Posts Tagged Ahmet Hakan

ERDOĞAN’IN İSMİ NEDEN BÜYÜK PATRON?

Ahmet Hakan’a göre Erdoğan “Yolsuzluk yapan bakan oğlu da olsa hapse girer. Bakan falan dinlemem, sonuna kadar üzerine giderim” dese, sorunu en az yarayla atlatır hatta lehine bile çevirir!

Umarız Ahmet Hakan dün Aydınlık’ın attığı “Tayyip’in adı soruşturmada” manşetini görünce, Başbakan’ın neden geri adım atamadığını anlamıştır!

‘EGEMEN’İN BÜYÜK PATRONU’

Erdoğan’ın adının sadece bu tip soruşturmalarda değil, uluslararası mahfillerde ve büyükelçi kriptolarında neden hep patron ya da büyük patron diye geçtiğini düşündünüz mü? Erdoğan şirket mi yönetiyor ki, ona patron diyorlar?

Bakınız Erdoğan’ın önceki gün operasyonun arkasında olmakla suçladığı ABD Büyükelçisi Francis Ricciardone, Egemen Bağış’a yazdığı bir e-postada ne diyordu: “Sevgili Egemen, bu işten uzak durmaya çalıştığın için çok teşekkür ederim. Tüm bunların doğru tarafında olarak, patronu ve ona öncülük edenleri nasıl övdüğümü görebilirsin. Fakat görünen o ki bazı anlayışsız danışmanları yanlış tarafa atlamakta ısrar ediyorlar. Bu gerçekten davayı yürüten karanlık güçlere yapılan bir uyarı atışıdır.”

Bu arada not edelim: Ricciardone’nin Egemen Bağış’a bu mektubu son yolsuzluk operasyonuyla ilgili değil, daha önce AKP sözcüsü Hüseyin Çelik’in kendisiyle ilgili söylediği “haddini bilmeyi öğrenememiş” sözleriyle ilgiliydi.

Ancak Redhack’in yayımladığı bu e-posta, AKP ile Cemaat arasındaki çarpışmayı anlamak açısından bugün de çok anlamlı. Zira e-postanın devamı şöyle: “İsimlerini vermeyeceğim ama onlar tam bir yıl önce Hakan Fidan’ın peşinden gidenlerle aynı kişiler. Bunu anlamıyorlar mı? Eminim büyük patron anlamıştır. Ve açıkça bunlardan bazıları kendini beğenmişçe böbürleniyorlar, taa Washington’dan duyuluyor ki ‘Bizim Hüseyin’ ceplerindeydi.”

RİCCİARDONE’DEN ERDOĞAN’A ‘İFTİRACI’ GÖNDERMESİ

Ricciardone’nin kendi tarafında gördüğü Egemen Bağış’ın adının bugün yolsuzluk operasyonuna karışmasından daha çok, Erdoğan’ın Ricciardone’yi yolsuzluk operasyonunun gerçek sahibi olarak nitelemesi dikkat çekicidir.

Erdoğan Ricciardone’yi kovmakla tehdit etti ve hatta Obama’dan onu geri çekmesini istedi.

Erdoğan’a bu sözleri söyleten ise kendine bağlı basında çıkan bir haberdi. Ricciardone’nin AB Büyükelçilerine verdiği yemekte şunları söylediği iddia edilmişti: “İran’a uyguladığımız ambargoyu Halk Bankası ile kaldırdılar. Bunu engellemek için harekete geçtik. Bugünden sonra İmparatorluğun çöküşünü izleyeceksiniz.”

Ricciardone ise Erdoğan’ın kendisini hedef almasından hemen sonra bir açıklama yaptı ve bu haberlerin “yalan ve iftira” olduğunu söyledi. Açıklamaya bakılırsa aslında sadece haberler değil, Erdoğan’ın bunları meydanlardan söylemesi de yalan ve iftiraydı.

Normal bir ülkede bir Başbakan, bir büyükelçiyle ilgili bu suçlamaları yaptıktan sonra, Dışişleri o büyükelçiyi çağırır ve hesap sorar, hatta kovar!

Peki, ne oldu dersiniz? Ahmet Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanlığı bir açıklama yaptı ve Ricciardone’nin bakanlığa çağrılmasına gerek olmadığını, sözlerinin yeterli olduğunu açıkladı!

Oysa Ricciardone “yalan ve iftira” derken, aynı zamanda Erdoğan’a iftiracı demiş olmuyor muydu? O suçlama ne oldu peki? Ülkenin düşürüldüğü şu duruma bakın!

CIA’NIN DOSYASI, ERDOĞAN’IN KELEPÇESİ

Erdoğan’ın konu ABD olunca ne kadar ileri gidebileceğinin, daha doğrusu gidemeyeceğinin göstergesi Wikileaks’in yayımladığı şu gizli belgede görülmektedir.

ABD’nin Ankara Büyükelçisi Eric Edelman 30 Aralık 2004 tarihli kriptoda şöyle yazmıştı: “İki ayrı kaynaktan edindiğimiz bilgiye göre, Erdoğan’ın İsviçre bankalarında sekiz ayrı hesabı var.”

İşte CIA’nın elindeki bu dosya, Erdoğan’ın kelepçesidir!

Bitirirken belirtelim, bu arada Amerikalı istihbaratçılar, CIA için “şirket” derler!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
23 Aralık 2013

, ,

Yorum bırakın

ANGA, SONER VE BARIŞ’A DA ARKADAŞ OLACAK MI?

Ahmet Şık ve Nedim Şener’in tahliyelerini “tüm” meslektaşları gibi sevinçle karşıladık. Aydınlık okuru olarak haliyle daha ilk cümleye takıldınız, biliyorum… Sait Çakır ve Coşkun Musluk’un ismini niye es geçtiğimi sorguladınız… Haklısınız.

Ancak ben değil “Ahmet ve Nedim’in gazeteci arkadaşları” yani ANGA es geçti! Önceki akşam dört değil, iki tahliye ve sadece kendi tahliyeleri var gibi davrandılar.

Kuşkusuz içlerinde Ahmet Hakan gibi, Ece Temelkuran gibi, Ahmet ve Nedim’den sonra sıranın diğerlerine de gelmesini isteyenler ve bunu dile getirenler vardı. Lafımız, bu duyarlılığı göstermeyenlere…

ANGA’YI ASIL YARIN GÖRECEĞİZ

Ahmet ve Nedim’in gazeteci arkadaşları”, takdir edelim ki, çok uğraştılar, konuyu hep kamuoyunun gündeminde tuttular. Ergenekon’dan tutuklanan diğer bazı meslek gruplarının gösterdiği dayanışmaya fark attılar. Örneğin askerlerin askerlere desteğine göre çok daha başarılı oldular. Elbette gazeteci olmalarının da avantajlarını kullandılar.

Ancak, bize göre “Ahmet ve Nedim’in gazeteci arkadaşları”nın asıl sorumluluğu şimdi başlıyor.

Bakalım “Ahmet ve Nedim’in gazeteci arkadaşları”, Hikmet ve Deniz’in, ya da Soner ve Barış’ın, hiç değilse Mustafa ve Tuncay’ın arkadaşları da olabilecekler mi?

AKP’NİN RAHATSIZLIĞI

Umarız olurlar. Ancak ilk görüntüler olmayacaklarına işaret ediyor.

Ahmet ve Nedim’in tahliyesini “zaten suçsuzlardı” diye alkışlayan gazeteci arkadaşları, biraz da “geride kalanların asıl suçlu olduğunu” söylemeye getiriyorlar…

Ahmet ve Nedim’in tahliyesini “Türkiye uçurumdan döndü” diye yorumlayanlar, biraz da içeride kalanların Türkiye’yi ilgilendirmediğini dile getirmiş oluyorlar!

Ahmet ve Nedim’in tahliyesini “doğruda direnenler kazandı” diye yorumlayanlar, biraz da içeride kalanların yanlışta direndiğini dile getirmiş oluyorlar!

Ancak bu kirli dokundurmaları yaparken, mecburen, Ahmet ve Nedim’in tutuklu olmasından AKP’nin de rahatsız olduğunu belirtip, asıl gerçeği ortaya koyuyorlar!

AKP – CEMAAT ÇATIŞMASININ YANSIMALARI

Ahmet ve Nedim’in gazeteci arkadaşları” kadar, Ahmet ve Nedim’in avukatları da şaşkınlar. Haklı olarak “bir önceki duruşmaya göre hukuken ne değişti ki, dün değil de bugün tahliye edildiler” diye soruyorlar…

Nedim Şener’in önceki duruşmalarda sık sık “Gülen cemaati ile bir sorununun olmadığını” söylemesine ek olarak, son duruşmada üye hâkimin “Gülen hakkında kitap yazıp yazmadığı sorusuna” verdiği şu yanıt anlamlı elbette: “Ben Gülen cemaati uzmanı değilim. Kitabımda bu kişiler hakkında ‘tarikat’ adını bile kullanmam. Kendime nasıl ‘terör örgütü üyesi’ denmesinden rahatsızlık duyuyorsam, cemaat diye de yazmam.”

Ancak Nedim Şener’in tersine, Ahmet Şık’ın tahliyeden sonraki ilk sözleri hedefe yönelikti: “Bu komployu kuran, yürüten polisler, savcı ve hâkimler bu cezaevine girecek, burada ben ant içiyorum hepinizin önünde. Onlar buraya girdiğinde bu ülkeye adalet gelecek. O cemaat bağlantılı, çete bağlantılı adamlar buraya girecek.”

Gerçi Ahmet Şık’ın AKP’yi, sadece “bu çeteye cevaz verdiği için, sesini çıkarmadığı için” sorumlu ilan etmesi anlamlı bir eksiklikti, altını çizelim!

ANGA, DAVAYI İZLEYECEK Mİ?

Evet, önceki gün, Odatv davasının sanıklarından, arkadaşları olan Ahmet Şık ve Nedim Şener ile Sait Çakır ve Coşkun Musluk tahliye oldu. Geride kalanlar için duruşma, 3 ay sonraya, 18 Haziran gününe ertelendi.

Bakalım, 18 Haziran günü, o duruşmayı “Ahmet ve Nedim’in gazeteci arkadaşları” da izleyecek mi?

GAZETELER İŞ VERECEK Mİ?

Unutmadan…

Hâkim Ahmet ve Nedim’i tahliye ederken “sakın kanal kanal gezmeyin” uyarısı yaptı. Bakalım Hâkim’in uyarısına Ahmet ve Nedim mi, yoksa o kanallar mı uyacak?

Ve bakalım eski gazeteleri ve kanalları Ahmet ve Nedim’e çalışmaları için kucak açacak mı?

Gazetemizin Genel Yayın Yönetmeni Serhan Bolluk’la konuştum dün. İşsiz kalırlarsa şayet, Ahmet ve Nedim kardeşimize kapımız sonuna kadar açıktır!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
14 Mart 2012

, , , , , , ,

Yorum bırakın

AHMET HAKAN’A YANIT

Hürriyet yazarı Ahmet Hakan, “Kin Jong-İl’e ağlayanlara” şaşırmasıyla ilgili yanıtımıza, beş soru yöneltmiş.

Hakan, “Kore diktatörünü öven Aydınlıkçıya sorular” başlığı altında diyor ki:

“Lidere tapmanın neresi bilimsel sosyalizme girer? Liderin ölümünün ardından kendilerini yerden yere vuran insanların durumunda patalojik bir taraf yok mudur? Komünizmin hangi kitabında liderliğin babadan oğla geçtiği yazılıdır? Kuzey Kore hakkında yalanlar uyduruluyorsa bu yalanlar neden yalancıların yüzlerine vurulamıyor? Kuzey Kore bir ‘yeryüzü cenneti’ ise neden kapılar açılıp da o cennetin tüm yeryüzüne örnek olması sağlanmıyor?” (Hürriyet, 22 Aralık 2011)

Ahmet Hakan’a konuyu derinleştirmemizi sağlayan soruları nedeniyle teşekkür ediyoruz.

Yanıtlamaya başlayalım:

TOPLUMLARIN LİDER SORUNU

Birincisi, bilimsel sosyalizmde lidere tapma diye bir şey yoktur. Ama Asya toplumlarında lidere, öndere büyük saygı vardır.

İkincisi, kendini yerden yere vuran insanların ruh halini analiz edebilmek beni aşar. Ancak Asya toplumlarında, öndere saygının devamı olarak, önderin ölümüne derin ve büyük üzüntü vardır.

BUSH’TAN BUSH’A BAŞKANLIK

Üçüncüsü, komünizmin hiçbir kitabında liderliğin babadan oğla geçtiği yazmaz. Yine ağırlıklı olarak Doğu’ya özgü ama aşılması gereken bir kültürdür bu. Sosyalizmle ilgisi yoktur.

Benzer durumlar bizde de mevcuttur. Bülent Ecevit’in partiyi Rahşan hanıma devretmesi ya da Necmettin Erbakan’ın koltuğuna Fatih Erbakan’ı hazırlaması gibi…

Yanlıştır ama vardır maalesef.

Ağırlıklı olarak Doğu’da dedik ama bu sorun aslında Batı’da da mevcuttur. ABD Başkanlığı’nın baba Bush’tan, oğul Bush’a geçmesi gibi…

Kapitalizmin 500 yıldır çözemediği bu sorunu, 100 yıllık sosyalizmin ya da 50 yıllık Kore DHC’nin çözmesi kolay olmuyor elbette…

Ancak meseleye şöyle bakmakta yarar var: Bu sorun Ahmet Hakan’ın ya da Mehmet Ali Güller’in sorunu değil, Kore halkının sorunudur. Ve Kore halkı gibi, ağır dış güç baskısı altındaki toplumlarda, birlik ve bütünlüğü sağlama kararlılığının devamı için şimdilik böylesi yöntemler izlenmektedir.

KORE KAPISINI ABD KAPATTI

Dördüncüsü, Kuzey Kore hakkında uydurulan yalanların yüzlere vurulamaması sorunu bütün dünyanın sorunudur. Sorun, ABD’nin Irak’a saldırabilmesine zemin oluştursun diye İskandinavya’da petrole bulanmış kuş görüntüsünü sanki Körfez’deymiş gibi sunmasını yutan bir dünyanın sorunudur. Bunu gazetelerine manşet yapanların sorunudur.

Sorun, elindeki karbonat tozunu kimyasal silah diye sunan ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’a inananların ve bunu sayfalarında ilan edenlerin sorunudur.

Beşincisi… Elbette Kore’de her şey güllük gülistanlık değildir. Dünya kapitalist sisteminin ve ABD emperyalizminin ağır baskısı ve ambargosu altındaki Kore’de, her şeyin olağan olması da zaten mümkün değildir.

Ama Kore’nin kapılarını dünyaya kapattığı da doğru değildir. Tersine, ABD hegemonyasındaki ülkeler grubu, Kore’ye kapılarını kapatmış ve onu ambargo altında tutmuştur.

Dileyenler Kore DHC’ye gidebilirler. Avrasya Seçeneği Konferansı için geçmişte Türkiye’ye gelen Kore İşçi Partisi yetkililerin de bize belirttiği gibi, Kore dünyaya açıktır. Tersine Batı dünyası Kore’ye kapanmıştır.

KİM JONG-İL İLE VACLAV HAVEL FARKI

Eş zamanlı hayatını kaybeden Kim Jong-İl ile Çek lider Vaclav Havel, Zaman gazetesi başta olmak üzere pek çok yerde kıyaslanıyor. Kim Jong-İl’in beter bir diktatör olduğunu öne sürüp, Vaclav Havel’in nasıl dünya harikası bir demokrat olduğuna övgüler diziyorlar…

Yanıtımız kısa: Kim Jong-İl, ABD’nin yıkmaya çalıştığı ülkesini, tüm zorluklara rağmen birlik ve bütünlük içinde tutabildi. Ancak Havel, ülkesi Çekoslavakya’yı ikiye böldü!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
23 Aralık 2011 

, ,

1 Yorum

KİM JONG-İL DİKTATÖR DEĞİLDİ

Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti DHC lideri Kim Jong-İl’in ölümü borsaları düşürmüş. BBC’nin haberine göre, Japonya, Avustralya, Singapur, Çin, Hindistan ve Tayvan borsası gerilemiş.

En büyük düşüş ise yüzde 3,43’le Güney Kore borsasında yaşanmış. Güney Kore’nin parası da yüzde 1,6 değer kaybetmiş.

Sadece Asya borsaları değil, Avrupa borsaları da gerilemiş. Dünya borsaları bu kadar etkilendiğine göre Kore DHC, yazıldığı kadar izole bir ülke değilmiş!

AHMET HAKAN FELEĞİNİ ŞAŞIRDI

İşin ilginci, Kore DHC liderinin ölmesi, önceki gün sosyal medyanın da bir numaralı gündemiydi. Gazetelerin köşe yazarları, yorum üzerine yorum paylaştılar.

Ahmet Hakan, kendi yorumunu dün Hürriyet’te de sürdürdü. Kim Jong-İl’i “azılı bir ceberut, süper bir zorba ve acımasız bir diktatör” diye, Kore DHC’yi de “bir kâbus ülkesi” diye niteleyen Hakan,  ölüm haberi karşısında Kore ahalisinin görüntülerini izleyince “feleğini şaşırmış.”

Ahmet Hakan, görüntüleri şöyle özetlemiş: “Ahali, diktatörün ölümü üzerine öyle bir ağlıyor ki, anasını babasını kaybeden bir insan evladı öyle ağlamaz. (…) Koskoca ülkeden hıçkırık sesleri yükseliyor. O derece yani.”

Görüntüleri analiz etmeye çalışan Hakan, işin içinden çıkamamış. Halkın numara yapmadığını, gerçekten üzüldüğünü belirtmiş ama bir “diktatörün” bu kadar sevilemeyeceğini belirtip, işi psikiyatrlara havale etmiş.

Keşke, soruna bir de başka açıdan bakabilmeyi becerebilseydi ve şu soruyu sorsaydı kendine: “Yoksa Kim Jong-İl, Batı’nın iddia ettiği gibi, aslında diktatör değil mi?” Eminim insani bir rahatlama yaşardı!

Bugün Kemalizm’e saldıranlar, Atatürk’ü diktatör ilan edenler de, bir milletin ona nasıl gözyaşı döktüğünü anlayamıyorlar hâlâ.

ATATÜRK KORKUSU

Atatürk’e de diktatör diyorlar, çünkü Kemalizm’den hâlâ korkuyorlar.

Sabah’tan Emre Aköz, bu korkuyu şöyle ifade etmiş: “1938 Dersim katliamının ‘askeri harekât’ sorumlusu olan Korg. Abdullah Alpdoğan’ın adını taşıyan sokak, Tunceli’nin Hozat İlçesi Belediye Meclisi’nin aldığı kararla Özgürlük Sokağı olmuş. Hozat’tan şehre inen vatandaşlarımız ise Alpdoğan’a harekâtın emirlerini veren Mareşal Fevzi Çakmak’ın adını taşıyan caddeyle karşılaşacak. En yüksek düzeydeki siyasi sorumlunun adı ise zaten dağa taşa yazılmış durumda. Kemalizm’i silmek kolay mı sanıyorsunuz?

Bu öyle bir korku ki, Atatürk’ün muhafız ve tören taburunun 91 yıl sonra TBMM’den çıkarılmasını selamlayan Emre Aköz, Anıtkabir Komutanlığı’nın da lağvedilmesini istemiş!

Neymiş, Anıtkabir’de asker bulunması da “vesayet rejimi” görüntüsüymüş!

Asker dediysek, Kore DHC askerinden, Çin askerinden, Türk askerinden rahatsızlık onlarınki…

FRANSIZ GENERALİ ÖNÜNDE…

Örneğin, hafta sonu, Fransa’nın Yaşar Kemal’e verdiği ödülün takdim törenindeydiler sıra sıra: Mehmet Barlas’tan Derya Sazak’a, Hasan Cemal’den Mehmet Ali Birand’a, Oral Çalışlar’dan İsmet Berkan’a… Askeri vesayete karşı mücadelenin neferleri olan bu meslektaşlarımız, Fransız generalinin karşısında, hiç rahatsız olmadan sıraya geçebilmişler. Nasıl mı?

Fransa, Yaşar Kemal’e 1983 yılında verdiği “Legion d’Honneur” yani “onur lejyonu – komutan” rütbesinin bir üstü olan “Grand Officier” yani “büyük komutan” nişanını da verme kararı almış. Paris, nişanı vermek üzere, törene, Legion d’Honneur Grand Şansölyesi Orgeneral Jean-Louis Georgelin’i göndermiş.

General de, haliyle askeri üniformasıyla nişanı takmış. Anıtkabir’de atasını bekleyen Türk askerine bile tahammül edemeyen bizimkiler ise “Fransa’da sivil yok mu?” diye sormayıp, Fransız askerin usta edebiyatçımıza nişan takmasını alkışlamışlar!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
21 Aralık 2011 

, , , , ,

1 Yorum

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın