Posts Tagged Ahmet Davutoğlu

ATEŞ AÇ’DAN ATEŞKES’E

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Tahran’da İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’le birlikte Suriye’deki taraflara “ateşkes” çağrısı yaptı!

Beşar Esad’ı yıkmaya yemin etmiş, bu uğurda tüm imkânlarını Suriye muhalefetinin önüne sermiş, dahası Şam’daki Emevi Camisi’nde namaz kılacağını açıklayarak “işgal bayrağı” dalgalandırmış AKP Hükümeti’nin “ateşkes” çağrısı yapması ne anlama geliyor? İnceleyelim:

ESAD KALDI, ERDOĞAN GİDİYOR

1) Öncelikle ateşkes çağrısı açık bir başarısızlık ve yenilgi ilanıdır. Davutoğlu bu açıklamasıyla Suriye’de “ateş aç” pozisyonundan “ateşkes” pozisyonuna gerilediklerini kabul etmiş oldu.

2) Daha ilk günden Suriye muhalefetini Antalya ve İstanbul’da toplayarak, muhalefetin kontrolündeki terörist gruplara sınırı açarak, Suriye tarafında yaralanan teröristlere ambulans dahi gönderecek çapta her türlü lojistik desteği sunarak, TIR şoförlerinin ifadelerine yansıdığı gibi güvenlik birimlerinin eskortluğunda Suriye’ye silah sevkiyatına izin vererek, Türkiye’deki çeşitli atölyelerde üretilen füze parçalarının Adana’da birleştirilip Suriye’ye sevk edilmesine göz yumarak açık bir savaşa giren AKP hükümeti için “ateşkes” çağrısı kesin yenilginin ilanıdır.

3) Bu suçlar, Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin önüne mutlaka gelecektir. Defalarca belirttik: Suriyeli teröristlere yapılan yardımlar, oyun kurucu ülkelerin dosyalarındadır ve AKP’nin önüne günü geldiğinde koyulacaktır. ErdoğanDavutoğlu ikilisinin uygulamaları, uluslararası ceza mahkemelerinin konusudur.

4) 22 Ocak 2014’te toplanacak Cenevre-2 konferansının en önemli gündem maddesi, Esad’ın pozisyonu değil, fiilen Erdoğan’ın durumu olacaktır!

5) Davutoğlu’nun “ateşkes” açıklaması, Esad’ın değil, Erdoğan’ın gidici olduğunu bir kez daha resmetmiştir. İlk günden beri denklem netti: Ya Esad, Ya Erdoğan. Esad iktidarda kalacaksa, Erdoğan iktidardan düşecektir!

BÖLGENİN CİDDİYE ALMADIĞI AKTÖR

Davutoğlu’nun “ateşkes” açıklaması, toplamda başka anlamlara da gelmektedir:

1) AKP hükümetinin bölge ülkeleri nezdinde hiçbir ciddiyeti kalmamıştır:

a) Neçirvan Barzani’yi petrol anlaşması imzalamak için Ankara’ya çağıran Erdoğan, Bağdat’tan gelen ültimatom üzerine eline kalem alamamıştır.

b) Mısır hükümeti, içişlerine karıştığı için büyükelçimizi kovmuş ve Ankara’yı son kez uyarmıştır. Hatta son olarak Mısır Başbakanı Hazem El Bablaui, AKP’nin hamisi ABD’yi de uyarmış ve içişlerine karışmayı sürdürdüğü takdirde, ABD ile de ilişkilerini gözden geçireceklerini, “Türkiye ile olduğu gibi benzer önlemler alacaklarını” ilan etmiştir.

c) Kendisini bölgenin bir numaralı oyun kurucusu ilan eden AKP Hükümeti, P5+1 ülkelerinin İran’la yaptığı anlaşma sürecinin dışında tutulmuştur.

d) AKP Hükümeti, Suriye konulu Cenevre-2 konferansı hazırlık sürecinden de dışlanmıştır.

e) Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, basının önünde Erdoğan’a “bel altı” şaka yapmış, Erdoğan gülümseyerek sineye çekmek zorunda kalmıştır.

2) AKP Hükümeti, ABD tarafından kullanılma kabiliyetini de adım adım yitirmektedir. Erdoğan kullanılma değerini artırmak için bazen masaya Şangay İşbirliği Örgütü’ne üyelik kartı atmakta, bazen de Çin’le ABD’yi kızdıran anlaşmalar yapmaktadır.

Artık ABD’ye Erdoğan değil, önce Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, sonra da yardımcısı Bülent Arınç gidebilmektedir. ABD’nin ise alternatifini bulamadığı için Erdoğan’ı kullanmayı sürdürebildiği kadar sürdüreceği anlaşılmaktadır.

AKP’NİN YIKILMASI HIZLANDI

Peki, AKP Hükümeti neden bu hallere düştü? Elbette birbiriyle etkileşen pek çok dış etken var: Doğu’nun güçlenmesi, Batı’nın zayıflaması, ABD’nin askerlerini bölgeden çekmesi, Irak-Suriye-İran üçlüsünün emperyalizme direnmesi vs.

Fakat daha önemlisi iç etkendir: Haziran Halk Hareketi!

Mayıs’ta Obama’yla görüşen Erdoğan gücünün zirvesindeydi. Fakat o görüşmeden iki hafta sonra başlayan Gezi Direnişi, AKP açısından sonun başlangıcı oldu: Erdoğan’ın iktidarı sallandı, iktidar sallandıkça iktidar bileşenleri arasındaki çelişmeler arttı, Erdoğan’ın dış politikada eli zayıfladı, PKK ile yaptığı takvimler ötelendi vs.

Artık Erdoğan iktidarının yıkılması süreci daha da hızlanacaktır!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
29 Kasım 2013

, , ,

Yorum bırakın

DİYARBAKIR’DAN FEDERASYON’A İŞARET

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Cumartesi sabahı ABD ziyareti için yola çıkarken, saat 10.15’te Esenboğa Havalimanı’nda basın toplantısı düzenleyecekti. Ancak son dakikada basın toplantısının iptal edildiği, ABD ziyaretinin de bir gün ertelendiği açıklandı.

Dışişleri Bakanlığı, Mesut Barzani’nin Diyarbakır ziyareti nedeniyle Davutoğlu’nun ABD’ye bir gün geç gideceğini açıklıyordu. Devletlerarası ilişkilerde bu bir günlük erteleme durumu sıra dışıydı.

Tamam, ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Jen PsakiErdoğan-Barzani görüşmesini biz teşvik ettik” diyordu ama Davutoğlu’nun ille de görüşmede bulunması gerekiyor muydu? Üstelik Davutoğlu, ABD ziyareti öncesi Foreign Policy’ye yazdığı makalede “ABD-Türkiye ilişkisi hayati olmaya devam ediyor. ABD ve Türkiye’nin birbirine karşı soğuk olma lüksü yok” diyerek, “bizi kullanmaya devam edin” mesajı veriyordu. (Akşam, 16 Kasım 2013)

DİYARBAKIR SÖZLEŞMESİ

Davutoğlu’nun ABD ziyaretini bir gün ertelemesinin nedeni artık anlaşıldı.

Erdoğan, Barzani’yle görüşmesine Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı İbrahim Kalın’la birlikte katılmıştı.

Hükümetin sesi olan Yeni Şafak, görüşmeyle ilgili haberine “Diyarbakır sözleşmesi” başlığı atmıştı. Üstelik “sözleşmeyi” doğrulayacak şekilde basına “Erdoğan ve Barzani’nin dört konuda mutabakat sağladığı” bilgisi de servis ediliyordu:

1. Suriye’nin kuzeyinde PYD’nin kurmak istediği de facto yönetime Barzani izin vermeyecek.

2. Barzani, çözüm sürecine destek vermeye devam edecek.

3. Kürt petrolünü Türkiye üzerinden dünyaya pazarlayacak boru hattından petrol en geç 1-1,5 ay içinde akmaya başlayacak.

4. Habur sınır kapısına paralel iki sınır kapısı 1 ay içinde açılacak. (CNNTurk, 17 Kasım 2013)

AKP’NİN TEPKİ KORKUSU

Bu maddelerden ilki, yani Suriye’nin kuzeyinde özerklik ilan edilmesi, aslında Erdoğan’ın BOP Eş Başkanlığı göreviyle, Suriye’yi bu görev kapsamında hedef almasıyla ve hatta daha 2004 yılında ilan ettiği “Diyarbakır’ı merkez yapma” göreviyle çelişiyordu.

Nitekim ertesin gün Barzani’nin ziyaretinde yer alan KDP Başkanlık Divanı Başkanı Dr. Fuat Hüseyin Erdoğan’la Suriye’nin kuzeyini konuşmadıklarını açıklıyordu. (ANF, 17 Kasım 2013)

Anlaşılan Başbakanlık ve Dışişleri Bakanlığı, bu maddeyi, hem de en üste koyarak, Türk milletinin tepkisini yumuşatmak istemişti.

DİYARBAKIR’DAN IRAK VE SURİYE GÖREVİ

Erdoğan’ın Barzani’yle görüşüp “Diyarbakır sözleşmesini” yapmasından sonra Bismil’de dile getirdikleri, bu ziyaretin bir BOP nikâhı olduğu, Diyarbakır’ı merkez yapma hedefiyle ilgili olduğu görüşümüzü doğruladı.

Erdoğan Bismil’de şöyle diyordu dün: “Bu sadece bir başlangıç. Çözüm süreci sadece bir yıl içinde bizi bu kadar değiştirdiyse birkaç yıl içinde olacakları varın siz de bir hayal edin. Diyarbakır değiştikçe Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu değişecek. Diyarbakır değiştikçe, Irak değişecek, Suriye değişecek. Diyarbakır’dan doğan güneş tüm coğrafyamızı ısıtacak.”

Erdoğan bu sözleriyle yıllardır vurguladığımız Türk-Kürt federasyonu hedefine işaret ediyordu!

Diyarbakır merkezli olarak Irak’ın kuzeyi, Suriye’nin kuzeyi, hatta daha ilerisi için İran’ın batısı Türkiye’ye eklemlenecek ve bir federasyon olacak! Fakat iş orada kalmayacak: Bu büyük parça, Diyarbakır başkentli olarak sonrasında Türkiye’den de büyük bir parça kopararak bağımsızlık ilan edecek; Büyük Kürdistan olacak, İkinci İsrail olacak!

Bu ihanet projesinin şu anki rüşveti de, önceki gün Erdoğan’ın Diyarbakır’dan ilan ettiği bir “genel af” hazırlığıdır. PKK’ye aftır, Öcalan’a aftır…

Ancak şimdiden belirtelim: Büyük Kürdistan ABD’nin 60 yıllık projesidir ve bu proje en zirvesinde olduğu şu günlerde aslında en kırılgan durumundadır. Zira AKP ve PKK’ye bu projeyi yaptırtmayacak bir iktidar seçeneği artık belirmiştir. Erdoğan’ın Diyarbakır’ı merkez yapma görevi için acele etmesi de bundandır.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
18 Kasım 2013

, , , , ,

Yorum bırakın

AKP’NİN Şİİ’MSİ KARTI: İZZETTİN DOĞAN

Bağdat’a giden Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Türkiye ile Irak arasında iki yıldır yaşanan gerilimin bittiğini söyledi ve “artık beyaz sayfa açıyoruz” dedi. (Yeni Şafak, 11 Kasım 2013)

AKP BEYAZ BAYRAK SALLIYOR

Davutoğlu’nun Irak’la “beyaz sayfa açmasını”, biz, AKP’nin bölgeye beyaz bayrak sallaması olarak okuyoruz. Nitekim bu köşede AKP’nin Irak, İran, Suriye ve Mısır konularından geri adımlar atmaya başladığını birkaç kez incelemiştik.

Şimdi AKP, bölgeye beyaz bayrak sallamasını, diplomatik bir başarı gibi göstermeye, “beyaz sayfa açtık” gibi barışsever sözlerle perdelemeye çalışacak, çalışıyor…

Kuşkusuz bölge, beyaz bayrak sallanmasını bir ölçüde kabul edecek, bundan yararlanmaya çalışacak. Fakat AKP’nin Suriye’de Beşar Esad’ı, Irak’ta Nuri El Maliki’yi yıkma girişimini de arşivin en önemli rafında tutacak!

DAVUTOĞLU’NUN SÖZLERİNDEKİ ŞİFRELER

Davutoğlu’na göre, Türkiye ile Irak arasındaki iki yıllık gerilimin bitmesinde ve beyaz sayfa açılmasında etkili olan üç unsur şöyle:

1. “En önemli faktör Irak içindeki yumuşama.”

Maliki’nin değil, AKP’nin “yumuşadığını” ortada. Davutoğlu bu sözle eğer Maliki ile Barzani’nin ilişkileri normalleştirmesine vurgu yapıyorsa, o ilişkileri germeye çalışanın da AKP olduğu ortada. Dolayısıyla bu söz ancak Bağdat’a “Erbil’i kışkırtmayacağız” sözü anlamında okunabilir.

2. “İkinci boyutu, seçimler yaklaşıyor.”

Allavi-Haşimi ikilisine dayanarak Maliki’yi devirmeye çalışan ve başarısız olan Davutoğlu, bu açıklamasıyla önümüzdeki seçimleri de Maliki çizgisinin kazanacağına işaret etmiş oluyor.

3. “Üçüncü boyutu ise bölgede Suriye bağlamında bir Şii Sünni çatışması ihtimali doğarken bu atmosferi kıracak, gerilimi dağıtacak, mezhep çatışmasından medet uman çevrelerin planlarını bozacak en önemli şey, Türkiye Irak ve Türkiye İran ilişkileridir.” (Yeni Şafak, 11 Kasım 2012).

Davutoğlu’nun üçüncü etkeni üzerinde biraz daha ayrıntılı durmalıyız.

İRAN’DAN MEZHEP ÇATIŞMASI UYARISI

Suriye’ye Batı baskısı, her ne kadar bir mezhep savaşı temelinde başlamadıysa da, oraya doğru evirilmesinde Atlantik kuvvetlerinin sayısız çıkarı var. Çünkü bölgenin Şii-Sünni şeklinde bölünmesi ve taraflar arasında uzun süreli savaşlar çıkması, her takvimde emperyalizme bölgeye müdahale imkânı verecektir.

Nitekim bölgedeki savaşın diğer tarafını temsil eden İran da artık bu tehlikeye dikkat çekmektedir. BBC’ye konuşan İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, mezhep savaşı uyarısı yapmaktadır: “Bazıları dar görüşü çıkarları için düşmanlıkları körükledi. Suriye, Irak ve Pakistan şu anda mezhep çatışmaları artışı gösteren başlıca ülkeler arasındadır. Sünniler ile Şiiler arasındaki çatışma, sadece bölge değil bütün dünya için en ciddi güvenlik tehdidi. İslam dünyasında mezhep eksenli bir bölünmenin hepimiz için bir tehdit olduğunu anlamamız gerektiğini düşünüyorum.” (BBC Türkçe, 11 Kasım 2013).

AKP’NİN ÇARESİZ HAMLELERİ

Zarif’in Davutoğlu’yla yaptığı son görüşmede bu konunun en önemli gündem maddesi olduğu anlaşılıyor.

Mezhep çatışmasının kaynağı, emperyalizmdir; Irak’ı işgalidir, Suriye’yi bölmek istemesidir. Peki, AKP bariz rolü de olan bu saflaşmada şimdi ne yapacak?

Davutoğlu’nun açıklamalarından iz sürelim: “Sistani, çok saygı duyduğum birisi. Sünni Şii gerilimini düşüren, terör saldırılarının intikam kültürü haline dönüşmesini engelleyen, olağanüstü pozitif rol oynayan birisi. Üç ilim adamını götürüyorum o yüzden. H. Kamil Yılmaz, Hüseyin Hatemi ve İzzettin Doğan’ı da götürüyoruz. Şii Sünni geriliminin önüne geçilmesini konuşuruz.” (Yeni Şafak, 11 Kasım 2013)

Böylece İzzettin Doğan’ın sadece Fethullah Gülen’in Cami-Cemevi projesine dâhil olmadığını da öğrenmiş oluyoruz. Davutoğlu’nun açıklamasına bakılırsa, Doğan aynı zamanda AKP’nin bölgede Şii’msi bir kartı olarak kullanılacak.

Kuşkusuz Doğan’ın bu alanda bir karta dönüşmesi, AKP’nin düştüğü çaresizliğin göstergesidir.

AKP bölgede Sünni-Şii gerilimini gerçekten düşürmek istiyorsa, Doğan gibi kartlarla komşularını oyalamayacak; önce Esad’ı yıkma hedefinden tamamen vazgeçtiğine bölgeyi inandıracak!

İşi oldukça zor…

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
12 Kasım 2013

, , , ,

Yorum bırakın

BARZANİ-PKK ÇATIŞMASININ NEDENİ

ABD’nin bölgedeki ağırlığının güm geçtikçe zayıflaması ve başta Suriye olmak üzere Ortadoğu’nun önemli sorunlarında bölge inisiyatifinin gelişmesi, Washington’un aktörleri açısından bir merkezkaç eğilim yaratmaya başladı.

O aktörlerin bir kısmı merkezkaç etkisiyle bölgeye doğru yanaşma eğilimi gösterirken, bir kısmı da tamamen savrularak aktörlükten enstrümanlığa “terfi” etmektedir!

Son günlerde bölgesel Kürt sorunu bağlamında gelişen ve Kürt örgütlerini karşı karşıya getiren gelişmeler, işte bu merkezkaç eğilim nedeniyledir. İnceleyelim:

KÜRT SORUNU MERKEZLİ GELİŞMELER

1. Son iki yıldır AKP’nin himayesine girerek adım adım Bağdat’tan uzaklaşan Mesut Barzani, son olarak Irak Başbakanı Nuri El Maliki’yle anlaşma yoluna girdi. Zira artık ABD yoktu ve Maliki, Irak’ı birleştiriyordu. Maliki’nin Dicle Ordusu ile Barzani’ye “ezerim” mesajı vermesi, Erbil’i Ankara etkisinden çıkarıp, yeniden Bağdat’a yönlendirdi!

2. Barzani, Erbil’de toplanacak Ulusal Kürt Konferansı ikinci kez erteledi.

3. Suriye’deki Kürt örgütleri bölündü. Barzani’nin etkisindeki Suriye KDP’si, Suriye Kürtleri Ulusal Meclisi’nde ayrıldı. KDP’nin gerekçesi, Meclis’in İstanbul’da SUK ile anlaşmasıydı.

4. Erbil’de toplanan dört Suriye Kürt Partisi, Barzani’nin denetiminde birleşti.

5. Kuzey Irak’ta yapılan seçimlerde Barzani’nin partisi KDP’nin oyları arttı. 10 yıldır Kuzey Irak’ta faaliyet yürüten PKK’nin partisi PÇDK ise sadece üç bin küsur oy alabildi!

6. Erbil’de toplanacak Ulusal Kürt Konferansı’nın yapılamayacağı yönünde işaretler ortaya çıktı. Son olarak Kemal Burkay, bir araya geldiği Barzani’nin görüşünü açıkladı: Erbil, PKK’nin amaçları doğrultusunda gerçekleşecek Konferans’a izin vermeyecekti.

7. Barzani, Suriye PKK’si olan PYD’nin başı Salih Müslim’i Kuzey Irak’a sokmadı!

8. Erdoğan, yakın zamana kadar provokatör dediği ve Allawi-Haşimi ikilisine dayanarak yıkmaya çalıştığı Irak Başbakanı Nuri El Maliki’ye el uzattı. Erdoğan, diplomat kökenli milletvekili Volkan Bozkır’ı Bağdat’a göndererek, Maliki’yi Ankara’ya davet etti.

