İlk günden itibaren Davos’taki “one minute” çıkışını bir “müsamere” olarak değerlendirmiş ve sonraki gelişmeleri AKP’nin İsrail’le “kontrollü gerilimi” olarak yorumlamıştık.
Her ne kadar zaman zaman Başbakan Recep Tayyip Erdoğan kontrolü kaybetse de, “gerilim” tırmandırılarak sürdürülüyor. Çünkü ABD’nin Suriye ve İran hedefleri için hem TSK’ye hem de Türkiye’nin bölgesel liderliğine ihtiyacı var. Ki bu liderlik esas olarak İran’ı yalnızlaştırmayı amaçlıyor. Türkiye’nin Arap coğrafyasında lider olabilmesinin en önemli şartı da, izleyeceği İsrail “karşıtlığı”dır.
İsrail özür dilemeyi kabul etmiş
Günışığına çıkan her yeni bilgi “kontrollü gerilimin” varlığını doğruluyor:
Örneğin Henri Barkey’den öğreniyoruz ki, Aralık ayında Türkiye ve İsrail uzlaşmaya çok yaklaşmış. İsrail özür dilemeyi ve tazminat ödemeyi kabul etmiş. Bugün tüm bu bölgesel fırtınanın merkezinde yer alan “özür” kelimesi o tarihte dilenecekmiş. Yalnız İsrail, özür karşılığında, operasyonun “kendini savunma” olduğuna ilişkin bir açıklama yapmak istemiş, AKP hükümeti reddetmiş. Böylece anlaşma yapılamamış! (AA, 8 Eylül 2011)
Nitekim Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de, Rusya’ya giderken uçakta benzer şeyi söyledi: “Dört defa özür için bize geldiler, bu arkadaşımız (Davutoğlu) bizden onay aldı ama son anda caydılar.” (Hürriyet, 9 Eylül 2011)
Aslında AKP hükümetinin Mavi Marmara’ya İsrail’in kanlı baskınından sonra geliştirdiği şartlar öncelikle “özür ve tazminat ödenmesi”ydi. Bu gerçek, AKP hükümetinin Palmer Komisyonu’na atadığı büyükelçi Özdem Sanberk’in sözlerinde de var: “Daha önce her fırsatta hem İsrail’e hem de bu komisyona söylediğimiz gibi, Türk İsrail ilişkilerinin normalleşmesi ancak uygun bir özür ve tazminatla olabilir.” (Milliyet, 9 Eylül 2011)
Filistin davasına zarar veren şart
Gazze ablukasının kaldırılması diye bir üçüncü şart sonradan öne sürüldü. Ki İsrail devleti açısından esas önemli olan da “özür” değil, “Gazze ablukasının kaldırılması”ydı. Tel Aviv bu şartı kızmızı çizgi olarak değerlendiriyordu.
İsrail’in kesinlikle kabul etmeyeceği bu şartı AKP hükümetinin masaya sürmesi, krizi bitirmek istemeyeceğinin en önemli göstergesiydi.
Erdoğan’ın kabul edilmeyecek bir Gazze şartını masaya koyması en başından beri Filistin davasına zarar da veriyordu.
Palmer Raporu’yla birlikte, yani Gazze ablukasının bir BM dökümanında “yasal” kabul edilmesyle birlikte, Filistin davasına zararın boyutu daha da büyüdü.
Ancak Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun 5 maddelik B planı içinde yer alan, abluka meselesini Uluslararası Adalet Divanı’na taşıma kararı, bu zararı daha da büyütecek gibi görünüyor. Emperyalizmin güdümündeki bu divandan ne karar çıkacağı şimdiden belli. Ki bu durumda BM raporundan sonra bir başka Uluslararası kurumca da Gazze ablukası yasal hale gelecek!
BM’deki Filistin oylaması nasıl etkilenir?
Erdoğan’ın Gazze ablukasını şart koşarak izlediği bu çizgi, 20 Eylül’ün öncesinde İsrail’in elinini güçlendiriyor. Çünkü 20 Eylül’de BM Genel Kurulu’nda Filistin’in tanınması için oylama yapılacak. Ve bu oylamadan önce Gazze ablukası konusunun İsrail lehine raporlanması, Filistin devletini sıkıştıracaktır.
Daha kötüsü, Erdoğan’ın 12 Eylül’de ablukayı delmek üzere Refah Sınır Kapısı’nı zorlaması ve Türk savaş gemilerinin İsrail gemileriyle karşı karşıya gelmesi olacaktır. Türkiye’nin bu hamleleri, maalesef hem İsrail’in Gazze ablukasını daha da meşrulaştıracak, hem de Filistin’in BM oylamasını tehlikeye atacaktır.
Erdoğan’ın Filistin’e zarar veren çizgisinin evveliyatı da var. Erdoğan’ın “Arafat’ı barışın önünde engel görmesinden” tutun da, Ankara’da resmi bir kurumda Siyonizm anmasına izin vermesine kadar pek çok örnek mevcut hükümetin karnesinde…
AKP’nin İsrail’le derin ilişkisinin kısa tarihçesi de yarına…
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
10 Eylül 2011