte Öcalan, Selahattin Demirtaş aracılıyla Erdoğan’ı, bu “paralel devlete” karşı uyarıyor. Demirtaş’a göre Öcalan açık açık “paralel devleti” tarif de ediyor: “Türkiye’nin NATO’ya girişiyle birlikte NATO merkezli Gladyo’nun, sonraları Amerika’da Utah merkezli akademilerin, çeşitli lobilerin ve güncel olarak da bazı cemaatlerin bu paralel devlet yapılanması içerisinde yer aldıklarını düşünüyor kendisi.” (Özgür Gündem, 19 Eylül 2013)

Öcalan’ın mesajını tamamlayan bir başka açıklama ise KCK davasında yargılanan avukatından geldi. Öcalan’ın avukatlığını yaparken tutuklanan Özgür Erol, yargılandığı İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesine sunduğu yazılı savunmada, “Bizi alınca ‘bu tufandır, daha tsunami gelecek’ dediler. 2 ay sonra MİT soruşturması başladı” dedi. (Vatan, 19 Eylül 2013)

ERDOĞAN-ÖCALAN İKİLİSİNİN GEZİ KORKUSU

Tüm bunları Öcalan’ın Gezi mesajlarıyla birlikte değerlendirmeliyiz. Şöyle ki Öcalan anımsayacağınız gibi Gezi’de grev kırıcılığı üstlenerek Erdoğan’a can simdi atmış ve PKK’ye “Gezi’yi ulusalcılara bırakmayın” talimatı vermişti.

Sonbaharda yeniden bir halk hareketinin doğacı kaygısı, AKP ile PKK’nin ortak kaygısıydı ve o halk hareketi AKP’yi devirerek, PKK’nin kazandığı mevzileri silebilirdi. İşte bu kaygıyla PKK, sonbaharda Gezi’ye aktif katılma kararı aldı.

Şimdi burada duralım ve AKP’nin Sesi olan Yeni Şafak’ın Ankara Temsilcisi Abdülkadir Selvi’nin “Öcalan, Gezi’de ne gördü” başlıklı yazısını anımsayalım: Selvi Öcalan’ı, Gezi’yi en iyi analiz eden isim olarak nitelediği yazısında, özetle “Gezi’nin arkasında paralel devlet var” fikrini işlemişti. (Yeni Şafak, 1 Temmuz 2013)

Bu ve Erdoğan’ın çevresinden gelen başka açıklamalar, Gezi ile Cemaati irtibatlandırmıştı. Hatta Cemaat, madde madde tüm suçlamalara yanıt verdiği F-muhtırasında Gezi’yle irtibatlandırılmasına karşı çıkmıştı.

Kuşkusuz Gezi’nin arkasında ne “paralel devlet” ne de Cemaat vardı! Hatta Gezi’nin hedefleri arasında AKP ve PKK gibi, Cemaat de vardı!

GEZİ HEPSİNİ TASFİYE EDECEK!

Ya o zaman? PKK, Cemaat ile çarpışan müzakere ortağı AKP’ye destek veriyordu. Zira Gezi, birkaç cephede birden savaşan AKP’yi de PKK’yi de silip süpürebilirdi ve birlikte Gezi’yi farklı yollardan bastırmak, “müzakere masasının” sürmesinin garantisiydi… Üstelik Erdoğan’a Cemaat ile çarpışmasında yardımcı olan Öcalan, “müzakere masasında” daha güçlü olacaktı!

Ancak AKP ile PKK ortaklığının hem Gezi’yi bastıramayacağını, hem de “müzakere masasında” Türkiye’yi paylaşamayacağını yakın zamanda göreceğiz! Halk Hareketi AKP-PKK ortaklığı ile Cemaat’in paylaşım savaşına son verecek ve tümünü tasfiye ederek Türkiye’yi özgürleştirecek!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
20 Eylül 2013

, , ,

Yorum bırakın

%d blogcu bunu beğendi: