Posts Tagged CHP

KILIÇDAROĞLU TAYYİPLEŞİYOR

Kurmayları ve danışmanları, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na, “politikada başarının sırrı, Tayyipleşmekten geçer” mi diyorlar acaba?

Nereden mi vardık bu saptamaya? Şuradan:

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, halkoylaması sonrası bildiğiniz gibi AB çıkarması yaptı. Kılıçdaroğlu Berlin temasları sırasında Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nı AB’ye şikâyet etti: “Söylediklerimizi dinlemediniz, dikkate almadınız; bundan sonra daha dikkatli dinleyeceğinizi umuyoruz. Bakın Türkiye’de bir başbakan soy sop tartışmasına giriyor, siz tepki vermiyorsunuz”. (Hürriyet Gazetesi, 21 Eylül 2010)

Doğrusu, Başbakan Erdoğan Kılıçdaroğlu’na “boy değil soy önemli” dediğinde ve Kılıçdaroğlu da, “Haider örneğinden hareketle bu konuyu Brüksel’de gündeme getireceğini” söylediğinde, “halkoylaması öncesi politik manevralar” diyip pek önemsememiştik! Ama yanılmışız; biz Erdoğan’ın sözlerini, hemen ertesi günkü yazımızda, “boy değil soy demek, liberal faşizmdir” diye milletimize şikâyet ederken, meğer Kılıçdaroğlu şikâyet adresi olarak Brüksel’i belirliyormuş!

Milletçe bir AKP uygulaması olarak sıkça karşılaştığımız bu dışarıya şikâyet konusunu, Mustafa Kemal Atatürk’ün koltuğunda oturan birine asla yakıştıramadık. Kılıçdaroğlu, yurtdışında muhataplarına askerleri, yargı mensuplarını, dışişleri personelini şikâyet eden Erdoğan’la, kendisini aynı kefeye koydu.

Yani Kılıçdaroğlu, “Recep Efendi” diye diye Tayyipleşti!

MHP DEĞİL ‘GENEL AF’ KAYBETTİRDİ

Aslında çok da şaşırmadık. Çünkü Kılıçdaroğlu’nun bu ilk Tayyipleşmesi değil. Halkoylaması öncesi girmek istemediğimiz için bu konulara, hep üzerinden atladık. Ama artık sırası geldi.

Kılıçdaroğlu, 70 il ve 180 ilçede miting yaparak “çalışkanlık” konusunda büyük bir başarıya imza attı. Peki, halkoylaması sonrası akıllarda bu mitinglere dair neler kaldı? Listeleyeceğiz ama şimdi bazı kurmayları çıkıp, “listede olmayanlar da vardı ama medya vermedi, biz ne yapalım” mazeretine lütfen sığınmasın.

Kılıçdaroğlu’nun akıllarda en çok iz bıraktıran konuları şunlardı: “havuzlu villa” tartışması, “yolsuzluk ve yoksulluk”, “türbanı biz çözeriz” iddiası, “TSK iç hizmet kanununda değişiklik” önerisi, “siperde sen çömeldin, ben çömelmedim” polemiği, Erdoğan “Dersim’i CHP bombaladı” diyerek isim vermeden Atatürk’e saldırdığında “ama ben o zaman daha doğmamıştım” savunması ve ille de “Genel Af” çağrısı…

Sonra 13 Eylül sabahı uyanıp, “biz değil, MHP kaybetti” diyerek topu taca atmalar. Erzurum, Elazığ, Erzincan, Sivas, Yozgat, Çorum, Osmaniye gibi MHP ağırlıklı illerde çıkan “evet” tablosunun müsebbibi MHP midir yoksa bu illerdeki vatandaşlarımız yukarıda listelediğimiz Kılıçdaroğlu açılımlarından mı ürkmüşlerdir? CHP Genel Merkezi oturup bu soruya yanıt bulsun! “Türk” kelimesini en az kullanan Başbakan olarak tarihe geçen “Kürt Açılımı” sahibi Erdoğan, acaba neden çok bel bağladıkları Diyarbakır mitinginde “Kürt” bile diyemedi! Bu soru da CHP Genel Merkezi’ne pusula olsun.

Ya “çarşaf açılımının” devamı olarak “Türbanı biz çözeriz” sakilliğine ne demeli? Böyle çıkışlarla mı güçlenecek CHP? “Kılıçdaroğlu’nun Tayyipleşmesi” dediğimiz işte tam da bu. Ancak, aslı varken, sahtesini kim ne yapsın? AKP dururken, mütedeyyin vatandaşlarımız CHP’ye niye koşsun?

Ya o “Genel Af” çağrısına ne demeli? Sanırsın, “iki yıldır” uygulanan açılımın esas sahibi Kılıçdaroğlu’ymuş. Açılımın ayrışmaya dönüştüğü ve bölünmeye karşı duruşun “AKP Anayasası’na hayır”da birleştiği bir durumda, MHP tabanını kaçırtmak ancak “genel af” gibi bir açıklamayla mümkün olurdu; CHP onu da yaptı.

Hâlbuki denklem ortadaydı: Yüzde 84’ü ABD karşıtı olan bir ülkede, Erdoğan’ın BOP eşbaşkanlığına her gün vurmaktan daha anlamlı halkoylaması faaliyeti ne olabilirdi? Erdoğan, Amerikancılığının çektiği tepkileri saklamak için şehit cenazelerine bile vatandaşı sokturmazken, CHP elindeki böyle bir kozu kullanmadı!

Oysa Kılıçdaroğlu seçildiği kongre konuşmasıyla iyi bir rüzgâr yakalamış ve AKP’ye karşı olan tüm güçleri bir cephede buluşturacak izlenimi doğurmuştu. Gerçi daha kadrosunu oluştururken, bunun gerçek olmayacağı, Kılıçdaroğlu’nun daha ilk virajda savrulacağı belliydi. Ama dedik ya, rüzgar işte…

KILIÇDAROĞLU, CHP’NİN TEPESİNE DERVİŞ’İ OTURTTU

Kılıçdaroğlu, CHP’nin üst yönetimine kimleri getirmedi ki?

Örneğin Faik Öztrak: Kemal Derviş’in Hazine Müsteşarı olan Öztrak, CHP’ye Genel Sayman oldu! Serbest Piyasacılığı dışında en önemli özelliği sıkı bir AB savunucusu olması. İşte bu özellikleri onu 2008 Bilderberg katılımcısı yaptı.

Umut Oran: Kılıçdaroğlu Oran’ı “iş ve çalışma hayatından” sorumlu CHP Genel Başkan Yardımcısı yaptı. Demek artık bu görev CHP’de, işveren olmaktan geçiyor!

Hurşit Güneş: Türkiye’de serbest piyasacılığın teorisyenlerinden. Güneş, Kemal Derviş’in Asaf Savaş Akat, Deniz Gökçe, Taner Berksoy’la birlikte “düşünsel takım”ında yer almaktadır. Kılıçdaroğlu Güneş’i Parti Meclisi üyesi yaptı.

Uzatmayalım. Kılıçdaroğlu Kemal Derviş’i aslında CHP’nin tepesine oturttu! Ekibi, Kılıçdaroğlu’nun yöneliminin de aynasıydı. Ve o ayna daha ilk yarışta kırıldı!

ASIL SOYCU AB DEĞİL Mİ?

Gelelim Kılıçdaroğlu’nun “boy değil soy önemli” diyen Erdoğan’ı AB’ye şikâyet etmesine. Kılıçdaroğlu Türkiye’de soyun asıl meraklısının ABD ile birlikte AB olduğunu bilmiyor mu? 1999’dan beri Türkiye’de soyculuk yapan ve yaptırtan kim? Her türden alt kimliğin ön plana çıkarılmasını, Ankara’ya ev ödevi veren kim? İmzalattığı müzakere çerçeve belgesi ile soya bağlı olarak, Türkiye’nin sınırlarının değişmesi gerektiğini resmi belgeye geçiren kim? Ankara’daki soy’a uğramadan, Diyarbakır’daki soy’a koşarak resmi temaslara giden kim? Soy için Türkiye’ye satacağı Leopard tankı bile vermeyen kim?

Kılıçdaroğlu hiç mi bilmez bunları?

Bilir ama dedik ya başarının sırrını “Tayyipleşmekte” görüyor. Türkiye’nin ekseni kayıyor diye AKP’yi şikayet ederek CHP’yi iktidar yapacağını sanan Kılıçdaroğlu, bakalım kendisine bel bağlayan kesimleri birer birer nasıl uzaklaştıracak cepheden..?!

AB sosyal demokrasisini, Erdoğan’ın Ortadoğuculuğuna panzehir sanan Kılıçdaroğlu, CHP’yi bitirecek! Çünkü “Erdoğan’ın Ortadoğuculuğu” dediği aslında kendisinin de iktidar olabilmek için bel bağladığı batıcılıktan, ABD ve AB’cilikten başka bir şey değil!

MEHMET ALİ GÜLLER

,

Yorum bırakın

GÜL’ÜN KÖKENİ DEĞİL, AMERİKANCILIĞI TEHLİKE!

Kendilerine “aydın” sıfatı takılan bir grup Soros’çu; “Ermenilerden özür diliyoruz” bildirisi kaleme aldı. Bir grup Büyükelçi de başka bir bildiri kaleme alarak Soros’çulara tepki gösterdi. İşçi Partisi’nden MHP’ye, TGB’den Genelkurmay Başkanlığı’na kadar pek çok milli kesim ve kurumdan da Soros’çu girişime tepki geldi.

Ancak tüm bu haklı ve doğru tepkileri gündemden düşüren değerlendirme CHP’den geldi.  CHP milletvekili Canan Arıtman, Cumhurbaşkanı Gül’ün bu girişime “Her türlü görüş açıkça tartışılabilmelidir. Bu devlet politikasıdır” diyerek  “tarafsız” kalmasını, Gül’ün anne tarafından Ermeni kökenli olmasına bağladı.

Arıtman her ne kadar partisinin köken ayrımı yapmadığını söylese de; bu yaklaşım pek çok çevrenin tepkisini çekti ve “haklı ve doğru” tepkilerin yerine, Arıtman açıklamaları doldurdu medyayı…

Cumhurbaşkanlığından da üstü üste her gün açıklama yapılır oldu. Gül, son yaptığı açıklamada, sırasıyla, “Müslüman ve Türk” olduğunu ispatlamaya çalıştı.

CHP’Lİ ARITMAN, İKİ KERE YANLIŞTIR!

CHP’li Canan Arıtman niyet bakımından haklıdır, doğru noktada konumlanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’ni Anayasal görevi gereği korumak ve kollamakla mükellef Cumhurbaşkanı, elbette Türkiye karşıtı girişimlere tepki göstermelidir. Bu görevi yerine getirmeyen Gül, elbette anamuhalefet partisince, milletvekillerince, topyekun milletçe protesto edilmelidir; ancak bunu yapmamasını etnik kökenine bağlamak iki kere yanlıştır!

1) Bu değerlendirmeyi yapan Canan Arıtman’ın partisinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, eşsiz bir bilimsel tanım yapmıştır: “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir”

Büyük önder, bu yaklaşımı nedeniyle bir devrime önderlik edebilmiş; batan bir imparatorluğun ve saltanatın ümmetini millet yapabilmiş; Emperyalizme karşı Ulusal Kurtuluş Savaşı verebilmiş ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kurabilmiştir.

2) Gül’ün etnik kökeni nedeniyle Türkiye karşıtı hamlelere sessiz kaldığını söylemek, esas meseleyi milletten gizlemek demektir.

22 Temmuz darbesi sonrası Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan Gül, Başbakanlığı döneminde ABD’yle yaptığı hizmet sözleşmesi gereği “özür kampanyasına” karşı “sessizdir”!

Abdullah Gül, ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’la, 3 Nisan 2003 günü Ankara’da “2 sayfalık, 9 maddelik gizli bir plan yaptığını” itiraf etmiştir. Gül bu itirafı, 24 Mayıs’ta, Vatan Gazetesi’nden Sedat Sertoğlu’yla söyleşisinde ağzından kaçırmıştır: “Ben bu gezileri yapmadan önce şimdi senin oturduğun koltukta (Eliyle koltuğa vurdu) ABD Dışişleri Bakanı Powell oturuyordu. Onunla 2 sayfalık 9 maddelik bir plan üzerinde anlaştık. Ama ben her yaptığımı kalkıp açıklayamam ki… Powell Suriye’ye giderken de benimle konuştu. Gizli olan bir sürü gelişme var.”

