Posts Tagged Ortadoğu Planı

OBAMA’NIN ‘ORTADOĞU PLANI’ NE ANLAMA GELİYOR?

Önceki yazımızda, ABD Başkanı Barrack Obama’nın “Ortadoğu Planı” konuşmasının İsrail boyutu üzerinde durmuş ve Washington’un Tel Aviv’den 1967 sınırlarına dönmesini istemesinin hangi üç sonucu gösterdiğini incelemiştik.

Peki, Obama “Ortadoğu Planı” olarak adlandırılan konuşmasını neden yaptı? Plan ne anlama geliyor? Washington’un mesajları nasıl okunmalı?

Önce bölgeye ilişkin şu analizimizi bir kez daha ortaya koyalım:

ABD’nin Bush dönemi Büyük Ortadoğu Projesi’ni Obama döneminde revize ettiğini, buna göre “yeni NATO”yu daha etkin kullanacağını, yıpranan transatlantik ilişkileri (İngiltere-Fransa merkezli AB) onaracağını ve  “düşman İslam” söyleminden “ortak İslam” söylemine geçeceğini, 2009 yılının başında dile getirmiştik. Yine o dönemki yazılarımızda Türkiye’ye revize BOP içinde özel bir görev yüklendiğini saptamıştık: AKP hükümeti/BOP Eşbaşkanlığı bu görevin gereği olarak “alt bölgesel düzenlemeler” oluşturabilmek için Gazze söylemi benzeri politikalarla Arap/Bölge liderliğine soyundu; Uranyum takas anlaşmasında görüldüğü gibi İran’ı ABD adına masada tuttu;  Arap liderliği ve İran markajı için de, “one minute” sözde krizi üzerinden İsrail karşıtı görüntü sergiledi.

ABD’NİN 5 ÖNLEMİ

Ancak süreç Washington’un istediği boyutta gelişmedi. Üstelik Tunus ve Mısır’daki halk hareketleri ABD’nin bölgesel çıkarlarını derinden sarsacak işaretler verdi. ABD bu çıkarlarını tahkim etmek için karşı atağa geçti ve şu 5 önlemi aldı:

1.) “Mübarek’i verip, rejimi kurtarma” çizgisine yöneldi. 30 yılın sonunda Mısır devleti içinde yarattığı avantajları, mevzisini tahkim etmek üzere kullanma yoluna girdi. Müslüman Kardeşler’in ılımlı kanadı, bürokrasi içindeki Batıcı kesimler ve bazı sermaye grupları üzerinden, köklü yapısal değişliklerin gerçekleşmesinin önüne geçmeye çalıştı, çalışıyor.

Ancak inişlerin, çıkışların yaşandığı bu süreç sürüyor, sürecek… Şimdilik Mısır/Bölge lehine şu sonuçlar oluştu: ABD’nin en önemli bölgesel müttefiki olan Mübarek devrildi. Mısır İsrail’in isteği üzerine 2008 yılında Filistinlilere kapattığı Refah sınır kapısını açtı. Kahire 29 yıldır kesilmiş olan Tahran’la diplomatik ilişkilere yeniden başladı. Mısır İran askeri gemilerine Süveyş Kanalı’nı açtı. Kahire ile Tahran ittifak yaparak, El Fetih ile Hamas’a anlaşma imzalattı. (Mısır’da Mübarek’in devrilmesinin sonuçları, siyaseten en çok İran’a yaradı)

2.) ABD, Tunus ve Mısır’ın ardından diğer bölge müttefikleri olan Bahreyn, Yemen, Ürdün ve Kuzey Irak’taki halk hareketlerinin başarısız olması için hamle yaptı; örneğin Bahreyn ve Yemen’de Suudi Arabistan kozunu kullandı. Suudi Arabistan askerleri muhalefeti ezmek üzere sınır geçip, kanlı saldırılar düzenledi. (Yemen halkı buna rağmen hâlâ muhalefet etmeyi sürdürüyor. Sadece geçen hafta bile 115 kişi yaşamını yitirdi). Libya’da, Suriye’de “insan hakları ve demokrasi” nutukları atan Batı, Yemen’de ve Bahreyn’de nedense(!) sustu!

3.) Kendi nüfuz alanlarındaki halk hareketlerini boğmaya çalışan Washington, ABD karşıtı olan İran, Suriye ve Libya’da kalkışma başlattı. (Washington’un 2002’den beri İran ve Suriye’de sistemli olarak düzenlediği bu kalkışmalar, güçlü devlet yapısı nedeniyle Tahran tarafından sert bir şekilde bastırılırken, Şam’da büyük sıkıntı yarattı, yaratıyor). Fransa-İngiltere-ABD üçlüsü Libya’ya saldırdı. ABD kamuoyunun tepkisi, bölgesel şartlar, maliyeti paylaşma vb. nedenlerle, saldırı NATO tarafından üstlenildi. (NATO’nun Libya saldırısı sürüyor).

4.) Mısır’da Müslüman Kardeşler’in ılımlı kanadıyla, Suriye’de Selefi hareketlerle ve Libya’da El Kaide’de yetişmiş militanlarla temas halinde olan, Afganistan’da geri çekilme takvimi nedeniyle Taliban’la pazarlık sürecine giren ABD, Büyük Ortadoğu’daki bu yeni yönelimin önünde engel oluşturacağı için Usame Bin Ladin’den kurtuldu!

5.) ABD, BOP Eşbaşkanlığı’nı sürdüren AKP’ye İstanbul’da “Değişim Liderleri Zirvesi” düzenletti. Ortadoğu’daki gelişmeleri kontrol altına almayı hedefleyen zirvede, Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun söyledikleri, amacı net ortaya koyuyordu:

Başbakan Erdoğan, bölgede değişen dengeler karşısında Türkiye’nin yeni rolünü şu sözlerle anlattı: “Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki sorunları da ancak birlikte hareket ederek, ortak çözüm önerilerini ortaklaşa uygulama planına geçirerek çözeriz. Bizler, buralarda, değişimi kontrol etmek değil, değişime yardımcı olmak, istikamet tavsiyesinde bulunmakla mükellefiz.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ise daha açık tarif ediyordu durumu: “Türkiye bu değişim dalgasının sürükleyici lider ülkesi olmak durumunda. Böyle bir hedefle hareket ediyor. Yoksa bütün bu etrafta, değişim dalgasının olumsuz sonuçlarından en fazla etkilenecek ülkelerden biridir. Eğer aktif bir öncülükle değişim liderliğini yürütemezsek, biz bu coğrafyada bu gelişmelerde en olumsuz etkilenen ülke oluruz.”

ABD ve BOP Eşbaşkanlığı, “Ortadoğu’daki değişime istikamet verilmezse, değişime liderlik yapılamazsa, değişimin en başta BOP’u olumsuz etkileyeceğinin” farkındaydı!

İşte ABD Başkanı Barrack Obama, değişime “istikamet” vermek üzere “Ortadoğu Planı”nı açıkladı. Plan iki esas üzerine dayanıyor: Washington birinci olarak Suriye’yi hedef tahtasına koyuyor, ikinci olarak da İsrail’e 1967 sınırlarını şart koşarak, bölgenin ABD karşıtlığını frenlemeye çalışıyor.

SURİYE NEDEN HEDEFTE?

ABD’nin Suriye baskısı, aslında İran baskısıdır. Tahran-Şam hattının varlığı, İran’ın ABD’ye karşı önemli bir kozudur. “Şii hilali” olarak adlandırılan kuşağın bir halkasının kırılması, ABD’nin başta Kuzey Irak olmak üzere bölge hedeflerini güçlendirecektir. İran-Suriye hattını bugüne kadar Mısır-Suudi Arabistan hattıyla dengeleyen ABD’nin, İran-Mısır yakınlaşması karşısında Suriye’ye baskı uygulaması kritik ihtiyacıdır. Obama, “Ortadoğu Planı” konuşmasıyla, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın durumu kontrol etmesini engellemeyi ve muhalefeti cesaretlendirmeyi hedeflemiştir.

ABD, diğer yandan Suriye’yi güneyden kuşatmak için Lübnan kartını kullanmak istemiş ancak Washington’un teklifi bizzat Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Süleyman tarafından reddedilmiştir.

İSRAİL BASKISI NE ANLAMA GELİYOR?

Mısır’ın Filistin’e kapattığı Refah sınır kapısını yeniden açması, İran’ın yönetmenliğinde ve Mısır’ın ev sahipliğinde El Fetih ile Hamas’ın anlaşması, aslında Tahran liderliğindeki yeni döneme işaret ediyor. Mübarek’in devrilmesiyle Mısır desteğini yitiren ve El Fetih ile Hamas’ın anlaşmasıyla, parçalanmış Filistin yapısı avantajını yitiren İsrail’in eli oldukça zayıfladı. Süreç, karşı konulamaz şekilde bağımsız Filistin devletine doğru ilerliyor. Süreci engelleyemeyecek olan ABD’nin, süreci yönlendirmeye soyunması, tipik bir emperyalist devlet uygulamasıdır. (Tıpkı Mübarek’i verip, Mısır rejimini kurtarmaya soyunması gibi). İşte Obama burada devreye giriyor ve İsrail’i 1967 sınırlarına zorlayarak, bağımsız Filistin devletinin mimarı olmaya soyunuyor!

Üstelik Ortadoğu’daki gelişmeleri kontrol altına almak isteyen ABD bu hamleyle, bölgenin İsrail’e olan tepkisinden uzak durmaya çalışıyor. ABD’nin İsrail’e mesajı, Mısır’da Müslüman Kardeşler’le, Suriye’de Selefi hareketlerle, Libya’da El Kaide eğitimlilerle irtibatını sağlamlaştırmayı kolaylaştıran bir taktik aynı zamanda…

ŞARTLAR ABD’NİN DEĞİL, İRAN’IN LEHİNE

Ancak bölgedeki gelişmeler, orta vadede ABD’nin değil, İran’ın lehine biçimleniyor. 6 ay öncesine kadar, ABD-İsrail’in her an İran’a saldıracağı konuşuluyordu… Bugün değil saldırı, yaptırımlar bile üzerinde pek durulmayan bir konuya dönüşmüş durumda…

Ve Tahran’ın bu 6 ay içinde en önemli kazanımı, 29 yıl önce dondurulan Kahire’yle diplomatik ilişkiye yeniden başlamasıdır; öyle ki bu ilişki kısa sürede Tahran-Kahire eksenine dönüşerek bölgenin en önemli sorununda inisiyatif oluşturdu.

Mehmet Ali Güller
29 Mayıs 2011 

, , , ,

Yorum bırakın

ABD’NİN İSRAİL KARARI, NEYİ KANITLIYOR?

ABD Başkanı Hüseyin Barrack Obama’nın “Ortadoğu Planı”yla ilgili konuşmasının en dikkat çeken bölümü İsrail’le ilgili olan bölümüydü. Obama özetle İsrail’den 1967 sınırlarına geri dönmesini istedi: “Müzakerelerin temeli çok net: Varlığını sürdürebilecek bir Filistin ve güvenliği sağlanmış bir İsrail. Biz devletlerin 1967 sınırlarını temel almasını ve toprak alışverişi yapılmasını savunuyoruz.”

1967’deki 6 gün savaşlarından önceki sınırlara dönmek demek, İsrail’in Batı Şeria ve Kudüs’ün büyük bölümünden çekilmesi demek!

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Obama’nın konuşmasının hemen ardından yaptığı yazılı açıklamada, 1967 sınırlarına dönüşü kimsenin kendilerinden isteyemeyeceğini, çünkü bunun ülkesini savunmasız bırakacağını belirtti.

Ancak aynı Netanyahu, Washington’un talebine daha fazla direnemedi ve 5 gün sonra ABD Kongresi Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, Obama planına teslim işareti verdi. Netanyahu 1967 sınırlarının kabul edilemez olduğunda ısrar etse de, “Yahudilerin atalarının anayurt topraklarından bir kısmını devretmeyi de içine alan, acı tavizler vermeye hazır olduklarını ve Filistin topraklarının genişliği konusunda cömert olacaklarını” belirtti.

3 GÖSTERGE, 1 SAPTAMA

ABD’nin bu planına İsrail’in teslim olmak zorunda kalışı, yıllardır altını çizmeye çalıştığımız “büyük kuvvet – küçük kuvvet” ilişkisine dair şu 3 önemli sonucu gözler önüne serdi:

1.) Muhafazakar kesimden bazı ulusalcı kesimlere kadar rağbet gören, “İsrail’in beyin olduğu, ABD’yi lobisi aracılığıyla yönettiği” şeklindeki anlayışın gerçek olmadığı, bu gelişmeyle bir kez daha somutlaştı.  Bunun görülmesi çok önemlidir; çünkü küçük kuvvetin büyük kuvveti yönettiği şeklindeki bu dayanaksız görüşün yarattığı etki, en masumundan, emperyalizmin aklanması sonucunu doğurmaktadır.

2.) 7 Ağustos 2003 tarihinde Büyük Ortadoğu Projesi’nin hedefindeki ülkeleri sıralayan dönemin ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın listesinde İsrail’in neden yer aldığı sorusu da, bulanık kafalarda bu vesile ile netleşmiş oldu. Rice Washington Post gazetesinde yer alan o ünlü makalesinde, ismi geçen ülkelerin “ya rejimlerinin ya da sınırlarının değişeceğini” belirtmişti.

3.) Büyük Ortadoğu Projesi’nin ABD projesi olmadığı, tersine İsrail projesi olduğu; Yahudilerin ABD’yi kullanarak bu projeyle kendilerine vaat edilmiş topraklara ulaşmayı hedefledikleri şeklindeki görüşün gerçek olmadığı, bu gelişmeyle bir kez daha netleşti.

Her üç göstergeden çıkan saptama şudur: ABD, emperyalist bir devlet olarak çıkarları gerektirdiğinde İsrail’in zararına kararlar da alır! Emperyalizmin tek çıkarı, kendi siyasi, askeri, ekonomik çıkarlarıdır… İsrail’in güvenliği, emperyalist ABD’nin güvenliğinden daha önemli değildir! ABD, İsrail’i bölgedeki çıkarları gereği stratejik müttefik olarak değerlendirmektedir. Ve İsrail ABD’yi değil, ABD İsrail’i bölgede kullanmaktadır. ABD’nin çıkarları gereği İsrail’e geri adım attırması, taktikseldir… Stratejik olarak İsrail’in varlığı, ABD’nin bölgedeki çok önemli bir kartıdır.

Bir sonraki yazımızda, Obama’nın Ortadoğu Planı’nın ne anlama geldiği üzerinde duracağız. Obama’nın Suriye ve İsrail mesajlarının ne anlama geldiğini inceleyeceğiz.

Mehmet Ali Güller
27 Mayıs 2011 

, , , ,

1 Yorum

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın