Posts Tagged Yolsuzluk operasyonu
YOLSUZLUK BAŞKA, KUMPAS BAŞKA
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 07/01/2014
Arkasında Cemaat var diye yolsuzluk operasyonuna dudak bükülebilir mi? AKP’yi aklar diye “TSK’ye kumpas kurulduğu” gerçeğine göz yumulabilir mi?
Kuşkusuz gelişmelerin hepsi birbiriyle bağlantılı: AKP-Cemaat çatışması, yolsuzluk operasyonu, TSK’ye kumpas itirafı, yeniden yargılama girişimi vs.
Tamam, AKP-Cemaat çatışması olduğu için 17 Aralık’ta bir yolsuzluk operasyonu yapıldı ama Cemaatin varlığı, yolsuzluk operasyonuna arkamızı dönmemizi gerektirmiyor.
Tamam, Erdoğan ağır saldırı altında olduğu ve karşı cepheyi daraltmak istediği için “yeniden yargılamaya” sıcak bakıyor ama bu durum onun “TSK’ye kumpas” içinde yer aldığı gerçeğine sırtımızı dönmemizi gerektirmiyor.
Birbiriyle bağlantılı meseleleri, birbirinden ayırarak çözeceğiz!
KUMPAS, AKP’Yİ AKLATMAZ!
Sol ve Cumhuriyet’in dünkü manşetleri nedeniyle bu ayrıma dikkat çekme gereğini duyduk. Her iki gazete de Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun girişimiyle başlayan “yeniden yargılama” konusunu, AKP’nin yolsuzluğu unutturma ve aklanmaya çalışma girişimi olarak niteliyor. İki gazetenin yer verdiği görüşler şöyle:
Örneğin İstanbul Baro başkanı Ümit Kocasakal “Hükümete destek verilmemeli, meşrulaştırılmamalı” diyor. Örneğin Yargıç Nuh Hüseyin Köse “Hükümet kendi pisliğini bizim elimizle temizlemeye çalışıyor” diyor. CHP’li Rıza Türmen ise ortada bir tuzak olduğunu iddia etmiş: “‘Sahte delil üretenler aynısını yolsuzluk soruşturmasında yapıyor’ algısı yaratacaklar, ‘haklılığımız ortaya çıktı’ diyecekler. Bu tuzağa karşı dikkatli olunmalı.”
KUMPAS DA VAR, YOLSUZLUK DA
Cemaatin TSK’ye kumpas kurduğunu AKP itiraf etmiştir ama bu, AKP’nin de kumpasın parçası olduğu gerçeğini değiştirmez. Çünkü her şey bir yana, Erdoğan “ben bu davanın savcısıyım” demiştir, Özel Yetkili Mahkeme kurmuştur. Ergenekon tertibinde Erdoğan’ın Gülen’e, Gülen’in de Erdoğan’a topu atmaya çalışması, ikisini de aklamaz; tersine ABD’nin enstrümanları olarak birlikte rol aldıklarını ortaya koyar.
F tipi örgütün Ergenekon tertibinde sahte belge üretmesi, yolsuzluk operasyonunu gölgelemez. Çünkü Ergenekon sanıkları sahte CD’leri reddetmiş, ama yolsuzluk operasyonu sanıkları ayakkabı kutularına, para sayma makinelerine, kasalara ve paralara sahip çıkmıştır! Cemaatin varlığı yolsuzluğu şaibeli yapmaz, çünkü kamuoyu yolsuzluk olduğunu 17 Aralık’tan önce üstü örtülen Deniz Feneri davasından ve İsviçre’deki 8 hesaptan bilmektedir!
Ergenekon davasında AKP topu Cemaate, Cemaat de topu AKP’ye atıyorsa, bu ikisinin yapılanın “kumpas” olduğunu bildiklerini gösterir. Tayyip Erdoğan’ın bugün kumpastan bahsetmesi, kendisini aklamaz.
ÇATIŞMADAN YARARLANMAK
Açık söyleyelim: Arkasında Cemaat var diye yolsuzluk operasyonuna dudak bükmek ne kadar mantıklıysa, AKP’yi aklar diye “TSK’ye kumpas kurulduğunu” görmemek de o kadar mantıklıdır!
Mesele sistemin çöktüğünü, rejimin kokuştuğunu ve Küçük Amerika sürecinin yıkıldığını görebilmektir. Mesele ABD zayıfladığı için bağlı uydularının da merkezkaç eğilimi gösterdiğini ve birbiriyle çatıştığını saptayabilmektir. Mesele Gladyo’nun iç çarpışma yaşadığını anlayabilmektir. Bölgede ABD, Türkiye’de de AKP ile Cemaat yenilmektedir!
Bu gerçekler saptandıktan sonra, aralarındaki çelişmelerden yararlanmamak öncelikle siyasi intihardır ama daha vahimi, aptallıktır!
Bu çatışmadan yararlanıp kumpası da ortaya çıkaracağız, Silivri’yi de boşaltacağız, yolsuzluklarını da halka gösterip, iktidarlarını alaşağı edeceğiz!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
7 Ocak 2013
PKK YOLSUZLUK OPERASYONUNA NASIL BAKIYOR?
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 29/12/2013
Yolsuzluk operasyonu sonrası gelişmelere bakıldığında görülecektir ki, Erdoğan’ın en sıkı müttefiki Öcalan ve PKK’dir!
Nitekim BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş meseleye nasıl baktıklarını açıkça ortaya koydu: “Yolsuzluk operasyonu çözüm sürecini bozar.” (Vatan, Hüseyin Yayman, 26 Aralık 2013)
Zaten BDP’ye göre sadece yolsuzluk operasyonunu değil, AKP aleyhine olan her şey çözüm sürecini bozacaktır. Haklılardır!
Zira AKP ile PKK’nin “çözüm süreci” dediği süreç, Türkiye’nin çözülmesi sürecidir ve Erdoğan ve AKP yıkılırsa, çözülme duracaktır!
O nedenle PKK sadece yolsuzluk operasyonu ile sallanan hükümete destek olmuyor, ona yol bile gösteriyor. Örneğin PKK’nin iki numaralı ismi Cemil Bayık, AKP’nin yolsuzluk operasyonundan kurtulmasının tek yolunun Kürt sorununu çözmesinden geçtiğini açıkladı. (Hürriyet, 20 Aralık 2013)
OSLO’DAKİ AYRIŞMA
Gelin bir saptama yaparak durumu netleştirelim: Aslında AKP, PKK ve Cemaat Oslo sürecine kadar ortaktı! Gladyo’nun bu üç bileşeni de Büyük Kürdistan planına uygun hareket ediyordu. Oslo’da ortaklık bozuldu. Cemaat ile AKP-PKK ayrı düştüler.
Ortaklığın bozulmasının nedeni Cemaatin ABD’nin Büyük Kürdistan planından ayrılması değildi kuşkusuz…
Oslo süreci, Cemaatin Güneydoğu’yu tamamen PKK’ye bırakması yönünde geliştiği için ayrışma yaşandı. Cemaat uzun zamandır Güneydoğu’ya yatırım yapıyordu ve bölgede “Saidi Nursicilik’in ve Gülenizm’in” egemen olmasını istiyordu.
İşte bu ayrışmayla birlikte Oslo mutabakatı satır satır sızdırıldı. Peki, kim sızdırmıştı? Cemaat PKK’yi, PKK de Cemaati suçladı hep.
Kimin sızdırdığı artık daha da somuttur.
PKK’NİN AKP’YE GEZİ’DE VERDİĞİ DESTEK
Oslo’daki bu ayrışma sonrasında AKP ile PKK birbirine daha da sıkı sarıldı. Zaten ikisi de Cumhuriyet’in çözülmesini arzulama açısından birbiriyle yarışır durumdaydı.
AKP ile PKK’nin birbirine yapışması, bir siyasi ittifakın ötesinde bir durumdu. Örneğin Öcalan, MİT Müsteşarı Hakan Fidan üzerinden Erdoğan’a yönelecek bir tehlikeye karşı kendisini kalkan yapabiliyordu: “Süreci esastan bozan güç kim diye baktım. Savcının 7 Şubat MİT’e darbesi. Ben bir darbeyi sezdim. Cezaevi müdürüne ‘MİT Müsteşarı Hakan Bey’i yalnız bırakmamak gerekir’ dedim. Sözlü, yazılı iletişime geçtim, 5 ay önce tekrar kanal açıldı, diyalog başladı.” (Milliyet, 28 Şubat 2013)
Öcalan, Paris’te 3 PKK’li kadının öldürülmesini de “7 Şubat darbesi devam ediyor” diyerek değerlendirdi, Haziran Halk Hareketini de “7 Şubat’ın devamı” şeklinde yorumladı.
Dahası, Haziran Halk Hareketi’nin Erdoğan’ı yıkabileceği görüldüğü anda, AKP’ye can simidi attı. “Taksim’i ulusalcılara bırakmayın” diyerek örgütüne hedef gösterdi.
Çünkü BDP ilk günden itibaren Gezi eylemlerini tıpkı AKP gibi, bir darbe girişimi olarak okumuş ve daha 1 Haziran’da BDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken, parti olarak eylemlerde yer almayacaklarını ilan etmişti. Öyle ki, Başbakan Vekili olan Bülent Arınç, kendisine canlı yayında teşekkür etmişti.
GLADYO PARÇALANIYOR, ÇÖZÜLME SÜRECİ SONA ERİYOR
Özetle Erdoğan ile Öcalan, AKP ile PKK birbirine herkesten çok muhtaçtır. Birinin olmaması, diğerinin Türkiye’ye dair planı uygulayamamasına yol açar.
BDP’nin normal zamanlarda “muhalefet” yapması fakat en kritik zamanlarda AKP’ye destek çıkması, bundandır.
PKK de bilmektedir ki, çözüm süreci denilen çözülme süreci, en iyi Erdoğan’la uygulanır. İmralı ve Kandil o nedenle “Erdoğan’sız AKP” projelerine de karşı çıkmaktadır.
Ancak Türkiye artık yeni bir rotaya girmiştir ve o rotada Galdyo’nun üç çocuğu olan AKP, PKK ve Cemaat yoktur. Dolayısıyla yeni rotada çözülme değil, birleşme yaşanacaktır.
AKP ile PKK ortaklığının milletimizi ayrıştırdığı süreç, Gladyo parçalanırken, sona ermektedir!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
29 Aralık 2013
MURSİ KORKUSU MÜBAREK’E YARAR
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 28/12/2013
Yolsuzluk operasyonu üzerinden yaşanan iktidar mücadelesi oldukça karışık bir süreç… Hele de tarafları Türkiye’nin milli cephesi ve iç çarpışma yaşayan Gladyo cephesi diye sınıflandıramadıysanız, durum iyice karışacaktır.
Çünkü o zaman geriye sadece kavga eden Tayyip Erdoğan ile Fethullah Gülen kalır! Yakınlık durumuna göre de birinin arkasına Amerika’yı takar ve siyasi yöneliminize uygun olarak ikisinden birini hedef alırsınız. Hatta bu durumu Mısır’la karşılaştırırsak, iş, Mursi gelir endişesiyle Mübarek’i desteklemeye kadar varır!
Nitekim basında yavaş yavaş bu görüşler belirmeye başladı. Asıl tehlikenin Cemaat olduğuna dikkat çekip, AKP’yi tahkim edecek bir çizginin izlenmesi gerektiğini savunan yazılarla karşılaşıyoruz.
ANA HEDEF İRAN DEĞİL!
Olayı “Fethullah Gülen’in arkasında ABD var, Erdoğan’a operasyon yapıyorlar” diye koyduğunuz anda kaçınılmaz olarak yanlış sonuçlar çıkarırsınız.
Nesnel tablo şöyledir: ABD’nin etkili olan kanadıyla AKP bir tarafta, ABD’nin daha az etkili kanadı, İsrail ve Gülen Cemaati ise diğer taraftadır.
Yani ABD devlet aygıtı da bölünmüştür, Türkiye’deki Gladyo da…
Üstelik bu kez ABD, mutlak belirleyen de değildir!
Bu tabloyu görmediğiniz anda sanki tüm olan biten İran içinmiş gibi bir algı oluşur. Operasyonun ana hedefi İran sanılır.
Emperyalizm, sırf İran’ı cezalandırabilmek için Türkiye’deki iktidar yapısını darmadağın edecek kadar akılsız değildir. Hedef Türkiye’dir, İran değil!
Üstelik Halk Bankası üzerinden yapılan İran alışverişi ABD’nin uzun yıllardır bilgisi ve hatta teşviki dâhilindedir. Washington yanlış ellerde olacak bir paranın böylece kontrol edilebileceğini düşünmüştür hep. Dahası Washington 24 Kasım’da İran’la anlaşmış ve Tahran’a yönelik ambargoyu gevşetme kararı almıştır. Hatta şu anda da Tahran ile Afganistan konusunu müzakere etmektedir.
ERDOĞAN’I TAHKİM ETME SORUNU
Erdoğan’ın siyasi başdanışmanı Yalçın Akdoğan’ın “Orduya kumpası Cemaat kurdu” sözleri, daha önce bu köşede belirttiğimiz gibi çaresizlik içindeki AKP’nin aynı zamanda TSK’ye ittifak çağrısıdır. Ama tuzaktır!
Nitekim gerçeği gizleyemeyenler, üstelik bu siyasi çağrıya rağmen, “Ergenekon’u yıktığımız gibi Cemaati de yıkacağız” demektedir. Hatta Ergenekon ile Cemaatin ABD’nin iki ayrı kolu olduğunu iddia etmektedirler.
Ergenekon tertiplerinde Cemaatin daha sorumlu olduğunu belirterek bu çağrıya kulak vermek, görülmeye başladığı gibi Erdoğan’ı tahkim edecek bir duruşu getirir.
Bu duruş AKP karşıtı çevrelerde hâkim olmaya başlarsa 2007’deki hata yapılır. AKP’nin yıkıldığına inanılır, ABD’nin CHP-MHP koalisyonu kurduğu varsayılarak AKP’ye değil, bu sanal koalisyona vurulur!
Sonuç? Erdoğan, Cemaatin savcısına özel yetkili mahkeme kurarak İşçi Partisi’ne ve TSK’ye çok ağır bir operasyon yapmıştır!
HELE BİR ERDOĞAN YIKILSIN!
Aynı hata tekrarlanmamalıdır. Zira Erdoğan bu sefer de yıkılmazsa, Ergenekon tertiplerini aratacak operasyonlara imza atacaktır!
O nedenle Mursi gelir endişesi taşımadan Mübarek’e yüklenmeye devam edilmelidir.
Önce Erdoğan yıkılmalıdır! Yerini kimin dolduracağı yarının sorunudur. Kuşkusuz bugünden yarının sorunu için hazırlık yapılmalıdır ama yerini daha kötüsü doldurabilir diyerek Erdoğan’a asla yardım eli uzatılmamalıdır.
Mübarek yıkıldığında en örgütlü yapı İhvan olduğu için bir yıllığına iktidarı devrim cephesinin elinden çalabilmiştir ama Türkiye bu konuda daha avantajlıdır.
Milli bir güç birliği ile bu süreç, “ara rejimsiz” atlatılır. Haziran ruhuna ve Aslanlı Yol programına güveniyoruz.
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
28 Aralık 2013
AKP DEĞİL KÜÇÜK AMERİKA YIKILIYOR
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 27/12/2013
Son istifaların ortaya koyduğu en önemli gerçek, 6 aydır iktidarını kaybetmiş olan Erdoğan’ın artık adım adım hükümetini de kaybettiği gerçeğidir.
Kuşkusuz bu durum sadece Türkiye’yi değil, Suriye’den başlayarak tüm bölgeyi etkileyecek bir gelişmedir.
ERDOĞAN GİDİYOR, BÖLGE RAHATLIYOR
Örneğin Suriye, kendisine karşı yarı açık savaş sürdüren, sınırlarını terör örgütlerine açan bir rejimden kurtulacaktır.
Örneğin İran, kendisini müzakere masasında tutmakla görevlendirilen, bir Sünni ittifakıyla bölgede Batı adına kendisini çevrelemeye çalışan bir rejimden kurtulacaktır.
Örneğin Irak, kuzeyindeki özerk bölgeyi kendisine karşı kullanan ve oraya dayanarak genişleme hayali kuran bir rejimden kurtulacaktır.
Örneğin Mısır, önceki gün terör örgütü ilan ettiği Müslüman Kardeşlerin Türkiye ayağı saydığı Tayyip Erdoğan rejiminden ve Ankara’nın Kahire’yi karıştıran müdahalelerinden kurtulmuş olacaktır.
MAFYA-GLADYO-TARİKAT REJİMİ
Dikkat ediniz, dört ülkenin de kurtulacağı şeyi, bir hükümet olarak değil, bir rejim olarak niteledik!
Burası önemlidir ve Erdoğan hükümetinin yıkılmasının bölgeyi de aşan bir etkiye yol açacağını göstermektedir. Şöyle ki, 11 yıllık AKP iktidarı ile oluşturulan rejim, aslında 60 yıllık Küçük Amerika sürecinin zirvesiydi. Son 11 yılda ABD AKP ile Türkiye’yi fiilen yıktı ve yerine Küçük Amerika’yı kurdu.
Küçük Amerika bir Mafya-Gladyo-Tarikat rejimiydi ve Ankara’yı Washington’a bağlı Gladyo yönetiyordu.
Ekonomisi 24 Ocak 1980 kararlarından bu yana serbest piyasa ekonomisine eklemlenmiş ve tüm kârlı kamu kurumları satılmıştı.
Rejimin ideolojisi SSCB yıkılana kadar Türk-İslam senteziydi. SSCB’den sonra küreselleşme atağı başlatan ABD için ideolojinin Türk boyutuna gerek kalmadı; sadece İslam kaldı. Kendisini en iyi Refahyol iktidarı ile cisimlendiren bu ideoloji, Amerikan İslamı’ydı. 11 Eylül’den sonra ise ABD’nin BOP hedefi gereği Ilımlı İslam’dı.
Rejim, MİT-Emniyet-Yargı üçgeni üzerinden ülkeyi biçimlendiriyordu. ABD’nin Irak işgallerine destek vermeyen TSK Pentagon’a göre hizadan çıkmıştı ve sadece yeniden hizaya sokulması artık yeterli değildi. TSK’ye diz çöktürülmeli ve Küçük Amerika’nın boru bekçisi ve en iyi ihraç malı olmalıydı.
MÜBAREK GİDİYOR, MURSİ GELMİYOR!
İşte Erdoğan’ın önce iktidarını, şimdi de adım adım hükümetini kaybetmeye başlaması, en başta yukarıda özetlediğimiz bu Amerikan rejiminin yıkılması demektir.
Erdoğan ABD’nin model ortağıdır; İran’ı masada tutan kolaylaştırıcıdır, Suriye’de sopadır, Irak’ta kuzeyden bölendir, Mısır’da iktidar aygıtına eklemlenendir, Libya’da lojistiktir, Afganistan’da kalkandır, Somali’de paratonerdir.
Tüm bunları yapabilmesi için de Ortadoğu’ya Ilımlı İslamcı, tabanına Yeni Osmanlıcı, AB’ye muhafazakâr demokrat olmuştur.
İşte artık bu sistem yıkılmaktadır!
Yıkan ise ABD ve Cemaat değil, Haziran Ayaklanması’dır, Aslanlı Yol’dur!
ABD şimdi Mısır’da yaptığı gibi Mübarek’i verip rejimi kurtarmaya çalışacaktır. Türkiye’ye yön veren dinamikler, Mursi (Cemaat ve Gül) gelir endişesi taşımadan Mübarek’e yüklenmeye devam etmelidir. Zira hem Mursi’nin gelmesi zordur hem de Mısır’da görüldüğü gibi gelişiyle gidişi bir olacaktır!
Zira rejim iyi analiz edildiğinde görülecektir ki, AKP olmadan Cemaat devlet aygıtı olamaz, Erdoğan olmadan da AKP iktidar olamaz! Abdullah Gül’ün monte edileceği Yeni AKP ya da Kemal Kılıçdaroğlu’nun yerleştirileceği koalisyonlar, Aslanlı Yol Türkiye’sinde gerçekleşebilir seçenekler değildir!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
27 Aralık 2013
İSTİFA VE İTİRAFLARIN 4 ANLAMI
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 26/12/2013
Erdoğan’ın sesi olan Abdülkadir Selvi’den öğrendik: Meğer Erdoğan milletvekilleriyle yaptığı yemekli toplantıda Savcı Zekeriya Öz’ü kastederek şöyle demiş: “Bu adamın bizden talepleri oldu. Ergenekon’la mücadeledeki çabası nedeniyle 2 kez terfi ettirdik. Ama memnun kalmadı. Bizden bölgeyi istedi. Vermedik. O zaman siz görürsünüz diyor.” (Yeni Şafak, 25 Aralık 2013)
Oysa bir gün önce Erdoğan’ın siyasi başdanışmanı Yalçın Akdoğan, Star’daki köşesinde cemaati şu sözlerle suçluyordu: “Kendi ülkesinin milli ordusuna, milli istihbaratına, milli bankasına, milletin gönlünde yer edinen sivil iktidarına kumpas kuranların bu ülkenin hayrına bir iş yapmış olmayacağını çok iyi biliyor.” (Star, 24 Aralık 2013)
Kuşkusuz her iki açıklama da bir itiraftır ve Ergenekon tertiplerindeki AKP-Cemaat ortaklığına işaret etmektedir. Hele bir de Abdullah Gül’ün “bulun bir savcı, delillendirin” demesiyle birleştirilince. (İsmet Berkan, Radikal, 4 Temmuz 2008)
ERDOĞAN, GÜL VE GÜLEN’İN ÖZ ORTAKLIĞI
Peki, bu itiraflar ne anlama geliyor? Nasıl okunmalı? Nasıl yorumlanmalı?
1) Öncelikle bu itiraflar, AKP ve Cemaatin dönüşü olmayan bir kavgada olduklarını resmetmektedir. Artık birbirileri için en son söylenecekleri söylüyor, birbirilerini en mahrem sırlarını deşifre ederek vurmaya çalışıyorlar.
Yani uzlaşılabilecek son çizgiyi de aşmışlardır. Üstelik artık geri adım, kesin yenilgi demektir!
2) Diğer yandan bu itiraflar, aslında Ergenekon tertiplerinde birlikte görev aldıklarını ortaya koymaktadır. Savcıyı bulduran Gül’dür, Savcı Cemaatindir, Erdoğan da o savcıya Silivri’de özel yetkili bir mahkeme kurmuştur!
ERDOĞAN’IN İTTİFAK ARAYIŞI
3) Bu itiraflar aynı zamanda hem AKP’nin hem de Cemaatin içine düştüğü çaresizliği yansıtmaktadır. Türkiye’nin AKP’siz ve Cemaatsiz yakın geleceğini görerek, şimdiden yatırım yapmaya başlamışlardır. İşledikleri ortak suçlardan kaçmaya, suçu birbirinin üstlerine atmaya çalışmaktadırlar. Bunun için sürekli manevra yapmaktadırlar. Örneğin Fethullah Gülen’in 14 Kasım’da “elimde imkân olsa hepsini bırakırım” demesi o manevraların en kıvraklarından biriydi…
4) Diğer yandan karşılıklı suçlamalarla tertipten arınma çabaları, aynı zamanda ittifak aradıklarına işarettir! “Orduya kumpası cemaat kurdu” demek, Genelkurmay Başkanlığı dışında, komutanlıklara da “ittifak” çağrısıdır!
BÜYÜK PATRON SIKIŞTI
Erdoğan buna mecburdur. Çünkü soruşturmada adı Büyük Patron diye geçmektedir ve yeni operasyonlarla gittikçe manevra alanının daralacağı konuşulmaktadır.
Erdoğan öylesine sıkıştı ki, soruşturmada adı geçen bakanlardan istifa etmelerini ve açıkça kendisini aklayacak bir deklarasyona imza atmalarını istedi. Geri adımın ya da adam feda etmenin ne kadar tehlikeli olduğunu bildiğini bugüne kadar ki uygulamalarıyla gösteren Erdoğan’ın bakanlardan istifa etmesini istemesi, sıkışmışlığın derecesini göstermektedir.
Bakanlardan Muammer Güler ve Zafer Çağlayan deklarasyonu imzalarken, Bakan Erdoğan Bayraktar imzalamadı. Üstelik bu deklarasyonu deşifre edip, “asıl sorumlu sensin” diyerek dün Başbakan’ı istifaya çağırdı!
Bu çağrı, Erdoğan’ı iyice köşeye sıkıştırdı. Erdoğan bu nedenle artık daha da çaresizce ittifak peşinde koşacaktır. Ama bulamayacaktır! (Erdoğan’ın bugünden itibaren Atlantik’e vereceği büyük tavizlere dikkat ediniz.)
İktidarını kaybeden Erdoğan, hükümetini de kaybedecektir!
Kurmaylarıyla hesabını yaptıkları “baskın seçim” taktiği de bu sonu değiştiremeyecektir.
Artık mesele, yerine hangi iktidar seçeneğinin konulabileceğidir!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
26 Aralık 2013
GLADYO AHLAKI
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 25/12/2013
Adı ya da birinci derecede yakınının adı yolsuzluğa bulaşmış bir siyasetçi, demokratik ülkelerde, soruşturmanın selameti gereği istifa eder. Hele ki o kişi, soruşturmayı etkileyebilecek bir pozisyondaysa…
Oysa İçişleri Bakanı Muammer Güler istifa etmek şöyle dursun, bir yandan Emniyet müdürlerini görevden alıyor, bir yandan Emniyet binasını basına yasaklıyor, diğer yandan da 81 ilin valisine “Emniyeti gözden geçirin” talimatı veriyor. Tüm bu işlerin içinde, bir de oğlunun evinde ele geçirilen paralara “meşruiyet” kazandırabilmek için basın çalışması yapıyor.
Güler son olarak Posta gazetesine yaptığı açıklamada, oğlunun evinde ele geçirilen 1 milyon 200 bin doların, oğlunun sattığı Başakşehir’deki villasının parası olduğunu belirtmiş!
OĞULLARI ZENGİN YAPAN REJİM
Muammer Güler daha düne kadar bir devlet memuruydu… Başbakan Erdoğan beş kişilik bir aileye günde üç öğün çay ve simit yedirecek kadar asgari ücret verdiğiyle övüneceğine, o asgari ücretlilere, bir devlet memurunun bu yaşta 1 milyon 200 bin dolarlık ev alabilecek yetenekte bir çocuk yetiştirebilmesinin sihirli formülünü anlatmalı!
Haksızlık etmeyelim. Ana tabloya baktığımızda Muammer Güler’in oğlu, diğer bakanların oğlunun, hele de Erdoğan’ın oğullarının yanında “fakir” kalır!
Ansızın artan servetini oğlunun düğününde asılan altınlarla açıklayan bir başbakanın saltanatında, Barış Güler’in 1 milyon 200 bin doları ne ki!
Çünkü o saltanatta, gemicikler artık filo olmuştur!
Hatırlayın, Abdullah Gül’ün 15 yaşındaki oğlu, Cumhurbaşkanı’nın Suudi Arabistan gezisine işadamı olarak katılmıştı!
BELGELERİ DE HAYATLARI DA SAHTE
AKçeli işlerden anlamadığımız için uzatmayacağız…
Ama AKP-Cemaat çatışmasına, bir başka ifadeyle Gladyo iç çarpışmasına, bugün ayrıca 11 yıllık saltanatın ahlakı düzleminden bakacağız.
İzliyorsunuz: Beddualar, yerlerini in diye nitelemeler, maymunlar, goriller; hatta tehdit edilen yuvalar…
Düşmanlığın da, savaşın da bir ahlakı vardır ama Gladyo’nun ahlakı işte bu kadardır!
Rejimin yolsuzluğu ve kokuşmuşluğu üzerinde inşa olan “muhafazakâr ahlak” işte budur! Hiçbir güzel şeyi muhafaza edememişlerdir!
Kuşkusuz şaşırmıyoruz: Zira bizler Ergenekon tertiplerinde Gladyo ahlaksızlığını yakından gördük: Telefonlara yüklenen “sehven” kayıtlar, çekmecelere konulan sahte belgeler, odalardan çıkan düzmece CD’ler…
Gladyo’nun bu ahlaksızlıklarını gururuna yediremeyen subaylarımızın intiharları, her gün vicdanlarımıza seslenmektedir!
TRAJİK ÇÖKÜŞE DOĞRU
Her kültürün dayandığı bir sosyo-ekonomik yapı vardır. Haksız kazançla oluşan bir ekonomik alt yapının üzerinde inşa olan bir kültürün, ahlaki boyutu elbette sorunlu olacaktır. Nitekim olmuştur.
Süslümanlar deyimi boşuna çıkmadı elbette: 35 milyarlık yüzükler, 5 bin liralık montlar, üzerinde durabilmek için yoğun çaba sarf ettiğiniz yüksek topuklu iki bin liralık ayakkabılar…
Bu türden şatafatlar, bu türden görgüsüzlükler, çürümüş ve yıkılmakta olan bir rejimin işaretidir!
Tarihte de böyledir…
Yıkılmakta olan rejimler, iktidarlar, çöken sistemler hep şatafata yönelir…
Dünün “araba sevdalıları”, bugünün şatafatının yanında masum kalmıştır. Fakat çöküşleri daha trajik olacaktır!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
25 Aralık 2013
OPERASYONUN ARKASINDA ABD Mİ VAR?
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 24/12/2013
Erdoğan, birkaç gündür yeni savunma mekanizmasını devreye soktu: “17 Aralık operasyonunun arkasında ABD var.”
Hatta Erdoğan, son olarak yer ve adres de verdi: “Nisan 2013’te ABD’de Halk Bankası’nı bitirme projesi başlattılar.”
Haliyle insan merak ediyor: Erdoğan bu kararın alınmasından bir ay sonra Washington’daydı. Beyaz Saray’da Obama’yla baş başa görüştü. AK Medya o görüşmeyi “beraber ıslandık biz bu yollarda” diye manşetlere taşıdı. Madem Nisan’da karar alındı, Mayıs’ta neden Obama’ya “one minute” denmedi?
Bakın bu tür soruları çoğaltabiliriz. Örneğin Erdoğan ABD Büyükelçisi Francis Ricciardone’yi operasyonu yönetmekle suçluyor, Obama’ya “ben kovmadan, sen görevden al” çağrısı yapıyor. Güzel… Peki, O Ricciardone değil miydi daha dün Erdoğan’ın partisinin MYK’sine girebilen!
KOMPLONUN PANZEHİRİ: ÜÇ ALTIN SAPTAMA
Komplo teorisinin ruhunda vardır: Komplonun çıtasını ne kadar yükseltirseniz, büyüsü o kadar artar ve yarattığı girdapla, esas mesele o kadar unutulmaya başlar.
Erdoğan da aynısını yapıyor. Rüşveti ve yolsuzluğu büyük tezgâh diyerek unutturmaya, gündemden düşürmeye çalışıyor.
O nedenle günlerdir yazsak da, bazı saptamaları yeniden vurgulamalıyız:
1) Kuşkusuz ABD hâlâ güçlü ama süper devlet değil! Savaşı da barışı da kotaramayan bir güç artık… Dolayısıyla ABD’nin dün olduğu gibi bugün de kolayca hükümet belirleyecek, tereyağından kıl çeker gibi operasyon yapacak bir kudreti yok! Yapabilse, önce 10 yıl boyunca işgal ettiği Irak’ın mevcut başbakanı Nuri El Maliki’yi devirecek!
2) Ancak ABD’nin bu operasyonla hiç ilgisi olmadığını söylemiyoruz elbette… AKP ile Cemaat arasındaki bu savaşta ABD’nin bir rolü olmaması mümkün değil.
Ama mesele şu: Hangi ABD? Zira ABD’de büyük bir bölünme var ve iki kanadın çatışması tüm müttefiklerine yansıyor. AKP de Cemaat de Amerikancıdır. Fakat ikisi de farklı kanatları suçlamaktadırlar.
Örneğin AK Medya, “operasyonun arkasında ABD var” derken, esas olarak pek bir gücü kalmayan Neo-Conları işaret etmektedir. Diğer yandan FBI’ın bu süreçte ABD’deki Cemaat okullarına iki kez operasyon yaptığını da lütfen not ediniz.
Türkiye’deki Amerikancı yapılar yekpare ve homojen olmadığı gibi, ABD’nin kendisi de öyle değildir!
3) AKP de Cemaat de, Gladyo’nun, yani ABD’nin müttefiki ülkeleri denetlediği yasadışı örgütlenmenin unsurlarıdır. ABD çatlarken, Gladyo’lar da çatlamaktadır. Gladyo’nun çocukları birbirine düşmektedir. Gladyo’nun toplamına karşı mücadele etmek doğru hattır!
BELİRLEYEN ABD DEĞİL, TÜRK MİLLETİ
Bu üç özel saptamayı atladığımız takdirde, yanılırız ve Erdoğan’ın kendisini kurtarmak için dile getirdiği “operasyonun arkasında ABD var” tezgâhına düşmüş oluruz.
Öte yandan yaşanılanlar sadece bir rüşvet ve yolsuzluk operasyonu değildir, Gladyo’nun çocuklarının iç çatışması da değildir, hatta hükümet sorunu da değildir…
Daha da ötesidir: Bir rejim sorunu ve Türkiye’nin geleceği sorunudur.
Bu nedenle sorunun nesnel tarafları, iç çatışmalarına rağmen gerçekte Amerikancılar ile Türkiye’nin milli güçleri şeklindedir. Hangisinin iktidar olacağını belirleme mücadelesidir.
Türkiye’deki bu kıran kırana çarpışmasının arkasında ABD’nin düğmesi değil, ayağa kalkmış Türk milletinin iradesi vardır. AKP ile Cemaati karşı karşıya getiren belirleyici neden, 2010’dan itibaren adım adım yükselen Türkiye’nin milli gücüdür!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
24 Aralık 2013
ERDOĞAN’IN İSMİ NEDEN BÜYÜK PATRON?
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 23/12/2013
Ahmet Hakan’a göre Erdoğan “Yolsuzluk yapan bakan oğlu da olsa hapse girer. Bakan falan dinlemem, sonuna kadar üzerine giderim” dese, sorunu en az yarayla atlatır hatta lehine bile çevirir!
Umarız Ahmet Hakan dün Aydınlık’ın attığı “Tayyip’in adı soruşturmada” manşetini görünce, Başbakan’ın neden geri adım atamadığını anlamıştır!
‘EGEMEN’İN BÜYÜK PATRONU’
Erdoğan’ın adının sadece bu tip soruşturmalarda değil, uluslararası mahfillerde ve büyükelçi kriptolarında neden hep patron ya da büyük patron diye geçtiğini düşündünüz mü? Erdoğan şirket mi yönetiyor ki, ona patron diyorlar?
Bakınız Erdoğan’ın önceki gün operasyonun arkasında olmakla suçladığı ABD Büyükelçisi Francis Ricciardone, Egemen Bağış’a yazdığı bir e-postada ne diyordu: “Sevgili Egemen, bu işten uzak durmaya çalıştığın için çok teşekkür ederim. Tüm bunların doğru tarafında olarak, patronu ve ona öncülük edenleri nasıl övdüğümü görebilirsin. Fakat görünen o ki bazı anlayışsız danışmanları yanlış tarafa atlamakta ısrar ediyorlar. Bu gerçekten davayı yürüten karanlık güçlere yapılan bir uyarı atışıdır.”
Bu arada not edelim: Ricciardone’nin Egemen Bağış’a bu mektubu son yolsuzluk operasyonuyla ilgili değil, daha önce AKP sözcüsü Hüseyin Çelik’in kendisiyle ilgili söylediği “haddini bilmeyi öğrenememiş” sözleriyle ilgiliydi.
Ancak Redhack’in yayımladığı bu e-posta, AKP ile Cemaat arasındaki çarpışmayı anlamak açısından bugün de çok anlamlı. Zira e-postanın devamı şöyle: “İsimlerini vermeyeceğim ama onlar tam bir yıl önce Hakan Fidan’ın peşinden gidenlerle aynı kişiler. Bunu anlamıyorlar mı? Eminim büyük patron anlamıştır. Ve açıkça bunlardan bazıları kendini beğenmişçe böbürleniyorlar, taa Washington’dan duyuluyor ki ‘Bizim Hüseyin’ ceplerindeydi.”
RİCCİARDONE’DEN ERDOĞAN’A ‘İFTİRACI’ GÖNDERMESİ
Ricciardone’nin kendi tarafında gördüğü Egemen Bağış’ın adının bugün yolsuzluk operasyonuna karışmasından daha çok, Erdoğan’ın Ricciardone’yi yolsuzluk operasyonunun gerçek sahibi olarak nitelemesi dikkat çekicidir.
Erdoğan Ricciardone’yi kovmakla tehdit etti ve hatta Obama’dan onu geri çekmesini istedi.
Erdoğan’a bu sözleri söyleten ise kendine bağlı basında çıkan bir haberdi. Ricciardone’nin AB Büyükelçilerine verdiği yemekte şunları söylediği iddia edilmişti: “İran’a uyguladığımız ambargoyu Halk Bankası ile kaldırdılar. Bunu engellemek için harekete geçtik. Bugünden sonra İmparatorluğun çöküşünü izleyeceksiniz.”
Ricciardone ise Erdoğan’ın kendisini hedef almasından hemen sonra bir açıklama yaptı ve bu haberlerin “yalan ve iftira” olduğunu söyledi. Açıklamaya bakılırsa aslında sadece haberler değil, Erdoğan’ın bunları meydanlardan söylemesi de yalan ve iftiraydı.
Normal bir ülkede bir Başbakan, bir büyükelçiyle ilgili bu suçlamaları yaptıktan sonra, Dışişleri o büyükelçiyi çağırır ve hesap sorar, hatta kovar!
Peki, ne oldu dersiniz? Ahmet Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanlığı bir açıklama yaptı ve Ricciardone’nin bakanlığa çağrılmasına gerek olmadığını, sözlerinin yeterli olduğunu açıkladı!
Oysa Ricciardone “yalan ve iftira” derken, aynı zamanda Erdoğan’a iftiracı demiş olmuyor muydu? O suçlama ne oldu peki? Ülkenin düşürüldüğü şu duruma bakın!
CIA’NIN DOSYASI, ERDOĞAN’IN KELEPÇESİ
Erdoğan’ın konu ABD olunca ne kadar ileri gidebileceğinin, daha doğrusu gidemeyeceğinin göstergesi Wikileaks’in yayımladığı şu gizli belgede görülmektedir.
ABD’nin Ankara Büyükelçisi Eric Edelman 30 Aralık 2004 tarihli kriptoda şöyle yazmıştı: “İki ayrı kaynaktan edindiğimiz bilgiye göre, Erdoğan’ın İsviçre bankalarında sekiz ayrı hesabı var.”
İşte CIA’nın elindeki bu dosya, Erdoğan’ın kelepçesidir!
Bitirirken belirtelim, bu arada Amerikalı istihbaratçılar, CIA için “şirket” derler!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
23 Aralık 2013
9 SORUDA YOLSUZLUK OPERASYONU
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 22/12/2013
AKP hükümetinin yolsuzluğa ne denli gömüldüğünü ortaya koyan son operasyon, AKP ve Cemaat medyasında haliyle çok farklı pencerelerden değerlendiriliyor. Bugün, yoğun medya propagandasını ve karşılıklı suçlamaları çözümleyerek, konuyu berraklaştırmaya çalışacağız:
ABD’NİN OPERASYONDAKİ ROLÜ
1) Cemaatin yönettiği yolsuzluk operasyonu, ABD düzleminde bakılınca ne anlama geliyor?
ABD’nin bir kanadını arkasına alan çetenin, ABD’nin diğer kanadına dayanan öbür çeteye karşı yaptığı operasyondur. AKP de Cemaat de ABD’nin denetimindeki yapılardır.
2) Bu durumda yolsuzluk operasyonu, AK Medya’nın iddia ettiği gibi aslında ABD’nin AKP’yi devirme operasyonu mudur?
Kısmen öyledir. Aslında Washington Erdoğan’ın yıkılmakta olduğunu görüyor ve Türkiye’deki “küçük Amerika” rejimini kurtarmaya çalışıyor. Washington, ciddi bir seçenek yaratamadığı için henüz Erdoğan’dan vazgeçmiş değil ama bulduğu anda üstünü çizmeye hazır!
3) O zaman yolsuzluk iddiaları komplo mudur?
Hayır. Ayakkabı kutularına 4,5 milyon doları ABD Büyükelçisi Francis Ricciardone ya da Hakan Fidan’la sık sık görüşen MOSSAD Başkanı Tamir Pardo koymadı elbette…
AKP de Cemaat de, bu kirli rejimin bekçileridir. Meselenin Atlantik boyutu olması, karşılıklı yürütülen operasyonlarda ortaya çıkan “kir ve yolsuzluk” gerçeğini değiştirmez!
4) AK Medya esas olarak Obama yönetimini değil fakat İsrail-NeoCon ittifakını suçluyor ve Amerika’daki Yahudi Lobilerini adres gösteriyor? Bu işin arkasında Yahudi lobisi mi var?
Doğru, AK Medya daha çok Amerika’daki Yahudi lobilerini suçluyor. Hatta Yeni Şafak, bugünkü yolsuzluk operasyonu ile 28 Şubat arasındaki benzerliğe dikkat çekiyor. Yahudi örgütlerinden ödül alan Çevik Bir’in tam da bu zamanda serbest bırakılmasına dikkat çekiyor. Ama Yeni Şafak, Bir’e ödül veren Yahudi örgütünün Erdoğan’a da madalya taktığını es geçiyor!
Öte yandan belirtelim: İsrail-NeoCon ittifakı Amerika’da büyük güç kaybetmiştir ve müttefik ülkelerde başarılı operasyon yapacak altyapısı artık mevcut değildir.
SUÇLANANLAR, ERDOĞAN’IN AMİRLERİDİR!
5) AK Medya’da operasyonun arkasındaki isimler olarak Paul Wolfowitz’in, Morton Abramowitz’in, Francis Ricciardone’nin, Henri Barkey’in isimleri geçiyor. Bu isimler AKP’nin en büyük destekçileri değil miydi?
Evet öyle. Örneğin Erdoğan mektup yazıp, kendisini Genelkurmay Başkanı ile görüştürmesini isteyecek kadar Wolfowitz’e bağlıydı. Abramowitz de Erdoğan’ı Erbakan’ın yerine iktidara hazırlayan isimdi. Barkey ise Erdoğan’ın bugün sarıldığı Kürt Açılımı’nın en önemli üç mimarından biriydi.
6) Operasyonun gerekçesinin ABD ve İsrail’in Halkbank ve İran altınları rahatsızlığından kaynaklandığı söyleniyor. Doğru mu?
İran’a altın olayı ya da Halkbank’ın bu transferlerdeki rolü yeni değil. Üstelik Batı’nın geçen ay Tahran’la anlaşmaya varması ve İran’a ambargoyu ve yaptırımları gevşetmeye başlaması, AKP’nin bu savunmasını sorunlu kılıyor!
7) Erdoğan açık açık ABD Büyükelçisini suçladı ve Obama’dan büyükelçisini çekmesini istedi. Bu ne anlama geliyor?
ABD’nin projelerinde eş başkan olanların, ABD planlarını uygulayanların, ABD adına komşularına düşmanlık yapanların, hatta ABD askerlerinin sağlığına duacı olanların Washington’dan yakınma hakkı yoktur. Kullanılırlar ve süresi dolduğunda, danışmanlarının ifadesiyle, deliğe süpürülürler!
ABD-AKP-CEMAAT KAYBEDECEK, TÜRKİYE KAZANACAK
8) Bu çatışmayı AKP mi yoksa Cemaat mi kazanır?
İkisi de kazanamaz. Bağlı oldukları ABD kanatlarının ve Washington’un, artık Türkiye’de iktidar belirleyecek bir gücü yoktur. Irak’ta yenilen, Suriye’de ne savaşı ne de barışı kotarabilen ABD, artık süper güç değildir. Zaten öyle olmadığı için de kendisine bağlı yapılar gevşemekte, iç mücadeleye soyunmaktadırlar.
9) Öyleyse Türkiye nereye gidiyor?
Türkiye 19 Mayıs 2012’de başlayan ve Haziran Ayaklanması’yla gücünü gösteren bir devrimci yükseliş sürecine girdi. Artık Türkiye’nin geleceğini Amerikancı yapılar değil, bu süreç belirleyecektir. Herkes hesabını bu büyük gerçeğe göre yapmalıdır.
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
22 Aralık 2013
GLADYO’NUN ÜÇ ÇOCUĞU
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 21/12/2013
PKK’nin iki numaralı ismi Cemil Bayık, AKP’nin yolsuzluk operasyonundan kurtulmasının tek yolunun Kürt sorununu çözmesinden geçtiğini açıkladı.
İlk bakışta insana “ne ilgisi” var dedirten bu açıklama, aslında oldukça önemli olan ve aralarındaki Gladyo bağına işaret eden bir açıklamadır.
OSLO’YLA BAŞLAYAN AYRILIK
Gladyo’nun üç çocuğu olan AKP, Cemaat ve PKK, Oslo sürecine kadar birlikteydi. Oslo’yla birlikte ayrışmaya başladılar. Hatta sızdırılan mutabakat metni nedeniyle PKK Cemaati, Cemaat de PKK’yi suçlamıştı.
Sonrasında Reyhanlı saldırısı, Gaziantep patlaması gibi aydınlatılmayan tüm olaylar ve hatta Paris’teki Sakine Cansız cinayeti bile doğrudan bu üçlü arasındaki çatışmayla ilgiliydi.
Türkiye’deki bu olaylar aydınlatılmadığı gibi, Gladyo meselesi olduğu için Fransa da Paris cinayetlerini aydınlatamamaktadır!
ABD ZAYIFLADIKÇA, AKTÖRLERİYLE BAĞI GEVŞEDİ
Peki, Gladyo’nun üç çocuğu neden ayrıştı?
Bakın bu soruya yanıt verebilmek için önce şu saptamayı yapalım: ABD’nin AKP’yle ilgili tek sorunu Kürt Açılımı’nı olması gerektiği kadar ilerletememesidir. Demokrasi, insan hakları, tutuklu gazeteciler vs. hepsi hikâyedir.
Gelelim sorumuzun yanıtına…
Bakın aslında bu sorunun bölge penceresinden baktığınızda tek yanıtı vardır: Çünkü ABD Ortadoğu’da yenildi ve dünya çapında güç kaybediyor. Güç zafiyeti yaşandıkça da kontrol altında tuttuğu aktörlerde gevşeme yaşanmaktadır.
Türkiye’deki bu durumun benzeri, Suudi Arabistan ve Katar’da da vardır. Katar’da birkaç ay önce saray darbesiyle iktidar değişmişti!
HEM ÇATIŞIYORLAR HEM DE BÖLÜNÜYORLAR
ABD zayıfladıkça, kendisine bağlı Türkiye Gladyosu gevşiyor, Gladyo’nun bileşenleri arasındaki çelişmeler artıyor ve hatta her bileşen kendi içerisinde bölünme eğilimi taşıyor.
Örneğin AKP fiilen iki parçadır; Erdoğan’ın büyük parçası ile Abdullah Gül’ün küçük parçası.
Örneğin Cemaat içinde çatlaklar vardır; F tipi yapının eski Emniyet sorumlusu, şebekenin şemasını Başbakan Erdoğan’ın önüne sermiştir!
Örneğin PKK ikili, hatta üçlü eğilim göstermeye başlamıştır. Öcalan ile Kandil, Kandil ile BDP üst yönetimi arasındaki çelişmeler gittikçe derinleşmektedir.
NATO ÇATIRDIYOR
Bakın ABD’nin güç kaybı nedeniyle yerel Gladyoların gevşediğini ortaya koyan en önemli gelişme, tüm Gladyoların bağlı olduğu NATO’daki erozyondur!
Önceki gün toplanan NATO üyesi AB liderleri zirvesinde, bu erozyon en somut şekilde ortaya çıktı:
NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen, Avrupa’nın savunma bütçesini GSMH’nin en az yüzde 2 oranına çıkarmaması durumunda, ABD’nin NATO üyeliğine ilgisini kaybedebileceğini belirtti ve 28 AB ülkesi liderini uyardı!
KÜÇÜK AMERİKA SÜRECİ SONA ERDİ
NATO çatırdadıkça, NATO’nun gizli örgütü olan Gladyolar, SüperNATO’lar da gevşemektedir.
Bu Türkiye için büyük bir fırsattır. 1946’da başlayan Küçük Amerika süreci, 2013’te kayaya çarpmıştır.
2014 Türkiye’nin yeniden bir devrimle bağımsızlık yoluna gireceği yıl olacaktır.
AKP-Cemaat çatışması ile AKP-PKK ortaklığına sıkıştırılarak bölünen Türkiye’nin çıkışı, Aslanlı Yol’dan başlamıştır!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
21 Aralık 2013