ANLAŞMA MI, HİZMET SÖZLEŞMESİ Mİ?

Gül’ün ağzından kaçırdığı anlaşma, aslında anlaşma mıdır, hizmet sözleşmesi midir? Çünkü Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, başka ülkelerle anlaşmaları belirli hükümlere bağlar. Bakanlar Kurulu’nun, TBMM’nin ve Cumhurbaşkanı’nın onayı, kararı, imzası olmayan bir sözleşme anlaşma değil, olsa olsa hizmet sözleşmesidir!

İŞTE 9. MADDE

Gül’ün ağzından kaçırdığı ama içeriğini daha sonra açıklamadığı bu hizmet sözleşmesini daha sonra İşçi Partisi açıkladı. Buna göre gizli hizmet sözleşmesinin 9. Maddesi şöyle: “Ermenistan’a yönelik kısıtlamaların kaldırılması”

Bu hizmet sözleşmesinde yer alan 9. Maddenin adım adım nasıl geliştirildiği belleklerdedir;

AKP ADIM ADIM İLERLEDİ!

Gül’ün Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış, 2002 seçimlerinin hemen ardından, “Erivan’la ilişkileri normalleştirmeye hazırız” mesajı verdi AB’ye…

Başbakan Gül, 3 Nisan 2003’te ABD Dışişleri Bakanı Powell’a, yukarıda belirttiğimiz 9. Madde sözünü verdi.

Emekli büyükelçi İlter Türkmen’in içinde yer aldığı Türk-Ermeni Uzlaşma Komisyonu, uluslar arası bir hukuk komisyonuna başvurmuş ve bu firma da “Ermeni soykırımı vardır” denilen bir rapor hazırlamıştır. Rapor, 2003’te yayımlanmıştır.

2004’te Washington’u ziyaret eden Başbakan Erdoğan, ABD’ye gümrük sınır kapısının en kısa sürede açılacağı sözünü verdi.

Başbakan Erdoğan, 8 Mart 2005’te, CHP Genel Başkanı Baykal’la yaptığı basın toplantısında Ermeni iddialarını kastederek “Türkiye, iktidarıyla, muhalefetiyle tarihiyle yüzleşmeye hazırdır” diye konuştur.

Gül ve Erdoğan, 2005’teki çeşitli açıklamalarında, “Ermeni meselesi için ortak bir komisyon kurulmalı ve bu mesele tarihçilere bırakılmalı” dedi.

Gül, 28 Mart 2007’de, Washington Times gazetesinden yayımlanan makalesinde, “Türk-Ermeni komisyonu kurulsun. Bu komisyon Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleşmesi için olumlu bir hava yaratacaktır” dedi.

29 Mart 2008’de, Van’ın Akdamar Adası’ndaki Ermeni Kilisesi, büyün şaşaayla, Başbakan Erdoğan tarafından açıldı. Hafta boyunca, medya aracılığıyla milletimize psikolojik savaş uygulandı.

GÜL’ÜN 3. MADDELİK MUTABAKATI

Gül, maç izleme bahanesiyle 6 Eylül 2008’de Erivan’a gitti ve muhatabıyla 3 maddelik bir mutabakata vardı. Buna göre belirli bir zaman diliminde sınır kapısı açılacak, ortak tarih komisyonu kurulacak, ekonomik ve bölgesel işbirliğinin geliştirilmesi konusunda ortak çalışmalar geliştirilecek.

İŞTE AB’NİN ROLÜ!

Fransız Hükümeti, “Ermenilere soykırım yapılmamıştır” demeyi suç sayan yasa teklifini senato gündemine neden almadığını 3 Aralık 2008’de şu sözlerle açıkladı: “Abdullah Gül’ün Erivan ziyareti üzerinden Türkiye bir ‘bellek çalışması’ yapmaya başladı, bunun cesaretlendirilmesi gerekir!”

Ve cesaret alan Soros’çu “aydınlar” özür dileme kampanyasını başlattılar!

İlk tebrik de Amerika Ermeni Asamblesi’nden geldi. Asamblenin direktörü Bryan Ardouny, “bu özür, bir ilk adım ve kaçınılmaz olarak Türkiye’nin, soykırım geçmişiyle yüzleşmesi sonucunu ortaya çıkaracak” dedi.

GÜL’ÜN İBRETLİK AÇIKLAMASI!

Abdullah Gül de, 16 Aralık’ta şöyle dedi: “Türkiye, görüşlerin açıkça ifade edilebildiği bir ülke. Herkes görüşlerini açıkça ortaya koyuyor. Sorunların, problemlerin olduğu komşularımızla sorunları konuşarak çözmek kararlılığındayız, bu mümkün. Problemlerin devam etmesinin kimseye bir yararı yok. Bizim devlet olarak tavrımız, tüm komşularımızla ilişkilerimizi, en iyi noktaya getirmek, tüm komşularımızla güven, istikrar temin etmek ve bütün bölgede refahın gerçekleşmesini temin etmek. Bunun yolu da buradan geçer.”

Şu kısa özet bile tek bir gerçeği ortaya çıkarmaktadır:

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Ermeni kökenli olduğu için değil, sınıfsal karakteri gereği ve ABD’yle hizmet sözleşmesi imzaladığı için Türkiye karşıtı girişimlere sessiz kalıyor, dahası destek veriyor!

MEHMET ALİ GÜLLER

, , ,

Yorum bırakın

SİSTEM PARTİLERİ, SİSTEMİ YIKIYOR!

“AKP’nin, ‘tek bayrak, tek millet, tek devlet’ ve ‘ya sev, ya terk et’ sloganı”; “CHP’nin kara çarşaf operasyonu”; “MHP’nin Alevi açılımı”!

Her üç parti de, Mart 2009 yerel seçimleri öncesinde birbirlerinin geleneksel alanlarına giriverdiler.

AKP, MHP’nin ‘ya sev, ya terk et’ sloganına sarıldı; CHP, AKP’nin dini siyasete alet eden sembollerine sarıldı; MHP, CHP’nin geleneksel oy tabanına sarıldı. Hatırlayınız, AKP de, daha önce CHP’nin geleneksel oy tabanı olan Alevilere “açılım” yapmıştı…

Bu durumu “partilerimizin birlik beraberlik kaygısı” olarak okuma saflığında değilsek eğer, görebileceğimiz tek bir gerçek vardır. O da hepsinin sistem partileri olduğu gerçeğidir.

Döne döne birbirlerinin yedekleri oluyorlar. Döne döne birbirlerinin alanlarına sırasıyla “doldur boşalt” yapıyorlar.

Nitekim, üçünün de parti programı temelde aynı. “Serbest piyasacı”, “AB’ye tam üyelik hedefli”, “ABD’yle stratejik müttefik niyetli” programlarının gerisi teferruat nasılsa.

Normal zamanlarda birbirilerini eleştirseler de; en kritik zamanlarda hep aynılar. Hep aynı hedefe yönlendirilmiş oklar gibiler.

***

Örneğin Aytaç Durak. Adana Büyükşehir Belediye Başkanı.

Bu yerel seçimler öncesinde de AKP’den istifa etti; CHP’ye geçeceği söylendi.

Şaşırmayız!

Durak, 1963-1980 yılları arasında Adalet Partisi’nden dört dönem Adana Belediye Meclis Üyeliği yaptı. 1984’de Anavatan Partisi’nden Adana Belediye Başkanı oldu.  Sonra DYP’den Belediye Başkanı oldu, sonra da AKP’den…

Bu döngüsel duruma CHP içinden itirazlar gelince, Aytaç Durak’a DP’den davet gelmiş…

Aytaç Durak örneğine siyaset sahnelerimizde çok sık rastlanmaktadır.

***

Sistem partilerinin Türkiye’yi götürdüğü yer ortadadır. Sistem partileriyle sistem gün be gün yıkılmaktadır!

Mehmet Ali Güller

,

Yorum bırakın

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın