Mehmet Ali Güller
Posts Tagged Henri Barkey
TAYYİPOKRASİ
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 13/10/2013
AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, Barzani’nin televizyonu Rudaw TV’de şöyle diyor: “Bugün yaptıklarımızı 2003’te yapsaydık, partimiz kapatılırdı.”(Hürriyet, 12 Ekim 2013)
2003’te suç olan, bugün suç olmaktan çıkmadı kuşkusuz…
Bugün değişen, AKP’nin o suçu iddia edecek Cumhuriyet savcılarını ve o suçu karara bağlayacak hâkimleri ağır baskı altına almış olmasıdır. Hatta o koltuklara, suça suç demeyen savcı ve hakimleri oturtmuş olmasıdır.
Biliyorsunuz, AKP’nin bundan önceki 12 Eylül paketinde yer almıştı: Hâkim ve savcıları ağırlıklı olarak Erdoğan seçecekti, Danıştay üyeleri artırılarak Erdoğan’ın seçtikleri çoğunluk olacaktı, vs.
Demokrasi diye yutturmaya kalktıkları bu uygulamalar, kuşkusuz Tayyipokrasi rejiminin köşe taşlarıydı.
BAŞ YARGIÇ: ERDOĞAN
2003’te suç olan, bugün olduğu gibi, 2007’de de suçtu ve biliyorsunuz Anayasa Mahkemesi o suçu saptadı, karara bağladı ama uygulayamadı. Zira 11 üyenin 6’sı buna cesaret etmiş ve fakat yine AKP’nin çıkardığı yasa nedeniyle artık 7 cesur adam gerekmekteydi!
Artık 6 cesur adam da yok, hatta Hüseyin Çelik, “Hüseyin Ç. Bir Ankara faciası” kıvamında yargıya el koyduklarını da Rudaw TV’de açık açık söylemektedir: “Şimdilik PKK ve KCK’lilerin serbest bırakılması mümkün değildir. PKK silahı bırakırsa biz de bu konuyu konuşuruz.” (Hürriyet, 12 Ekim 2013)
Hâkim adına konuşan, hâkim adına şimdiden karar veren ve PKK ile açıkça pazarlık yapan bu kafa, Balyoz davası nedeniyle Yargıtay’a yapılan eleştirilere ise “demokrat” maskesiyle karşı çıkabiliyor: “Yargımıza bu şekilde yaklaşımı yakıştırmamalıyız.” (Hürriyet, 12 Ekim 2013)
TAYYİPOKRASİ’NİN KORKUSU: MİLLİYETÇİLİK
Artık Tayyipokrasi rejimindeyiz ve bu rejimde cehalet ile tehdit yan yanadır. Kanıtı ise Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “Artık ulusalcı mulusalcı yok, millet gerçeği var” sözleridir. (12 Ekim tarihli gazeteler)
Ulusalcılığın ve dolayısıyla ulusun olmadığını ama milletin olduğunu söyleyebilmeyi, dilde karşı-devrim diye bile adlandıramıyoruz. Ama anlıyoruz ki, Atlantik’in dayattığı ve daha önce Henri Barkey–Fethullah Gülen ikilisi tarafından dile getirilen “ulusalcılıkla mücadele” artık Tayyipokrasi rejiminin önündeki tek hedeftir.
Zira Tayyipokrasi bilmektedir ki, kesin hâkimiyet, ancak ulusalcılığı-milliyetçiliği alt ederek sağlanır!
Bu nedenle ulusun, “artık ulusalcılık mulusalcılık yok” diyen Tayyip Erdoğan’a 29 Ekim’de yanıt verecek olması, artık daha da dikkat çekici bir gelişme olarak tarihteki yerini alacaktır.
ABD GEZİ’NİN DEĞİL, AKP’NİN ARKASINDA
Tayyipokrasi sadece cehalet ve tehdit rejimi değildir elbette. Aynı zamanda bir korku rejimidir ve korktuğu için kokutmaya çalışan bir rejimdir.
Bunun yeni kanıtı ise Bakan Ali Babacan’ın ABD’de ettiği şu laflardır: “Bazı arzular, istekler, endişeler, korkular dile getirdiler. Onları daha iyi anlamaya konsantre olduk.”
Acaba Babacan ve bekçisi olduğu Tayyipokrasi rejimi kimi daha iyi anlamaya konsantre oldu? Onu da Bugün gazetesi başlıktan vermiş: “Gezi gençliğini anlamaya çalışıyoruz.” (Bugün, 12 Ekim 2013)
Gençliğe Türkiye’de zulmeden AKP’nin, ABD’de anlamaya çalışması sadece mizaha örnek değildir, aynı zamanda şu gerçeği kanıtlar: İddia etikleri gibi Gezi eylemlerinin arkasında faiz lobisi, Yahudi lobisi ve ABD yok, Zira ABD, hesap verdikleri makam olarak kendilerinin arkasındadır!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
13 Ekim 2013
Ali Babacan, Fethullah Gülen, Hüseyin Çelik, Henri Barkey, Tayyip Erdoğan
‘KÜRT KORİDORU’ AÇILIMI
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 03/01/2013
AKP’nin Yeni Kürt Açılımı’nın yine Kürt yurttaşlarımızla doğrudan bir ilgisi yok. Erdoğan bir yandan Washington’un verdiği esas görev için, bir yandan da Türk tipi Başkanlık sistemi öncesi ayağına dolanacak en önemli konu olduğu için yeniden Kürt Açılımı başlattı.
2009’daki Kürt Açılımı da aslında Kuzey Irak açılımıydı ve ABD Başkanı Barrack Obama’nın TBMM’deki konuşmasında “Kürt sorununu çözün” talimatı vermesi üzerine başlatılmıştı. Irak’tan çekilmeye hazırlanan ABD’nin alt işleri öyle gerektiriyordu. Türkiye kendi Kürt sorunu varken Kuzey Irak’ı himaye etmekte zorlanabilirdi.
Ya bugün?
Yeni Kürt Açılımı, bugün de Kürt Koridoru Açılımı’dır!
Kürt Koridoru ise Irak’ın kuzeyindeki yapıyı, Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e açma işidir.
PARÇA PARÇA KÜRDİSTAN
Bakın ABD’nin Kürt planlarında kilit rol alan isimlerden Henri Barkey, The American Interest’de yayımlanan ve “Suriye krizi ve Irak’ın geleceği” başlığı taşıyan uzun makalesinde ne diyor:
“Suriyeli Kürtler Esad sonrasında Irak Bölgesel Kürt Yönetimine benzer şekilde kayda değer bir özerklik kazandıkları takdirde iki Kürt bölgesi bir miktar öz yönetime sahip olacaklar ve şüphe yok ki bir yere kadar eşgüdüm halinde hareket edeceklerdir. Türkiye ve İran üzerindeki özendirici etkisini kuşatıp sınırlandırmak güç olacak. Türkiyeli Kürtler, merkezi yönetim gücünün Türkiye’deki tüm bölgelere dağıtılmasını çoktan talep ettiler. Uzun zamandır uykuda olan İranlı Kürt oluşumlar da uykudan kalkma işaretleri veriyorlar.”
Barkey ABD’nin nihai hedefini açıkça sergilemiş. Ancak Batı Asya, artık ABD’nin planlarını kolayca gerçekleştireceği bir zemin değil!
Öyle ki, hem ABD’nin stratejik ve taktik araçları içinde kırılmalar ortaya çıkıyor hem de kimi aktörüler bölge kuvvetlerine doğru meylediyor.
KYB’DEN ‘ERDOĞAN TUZAĞI’ UYARISI
Yeni Kürt Açılımı’nın kodları biraz da bu değişimde gizli…
Son günlerde iyice belirginleşen bu değişiklikler, iki önemli açıklamaya yansıdı:
1. Celal Talabani’nin partisi KYB’nin Merkez Komitesi Genel Sekreteri Adil Murad, “Türk tuzağına düşmemek için Maliki’yle diyalog şart” uyarısı yapıyor. Murad, hamlelerinde ötürü Tayyip Erdoğan’ı eskinin İran şahına benzetiyor ve uyarıyor: “Yine ihanete uğramamak için uyanık olmalıyız.”
Adil Murad’ın açıklamaları, Irak’ın bütünlüğünden yana konumlanma işaretleri veren Talabani’nin pozisyonunu daha da netleştiriyor.
‘MALİKİ-BARZANİ DİYALOGU ŞART’
2. Irak parlamentosunun Kürt milletvekillerinden Mahmud Osman’ın şu dört mesajı, Kürt eksenli gelişmelerle ilgili tarafların pozisyonunu anlamamızı sağlıyor:
Mahmud Osman öncelikle Suriye sınırını kapatan Barzani’yi uyarıyor: “Saddam zulmünden kaçarken ne Türkiye, ne İran ve ne de Suriye kapılarını kapatmamıştı. Bu devletler sınırlarını Kürtlere kapatmazken, Kürdün Kürde sınırını kapatması doğru değil.”
Osman, ABD’yi de eleştiriyor: “ABD güçleri daha Irak’tayken yapıcı bir tavır sergilemediler, bu yüzden onlardan bir şey beklemek saflık olur. Irak’ın iç sorunları pek umurlarında değil.”
Mahmud Osman, “Başbakan Erdoğan’ın Kürt sorunu çözme gibi bir niyeti de yok. Söyledikleri kandırmacadır.” diyor.
Osman, Bağdat ile Erbil arasındaki sorun için de “her iki taraf da bu tablodan sorumludur” diyor ve ekliyor: “Umarım 2013 yılında bu durum değişir, her iki yönetim de diyalog yoluyla anlaşmazlıklarını giderir. Kriz askeri değil, siyasidir, bu yüzden de siyasilerin konuyu ciddi ele alması gerekir.”
YENİ SÜREÇ
Dolayısıyla ABD’nin “Büyük Kürdistan” planları içinde rol alan kuvvetlerin, bölgesel güçlerin inisiyatif kazanmasıyla birlikte “kararsız” davranabileceği, bölge kuvvetlerine meyledebileceği ve hatta bölünmeler yaşayabileceği bir sürece girmiş bulunuyoruz.
Yani şartlar AKP için 2009’dan daha da zordur!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
3 Ocak 2013
Adil Murad, Barrack Obama, Barzani, Celal Talabani, Henri Barkey, Kürt Açılımı, Kürt Koridoru, Kürt Koridoru Açılımı, Kuzey Irak Açılımı, KYB, Mahmud Osman
ATLANTİK SURİYE’DE BÖLÜNDÜ
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 03/11/2012
ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un, Türkiye merkezli Suriye Ulusal Konseyi SUK’u “artık muhalefetin lideri görmediğini” ilan etmesi büyük bir kırılmadır. Washington ayrıca Suriye muhalefetinin merkezini Türkiye’den Katar’a taşıyacağını da açıklamıştır.
ŞAM CEPHESİ’NİN BAŞARISI
Clinton’un neden SUK’un muhalefetin lideri olamayacağını açıklarken kullandığı “muhalefet 40 yıldır Suriye’de bulunmayan kişiler tarafından temsil edilemez” argümanı göstermeliktir.
ABD bu açıklamayla 20 aylık başarısızlığı perdelemeye çalışmakta ve sorumluluğu Türkiye ile SUK’a havale etmektedir.
Oysa Atlantik cephesinde bir kırılmaya yol açan bu gelişmenin esas nedeni Rusya-Çin-İran destekli Şam cephesinin direnişi ve politik manevralarla karşı cepheyi daraltmasıdır. Süreç Türkiye’yi bile Suriye sahnesinden çekilme arayışlarına itmiştir. Erdoğan ile Putin’in Bakü’de mutabık kaldıkları “üçlü müzakere” sistemi ile Türkiye, Moskova-Tahran-Kahire eksenli bir çözüme yönelmiştir.
SURİYE’DE KÜRT KIRILMASI
Ankara’yı bu sürece zorlayan en önemli gelişme ise bölgesel Kürt meselesidir.
Suriye meselesinin esasını oluşturan “Irak’ın kuzeyindeki yapıyı Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e açmak” hedefi, Ankara’da AKP’nin dış politikasına yönelik çoklu bir iç ve dış baskıya dönüştü. Bakü görüşmesi öncesinde Ankara-Moskova ve Ankara-Tahran hattında yaşanan ikili temaslar oldukça önemlidir.
Bu konunun Erdoğan ile Davutoğlu arasında bir kırılma yarattığı da iddialar arasındadır.
Ancak daha önemlisi dün Radikal’den Fehim Taştekin’in de üzerinde durduğu gibi Kürt meselesinin ABD ile SUK arasında büyük probleme dönüşmesidir. SUK’un Suriye’nin üniter yapısında ısrar ederek Kürtlere özerklik garantisi vermeye yanaşmaması hem Kahire’deki 4 Temmuz toplantısında ABD’li yetkili Robert Ford’la SUK kavgasına neden olmuş hem de Kürtler ile Arapların aynı çatıda birleştirilmesini engellemiştir.
DAVUTOĞLU FEDA MI EDİLECEK?
4 Temmuz toplantısından sonra neler olduğuna bir bakalım:
1) Washington, Türkiye’nin Suriye faaliyetlerini açığa düşüren pek çok haberi Washington Post ve New York Times üzerinden servis etti.
2) Barzani’nin girişimiyle 11 Temmuz’da Erbil mutabakatına varıldı ve Suriyeli Kürt gruplar Kürt Yüksek Konseyi çatısında birleştirildi. Bu operasyonda Barzani ile Davutoğlu ortak hareket etti. Hatta KDP’ye yakın Aknews ajansı, Barzani ile Davutoğlu’nun anlaşmanın imzalanacağı toplantıya katılacağını bile duyurdu.
3) Barzani’nin Dışişleri Sorumlusu Sefin Dızai, Davutoğlu Erbil yolundayken “Türkiye PYD ile görüşmeli” açıklaması yaptı.
4) Kürdistan’ın mimarı olan Henri Barkey, Türkiye’yi Suriye’deki Kürdistan’a alışmaya çağırdı.
5) ABD, Washington Büyükelçisi Francis Ricciardone üzerinden operasyonel açıklamalar yaptı. Örneğin son olarak Ricciardone’nin çıkıp “PKK, herkesten fazla Kürt öldürüyor” demesi anlamlıdır.
6) Halep’te ÖSO ile PYD çatıştı.
7) Diyarbakır’ı BOP içinde merkez yapmak isteyen, Bağdat’ı aşarak Erbil’le anlaşmalar imzalayan Başbakan Erdoğan, Almanya dönüşü uçakta dikkat çeken bir açıklama yaptı: “Suriye’nin Irak gibi olacağına ihtimal vermiyorum, biz de burada böyle bir senaryonun oynanmasına müsaade edemeyiz. Bunu Barzani’ye de söyledik, bunu bilmesini istedik. Barzani ise öyle bir şey olmadığını, olamayacağını, hatta PYD’nin PKK olmadığını anlatmaya çalıştı bize. Böyle bir şey olması halinde tavrımız Irak gibi olmaz dedik.”
8) Suriye KDP’si, Kürt Yüksek Konseyi’nden çekildi.
9) Erdoğan’a yakın Yeni Şafak gazetesi, ilginçtir, dün Hürriyet’i, PKK-İsrail ve PKK-ABD ilişkisini gizlemekle suçladı!
10) Tüm bu gelişmeler yaşanırken F4 uçağımız Suriye’de “NATO yemi” yapıldı, Akçakale’ye faili meçhul top düştü ve Moskova-Şam uçağı CIA istihbaratıyla zorla Ankara’ya indirildi!
Bakalım Erdoğan nasıl çıkış arayacak? Örneğin Davutoğlu’nu feda edecek mi?
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
3 Kasım 2012
Üçlü müza, Barzani, Davutoğlu, Erdoğan, Fehim Taştekin, Francis Ricciardone, Henri Barkey, Hillary Clinton, Robert Ford, Sefin Dızai, SUK, Suriye
ABD’NİN ASIL HEDEFİ TÜRKİYE
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 20/10/2012
Son birkaç ayda ABD-Türkiye hattında ortaya çıkan gelişmeleri alt alta toplarsak ortaya şu sonuçlar çıkıyor:
1) ABD basınında çıkan Beyaz Saray, Dışişleri ve Pentagon kaynaklı haberlerle, Türkiye’nin Suriye faaliyetleri bir bakıma deşifre edildi. Washington, sınırdan geçirilen silahlar, Ankara’nın cihatçı gruplara yatırım yapması gibi yorum-haberlerle Türkiye’yi zorda bıraktı.
2) ABD bu dönemde, Suudi Arabistan ve Katar’ın muhaliflere yaptığı silah yardımına engel olarak, Türkiye’yi fiilen yalnızlaştırdı.
3) Morton Abramowitz gibi ABD’li yetkililer “Türkiye’yi Suriye’de askeri liderlik yapamamakla” eleştirirken, Henri Barkey gibi özel görevliler de, “Türkiye’nin buna gücünün yetmeyeceğini” açıkladılar.
4) ABD bu dönemde Türkiye’yi sadece Suriye’yle değil Irak, İran ve Rusya’yla da karşı karşıya getirmek için kimi tuzaklar kurdu. Haşimi tuzağından, Moskova’dan kalkan uçakla ilgili verilen istihbarata kadar pek çok olayın hedefi Ankara’ydı.
5) Bugüne kadar Türkiye’nin Irak’ın kuzeyine sınır ötesi askeri harekât yapmasına karşı çıkan ABD, Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone aracılığıyla bir tavır değişikliği işareti verdi. Bin Ladin örneği üzerinden yapılan Karayılan ve Kandil göndermeleri anlamlı.
PKK’NİN ÜSTLENECEĞİ ROL
Bu gelişmeler ne anlama geliyor? ABD Türkiye’ye karşı tavrını mı değiştiriyor? ABD Türkiye’yi ittiği bataklıkta neden yalnız bırakıyor? Bu sorulara yanıt bulmak hayati…
Kuşkusuz tüm bu gelişmeler, ABD’nin inişe geçen gücüyle ilintili. Doğrudan müdahale gücü olmayan ABD araçları üzerinden kimi hamleler yapıyor ve bu hamleleri doğru analiz edebilmek Türkiye için kritik önemde.
Böyle bir incelemeye soyunmadan önce şu iki veriyi de bir köşeye yazmalıyız:
1) BDP Eş Başkanı Gülten Kışanak ABD dönüşünde “Obama yönetiminden rol istedik” demişti.
2) Aysel Tuğluk ise “Obama yönetimi yeniden seçilirse Türkiye’yi ve AKP’yi masaya yatıracak! Bakın oturtacak demiyorum, masaya yatıracak! Bu, bir dizayn olacak!”
FİİLİ KÜRT KORİDORU
Gelin şimdi de tüm bu verileri, Suriye krizinin asıl hedefi olan “Irak’ın kuzeyindeki özerk yapıyı, Suriye’nin kuzeyi üzerinden Akdeniz’e açmak” hedefi üzerinden değerlendirelim:
1) Daha önce TSK’nin sınır ötesi operasyonlarına Erbil itiraz eder, Bağdat ise sessiz kalırdı. Şimdi Irak’ın birliği mücadelesi veren Bağdat, hem sınır ötesi operasyona itiraz ediyor, hem de Irak’ın kuzeyindeki mevcut Türk askerlerinin çekilmesini istiyor.
Bölgedeki askeri varlık konusunda Erbil ile Bağdat’ın görüş değişikliğine girmesi, siyasal hedefleri nedeniyledir.
2) Türkiye’nin sınır hattı ile Suriye’nin kuzeyi, fiili koridora dönüşmüş durumda.
Birincisi, aylar önce vurguladığımız gibi “Kürt koridoru” olması istenen “tampon bölge” Hatay-Kilis hattında fiilen oluşturuldu.
İkincisi, Türkiye’nin muhaliflere verdiği açık destek nedeniyle Suriye’nin kuzeyinde Şam’ın otoritesi zayıfladı ve PKK etkinlik kazandı.
Üçüncüsü, Türkiye ABD’nin F4 ve Akçakale tuzakları sonrasında oluşturduğu “angajman kuralları” ile Suriye’nin kuzeyini ana hedefe uygun hale getirdi.
Tam bu süreçte AKP-PKK görüşme trafiğinin başlatılması da önemlidir!
ABD, TÜRKİYE’YLE SAVAŞIYOR
ABD’nin araçlarıyla ilişkisini ve araçlarının karşılıklı pozisyonlarını anlayabilmemizi sağlayacak temel formül şudur: ABD’nin bölgedeki ana hedefi Kürdistan’ı büyütmek, Türkiye’yi küçültmektir.
ABD’nin 1991 ve 2003’te Irak’a saldırırken ki ana hedefi de Türkiye’ydi, şimdi Suriye krizindeki ana hedefi de Türkiye’dir!
Bunu Irak’ta görememek “Irak’ın kuzeyinin” inşasına neden oldu!
Şimdi Suriye’de görememek ise daha büyüğüne, Diyarbakır merkezli Büyük Kürdistan’a mal olacaktır!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
20 Ekim 2012
ABD, Aysel Tuğluk, Büyük Kürdistan, Bin Ladin, Gülten Kışanak, Henri Barkey, Karayılan, Kürt Koridoru, Morton Abramowitz, Suriye, Türkiye
BİR DELİĞE SÜPÜRÜLME HİKÂYESİ
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 16/10/2012
“Deliğe süpürme” kavramı, ancak Başbakan Erdoğan’ın danışmanı Cüneyd Zapsu tarafından kullanıldıktan sonra siyasi tarihimizde popülerlik kazandı. Anımsayacağınız gibi Zapsu, 2006’da ABD’lilere Erdoğan için “onu delikten aşağı süpürmek yerine kullanın” demişti.
Ancak konumuz Erdoğan değil…
Bir başka “deliğe süpürme” hikâyesini anlatacağız.
ABD, PİYONLARINI GEREKTİĞİNDE FEDA EDER
ABD, Türkiye’nin ardından 2003’te Gürcistan’da ve 2004’te Ukrayna’da darbe yapmış, 2005 yılında da Kırgızistan’da darbe yaparak Çin’in dibine kadar yerleşmişti.
Tanrının yeryüzündeki gölgesi olduğunu sanan ABD Başkanı Bush, dünyaya meydan okuyordu: “Son 18 ay içerisinde Gül, Turuncu, Mor, Lale ve Sedir devrimlerine tanıklık ettik ve bunlar sadece birer başlangıçtır. Bu devrimlerde STK’ların ve ABD hükûmetinin önemli rolleri bulunmaktadır. Yeni dönem savaşları milletleri değil rejimleri hedef alacaktır.”
Ancak daha önce bu köşede dile getirdiğimiz gibi bu “ABD rüyası” hızlı çöktü. ABD’nin 24 Mart 2005’te bir darbeyle Kırgizistan’da başa geçirdiği Kurmanbek Bakiyev, 2010’da yenildi.
ABD’nin bu son renkli darbesinin yıkılmasına ve piyonlarına sahip çıkamamasına, sırasıyla Ukrayna ve Gürcistan’da da şahit olduk.
Peki, ABD’nin kullandığı Kurmanbey Bakiyev ne durumda, ne yapıyor?
ABD, BAKİYEV’İN OĞLUNU TUTUKLATTI
Önceki gün ajanslara ilginç bir haber düştü. İngiltere, Maksim Bakiyev’i Londra’da gözaltına almıştı.
Oğul Bakiyev, babası Kurmanbek Bakiyev’in devlet başkanlığı sırasında, ülkenin “Kalkınma, Yatırım ve Yenilik Ajansı Müdürü” olmuş ve yolsuzluk yaparak ABD darbesinden ziyadesiyle nemalanmıştı…
Ancak “piyon fedası” ilkesi yürürlükte ve Bakiyev artık gözaltındaydı…
Daha da dikkat çeken ise İngiltere’nin Bakiyev’i, ABD’nin talebi nedeniyle tutuklamış olduğunu açıklamasıydı. Washington Bakiyev’i, “ABD’de menkul kıymetler alanında işlediği ekonomik suç” gerekçesiyle istiyordu.
Baba Bakiyev ise şimdilik sığındığı Beyaz Rusya’da, Devlet Başkanı Aleksandr Lukaşenko’nun korumasında, muhtemelen bir “paket” olarak tutuluyor…
BARKEY’İN SÖZLERİ NE ANLAMA GELİYOR?
Bu “deliğe süpürme hikâyesini” burada bitiriyor ve ABD’nin AKP’yi Suriye’de ortada bırakmasına geçiyoruz…
ABD, sahte istihbaratla Türkiye ile Rusya’yı karşı karşıya getirdikten sonra, yeni “anlık istihbaratlarla” gerilimi tırmandırmaya çalışıyor. Türkiye son olarak Ermenistan’ın Suriye’ye giden uçağını indirdi. Aramalardan bir şey çıkmayınca uçak yoluna devam etti…
Peki, ABD neyin peşinde?
ABD’nin Türkiye uzmanlarından Henri Barkey, “tampon bölge” konusuna karşı olduklarını kesin bir ifadeyle belirtiyor: “ABD olarak istemiyoruz, kesinlikle yapmayacağız.”
Barkey, “Romney seçildiğinde bile maksimum ilişki, Suriyeli muhaliflere silah yardımı yapmak olacaktır” diyor…
E, o zaman?
AKP, akıl hocası Henri Barkey’in şu sözlerinden bakalım ders çıkarabilecek mi?
Barkey, “Türkiye istese de tek başına Suriye’ye giremez” diyor, “Türkiye ordusu NATO’nun ikinci büyük ordusu olabilir ama tecrübesiz” diyor, “Türkiye hesap hatası yaptı” diyor…
Hatta Barkey, “Evet böyle bir sözü Generalisimo Egemen Bağış’tan duydum ben de. Herhalde kendisi AB’yi bıraktı, Savunma Bakanlığı’na geçti” diyerek düpedüz “öğrencileriyle” dalga da geçiyor!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
16 Ekim 2012
Aleksandr Lukaşenko, Cüneyd Zapsu, Deliğe süpürülme, Henri Barkey, Kurmanbek Bakiyev, Maksim Bakiyev, Tayyip Erdoğan
SURİYE’DE AKP-PKK ANLAŞMASI
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 03/08/2012
ABD, başından beri Türkiye’nin Suriye’ye askeri müdahalesini istiyor. Ama AKP, 16 aydır TSK’yi buna ikna edemedi. Öyle ki, Morton Abramowitz gibi Erdoğan üzerinde büyük etkisi olan isimler, açıktan “Suriye’de askeri liderliği üstlenemeyen” Türkiye’yi eleştirdi.
Ancak PYD-PKK’nin Suriye’nin kuzeyindeki kimi yerleşim bölgelerinde “otorite” olduğu bu son süreçte, Washington ağız değiştirdi: Örneğin ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Victoria Nuland, Suriye’ye dışarıdan müdahale edilmesini istemediklerini açıkladı. Nuland’dan birkaç gün sonra Kürdistan’ın mimarı olan Henri Barkey sahneye çıktı ve Türkiye’yi Suriye’deki Kürdistan’a alışmaya çağırdı! Son olarak önceki gün ABD Dışişleri Bakanlığı sözcülerinden Patrick Ventrel, Türk tanklarının sınırdaki hareketliliğine değinerek, “Türkiye’nin kendi ulusal güvenlik çıkarlarını anlıyoruz. Ama şu anda durumu daha fazla askerileştirmenin ilerlenecek yol olduğunu düşünmüyoruz” dedi.
Tüm bu olgulara rağmen Suriye’nin kuzeyindeki gelişmeleri hâlâ Esad’ın eseri saymak ve PYD’ye Esad’ın kartı muamelesi yapmak gerçekle örtüşmüyor.
Nitekim AKP’nin yayın organı işlevi taşıyan ve Washington’u kıble gören gazeteler yeni duruma göre hizalanmaya ve “PKK’de komuta Suriyelilerde”, “Kuzey Suriye, Esad’ın tuzağı” şeklinde manşetler atmaya başladılar.
FEDERAL SURİYE MUTABAKATI
AKP de bu yeni duruma uygun davranmaya başladı. “Kuzey Suriye’de PKK’ye izin vermeyiz” şeklindeki ilk günkü gaz alıcı konuşmaların yerini, yavaş yavaş Oslovari müzakereler almaya başladı.
Örneğin Barzani’ye yakın AKNews ajansının bildirdiğine göre Davutoğlu’nun koordine ettiği Suriye Ulusal Konseyi SUK ile Barzani’nin koordine ettiği ve 11 Temmuz Erbil mutabakatıyla hareket alanı bulan Kürt Ulusal Konseyi KUK, anlaşmaya varmış. Ajans Barzani ile Ahmet Davutoğlu’nun da anlaşmanın imzalanacağı toplantıya katılacağını belirtiyor. “SUK ile KUK bir araya getirilmeli” raporları, anlaşmanın mimarının ABD olduğunu gösteriyor.
Anlaşmayı AKNews’a yorumlayan bir Kürt lider şöyle diyor: “Dışişleri Bakanı Davutoğlu tarafından temsil edilen Türk hükümeti, Esad sonrası Suriye’nin federal bir devlet olmasını ve Kürtlere federal haklar tanınmasını sağlayacak olan anlaşmaya rıza gösterecek.”
“Rıza” kelimesi ile Obama’nın Erdoğan’la konuşurken sopa tuttuğu resminin basına servis edilmesi arasında kuşkusuz bir bağ var! Sopa göründü, ya havuç?
DAVUTOĞLU-BARZANİ ANLAŞMASI
Ahmet Davutoğlu’nun Barzani’ye gitmesi de, Washington’un yeni yönelimi gereğidir. Davutoğlu-Barzani görüşmesi sonrası yayımlanan ortak bildirideki şu ifade, “federal Suriye” mutabakatına vardıklarını göstermektedir: “Yeni Suriye’de bütün etnik, dini ve mezhebi kimliklere saygı duyulmalı ve bütün bu toplulukların hak ve özgürlükleri garanti altına alınmalı.”
Ahmet Davutoğlu henüz havadayken, zaten bir mutabakat işareti görülüyordu. Davutoğlu Erbil’e inmeden önce Barzani’nin Dışişleri sorumlusu Sefin Dızai’nin şu mesajı vermesi anlamlıydı: “Türkiye, Suriye’deki muhalefet kesimlerinin hepsine eşit mesafede durmalı. Suriyeli Kürtler de dâhil. Bunun için olumlu ortam var. PYD’nin PKK uzantısı olduğu düşünülüyorsa asıl bunun için Türkiye PYD ile görüşmelidir. PYD’nin lideri görüşmeye hazır.”
AKP FEDERASYON İSTİYOR
Kuşkusuz AKP son sürecin ilk gününden beri böylesi bir mutabakata hazır olduğunun ipuçlarını veriyordu… Örneğin Erdoğan’ın topladığı güvenlik zirvesinden çıkan Ankara’nın 5 maddelik yol haritasında “federasyon mu, yoksa özerk yapılar mı gibi konular, Suriye’de istikrar kurulduktan sonra kararlaştırılmalı” deniyordu.
Ayrıca Ahmet Davutoğlu gazetecilere verdiği iftarda, net olarak “de facto bir durumun oluşmasının kabul edilemeyeceğini, ama tüm kesimlerin ortak kararı olması halinde, ‘bu bizim kırmızıçizgimizdir’ demeyeceklerini” ilan ediyordu.
ABD’NİN ARAÇLARI BİRARADA
Tüm bu özetlediğimiz tabloda aracıları çıkarırsanız, geriye AKP ile PKK’nin Suriye’de de anlaştığı sonucu çıkmaktadır. ABD stratejik araçları olan PKK, AKP ve Barzani’yi aynı cephede buluşturmuştur!
Ama Asya cephesini yenmek için ABD’nin daha çok araca ihtiyacı var! Davutoğlu’nun telaşı bundan!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
3 Ağustos 2012
Barzani, Davutoğlu, Erdoğan, Esad, Federal Suriye, Henri Barkey, Kuzey Suriye, Morton Abramowitz, Obama, Patrick Ventrel, Sefin Dızai, Victoria Nuland
ERGENEKON TERTİBİNDEKİ KÜRDİSTAN HEDEFİ
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 02/08/2012
Henri Barkey, “Türkiye, Suriye’deki Kürdistan’a da kendini alıştırmaya başlasın” ana fikirli söyleşisinde, aynı zamanda Ergenekon tertibi ile ABD’nin Büyük Kürdistan hedefi arasındaki bağı ortaya koydu.
İşte Barkey’in o cümlesi: “AKP’nin en önemli başarılarından biri 2007’de askerlerin gücü azaldıktan sonra politik açıdan Kuzey Irak’taki Kürt devleti ile Türkiye arasındaki ilişkiyi resmileştirmesiydi.” (Akşam, 30-31 Temmuz 2012)
Türk Silahlı Kuvvetleri neden hedef alınmış yani? Kürt Devleti’ni Türkiye’ye kabul ettirmek için!
ERDOĞAN’IN AKIL HOCASI
Barkey’in bu sözlerini bir itiraf ya da üçüncü tarafın tespiti olarak görmemek lazım. Zira Barkey, birinci taraftır ve icraatın sahibi olarak söylemektedir.
Henri Barkey, Büyük Kürdistan’ın iki mimarından biridir; diğeri CIA’nın Türkiye istasyon şefi Graham Fuller’dir. İkili aynı projenin mimarı olarak, birlikte aynı kitaplara, aynı raporlara, aynı operasyonlara imza atmıştır!
Henri Barkey, aynı zamanda Tayyip Erdoğan’ı yönlendiren 7 Amerikalıdan biridir. Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül’le “teklifsiz bir şekilde ve sık sık görüşen” Barkey, bir konferansta “AKP liderleriyle anlaşarak Türk Ordusu’nu kafeslediklerini” de söylemişti.
ERGENEKON’LA MÜCADELE AÇILIMI
Ergenekon tertibi ile ABD-AKP’nin Kürt Açılımı arasındaki ilişkinin kanıtı, ifşaatı, itirafı sayısız çokluktadır; hem de ilk ağızlardan… Bir kaçını anımsayalım:
Kürt Açılımı’nı dosya yapan “Stratejik Boyut” dergisi Prof. Dr. Doğu Ergil’e soruyor: “Demokratik Açılım şartlarının oluşmasında Ergenekon soruşturmasının bir etkisi var mı? Ergenekon soruşturması başlamasaydı hükümet demokratik açılım sürecini yine de başlatır mıydı?” Açılım’ın etkili isimlerinden Ergil’in yanıtı net: “Başlatamazdı. Başlatsa bile sonuç alamazdı.”
Polis-yazar Önder Aytaç da, aynı dosyada Kürt Açılımı’nı, “Ergenekon ile sonuna kadar mücadele açılımı” olarak niteliyordu.
Dosyaya makale yazan Din ve Hürriyet Araştırmaları Merkezi Direktörü Doç. Dr. Bilal Sambur da Kürt Açılımı’nın İttihatçılıkla mücadele olduğunu savunuyordu: “Kürt Açılımı ya da Demokratik Açılım’la Türkiye tarihinde belki de ilk kez, ülkemizi tekleştirici, baskıcı ve devleti çeteleştirmeyi meşru hale getirmiş olan İttihat ve Terakki zihniyetinin tahakkümünden kurtulabileceği bir yola girmiştir.”
BAAS’IN KÖKLERİNDE İTTİATÇILIK VAR
Kürt Açılımı’nı İttihat ve Terakki karşıtlığı olarak sunmaları anlamlı… Nitekim AKP’nin Baas düşmanlığının gerisinde de İttihat ve Terakki düşmanlığı mevcuttur.
Bugünlerde başta Mehmet Metiner olmak üzere kimi AKP’lilerin Suriye’ye emperyalist müdahaleye karşı çıkanları “Ergenekoncu-Baasçı zihniyet” diye nitelemeleri bundandır. Zira 1940 yılında kurulan Baas’ın ilk üyeleri, 25 yıl önce Osmanlı Ordusu’nda askerdi, çoğu İttihat ve Terakkiciydi…
Kemalizm’in de, Baasçılık’ın da tarihsel kökeni İttihat ve Terakki’ye dayanmaktadır. Hatta İttihat ve Terakki’nin gelişip güncellenerek Türklerde Kemalizm’e, Araplarda Baasçılık’a dönüştüğünü söyleyebiliriz!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
2 Ağustos 2012
ABD, Abdullah Gül, Önder Aytaç, BAAS, Doç. Dr. Bilal Sambur, Doğu Ergil, Ergenekon, Graham Fuller, Henri Barkey, Kürt Açılımı, Mehmet Metiner, Tayyip Erdoğan, İttihat ve Terakki
CHP, HENRİ BARKEY’LE NE GÖRÜŞTÜ?
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 09/06/2012
Faruk Loğoğlu’nun, CHP’nin Dış ilişkilerinden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı olmasına rağmen, Sezgin Tanrıkulu ile birlikte özellikle Kürt meselesine yoğunlaşması ilginç…
Erdoğan ile Öcalan arasındaki Oslo mutabakatının, Kılıçdaroğlu’nun da dâhil edildiği bir Ankara mutabakatına dönüştürülmesinde, Loğoğlu ile Tanrıkulu’nun temasları, özellikle de ABD temasları etkili olmuş görünüyor.
MUTABAKAT HEYETİ
Kılıçdaroğlu, Öcalan’ın önerilerinin yer aldığı Kürt meselesine çözüm paketini, 6 Haziran günü Tayyip Erdoğan’a sunduğunda, yanında Loğoğlu ve Tanrıkulu vardı! Loğoğlu ve Tanrıkulu, aynı paketi 31 Mayıs’ta da TBMM Başkanı Cemil Çiçek’e sunmuştu!
Faruk Loğoğlu’nun ABD temaslarına geleceğiz ama dikkat çeken bir olguyu daha anımsatalım. Loğoğlu, 10 Nisan’da Hüriyet Daily News’a İngilizce “Kürt Sorunu: Bölgesel boyutunun derinleşmesi ve hızının ilerlemesi” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Loğoğlu, yazısını şu sözlerle bitiriyordu: “Türkiye, çok geç olmadan, Kürt sorununa demokratik ve geniş kapsamlı çözüm bulmak için hareket etmeli ve etkili adımlar atmalı.”
Acaba “çok geç” olmasından kasıt neydi?
CHP: ANTİ-AMERİKANCI DEĞİLİZ
CHP’nin Oslo mutabakatına dâhil olmasının izi Faruk Loğoğlu’nun başkanlık ettiği parti heyetinin Aralık 2011’deki ABD ziyaretinde gizlidir!
Ziyaret, Loğoğlu’nun 12 Aralık günü, ABD’ye ayak basar basmaz, “CHP’nin anti-Amerikancı olmadığını” ilan etmesiyle başlamıştı!
Faruk Loğoğlu düzenlediği basın toplantısında Türkiye – ABD ilişkilerini “balayı” seviyesinde nitelemiş ve iki ülke iyi ilişkilerinin Suriye’ye yönelik “örtüşen politikalardan” kaynaklandığını belirtmişti. CHP Genel Başkan Yardımcısı Loğoğlu, kendilerinin de “Suriye’de daha demokratik bir yönetim” konusunda AKP’yle benzer düşündüklerini açıklamıştı!
Faruk Loğoğlu Kürecik radarıyla İsrail’in korunmasına itirazları olmadıklarını da vurgulamıştı!
Loğoğlu, Washington temaslarının sonunda da “ABD başkentinde AKP’den duyulan bir rahatsızlık ve hayal kırıklığı olduğunu” belirtmiş ve “herkeste bunun işaretlerini gördük” demişti. (18 Aralık 2011 tarihli gazeteler)
KÜRDİSTAN’IN MİMARIYLA RANDEVU
Faruk Loğoğlu’nun başında bulunduğu CHP heyetinin Pentagon ve ABD Dışişleri Bakanlığı yetkilileriyle yaptığı görüşmelerden daha dikkat çekici olanı ise Woodrow Wilson Center’da Henri Barkey ile basına kapalı toplantı yapmaları olmuştu.
Kimdir Henri Barkey? Türk basını ondan “Türkiye uzmanı” diye söz ediyor. Ama Henri Barkey, Graham Fuller’le birlikte Kürdistan’ın mimarıdır!
İPLERİ ABD’NİN ELİNDE
Loğoğlu’nun ABD temasları ve CHP’nin AKP’yle Oslo mutabakatını genişletmesi ve yerelleştirmesi, kuşkusuz BDP’nin ABD ziyareti sonrası açıklamalarıyla birlikte düşünülmeli!
BDP Eşbaşkanı Gülten Kışanak ABD dönüşü, Obama yönetiminden rol istediklerini açık açık söyledi! (Radikal, 3 Mayıs 2012) Aysel Tuğluk ise rol talep ettikleri ABD’nin dizayn hedefini müjdeledi: “Obama yönetimi yeniden seçilirse, Türkiye’yi ve AKP’yi masaya yatıracak! Bakın oturtacak demiyorum, masaya yatıracak! Bu, bir dizayn olacak.” (Özgür Gündem, 31 Mayıs 2012)
İlginçtir, CIA direktörü Graham Fuller ise geçenlerde yine ortaya çıkmış ve “Türkiye’nin daha çok sola ihtiyacı var” demişti. (Yeni Şafak, 6 Nisan 2012)
Kuşkusuz CHP için yeşil ışık görüntülü bu açıklamalar, daha çok AKP’ye sopadır! Zira ABD bu türden açıklamalarla her iki partiyi de kritik zamanlarda “istenilen kıvamda” tutmaktadır!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
9 Haziran 2012
Aysel Tuğluk, Cemil Çiçek, CHP, Faruk Loğoğlu, Gülten Kışanak, Graham Fuller, Henri Barkey, Kemal Kılıçdaroğlu, Obama, Sezgin Tanrıkulu, Tayyip Erdoğan
ADIM ADIM FEDERASYON – 1
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 25/05/2012
AKP’nin “Süper başkanların yöneteceği 26 Büyükşehir” projesi, hiç kuşkusuz Türkiye’yi federasyon yapmaya yönelik yeni bir hamledir.
Aslında bu proje incelendiğinde görülecektir ki, AKP kurmaylarının dile getirdiği “yerinden yönetimi güçlendirme” meselesi de, kocaman bir yalandır!
Çünkü bu projeye göre ilçe belediye başkanlarının yetkileri tırpanlanıyor. İlçelerdeki imar, ulaşım, itfaiye ve zabıta yetkileri süper başkana geçiyor. Hatta beldeler kapatılıyor, mahalleye dönüştürülüyor. Haliyle belde belediye başkanları da muhtara çevriliyor.
EYALET SİSTEMİ
Kurbağayı kaynar suya alıştırmak için, önce soğuk suya atıp, sonra suyu yavaş yavaş ısıtma deneyini duymuşsunuz. Parçalanan Türk devletinin hali maalesef bu deneydeki gibidir.
Bakın Türkiye’yi federasyona götürürken, hangi aşamaları “alıştıra alıştıra” uyguladılar:
Önce 1991’de ABD Irak’a saldırdı ve 36. paraleli çekerek Irak’ı böldü! 1992 yılı Kuzey Irak’ı Bağdat’tan koparma ve Kürdistan’ı inşa etme çalışmalarıyla geçti.
Erdoğan daha 1993’te “ileride Türkiye eyalet sistemine geçebilir” diyerek, uzun soluklu bir projenin görevlisi olduğunu ortaya koymuştu. (Metin Sever, Can Dizdar, 2. Cumhuriyet Tartışmaları, Başak Yayınları, 1993)
Erdoğan bir yıl sonra İstanbul’un Ankara’dan yönetilemeyeceğini söyleyerek “İstanbul’a Osmanlı yönetimi” öneriyordu. (Milliyet, 23 Mayıs 1994)
İlginçtir, İstanbul’a Osmanlı yönetimi öneren Erdoğan, 1998’de Kenan Evren’e “sizin döneminizde belediye başkanı olsaydım, İstanbul’u uçururdum” diyordu. Bu zihni uyumluluk karşılıklı olmalı ki, Kenan Evren de “Türkiye ileride eyalet sistemine geçebilir” diyerek Erdoğan’a destek veriyordu. (Sabah, 28 Şubat 2007)
HUKUKİ ALT YAPI
İlk aşama tamamlanmış ve Kuzey Irak, Irak’tan koparılmıştı. Şimdi sırada bu yapıyı Türkiye’ye genişletmek vardı.
ABD’nin Kuzey Irak’ı Türkiye’ye doğru genişletebilmesi için Irak’a bir kez daha saldırması ve Türkiye’de bu planlara uyumlu bir hükümet kurulması gerekiyordu.
Mart 2003’te işgal başladı. ABD’nin Ankara Büyükelçisi Robert Pearson, Irak savaşının asıl hedefini şöyle açıklıyordu: “Anadolu’nun güneyini, doğusunu ve Kuzey Irak’ı alırsanız, tek bir ekonomik bölge olduğunu görürsünüz.” (Hürriyet, 20 Temmuz 2003)
AKP ise bu hedefe ilk hazırlık olarak, BM ikiz sözleşmelerini 4 Haziran 2003’de TBMM’de onaylıyordu.
ABD’den dönen Erdoğan da Pearson’u tamamlıyor ve görevini açıklıyordu: “Şu anda Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesi var ya, yani bu proje içerisinde Diyarbakır bir merkez olabilir. Bunu başarmamız lazım.” (Kanal D, Teke Tek, 16 Şubat 2004)
AKP, yerel hükümet kurulmasına zemin oluşturan Kamu Yönetimi Temel Kanunu’nu 15 Temmuz 2004’de, Türkiye’yi 12 eyalete bölen Kalkınma Ajansları yasasını ise 25 Ocak 2006’de TBMM’den sırasıyla geçirdi.
Washington, Obama’nın Ankara’da ilan ettiği “model ortaklık” kapsamında “Nitelikli Sanayi Bölgesi” konusunu gündeme aldığını açıkladı. (Hürriyet, 8 Aralık 2009)
Kürdistan’ın mimarı ve AKP’nin akıl hocalarından Prof. Henri Barkey, öncesinde bu projeyi şöyle tarif etmişti: “Kürtlerin yaşadığı Güneydoğu ve Kuzey Irak’ı kapsayacak bir Nitelikli Sanayi Bölgesi’nin kurulması…” (Wall Street Journal, 22 Haziran 2009)
Yarın “adım adım federasyona” nasıl ilerlediğimizi incelemeye devam edeceğiz…
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
25 Mayıs 2012
Erdoğan, Eyalet sistemi, Federasyon, Henri Barkey, Kenan Evren, Obama, Robert Pearson
Erdoğan, İsrail’le krizin bitmesini istemiyor
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 10/09/2011
İlk günden itibaren Davos’taki “one minute” çıkışını bir “müsamere” olarak değerlendirmiş ve sonraki gelişmeleri AKP’nin İsrail’le “kontrollü gerilimi” olarak yorumlamıştık.
Her ne kadar zaman zaman Başbakan Recep Tayyip Erdoğan kontrolü kaybetse de, “gerilim” tırmandırılarak sürdürülüyor. Çünkü ABD’nin Suriye ve İran hedefleri için hem TSK’ye hem de Türkiye’nin bölgesel liderliğine ihtiyacı var. Ki bu liderlik esas olarak İran’ı yalnızlaştırmayı amaçlıyor. Türkiye’nin Arap coğrafyasında lider olabilmesinin en önemli şartı da, izleyeceği İsrail “karşıtlığı”dır.
İsrail özür dilemeyi kabul etmiş
Günışığına çıkan her yeni bilgi “kontrollü gerilimin” varlığını doğruluyor:
Örneğin Henri Barkey’den öğreniyoruz ki, Aralık ayında Türkiye ve İsrail uzlaşmaya çok yaklaşmış. İsrail özür dilemeyi ve tazminat ödemeyi kabul etmiş. Bugün tüm bu bölgesel fırtınanın merkezinde yer alan “özür” kelimesi o tarihte dilenecekmiş. Yalnız İsrail, özür karşılığında, operasyonun “kendini savunma” olduğuna ilişkin bir açıklama yapmak istemiş, AKP hükümeti reddetmiş. Böylece anlaşma yapılamamış! (AA, 8 Eylül 2011)
Nitekim Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de, Rusya’ya giderken uçakta benzer şeyi söyledi: “Dört defa özür için bize geldiler, bu arkadaşımız (Davutoğlu) bizden onay aldı ama son anda caydılar.” (Hürriyet, 9 Eylül 2011)
Aslında AKP hükümetinin Mavi Marmara’ya İsrail’in kanlı baskınından sonra geliştirdiği şartlar öncelikle “özür ve tazminat ödenmesi”ydi. Bu gerçek, AKP hükümetinin Palmer Komisyonu’na atadığı büyükelçi Özdem Sanberk’in sözlerinde de var: “Daha önce her fırsatta hem İsrail’e hem de bu komisyona söylediğimiz gibi, Türk İsrail ilişkilerinin normalleşmesi ancak uygun bir özür ve tazminatla olabilir.” (Milliyet, 9 Eylül 2011)
Filistin davasına zarar veren şart
Gazze ablukasının kaldırılması diye bir üçüncü şart sonradan öne sürüldü. Ki İsrail devleti açısından esas önemli olan da “özür” değil, “Gazze ablukasının kaldırılması”ydı. Tel Aviv bu şartı kızmızı çizgi olarak değerlendiriyordu.
İsrail’in kesinlikle kabul etmeyeceği bu şartı AKP hükümetinin masaya sürmesi, krizi bitirmek istemeyeceğinin en önemli göstergesiydi.
Erdoğan’ın kabul edilmeyecek bir Gazze şartını masaya koyması en başından beri Filistin davasına zarar da veriyordu.
Palmer Raporu’yla birlikte, yani Gazze ablukasının bir BM dökümanında “yasal” kabul edilmesyle birlikte, Filistin davasına zararın boyutu daha da büyüdü.
Ancak Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun 5 maddelik B planı içinde yer alan, abluka meselesini Uluslararası Adalet Divanı’na taşıma kararı, bu zararı daha da büyütecek gibi görünüyor. Emperyalizmin güdümündeki bu divandan ne karar çıkacağı şimdiden belli. Ki bu durumda BM raporundan sonra bir başka Uluslararası kurumca da Gazze ablukası yasal hale gelecek!
BM’deki Filistin oylaması nasıl etkilenir?
Erdoğan’ın Gazze ablukasını şart koşarak izlediği bu çizgi, 20 Eylül’ün öncesinde İsrail’in elinini güçlendiriyor. Çünkü 20 Eylül’de BM Genel Kurulu’nda Filistin’in tanınması için oylama yapılacak. Ve bu oylamadan önce Gazze ablukası konusunun İsrail lehine raporlanması, Filistin devletini sıkıştıracaktır.
Daha kötüsü, Erdoğan’ın 12 Eylül’de ablukayı delmek üzere Refah Sınır Kapısı’nı zorlaması ve Türk savaş gemilerinin İsrail gemileriyle karşı karşıya gelmesi olacaktır. Türkiye’nin bu hamleleri, maalesef hem İsrail’in Gazze ablukasını daha da meşrulaştıracak, hem de Filistin’in BM oylamasını tehlikeye atacaktır.
Erdoğan’ın Filistin’e zarar veren çizgisinin evveliyatı da var. Erdoğan’ın “Arafat’ı barışın önünde engel görmesinden” tutun da, Ankara’da resmi bir kurumda Siyonizm anmasına izin vermesine kadar pek çok örnek mevcut hükümetin karnesinde…
AKP’nin İsrail’le derin ilişkisinin kısa tarihçesi de yarına…
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
10 Eylül 2011
Ahmet Davutoğlu, Özdem Sanberk, Erdoğan, Henri Barkey, İsrail
- Diğer 1.479 aboneye katılın
Twitter
- RT @halukhepkon: Sanırım Türk yayıncılığında bir ilk... Adı ve konusu şimdilik bilinmiyor. Tek bilinen çıktığında tüm Türkiye bu kitabı kon… 13 hours ago
- RT @halukhepkon: Hukuk Nagehan Alçı'ya "menfaat, nakit karşılığında her şeyi yazabilen, her türlü rezilliği yapabilen organizma" denmesinde… 2 days ago
- RT @solhaberportali: Gazeteci-yazar Mehmet Ali Güller (@MaliGuller) Çin-Rusya yakınlaşmasını değerlendirdi 📌 ‘İki ülkeyi bu kadar yakınlaş… 2 days ago
Kategoriler
- ABC Yazıları (22)
- Aydınlık Gazetesi Yazıları (1.402)
- CRI Türk (159)
- Cumhuriyet Gazetesi (572)
- Film Yazıları (1)
- Kitap-Film Yazıları (14)
- Mesleki Yazılar (5)
- Odatv Yazıları (216)
- Politika Yazıları (2.488)
- Radikal Kitap Yazıları (1)
- Teori Dergisi Yazıları (6)
- Uncategorized (10)
Arşivler
İstatistikler
- 1.081.506 hits