9. Öcalan’ın MİT üzerinden Erdoğan’a biat etmesiyle başlatılan AKP-PKK müzakereleri, hem Öcalan ile PKK’nin bir kanadını karşı karşıya getirdi hem de BDP’de kırılmalar yarattı. Bu süreçte Cemil Bayık en tepe yönetici oldu ve Öcalan’ın tersine bazı eğilimler gösterdi. Öcalan’ın seçimlere BDP yerine HDP ile girilmesini istemesi, BDP’yi böldü. Parti, “doğuda BDP, batıda HDP ile seçime girme” orta yolunu seçti. Selahattin Demirtaş’ın istifa hamlesi, Parti Meclisi’nin resti gibi etkenler ve hatta Altan Tan gibi BDP milletvekillerinin HDP’yi kadük ilan etmesi gibi çıkışlar, kırılmanın daha da derinleşebileceğine işaret ediyor.

ERDOĞAN, AYAKTA KALMAYA ÇALIŞIYOR

Peki, tüm bu gelişmeler ne anlama geliyor?

1. ABD’nin zayıflaması, Mesut Barzani’yi bölgeye yönelmeye itti. Barzani, Washington-Ankara hattına sırtını tamamen dönmedi fakat Bağdat’a doğru yanaştı.

2. Barzani bölgeselleşirken, Öcalan daha da Atlantikçileşti. İki yapı arasındaki çelişmeler arttı.

3. ABD’nin Suriye konusunda savaşsız çözüme mecbur kalarak Moskova’nın yol haritasına sarılması, Suriye’deki taşeronları olan Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan’ı zor durumda bıraktı. Katar manevralarla Suriye politikasını yumuşatmaya başladı. Suudi Arabistan ise ABD’ye rağmen eski pozisyonunu koruyacağını ve muhalefet üzerinden Esad’ı yıkmaya çalışacağını ilan etti. AKP ise Suriye konusunda Katar ile Suudi Arabistan arasında bir yerde kalarak durumunu korumaya çalışıyor.

4. Erdoğan, durumu korumayı esas alan bu çizgisini Irak’ta da uygulamak istiyor. Açık ki, Volkan Bozkır’ı Maliki’ye göndermesi, Ahmet Davutoğlu-Hakan Fidan ikilisiyle özdeşleşen çizginin tam karşısındadır. Erdoğan’ın, Davutoğlu-Fidan çizgisinin uçuruma sürüklediği hükümetini ve partisini koruyabilmek için, kendisini bölgeci adımlar atmaya teşvik eden kuvvetlere kulak açmış olduğu anlaşılıyor.

Bölge güçlenirken bölgeye el uzatmak, bakalım Erdoğan’ı ayakta tutabilecek mi?

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
25 Ekim 2013

, , , , , , , ,

Yorum bırakın

ESAD KALDI, FİDAN GİDİYOR, DAVUTOĞLU SALLANIYOR

Atlantik kuvvetlerinin Suriye’ye karşı 2,5 yıl önce başlattığı saldırıda hangi noktaya gelindiğinin özeti şu üç haberdir:

KATAR’IN YENİ EMİRİ, ESKİ EMİRİ TUTUKLATTI

1. 3 ay önce babasını devirerek Katar Emiri olan Şeyh Tamim, annesi Eski Kraliçe Sheika’nın harcamalarına kızarak, silah çektiği babasını hapse attırdı! (gazetevatan.com, 21 Ekim 2013)

Ülke Katar, konu para ve görgüsüzce harcama olunca, Tamim’in babasını tutuklatmasının gerekçesi olarak açıklanan annenin harcamaları, haliyle gerçekçi durmuyor. Ya o zaman?

Şeyh Tamim’in, babasının koltuğuna el koyduktan sonra ülkesinin Suriye politikasını değiştirmeye soyunduğunu ve Beşar Esad’a bu yönde mesaj da gönderdiğini Ufuk Ötesi’nde not etmiştik!

ÖSO, KOMUTANINI TUTUKLUYOR

2. Özgür Suriye Ordusu, kendi Genelkurmay Başkanı olan Selim İdris’in tutuklanmasını istedi! (YDH, 21 Ekim 2013)

Bu köşede geçen hafta yazmıştık: Özgür Suriye Ordusu’nun sözcüsü Fahd el-Masri, Lazkiye’de Alevi katliamı yapılmasından ÖSO Genelkurmay Başkanı Selim İdris’i sorumlu tutmuş ve onu komşu ülke istihbarat örgütlerinin maşası olmakla suçlamıştı. İdris ise Masri’nin ÖSO sözcülüğünü tanımadığını açıklamıştı.

İşte bu restleşmenin ardından ÖSO sözcülüğü, ÖSO Genelkurmay Başkanı’nın tutuklanması kararı aldı!

EL KAİDE’YE KARŞI ÖSO-ŞAM GÖRÜŞMESİ

3. Suriye muhalefetinin bölünmesi sonucunda karşı karşıya gelen ÖSO ile El Kaide arasındaki çatışma gittikçe büyüyor. Daha doğrusu El Kaide, ÖSO’nun elindeki mevzileri adım adım ele geçiriyor.

El Kaide son olarak ÖSO’nun denetimindeki Bab-es-Selam Sınır Kapısı’nı ele geçirdi. (zaman.com.tr, 19 Ekim 2013)

Böylece Öncüpınar Sınır Kapısı’nın Suriye tarafının denetimini ele geçiren El Kaide, Türkiye’ye AKP’nin eliyle komşu oldu!

Daha ilginci ise ÖSO’nın El Kaide’ye karşı Şam’la görüşmelere başlamış olmasıdır. Lübnan’da yayımlanan es-Sefir gazetesi ÖSO kaynaklarına dayandırdığı haberinde, ÖSO’nun El Kaide’ye karşı Şam yönetimi ile sorunun Suriyeliler arasında çözümünü öngören gizli görüşmeler başlattığını duyurdu. (YDH, 20 Ekim 2013)

ESAD KALDI, ATLANTİKÇİLER DÖKÜLÜYOR

Artık yapılması gereken muhasebe şudur:

AKP Beşar Esad’a 15 gün süre tanıdı, 2,5 yıl doldu; 100 bin mülteci sınırını kırmızı çizgi ilan etti, mülteci sayısı 600 bin oldu; kurduğu SUK ile Esad’ı yıkamayınca ABD kızıp Katar merkezli SUKO’yu kurdu; sınırını uluslararası terör örgütlerine açtı, Afganistan’dan Bosna’ya kadar pek çok ülkeden El Kaide militanı Hatay üzerinden Suriye’ye geçti; Adana’da yakalanan Sarin gazı sonrası Suriye muhalefetine kimyasal silah desteği sağlamakla suçlandı; desteklediği muhalefet sürekli bölündü, PYD ile El Kaide, ÖSO ile El Kaide ve PYD ile ÖSO hakimiyet mücadelesi veriyor; Türkiye-Suriye sınırının bir bölümü El Kaide’nin, bir bölümü de PYD’nin denetimine geçti; Türkiye-Suriye sınırı uluslararası terörün yatağına dönüştü, istihbarat örgütlerinin örtülü savaş alanı oldu…

Bu gerçeklik öncesinde AKP’nin kendi kurduğu denklem şöyleydi: Ya Erdoğan gidecek, ya Esad!

Bu gerçeklik sonrasında yeni denklem artık şöyle: Esad kaldı, Fidan gidiyor, Davutoğlu sallanıyor…

Erdoğan mı? O görev Türk milletinin…

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
22 Ekim 2013

, , , , , , ,

Yorum bırakın

BDP’NİN İŞARET ETTİĞİ ÇÖZÜM

Haziran Halk Hareketi’nin ortaya koyduğu gerçeklerden en önemlisi, AKP ile BDP’nin nesnel olarak aynı cephede olduğu gerçeğiydi.

ATLANTİK MÜTTEFİKLERİ: AKP-BDP

Gezi Erdoğan’ı silkelemeye başlayınca, Öcalan “Taksim’i ulusalcılara bırakmayın” talimatı vererek PKK-BDP’yi alanlara yönlendirmiş, PKK de Öcalan posterlerini Türk bayraklarının içine sokmaya çalışmıştı.

Erdoğan da İmralı’nın yaptığı bu yardımı değerlendirmek üzere her gün ekranlara çıkmış ve “bölücü örgüt bayraklarıyla Türk bayrağını yan yana getirmeyi nasıl içinize sindirdiniz” diyerek, kamuoyunu yanıltmaya çalışmıştı. Öcalan’la müzakere yürüten, tabelalardan TC’yi, gönderden bayrağı indirmeye çalışan Erdoğan’ın Taksim’deki “orantısız zekâyı” aşamayan bu psikolojik savaş malzemesi, haliyle başbakanlığın elinde patladı!

AKP ile BDP’nin aynı cephede olduğunun son kanıtı ise Sırrı Süreyya Önder’in açıkça “İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni CHP kazanacağına, AKP kazansın” deme noktasına gelmiş olmasıdır! (Ahmet Hakan, Hürriyet, 20 Ekim 2013)

Cephe o kadar belirginleşmiştir ki, PKK her gün yurdun bir köşesinde şehitlik açarken, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da artık PKK-PYD’ye taziyede bulunabilmektedir. (Taraf, 20 Ekim 2013)

BDP: CHP, MHP, İP AYNI TARAFTA

AKP ile BDP’nin aynı cephede bulunduğu gerçeği, bağımsızlık mücadelesinin yönünü ve bileşenlerini saptamak bakımından hayatidir. Nitekim Atlantik Cephesi’nin AKP ve BDP kuvvetleri, o bileşenleri saptamaktadır!

Örneğin Almanya-Köln’de düzenlenen “Taksim ve Sonrası” konferansında konuşan BDP Eş Başkan Yardımcısı Meral Danış BeştaşCHP, MHP ve İşçi Partisi ile aynı tarafta yer alıyor” diyor. (ANF, 20 Ekim 2013)

Üstelik Beştaş bu sözleri konferansın bir diğer konuşmacısı olan CHP’li Sezgin Tanrıkulu’nun kendi partisini eleştirmesine katkı olarak yapıyor. Zira Tanrıkulu CHP’ye yeni bir kimlik kazandırma çabasında olduklarını, ancak bunu becerip beceremeyeceklerini henüz bilmediklerini söyleyerek, üstü kapalı şekilde CHP’deki ulusalcılığı yok etmeye çalıştıklarını dile getirmiş oluyor.

BDP’NİN IRKÇILIĞI

Ama Tanrıkulu ve benzerlerinin CHP’yi dönüştürmesi bile BDP’ye yetmiyor ve Köln’deki konferansta ona şöyle soruyorlar: “CHP’nin Türkiye dış politikasının ulusal güvenlik çerçevesinde ele alınmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?”

Her tarafından cehalet ve kör bir ırkçılık akan bu sorunun sahipleri, üstelik CHP’nin MHP ve İşçi Partisi ile aynı tarafta olduğunu saptadıktan sonra “biz ırkçılarla yan yana olmayız” diyebiliyorlar.

Ancak bunu diyen BDP Eş Başkan Yardımcısı Meral Danış Beştaş’ın asıl kendisi öyle bir Türk karşıtı ırkçılık anlayışına saplanmış ki, Erdoğan’ı konuşmasında ısrarla “Türk Başbakanı Erdoğan” diye nitelemektedir! Trajik olan ise Erdoğan’ın ulusalcı kesimlerin tepkisine rağmen ısrarla kendisini Türk diye nitelememesidir.

BDP’de ırkçılık öyle bir boyuta gelmiş ki, Türkiye’nin Atlantikçi yönetimler altında fiilen 20 yıldır Kuzey Irak’taki otonom yapıyı inşa etmesi bile Beştaş’ın kafasında “Türkiye Güney Kürdistan’ı (Kuzey Irak’ı) ekonomik olarak işgal etmiştir” şekline bürünebilmiştir!

ATLANTİK CEPHESİ, TÜRKİYE CEPHESİ

BDP Eş Başkan Yardımcısı’nın ırkçılıklarıyla köşeyi doldurmadan artık esasa gelelim.

Danış’ın kabaca yaptığı saptamayı, Erdoğan daha inceltilmiş olarak ve bileşenleri birbirine düşürmek amaçlı yapmaktadır sık sık: İşçi Partisi’nin sol parmağıyla CHP’yi, sağ parmağıyla MHP’yi idare ettiğini söylemektedir.

Türkiye’nin yurt savunması cephesindeki kuvvetlerinin parmak hesabı yapacak durumu yoktur. Nesnel olarak artık iki cephe vardır: Atlantik kuvvetleri olarak AKP-BDP cephesi ile Türkiye kuvvetleri olarak CHP-MHP-İşçi Partisi cephesi.

Ağır bir mücadeleyle geçecek 2014 yılında, herkes bu gerçeğe göre konumlanmak zorundadır! Aksi, bölünmüş Türkiye sonucudur!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
21 Ekim 2013

, , , , , , , ,

Yorum bırakın

EL KAİDE KİMİN OYUNU?

Hafta sonu Türkiye gazetesini ziyaret eden Dışişleri Bakanı Ahmet DavutoğluEl Kaide Esad rejimin oyunu” dedi (Türkiye, 7 Ekim 2013).

Kuşkusuz bu sözler, 2,5 yıllık Suriye politikasının nasıl bir başarısızlıkla sonuçlandığının ifadesidir. Öyle ki Davutoğlu “Suriye, bizi El Kaide terörü ile baş başa bırakmak istiyor” bile diyecek kadar çaresizlik içindedir.

Daha mizah dolusu ise Davutoğlu’nun şu sözleridir: “Dış politika başarımızı, Beşar Esad’ın kalmasıyla ölçmeye çalışıyorlar.

Esad’a 15 gün süre tanıyan, olmayınca “6 ayda kesin gider” diyen, o da olmayınca bu kez “yılsonu” diyen, Şam’daki Emevi Camisi’nde namaz kılmayı önüne hedef koyan Tanzanya yöneticileri miydi?

2,5 YIL ÖNCE SURİYE’DE EL KAİDE VAR MIYDI?

Bir Bakan, üstelik de en geniş danışmanlar ağına sahip olan bir Bakan, nasıl bu kadar kolay çürütülebilecek sözler söyleyebilir? Yalnızca şu iki sorunun yanıtı bile Davutoğlu’nu utandırmaya yetecektir:

1. Siz 2,5yıl önce Suriye muhalefetini Antalya’da toplamadan ve Şam rejimini açıkça yıkmayı ilan etmeden önce, Suriye’de El Kaide diye bir problem var mıydı?

2. Afganistan’dan Çeçenistan’a, Libya’dan Bosna’ya kadar dünyanın pek çok yerinden Suriye’ye gitmiş olan El Kaide savaşçıları, hangi güzergâhı kullandı?

Bu güzergâh konusunun ileride başlarını yakacağını gayet iyi bilen Davutoğlu, önlem anlamında, artık şu iddiayı da savunmaktadır: “Radikallerin ortaya çıkmasında iki sebep çok etkiliydi. Birincisi, Suriye’deki hapishanelerden mahkûmlar çıkartıldı. İkincisi de, Irak’ta Ebu Gureyb Hapishanesi şüpheli bir şekilde basıldı ve binlerce insan oradan kaçtı. Ebu Gureyb bizim kontrolümüzde mi?”

Peki, Ebu Gureyb Esad’ın kontrolünde mi? Roketatarlar ve 12 bombalı araçla Ebu Gureyb’e baskın düzenleyen intihar eylemcilerinin, 29 Iraklı güvenlik görevlisini öldürmesine ve 500 militanı kaçırmasına Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad ile Irak Başbakanı Nuri El Maliki mi göz yummuştur?

EBU GUREYB’DEN ANTEP’E, ORADAN SURİYE’YE

Davutoğlu zor durumda kaldığı için böyle mesnetsiz konuşabilmektedir. Bakın artık konu perdelenememektedir. En son Amerikan Foreign Policy dergisinin Gazantep’te El Kaide militanlarından Ebu Ömer ile yaptığı söyleşi her şeyi ortaya koymaktadır. Ebu Ömer, 6 hücre arkadaşıyla birlikte o baskında Ebu Gureyb hapishanesinden kaçtıklarını ve Türkiye üzerinden Suriye’ye geçtiklerini söylemektedir!

“Ebu Gureyb bizim kontrolümüzde mi?” diye soran Davutoğlu önce Türkiye’nin Suriye sınırının kimin kontrolünde olduğunu açıklamalıdır!

İSTANBUL BOMBACILARI SURİYE’YE NASIL GEÇTİ?

Hadi Ebu Gureyb’i geçelim. Peki, 15 ve 20 Kasım 2003 tarihinde İstanbul’da intihar eylemleri düzenleyerek 63 kişiyi öldüren, 750 kişiyi yaralan fakat değişik yollarla tamamı serbest kalan Türk El Kaide’si üyeleri nasıl Suriye’ye geçmiştir?

Örneğin bombacıların avukatı Osman Karahan, örneğin bombalı saldırıda kullanılan aracın sahibi Metin Ekici, örneğin bombacı Baki Yiğit nasıl olmuştu da serbest kalıp Suriye’ye savaşmaya gidebilmişti? Hangi sınırdan geçmişti? Kimin kontrolündeki sınırdan geçmişti?

Hadi Ebu Gureyb’i geçelim. Peki Adana’daki El Kaide operasyonunda ele geçirilen Sarin gazı, kimyasal silah yapımında kullanılan ve devlet onaylı temin edilecek maddelerin temin edilmesi de mi Esad’ın kontrolünde?

DENETİM DIŞI VE DE ÇOK DENETİMLİ ÖRGÜT!

Bakın El Kaide CIA’nın kurduğu ve Afganistan’da SSCB’ye karşı kullandığı bir örgüttür. Ancak bu tür örgütler zamanla denetimden çıkar ve bumerang etkisiyle sahibine bile döner.

Türkiye işte bu tehlikeyle artık karşı karşıyadır. Yol verilen El Kaide, talepleri yerine tam olarak gelmediği anda, yol verene anında saldıracak türden bir örgüttür. Somali saldırısı, Reyhanlı saldırısı ders olmalıdır!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
9 Ekim 2013

, ,

Yorum bırakın

DEĞERSİZ GERİ ADIM

Anımsayacağınız gibi AKP hükümeti komşulara düşmanlık politikaları sonucunda bölgede ve hatta dünyada yalnızlaştığında, Başbakanlık danışmanlarından İbrahim Kalın, pozisyonlarını “değerli yalnızlık” diye isimlendirmişti.

İngiliz imparatorluğunun Türkiye’nin durumuna benzemeyen hamlesinden kopyalanan kavram oldukça ses getirmiş, fakat daha ziyade AKP’nin “değerlinin” içine zorla eklemeye çalıştığı ahlak ve erdem gibi kelimelerin yamalı durması nedeniyle dikkat çekmişti.

Neden mi anımsattık şimdi bunları? Geliyoruz…

ÇİÇEK: DIŞ POLİTİKAMIZ BARIŞA DAYALIDIR

Bildiğiniz gibi Aydınlık’ın usta kalemlerinden Rafet Ballı Ortadoğu’da yaptığı çeşitli temaslara dayanarak, AKP’nin geri adım atmaya başlayacağını yazmıştı. Ballı’nın Tahran ve Bağdat temaslarından edindiği bilgilere göre, o adımlar küçük küçük gelmeye de başlamıştı.

TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in Tahran temaslarına ve yaptığı açıklamalara bakılırsa, adımlar büyütülmüş görünüyor. Çiçek, İran Meclis Başkanı Ali Laricani ile yaptığı ortak basın toplantısında “Dış politikamız, bölge ülkelerinde yaşanan tüm sorunların barışçı yollarla ve diyalogla çözümüne dayalıdır” dedi!

Dahası Çiçek, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun yapamadığını yapıp, muhaliflerin dine dayanarak yaptığı insanlık dışı saldırıları “amasız” kınadı!

Kuşkusuz 40 yıldır her sürecin öne çıkan adamı olma özelliğine bakarak, Cemil Çiçek’in sözlerini AKP’nin yukarıda bahsettiğimiz türden bir “geri adımı” değil de, Erdoğan-Gül çatışmasında Gül’den yana konumlanması olarak değerlendirebilirsiniz. Zaman içinde daha net anlaşılacaktır…

EL KAİDE’Yİ KİM BÜYÜTTÜ?

Şimdilik Cemil Çiçek’in sözlerini ve İran temaslarını AKP’nin dış politikadaki geri adımı olarak kabul edelim ve buradan bu geri adımı değersizleştiren Ahmet Davutoğlu’na geçelim…

Davutoğlu, TRT Haber’deki sözlerine bakılırsa teknik direktör tarafından cezalandırılan oyuncu gibi mızmızlanıyor, huysuzluk yapıyor… AKP’nin “geri adımlarını” çıkışlarıyla değersizleştiriyor.

İşte o sözlerin en çarpıcı olanı: “Esad iki sene önce çekilmiş olsaydı Suriye’de El Kaide diye bir yapı olmazdı. Geçen sene çekilseydi çok küçük bir grup olacaktı. Bu sene daha büyük bir grup. Gelecek sene çok daha büyük bir grup olma riski var. Ne kadar gecikirse o kadar risk artıyor. Esad’ın orada kalması Suriye’nin istikrarı için ön şart değil, aksine en büyük handikap haline dönüştü.”

ÖLÜMLERİN ASIL SORUMLUSU KİM?

Bakın bu sözler sadece Türk dış politikasının çapının ne hallere getirildiğinin teyidi değil aynı zamanda AKP kadrolarının istediği olmadığında ne denli devlet ciddiyetinden uzaklaşabileceğini de gösteriyor.

Daha vahimi de Türk devletinin en köklü kurumunun içine düştüğü durumdur:

Demek “Esad geri çekilmedi diye El Kaide’nin Suriye’de varlık gösterdiğini” iddia eden bir Bakan’a, Dışişleri Bakanlığı’nda “Sakın böyle söylemeyin zira El Kaide bizim sınırlarımızdan Suriye’ye girdi ve büyüdü” diyen bir büyükelçi kalmamış!

Demek Davutoğlu’nu aklı başında sözlerle donatacak bir danışman kalmadı ve dönemlerinde Türk El Kaidesi’nin adım adım çeşitli yollarla serbest kalarak Suriye’ye Esad’ı devirmeye gittiğini anımsatmadı.

Kuşkusuz bu uyarıları yapacak kimse kalmadıysa, haliyle “düşmanca dış politikanız olmasa, Suriye’de 110 bin insan ölmezdi” ya da “Esad’ı devirmesi için muhalifleri organize etmeseniz ve sınırları teröre açmasanız, Suriye’de terör bu kadar büyümez ve 110 bin insan ölmezdi” diyecek cesarette bir büyükelçi hiç kalmamıştır!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
25 Eylül 2013

, , , , ,

Yorum bırakın

AKP’NİN SURİYE’DE KESİN YENİLGİSİ

ABD Başkanı Barack Obama’nın “tercihim diplomasi” diyerek “savaşsız çözümün” kapısını zorunlu olarak araladığı saatlerde, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Haber Türk’te “savaşsız çözüme” karşı olduklarını ilan ediyordu. Bu ilan aynı zamanda AKP’nin 2,5 yıllık Suriye’ye düşmanlık politikasının da kesin yenilgisidir.

Bu kesin yenilgi durumu, program boyunca Davutoğlu’nu dayanaksız ve kolayca yalanlanabilecek tezler ortaya atmaya götürdü. Örneğin ABD Başkanı’nın “Suriye’ye müdahale için” Kongre’ye başvurmasını tüm dünya “Obama topu Kongre’ye attı” diyerek yorumlarken, Davutoğlu özetle şu tezi savundu: “Ancak kendisine çok güvenen biri, yetkisi olduğu halde Kongre’ye gidebilirdi.”

İnsan bu sözleri okuyunca, neden dış politikamızın sıfır çektiğini kuşkusuz daha iyi anlıyor.

DAVATOĞLU, DAVUTOĞLU’NU YALANLADI

Davutoğlu son tahlilde “savaşsız çözüm” durumuna da mecbur kalacaklarının işaretlerini verdi. Örneğin Suriye için “savaş çığırtkanı” olmadıklarını iddia etti. Hükümetinin “bir karıncanın bile incinmesini istemeyecek” bir yapıda olduğunu anlattı. Davutoğlu, “uçağımız düşürüldüğünde Suriye’yle savaşalım diye çok provokatif yayınlar yapıldığını ama kendilerinin Suriye’ye savaş açılmasına en başından beri karşı olduklarını” iddia etti. Öyle ki tüm bunları anlatırken hızını alamadı ve “zamanında, ABD Irak’a saldırmadan mesele çözülsün diye çok uğraştıklarını” ileri sürdü!

Kuşkusuz “yalan” kelimesini bile hayretler içinde bırakan bu sözler, yukarıda altını çizdiğimiz “kesin yenilgi” hâlinin yansımalarıydı. Bu hâl, sunucunun “Esad’ın gidişi için bir takvim verebilir misiniz” sorusuna yanıtta da kendini gösterdi. Davutoğlu özetle, “geçmişte de Esad’ın gidişi için bir takvim açıklamadığını, 15 gün süre konusunun çarpıtıldığını, bugün de herhangi bir takvim açıklamayacağını” belirtti!

Davutoğlu’nun bu kadar çabuk çürütülecek bir iddiaya mecbur kalması, önemlidir ve hükümetinin ömrüyle ilgilidir!

KOMŞULARIMIZ SAVAŞA KARŞI

Öte yandan Davutoğlu “savaşsız çözüme” karşı çıkarken, ABD Senatosu da oylamayı ertelediğini ilan ediyordu. Karşı oyların şimdiden 200’ü aştığını belirten gözlemcilere göre ise Temsilciler Meclisi’nde hiç oylamaya başvurulmayabilirdi.

Yani Obama Suriye’ye karşı savaşı göze alamadığı için topu Kongre’ye atıyor, fakat Kongre de bu intihar kararının altına girmek istemeyerek, topu iade ediyordu. İmdada Moskova yetişiyor ve Şam ile Washington arasında arabuluculuğa soyunuyordu!

Peki, ABD’de bunlar yaşanırken ve Davutoğlu “savaşsız çözüme” karşı çıkarken, Türkiye’nin komşuları ne yapıyordu?

İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif ile Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari, ikili görüşmelerinin ardından yaptıkları ortak basın toplantısında, ülkelerinin ABD’nin Suriye’ye müdahalesine karşı olduğunu ilan ediyordu. Cevad Zarif, öncesinde Irak Başbakanı Nuri El Maliki’yle görüşmesinde de aynı taahhüttü alıyordu. Öyle ki bu temaslar, Washington’da “Irak’ı kaybetmenin kesinleşmesi” olarak, Erbil’de ise “Irak için önce İran, sonra ABD” şeklinde yorumlanıyordu.

Mısır’da, Tahrir meydanına toplanan yüzbinler, Nasır posterleriyle ABD’nin Kahire Büyükelçiliğine yürüdü ve Suriye’ye müdahaleye karşı çıktı. Göstericiler hükümetten, ABD Büyükelçiliğini kapatmasını talep etti. Bu arada Mısır Dışişleri Bakanı Nebil Fehmi,  Suriye’ye müdahaleye karşı olduklarını yeniden ilan etti.

Bakın bu gelişmeler, hem Mısır’daki 30 Haziran devriminin anlamını, hem de Erdoğan’ın Mursi’nin arkasından neden ağıt yaktığını ortaya koyuyor. 30 Haziran’dan önce Mursi’nin Mısır’ı Suriye’yle diplomatik ilişkileri keserken ve Suriye’ye cihat ilan ederken, ikinci devrim sonrasının Mısır’ı hem Suriye’yle diplomatik ilişkileri yeniden başlatıyor hem de Suriye’ye dış müdahaleye karşı çıkıyordu!

Diğer yandan Azerbaycan’ın Suriye’ye müdahaleye karşı çıkması, hatta KKTC’nin “ada Suriye’ye saldırıya ev sahipliği yapmayacak” çıkışı yapması, AKP’yi bölgede iyice tecrit ediyordu!

ÇÖZÜM CENEVRE-2’DE

Tüm bunlar ne anlama mı geliyor?

Başbakan Erdoğan iddia ettiği gibi Şam’daki Emevi Camisi’nde namaz kılamayacak. Hatta bir süre sonra Ankara’da da namaz kılamayacak. Erdoğan namazını İstanbul Üsküdar’daki evine yakın camilerde kılabilecek!

Diğer yandan Cenevre-2 Konferansı toplanacak ve dünya Rusya-Çin-İran üçlüsünün çözümüne razı olacak!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
11 Eylül 2013

, , ,

Yorum bırakın

MİT, MOSSAD’IN POSTACISI MI?

Star gazetesi dün “Bölge hareketli, tedbirlerinizi alın” diyerek, MİT’in Mursi’yi “darbeden” önce uyardığını yazdı. Haberi manşet spotundan özetleyelim: “MİT Müsteşarı Fidan darbeden 15 gün önce yaptığı görüşmede Mısır Cumhurbaşkanı Mursi’ye Ankara’nın ‘Bölge hareketleniyor. Dikkatli olun” mesajını iletti. (Star, 23 Ağustos 2013)

Star’a göre Fidan, Başbakan Erdoğan’ın talimatıyla Mursi’ye gitmişti!

Önceki gün de Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Kanal 24’te, Fidan ile Mursi’nin “darbeden” 10-15 gün önce görüştüğünü açıklamıştı.

Bu açıklamalara ve haberlere bakılırsa, Mursi’nin devrileceğini birileri öngörüyordu. Peki, öngören MİT miydi, yoksa bir başka istihbarat örgütü müydü?

“Ne önemi var, önemli olan tespit edilmiş olmasıdır” diyebilirsiniz kuşkusuz… Ama bizce önemi var! Şundan:

PARDO FİDAN’A, FİDAN MURSİ’YE

Birkaç yazımızda anımsattık. İsrail istihbarat örgütü MOSSAD’ın başkanı Tamir Pardo, 11 Haziran’da apar topar İstanbul’a geldi. (Hürriyet, 12 Haziran 2013)

Basına yansıyan haberlere göre Tamir Pardo, Hakan Fidan’la görüşmüştü. Pardo’nun çantasında İran ve Suriye dosyaları ile Gezi eylemleri dosyası vardı!

Bu görüşme ve konuşulan konular hiç yalanlanmadı. Hatta AK-Medya, Başbakan ve kurmaylarının dile getirdiği “Gezi’nin arkasında faiz lobisi var, Yahudi diasporası var” gibi saptırmaları gölgelememek için hiç üzerinde bile durmadı!

Zira üzerinde durulsa, ortaya Pardo’nun kendi ülkesini AKP’ye ispiyonladığı gibi bir saçmalık çıkacaktı!

Her neyse… Sonraki gelişmelere bakılınca, Pardo’nun çantasında bir Mısır dosyası da olduğu anlaşılıyor! Hatta esas dosyanın Mısır olduğunu bile söyleyebiliriz.

Büyük olasılıkla Mursi’nin devrilebileceğine ilişkin istihbarat MOSSAD’ındı. İsrail, Mursi’yi MİT ve AKP üzerinden uyarıyordu.

Fidan-Pardo görüşmesi 11 Haziran’da, Fidan-Mursi görüşmesi de 30 Haziran’dan 15 gün önce gerçekleşti!

İSRAİL ‘DARBENİN’ DEĞİL, MURSİ’NİN ARKASINDA

Elbette şöyle denilebilir: Tamam, MOSSAD MİT’e Mursi’nin devrilebileceği istihbaratını getirmiş olabilir. Ama bu bilgiyi Mısır’a daha alt düzeyde bir kanal götüremez mi? İlle de Hakan Fidan’ın mı götürmesi gerekiyor?

Birincisi, Star’ın haberine bakılırsa Fidan‘ı Erdoğan göndermiş! İkincisi ve daha önemlisi, Fidan’ın tıpkı Erdoğan gibi tek çalıştığı gerçeği… Geçenlerde tüm müsteşar yardımcılarının ilk defa kurum dışından atandığını da özelikle belirtelim.

Tabii şu da söylenebilir: Mursi’nin devrilebileceği istihbaratını MOSSAD MİT’e, MİT de bizzat Mursi’ye iletmiş olabilir, ne var bunda?

Şu var: Erdoğan’ın “Belge elimizde, Mısır darbesinin arkasında İsrail var” sözlerinin uçurulmuş bir balon olduğunu ortaya koyuyor!

İran’a karşı Kürecik’te İsrail’e kalkan olan, Tel Aviv’in OECD üyeliğine ve Akdeniz diyalogu çerçevesinde NATO çalışmalarına katılmasına onay veren, Suriye’yi vurması için İsrail uçaklarına hava sahasını açan AKP, Mısır’da da İsrail’le aynı cephededir!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
24 Ağustos 2013

, , , , , , ,

Yorum bırakın

%d blogcu bunu beğendi: