Posts Tagged TSK
PSİKOLOJİK SAVAŞIN SON AŞAMASI – MİLLET, ORDUSUNA KARŞI KIŞKIRTILIYOR
Posted by Mehmet Ali Güller in Odatv Yazıları, Politika Yazıları on 20/06/2010
ABD’nin TSK’ya karşı yürüttüğü operasyonun değişmeyen iki hedefi var: 1. Türk Ordusu’nu bölmek. 2. Ordu ile milleti karşı karşıya getirmek.
İşte ABD bu iki hedef doğrultusunda TSK’ya karşı gerek darbecilik iddiaları üzerinden gerekse terörle mücadelesi konusu üzerinden psikolojik savaş uygulamaktadır.
Psikolojik Savaşın sahibi ABD, taşeronları AKP ve F Tipi Örgüttür.
Gelin “ 35 kişilik CIA-Pentagon heyeti”nin kurmaylığını yaptığı bu psikolojik savaşa mercek tutalım ve 2007 yılından itibaren savaşın aşama aşama nasıl ilerletildiğini görelim:
1.. Aşama
TSK’nın “terörle mücadele” konusundaki en seçkin subayları darbecilik iddiasıyla tutuklandı.
2.. Aşama
Ergenekon soruşturması kapsamında yapılan bu operasyon dalga dalga, sindire sindire, subayların kimi amirlerine de hazmettire hazmettire uygulandı!
3.. Aşama
“Terörle mücadele” etmiş subayların halk nezdinde itibarını sarsabilmek için akla ziyan iddialarla gündem yaratıldı. Örneğin günlerce, asit çukurlarına atılan binlerce ceset türünden deli saçması iddialar süsledi manşetleri. Aşama tamamlandığında, psikolojik savaşın aracı olarak işlev gören yandaş basın, kuyulardan tek bir insan kemiği çıkmamasını haber yapmadı elbette!
4.. Aşama
İlk 3 aşamanın sağladığı başarı ile cephede olan subayların da terörle mücadele azmi kırıldı. Cephedeki subay için terörle mücadele etmek her an Ergenekon’dan içeri alınmakla eşdeğer hale getirildi.
Teröristle mücadele eden subay terörist muamelesi görerek zindana atılırken, Kandil’den gelen terörist Habur’da devlet töreniyle kabul edildi.
Bölgenin en tepesindeki askeri yetkili olan 3. Ordu Komutanı, Ergenekon’un bir türevi olan Erzincan İddianamesinde 1 nolu sanık ilan edildi! Yandaş basın üzerinden görev ifa eden F tipi savcılar, “Saldıray Berk görevden alınmalı” kampanyası açtılar. Komutanlarının terörist muamelesi gördüğü bir ortamda, genç subayların terörle mücadele azmine darbe indirilmeye çalışıldı.
5.. Aşama
Ordu içinde nifak yaratılarak, generaller ile genç subaylar karşı karşıya getirilmeye çalışıldı. Genç teğmenlerin generallere suikast hazırlığı içinde olduğu deli saçmalığından hareketle askeri liselerin, harp okullarının dereceli genç subayları Ergenekon sanıklığında zindana atıldı!
Aynı operasyon kapsamında, genç subaylarda da bu deli saçmalığına rağmen komutanların kendilerine sahip çıkmadığı fikri işlenerek komuta katına güvensizlik duygusu yaratılmaya çalışıldı.
6.. Aşama
PKK’nın karakol baskınlarının neredeyse tamamı Ergenekon’un dolayısıyla TSK’nın işi gibi sunuldu. Yandaş basına yerleştirilmiş pek çok utanmaz kalem üzerinden, “Ordu AKP’nin Kürt açılımına engel olmak için kendi evlatlarını öldürüyor” fikri işlendi!
Şehit yakınlarının TSK’yı hedef alan açıklamalar yapması için özel çalışmalar yürütüldü.
İktidar katlarında ise diğer aşamalardaki başarıların verdiği pervasızlıkla, “iyi ki bu orduyla savaşa girmemişiz” demeçleri verildi.
7.. Aşama
“Terörle mücadele konusunda askerin başarısız olduğu, 30 yıldır bir adım öteye gidilemediği” gibi fikirler ekranlarda, manşetlerde subayların gardını düşürmek için aylarca dillendirildi. Bu ordunun lağvedilmesi gerektiği, yeni ve profesyonel ordu kurulması gerektiği işlendi hemen her akşam ekranlarda…
İtiraz edenlere “anaların ağlamasını mı istiyorsun” şeklide ucuz ama etkili argümanlarla saldırıldı.
8.. Aşama
TSK’nın karakol baskınlarına uğramasının “siyasal” sonucu olarak “ABD ile istihbarat paylaşılması” anlaşması yapıldı. İstihbaratın önce ABD’deki merkeze gidip değerlendirileceği, uygun görülürse Erbil’deki üçlü koordinasyon merkezine, oradan da Ankara’ya ulaştırılacağı yönteminin akıl dışılığı bir yana, asıl sıkıntı bu anlaşmanın askeri sonucuydu: ABD, bu anlaşmayla hem Ankara’yı “Kuzey Irak’a girmene gerek kalmadı, ben sana istihbarat vereceğim” noktasına getirmiş hem de terörle mücadele etme kapasitesini zayıflatmış oldu!
Böylece TSK, PKK’ya karşı sınır ötesi operasyon yapamaz hale getirildi. (Birkaç saatliğine girip, 12 terörist imha edildiği şeklindeki sonuçlar, hem ordunun hem de milletin motivasyonuna negatif etki yapmaktadır.)
Kaldı ki siyasal iradenin, ABD’nin “Askerini Afganistan’a, Lübnan’a, Somali’ye gönder ama Kuzey Irak’a gönderme” şeklindeki isteğine kayıtsız şartsız uymuş olması, zaten Ordu’nun elini kolunu bağlar hale gelmişti.
9.. Aşama
Artık halkın, ordusuna karşı kışkırtılması aşamasına geçilmiştir. Hakkari’de verilen 11 şehitten sonra, iktidar katından uygulanan yeni saldırı aracı “halkın, Genelkurmay’dan hesap sorması” üzerine inşa edilmiştir. AKP’li Meclis Başkanı aynen şöyle demiştir: “Her şehit haberinden sonra ‘Allah rahmet eylesin, başınız sağ olsun, vatan sağ olsun, milletimizin başı sağ olsun’ demek adet haline geldi. Bu değerlendirmeler, açıklamalar, vatandaşımızı artık tatmin etmiyor. Bundan birkaç gün önce şehit verdiğimiz bir gencimizin Çorum’daki babasının tespiti beni çok etkilemişti. Şehit babası, ‘Biz koskoca bir devletiz, koskoca ordumuz var, birkaç çapulcu üzerinde neden etkili olamıyoruz, bunları susturamıyoruz’ demiştir. Bugün verdiğimiz 8 şehidimizle ilgili ben Genelkurmay’dan tatmin edici bir açıklama bekliyorum. Bu şehit babasının hislerine tercüman olacak, tatmin edecek açıklama bekliyorum. Kamuoyu da bekliyor”.
Sonuç
TSK’nın psikolojik savaşa karşı koyacak unsurlarının budandığı bir 8 yıl geçti. MGK Genel Sekreterliği koltuğundan atılmakla başlayan süreç, Meclis’i korumakla görevli askeri taburun kapı dışarı edilmesine kadar götürüldü.
TSK, tehdidin kaynağını doğru saptamayarak ya da saptamışsa bile bunu ilan edip milletiyle paylaşmayarak adım adım tasfiye ediliyor!
MEHMET ALİ GÜLLER
‘ASİMETRİK PSİKOLOJİK SAVAŞ’ DEĞİL, ABD SALDIRISI!
Posted by Mehmet Ali Güller in Odatv Yazıları, Politika Yazıları on 02/02/2010
Yakamoz, Sarıkız, Ayışığı, Eldiven, Kafes, Islak İmza, Poyrazköy, Çukurambar, Balyoz; toptan söylersek Ergenekon tertibi… Bu sayısız sözde darbe iddiaları ile TSK üzerinden hedeflenenler nelerdi ve ne oranda başarıldı?
1.. Türk Ordusu’nu bölmek
a- Dönemin Genelkurmay Başkanı Em. Org. Hilmi Özkök ile dönemin Kuvvet Komutanları ve Ordu Komutanları arasında ayrılık var!
Bunun en somut örneği Balyoz tartışmalarında söylenenlerdir.
Em. Org. Çetin Doğan: “Hilmi Özkök yurttaşlık görevini yapsın”
Em. Org. Hilmi Özkök: “Muhatap Yalman”
Em. Org. Aytaç Yalman: “Org. Başbuğ kurmay başkanımdı, o bilir”
Em. Org. Çetin Doğan: “Org. Özkök’ün açıklamaları yetersiz”
b- Ergenekon tertibi nedeniyle yargılanan komutanlar ile yargılanmayan komutanlar arasında ayrılık var!
c- Ordunun tepesi ile ordunun gövdesi arasında ayrılık var!
Amirallere sözde suikast iddiaları ile tutuklanan teğmenler, sahip çıkılmayan albayların, yarbayların intiharları, yaptığı görevler nedeniyle karargahından gözaltına alınan komutanlara sahip çıkılmaması…
2.. Ordu-Millet birliğini zayıflatmak
TSK’ya güven, millet nezdinde yıllardır % 100’lere yakın seyretmekteydi. Ancak son yapılan anket çalışmalarında (doğruluğu tartışmalı bile olsa) bu oran %60’lara kadar düşmüştür!
3.. TSK’yı irticaya karşı mücadele edemez hale getirmek
28 Şubat sürecinin bin yıl kararlılık ilan ettiği irticaya karşı mücadele azminde büyük gedikler açıldı. Örneğin “AKP ve Gülen’i bitirme planı” diye sunulan ve ıslak imza tartışmalarıyla kitlelerin zihinlerinin bulandırıldığı tertiple, aslında “İrticaya Karşı Eylem Planı” (uygulanmasını bırakın, düşünülmesi bile) yasak hale getirildi.
Balyoz Darbe Planı diye dile getirilen ama aslında EMASYA protokolü kapsamında bir devlet görevi olarak yapılmış bir seminerle, “Emniyet ve Asayiş Yardımlaşma” protokolü tartışmaya açılmış oldu. İçişleri Bakanlığı ile Genelkurmay Başkanlığı arasında imzalanmış bu protokolün, bizzat Başbakan Erdoğan’ın ağzından kaldırılacağı ilan edildi.
Hükümet tarafından 100 sayfadan 25 sayfaya kırpılan 2005 tarihli son Milli Güvenlik Siyaset Belgesi, Balyoz tartışmalarıyla yeniden gündeme getirildi ve bu yıl yapılacak düzenlemelerde iç tehdidin (irtica ve bölücülük) kaldırılacağı bizzat Başbakan’dan başlayarak hükümet üyeleri tarafından ilan edildi.
4.. TSK’yı milli stratejiden yoksun bırakmak
2005 tarihli Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nden hükümetin çıkardığı Dış Güvenlik Eylem Planı ekinden sonra yapılacak (komşularla sıfır sorun politikası gereği!) yeni düzenlemeler, Türkiye’yi özellikle Irak’ın kuzeyinden ve Kıbrıs’tan gelen tehditlere karşı daha da zor durumda bırakacaktır.
Peki Türk Silahlı Kuvvetleri neden bu 4 önemli tertip hedefini savuşturamamıştır?
1.. TSK öncelikle “yığınakta hata” yapmıştır, tehdidin kaynağını ilan etmemiş ve tehdidin kaynağıyla sözde ortaklığa devam etmiştir. Salt “asimetrik psikolojik savaş” uygulanmasından şikayet ederek ve “asimetrik psikolojik savaş”ın arkasındakileri en fazla “vicdansızlar” olarak tarif ederek, savaşa karşı mevzilenilemez! ABD’yi tehdidin kaynağı ilan etmeden, NATO’dan çıkmadan, ne milleti doğru mevzilere seferber etmek mümkündür ne de Süleymaniye’de kafamıza geçirilen çuvaldan çıkmak mümkündür.
2.. TSK, (kendinden önceki tüm) mevzileri terk etmeyi savaş taktiği olarak benimsemiştir. Cumhuriyetin kaleleri sıra sıra (YÖK, kimi üniversiteler, bazı sendikalar, merkezi devlet kurumları vd.) düşmüştür! Terk edilen mevzilerin çokluğu, savunma hattının belli olmaması, Cumhuriyet’in savunulmasını daha da zorlaştırmıştır.
3.. TSK milyonların şahlandığı Cumhuriyet Mitinglerinin devrimci ruhuna sahip çıkmamıştır. Bu durum TSK’yı kendisine yönelik saldırılar karşısında nesnel olarak yalnız bırakmıştır. Çünkü Cumhuriyet Mitinglerine devrimci ruh verenler Ergenekon tertibiyle içeri atılmıştır. Tayyip Erdoğan’ı Başbakan yapan CHP ile Abdullah Gül’ü Cumhurbaşkanı yapan MHP’nin muhalefeti ile Cumhuriyeti muhafaza etmenin imkansız olduğu 7 yıllık pratikle bir kez daha kanıtlanmıştır.
Sonuç:
Polordu inşa etmek, Kamu Güvenliğini CIA komutasındaki Özel Örgüte devretmek, tertibin şu anki hedefidir. Bu hedef nedeniyle, TSK’ya yönelik saldırılar daha da yoğunlaşmaktadır. Ve saldırı sürdüğüne göre TSK teslim alınamamıştır. En önemli gerçek budur! Bu gerçeği güçlendirmek, bu gerçekten hareketle mevzileri yeniden ele geçirmek Atatürk’ün bıraktığı mirastır.
MEHMET ALİ GÜLLER
TSK, ABD’NİN TOPYEKÜN SALDIRISI ALTINDA
Posted by Mehmet Ali Güller in Odatv Yazıları, Politika Yazıları on 04/01/2010
Özel Kuvvetler Komutanlığı’na bağlı Ankara Seferberlik Bölge Başkanlığı’na yapılan baskında gözaltına alınan 8 subay, kamuoyuna da yansıdığı gibi “silahlı örgüt kurmak” ile suçlandı. Bu durumda en yüksek rütbelisi Albay olan 8 subaya silah temin edenler ve başkentin göbeğinde 8 subayı bir devlet kurumunda çalıştıranlar da, yardım ve yataklık ile suçlanmalı! Şaka bir yana, TSK’yı silahlı örgüt olmakla suçlamak ile Mustafa Kemal Atatürk’ü Ergenekon’un 1 Numarası ilan etmeye yeltenmek arasında ince bir çizgi kaldı; yakında Ergenekon’un ilk faaliyetinin de Kurtuluş Savaşı olduğunu söyleyeceklerdir!
Meselenin trajikomik yanını bırakıp, öze dönelim.
Genelkurmay Başkanlığı ilk olarak; Anakara Seferberlik Bölge Başkanlığı’nda yapılan aramanın “tamamen yasal çerçeve kapsamında yürütülmekte” olduğunu açıklamıştı. Hatta aramanın Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ’un Başbakan Erdoğan’la görüşmesinin arkasından gelmesi, pek çok kesimde “uzlaşma” yorumlarına yol açmıştı. Nitekim AKP’li Bakan Ertuğrul Günay, -tekzip edilmeyen konuşmasında- aramalarda Org. Başbuğ’un izni olduğunu açıkça ifade etti: “Genelkurmay Başkanı ile Başbakan saatlerce konuştuktan sonra ‘gidin burada arama yapın’ kararı alınıyorsa, ‘Seferberlik Tetkik Kurulu’nun bulunduğu binanın müze olmasına doğru emin adımlarla ilerliyoruz’ diye düşünüyorum. Allah bana bugünü de gösterdi”. (Akşam, 31 Aralık 2009).
Genelkurmay Başkanlığı Hukuk Başmüşavirliği’nin 31 Aralık akşamı özel bir ulak ile mahkeme başkanlığına gönderdiği dilekçede ise belgelerin imha edilmesi istendi. Dilekçede ayrıca; “aramalarda hukuki uygulamanın dışına çıkıldığı” savunuluyordu! (Hürriyet, 1 Ocak 2009)
Bu saldırıların “hukuka güveniyoruz” ya da “hukukun içinde kalınsın” açıklamalarıyla son bulmayacağı ortada! Çünkü saldırı, kaynağını zaten hukuksuzluktan almaktadır! Kaldı ki; bir işlemin yasal olması başka, hukuki olması başkadır!
İntihar eden Deniz Yarbay Ali Tatar son mektubunda komutanlarına nasıl seslenmişti: “Hukuksuzluk sürecine hukuk adına saygı gösterilemez. İçim buruk, bana bu oyunu oynayanlara ve sahip çıkmayanlara kırgınım. Yaşadığım bu hukuksuzluk sonucu o deliğe bir daha girmektense mezara girmeyi tercih ederim. Şunu bilin ki, en küçük suçu günahı olmayan ben, yapılan bu hukuksuzluğa isyan ve bu karanlığa bir nebze ışık olabilmek için hayatıma son veriyorum”.
Şehit Yarbay Tatar’ın da belirttiği gibi, hukuka saygı değil, hukuksuzluğa isyan zamanıdır.
Türk Silahlı Kuvvetleri kendisine yönelik sistematik saldırılar karşısında günden güne mevziler kaybediyor. “Teğmenlerin Amirallere suikast yapacağı yalanıyla” ve “Kafes Eylem Planı”yla Deniz Kuvvetleri Komutanlığı; “Kayseri Operasyonlarıyla” Jandarma Genel Komutanlığı; “Karargâh Evleri yalanıyla” Hava Kuvvetleri Komutanlığı; “İrticaya Karşı Eylem Planı”yla Genelkurmay Başkanlığı ve son olarak “Arınç’a suikast yalanıyla” Özel Kuvvetler Komutanlığı saldırı altındadır!
En başından söylediğimiz gibi Ergenekon tertibinin merkezinde Türk Ordusu var çünkü TSK, ABD’nin “Türkiye himayesinde Kürdistan Planı”na fiziki olarak direnebilecek (ve de direnen) yegâne kuvvet! Bu yüzden hem bölünmeye zorlanıyor hem de millet-ordu birliği zayıflatılmaya çalışılıyor.
Meselenin “Kürt Açılımı”yla doğrudan ilgili olduğunu, ABD’nin Kürt raporları hazırlattığı uzmanı Henry Barkey de artık açıktan ifade ediyor. Ne diyor Barkey Hürriyet Gazetesi’ne verdiği röportajda: “Irak’ın federe yapısı çok önemli ABD için. Türkiye’nin yeni Irak ve Kuzey Irak politikası Amerika’da çok hoş bir sürpriz olarak karşılandı. Zira bu değişime kadar Washington Ankara’yı bu konuda bir problem olarak görüyordu. (…) Eğer Ankara-Erbil hattı eskisi kadar yüksek tansiyonlu olsaydı, yani her an ikisi arasındaki ihtilafın sıcak çatışmalara gitme potansiyeli olsaydı, ABD’nin işi çok zor olurdu. Kuzey Irak’ta asker bırakmak düşüncesiyle karşı karşıya gelecekti. Çünkü o zaman Kuzey Irak’taki Kürtlere ne gibi bir güvence verilecekti? Onların Bağdat hükümetine hiç güveni olmadığının altını çizmek lazım. (…) Açılımdan dönüş çok pahalıya mal olur. Ayrıca AKP için de bu noktadan U dönüşü yapması büyük hezimet olur. Seçimlerde ağır fatura öder. Hükümet bu kez Genelkurmay Başkanı’nın desteğini de almışken dönmemeli”. (Hürriyet, 2 Ocak 2010)
Tehdidin kaynağı çırılçıplak ortadadır!
Tehdidin kaynağı ABD’dir!
MEHMET ALİ GÜLLER
23 SENTLİK ASKER
Posted by Mehmet Ali Güller in Odatv Yazıları, Politika Yazıları on 27/12/2009
ABD, spekülatör ve “turuncu darbe” foncusu George Soros’un, Sabancı Üniversitesi’nde söylediği “en iyi ihraç malı ordunuzdur” hakaretinden bu yana hayli yol aldı TSK’yı yıpratma konusunda…
Ergenekon tertibiyle iyice köşeye sıkışan TSK artık her konuda suskun; kendisine yöneltilen hakaretlerde bile…
Mehmet Ali Birand da “Türkiye’nin en güçlü pazarlık kartı: TSK” diye başlık atmış bugün ki köşesinde. “Şu anda ABD borsasında en değerli hisse, Türk Silahlı kuvvetleri” demiş Birand ve eklemiş: “Bugün Beyaz Saray’da bir pazarlık yapılacak”
***
ABD borsasının en değerli kağıdı olduğu söylenen TSK’ya ilk defa fiyat biçilmiyor! NATO’ya girebilmek için 4500 askerimizi Kore’ye gönderdiğimizde de fiyat biçmişti Washington Mehmetçiğimize… ABD Dışişleri Bakanı Dulles, “Bir Türk askeri bize 23 cente mal oluyor” demişti. 23 cent çarpı 4500 askerden, 1035 Amerikan doları etmişti 721 şehit ve 2111 gazi!
***
“23 Sentlik Asker” şiirinde şöyle ağzının payını verir Nazım Hikmet ABD Dışişleri Bakanı Dulles’in:
“Dedim ya Mister Dalles,
Herhalde bütün bunları sizden gizledir.
ucuzdur vardır illeti.
Hani şaşırmayın,
yarın çok pahalıya mal olursa size,
bu 23 sentlik asker,
yani benim fakir, cesur, çalışkan, milletim,
her millet gibi büyük Türk milleti.”
***
1986 yılından beri ABD’nin “Üç İsrail” Planına, “Türkiye Himayesinde Kürdistan” Projesi’ne direnen TSK, 2002’den beri büyük bir saldırının altında. TSK’nın, bölgesel planlarını hayata geçirmek isteyen ABD’nin önündeki en büyük engel olması, saldırının hem boyutunu hem biçimini pervasızlaştırdı.
Küreselleşme ile ulusal devlet savaşının en yoğun yaşandığı son 7 yılda, Kemalizm’in tasfiyesi ve ılımlı İslam’ın inşası noktasında epey yol alındı.
ABD açısından bu yoldaki en stratejik hedef TSK’yı bölmekti. Ergenekon tertibiyle bu hedef doğrultusunda da büyük yol alındı. 23 yaşındaki genç teğmenlerin “darbeci” diye “adalete” teslim edilmesi; Amirale suikast planlıyor diye teğmenden albaya tutuklamalar yapılması, emekli komutanların hücrelerde unutulması, her türlü pervasız saldırı karşısında “ille de hukuk” diye diye susulması, Ordu’yu bir ölçüde böldü maalesef…
Bölünmüş Ordu, savaş yeteneğini yitirmiş bir Ordu’dur.
Ve savaş yeteneğini yitirmiş bir Ordu, korumakla mükellef olduğu Vatan’ı da yitirir!
MEHMET ALİ GÜLLER
ARINÇ’A SUİKAST YALANI VE F TİPİ ‘PERDELEME OPERASYONU’
Posted by Mehmet Ali Güller in Odatv Yazıları, Politika Yazıları on 24/12/2009
Arınç’a suikast iddiasının yalan olduğu, Genelkurmay’ın açıklamasıyla da teyid oldu. Ancak daha önemlisi suikast iddiasıyla, aslında TSK’ya yönelik bir perdeleme operasyonu yapıldığı gerçeğiydi. TSK, kendisine yönelik “asimetrik psikolojik savaş”a “yanıt ararken”, F Tipi örgütün “perdeleme operasyonu”na maruz kalmıştır.
Açalım; ama önce suikast iddiasını çürüten olgulardan üçünü sıralayalım:
1.. Suikast iddiasıyla suçlanan Albay ve Binbaşı, 47 günde 25 araç kiralayarak bölgede “keşif” yapıyor. 25 araçla topu topu 80 km yol yapılmış. İzleme faaliyeti için yüksek düzeyde profesyonel bir çalışma tarzı. Üstelik Albay ve Binbaşı Bumerang isimli araç kiralama şirketinden, özelikle güzergâh takibine yarayan GPS cihazının olmadığı araçları kiralayacak uzmanlıkta… Ve de Albay ve Binbaşı, suikast iddiasıyla baskına uğradıklarında da ayrı ayrı araçlarda yer alacak çapta…
Ancak bu uzmanlığa sahip subaylar, Arınç’ın adresini bir türlü ezberleyemeyip kâğıda yazmışlar!
2.. Suikast iddiasını ortaya atanlar, ihbarın 20 gün önce yapıldığını, Albay ve Binbaşı’nın da 20 gündür izlendiğini yazdılar. Demek ki, Albay ve Binbaşı 20 günde ne adresi ezberleyebilmiş, ne de Arınç’ın evini bulabilmiş! Üstelik subaylar iddiaya göre Arınç’ın evinin çevresinde defalarca güvenlik kameralarına yakalanmış! Çevresinde dolanıp dolanıp, üstelik ellerindeki kâğıtta adres yazılı olduğu halde, bir türlü hedefi bulamayan iki subay!
3.. Arınç’a suikast gibi çok ciddi bir iddia ile baskına uğrayan iki subay, iddiaların “büyüklüğünün” tersine serbest bırakıldılar! Demek ki savcı, yazılan çizilen iddiaların “büyüklüğünü kavrayamamış! Bu arada yazılan çizilenlerin tersine, iki subayın aranması sırasında ne silaha, ne mühimmata, ne ses kayıt cihazına, ne de teknik takip cihazına rastlanmadığının altını çizelim!
Peki, suikast yalan olduğuna göre gerçekte olan biten nedir?
Önce Genelkurmay Başkanlığı’nın açıklamasındaki bir satır arasını hatırlatalım: “Söz konusu askeri personel, uzun süredir devam eden, kastedilen bölgeye yakın bir yerde oturan ve bilgi sızdırdığı iddia edilen bir askeri personel hakkında bilgi toplamak üzere görevlendirilmişlerdir”.
İşte suikast yalanının nedeni budur!
TSK, en doğal hakkı olarak, personelini kendisine yönelik “asimetrik psikolojik savaş”a karşı görevlendirmiştir. “35 kişilik ABD özel birimi” destekli F Tipi Örgüt ise TSK’nın “asimetrik psikolojik savaşa” karşı yürüttüğü çalışmaya karşı “perdeleme operasyonu” yapmıştır. Ergenekon tertipçileri, TSK’nın yüksek komuta kademesine de “ sakın karşı hamle yapma” mesajı vermiştir. Mesajı güçle destelemek için de iki subayı deşifre etmiştir!
“Tarihi fırsat” kaçmadan uygulamaya geçmek ve BOP projesine direnenleri hizaya sokmak gayreti, “asimetrik psikolojik savaş”ın boyutunu hem pervasızlaştırmakta hem de –nasıl olsa halk uyuyor diyerek- daha da ciddiyetsiz kurgular yapmaya itmektedir.
Son bir haftada yaşananlar bile tertiplerin çapsızlığını, ciddiyetsizliğini ortaya koymaya yetmektedir. İntihar eden Yarbay Ali Tatar’a ilk tutuklandığında sorulan soruya bakınız: “Mayıs 2008’de, Beylerbeyi Deniz ve Öğretim Komutanlığı’nda, eski Jandarma Genel Komutanı Org. Şener Eruygur, Doğu Perinçek’le bir toplantı yaptı ve burada size ‘köprü personel’ görevi verildi mi?” Şehit Yarbay böyle bir sorunun neresini yanıtlayabilirdi ki?! Çünkü Perinçek, “Mayıs 2008”de Ergenekon tertibiyle zaten hapisteydi!
Tertipçileri bu pervasızlığa iten nedenlerden biri de, basınımızın, daha 1. iddianamede “Perinçek Ergenekon’un tüzüğünü şu tarihte, şu evde, şunlarla yazdı” denildiğinde, “Perinçek o tarihte Haymana Cezaavi’nde yatıyordu” demeyi yüksek sesle söyleme-yazma cesareti gösteremememizde aramak lazım.
Ayrıca “asimetrik psikolojik savaş”ın boyutunun, çapsız-pervasız köşe yazarlarının kaleminde “Ey İlker Başbuğ. Subayın krokiyi yutmuş, ağzından çıkarmışlar, al sana ıslak belge, inanmıyorsan tükürük testi yap” şeklinde cıvıklaşmasını da basın tarihimize not edelim.
MEHMET ALİ GÜLLER
İRTİCAYLA MÜCADELE GÖREVİ RAFA KALKAMAZ!
Posted by Mehmet Ali Güller in Odatv Yazıları, Politika Yazıları on 07/07/2009
TSK’ya yönelik “kağıt parçası” tertibi kısmen geri tepti.
Tertipte kullanılanın “belge değil, kağıt parçası” olduğu kesin olarak saptandı. Askeri savcılık, “kâğıt parçasının” sivillerce ve karargâh dışında imal edildiğini de saptadı. Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ, TSK’ya yönelik “asimetrik psikolojik harekât” uygulandığını, bunun Türkiye’nin bekasını ilgilendirdiğini, TSK’ya yönelik fitne-fesat yapıldığını da saptadı.
Ancak Türkiye’nin bekasını asıl ilgilendiren, fitne fesadı kimlerin yaptığını, asimetrik psikolojik harekâtı kimlerin uyguladığını saptamak ve milletin önüne getirtmektir!
Öncelikle sonuçları bakımından tertibin temel amacını belirtelim.
TSK’ya sızmadan, TSK’yı “hizaya sokmadan”, TSK’yı bölmeden ne ABD planları uygulanabilir ne de ABD’ye göbekten bağlı Cumhuriyet düşmanı kesimler, Türkiye’de gerçekten iktidar olur! Bu, Cumhuriyeti korumak bakımından da esas alınacak formüldür.
Tertibin 3 hedefi vardı:
- Tertipçiler, TSK’yı “irticaya karşı mücadele” edemez hale getirmeye çalıştı. Türkiye, sahte olduğu daha ilk günden belli olan bir kâğıt parçasını iki hafta tartıştı. Ve bu süreç içerisinde öyle bir psikolojik harekât uygulandı ki, vatandaşın gözünde “irticaya karşı mücadele bir görev değildir, hele askerin hiç görevi değildir” izlenimi verilmeye çalışıldı. Belge de işte tam bu amaçla, göstere göstere sahte hazırlanmıştı!
Anayasa Mahkemesi’nin “irticanın odağı” olduğuna hükmettiği AKP’ye karşı mücadele planı hukuken de, siyaseten de yapılamaz fikri, kafalara işlenmeye çalışıldı!
- Hükümet, gece yarısı operasyonuyla askere sivil yargı yolu açtı! Burada iki amaç var. Birincisi, Ergenekon tertibine dâhil ederek Türk subaylarını teker teker içeri atarak, etkisiz kılmak!
İkincisi, AKP’nin Yüksek Askeri Şura’da şerh koyduğu, irticacı subayların atılması konusunun yargıya götürülmesi! Böylece cemaatin yıllardır beceremediği TSK’ya sızma hedefi de gerçekleşmiş olacak! - Türk Ordusu, milletinin gözünde zayıf düşürülmeye, zayıf gösterilmeye çalışıldı! Tertipçilerin denklemi basit: “TSK 27 Nisan’la yol verdi, millet alanlara doldu. TSK etkisiz kılınınca, zayıf gösterilince, millet alanlara çıkmaya korkacaktır!”
En başta, “TSK’ya yönelik ‘kağıt parçası’ tertibi kısmen geri tepti” demiştik! Süreci TSK ve milli kuvvetler açısından da analiz etmeli, hataları görmeliyiz.
Tertipçi tertibi açığa çıkarır mı?
Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ’un, “tertipçilerden tertibi açığa çıkartmalarını” istemesini “Türkiye’nin bekası” açısından yorumlamalıyız.
Org. Başbuğ, “kağıt parçası”nın nerede ve kimlerce hazırlandığını Emniyet ve MİT’e sordu. Bu konuyu yorumlayanların bir kısmı şöyle söylüyor: “Kâğıt parçası karargâhta değil, dışarıda hazırlandığına göre, yetki askeri savcılığın olamaz. Sivil savcılığın göreve çağrılması normaldir”.
“Türkiye’nin bekası” sayılan bir tertibin açığa çıkarılması için, tanımlı görevlere göre mi hareket edilir? Genelkurmay istihbaratı tertibi açığa çıkaramıyor mu? Tertibin kaynağını millete söylemek, Genelkurmay’ın görevi değil midir?
TSK, 3 yılda “tanımaz” hale gelmiştir
Öte yandan “20 hâkim albayı getirin buraya, hangisi Genelkurmay Başsavcısı tanımam” demek, “askeri savcılık bağımsız değildir” diye saldıranlara karşı verilebilecek bir yanıt mıdır?
TSK, 3 yılda “tanımaz” hale gelmiştir! Şemdinli tertibindeki astsubayı “tanıma” cesareti gösteren komuta etme zihniyeti, önce Ergenekon tertibiyle içeri atılan generalini tanımayan komuta zihniyetine dönüşmüş, şimdi de başsavcısını bile tanımaktan kaçınır olmuştur!
MGK tasfiye mi ediliyor?
AB uyum yasaları eliyle MGK’ye birkaç tırpan vurulmuştu. MGK Genel Sekreterliği askerden alındı, MGK’nin “tavsiye kararı”, “değerlendirme”ye dönüştürüldü, Başbakan yardımcıları MGK üyesi yapıldı vs.
Ancak son MGK toplantısı ile dikkat çeken bir görüntü oluştu.
Biliyorsunuz, son MGK, tek satırlık sonuç bildirisine rağmen 7.5 saat sürdü. MGK’den sonra ise Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı ve iki bakan bir “zirve” yaptı!
7.5 saat süren toplantıda halledilemeyen, başka bir zirve yapılmasına gerek bırakan sorun neydi?
3 kuvvet komutanı ile 1 genel komutanın da yer aldığı MGK’de çözülemeyip de, toplantıya 4 komutansız devam edilmesine neden olan neydi?
Mutlaka yanıtlanması gerekiyor!
Ya diğer kağıt parçaları?
Albay Çiçek’in, “belge değil kağıt parçası” saptamasıyla tutukluluk hali sona erdirildi.
“AKP ve Gülen’e karşı mücadele planı” kağıt parçası da, “MİT şeması”, “Tuncay Güney mülakatı” ne?
Peki, MİT müsteşarının bile “deli saçması” dediği şema nedeniyle hâlâ içeride yatanlar ne olacak?
Sonuç
“Görevimi kazasız belasız tamamlayıp, devredip emekli olayım” görüntülü son dönem, “Türkiye’nin bekasına” yönelik saldırıları daha da cesaretlendirmekte, daha da büyütmektedir.
Atatürk’ün dediği gibi, “milletin bağımsızlığı ihlal edilirse, bunun vebali subaylara ait olacaktır”.
MEHMET ALİ GÜLLER
15 ARALIK SEÇİMLERİ ÖNCESİNDE YAŞANANLARIN PERDE ARKASI: ŞEMDİNLİ-KERKÜK HATTI VE TSK’YA OPERASYON
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları on 31/12/2007
TSK’yı Kuzey Irak’ta etkisizleştirme operasyonun yeni durağı, TSK’yı bu kez Türkiye’de etkisizleştirme operasyonu! 4 Temmuz 2003’te Türk askerine çuval geçirilmesiyle başlatılan sürecin son durağı Şemdinli! 15 Aralık seçimleri öncesinde, Barzani’nin Bush tarafından “Kürdistan Devlet Başkanı” sıfatıyla kabul edildiği dönemde, hem Türkiye’de, hem de İran ve Suriye’de eş zamanlı benzer olaylar yaşandı.
MEHMET ALİ GÜLLER
Aydınlık Dergisi
Şemdinli’deki olayları, Umut Kitapevi, Jandarma mensupları ve patlamanın hemen ardından toplanan kalabalık üçgeninde, polisiye vaka ya da AKP hükümetinin yönettiği “hukuk devleti” perspektifiyle incelemek, gerçeği perdelemenin en kestirme yolu. ABD’nin 1992’de tohumlarını attığı Kukla Devlet’in, 15 Aralık 2005 seçimleriyle resmiyet yolunda atacağı son adımı görmeden, olayları analiz etmek mümkün değil.
Okların sözde “derin devlet” üzerinden Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yönlendirildiği Şemdinli olayları, ABD’nin “Ya Türkiye Kukla Devleti himaye edecek, ya Kukla Devlet Türkiye’ye girecek” denkleminin yansımasıdır.
YANITI GEREKEN ESAS SORULAR
Olayları analiz etmek için yanıtları bulunacak bazı sorular şunlardır:
– 1 Eylül 2005 tarihinden itibaren Şemdinli’de gerçekleşen 22 patlamanın sırrı ne?
– Hakkari-Şemdinli’deki Barzani’ye akraba aşiretlerin PKK’ye karşı tutumu ne?
– ABD açısından bölgedeki tüm Kürtlere çekim merkezi yapılmak istenen Barzani ile “etki alanına göz dikilen” PKK arasında bir çelişme var mı?
– Apo-PKK, yeni süreçte, ABD’nin Kukla Devlet planının neresinde?
– PKK’nin bölünmesi ne anlama geliyor?
– Şemdinli’yle eş zamanlı meydana gelen İran ve Suriye’deki olaylar ne anlama geliyor?
Diğer sorulara ve yanıtlara geçmeden önce birkaç hafta geriye dönelim.
BÖLGESEL YAPI RESMİYET KAZANDI
ABD’nin Irak’ta, 15 Ekim 2005 tarihinde yaptığı referandumla, Geçici Irak Anayasa’sı resmileşti. Yani, Irak’ın bölünmesini esas alan Anayasa, artık, uluslararası kabul gördü. Federatif Irak’tan koparılacak Kukla Devlet için geriye Kerkük’le ilgili “çözümsüzlük” kaldı. Ancak Anayasa’da yer alan madde, sözde çözümsüzlüğün de, bizzat Kukla Devlet lehine çözümünü öngörüyor. Anayasa’ya göre, Kerkük’ün nihai durumu 2007’de yapılacak seçimle belirlenecek. Barzani ve Talabani’nin, daha önceki seçim sırasında kente ABD eliyle taşıdığı peşmergelerin sayısı, zaten her geçen gün artıyor. 2007 seçimlerinden önce, Kukla Devlet adına nüfus iyice sağlamlaştırılmış olacak.
KUKLA DEVLET’TEN ÖNCE BARZANİ’NİN İLANI
IKDP lideri Barzani, 15 Ekim referandumunun hemen ardından, 24 Ekim’de, ABD Başkanı George Bush tarafından, “Kürdistan Devlet Başkanı”! sıfatıyla kabul edildi. 15 Aralık seçimleri öncesindeki bu kabulle, ABD Türkiye, İran ve Suriye’ye de son mesajını vermiş oldu.
Bu mesajın ardından da Türkiye’de Şemdinli olayı, Suriye’de Kamışlı olayı ve İran’da da kanla bastırılan kalkışma eş zamanlı gerçekleşti.
ABD açısından en kritik soru şu: Kuzeyden Türkiye, batıdan Suriye, doğudan İran ve güneyden Irak halkı (Sünni Araplar) tarafından çevrili bir Kukla Devlet nasıl yaşar?
Uzun yıllar önce de sorulan ve iki temel yanıtı bulunan bu soru, artık ABD açısından daha da kritik.
Ya Türkiye Kukla Devleti himaye edecek, ya da Kukla Devlet Türkiye, Suriye ve İran’a girecek!
KARADAYI-KIVRIKOĞLU ÇİZGİSİ
8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın bu projeye evet demesinden bu yana Türk Silahlı Kuvvetleri plana direniyor. Türkiye’yi başta Irak, İran ve Suriye olmak üzere bölge ülkeleriyle ve Çin-Rusya gibi güçlerle karşı karşıya getirecek bu planın kabulü, Türkiye’nin felaketi olur. Bu gerçek üzerinden konumlanan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin direncini kırmak ve Karadayı-Kıvrıkoğlu çizgisini tasfiye etmek ise ABD’nin esas meselesi!
ABD TSK’nın direncini kırmak, milli çizgiyi tasfiye etmek, Türk Ordusu’nu Kuzey Irak’ta by-pas etmek için, “çuval geçirme” olayından, hükümet eliyle 30 Ağustos öncesinde Büyükanıt Paşa üzerinden spekülasyonlar yaratmaya kadar pek çok yol denedi.
Kukla Devleti savaş ilanı kabul eden, himaye etmeyeceğini deklare eden Türk Ordusu’na ve Türkiye’ye karşı uygulamaya koyulan yeni plan ise “Kukla Devlet’in Türkiye’ye girmesi!”
ABD’nin Kerkük’ü peşmergelere işgal ettirerek başlattığı plan, Kürdistan Belediyeler Birliği Projesi, Güneydoğu Anadolu’nun Barzanileştirilmesi projesi gibi yollarla da adım adım ilerletildi.
İKİ PKK
Pek çok olayın, PKK açısından gelenekselleşmiş illerden ziyade, özellikle Van’ın alt tarafında ve Hakkari merkezli yaşanması da bu planın gereği. Güneydoğu’da son dönemde meydana gelen olaylarda, Apo posterleri kadar Barzani posterlerinin de taşınıyor olması dikkat çekici. Kukla Devleti ve Barzani’yi Türkiye, İran ve Suriye Kürtleri için çekim merkezi yapma gayreti ise ABD’yi, PKK kartı açısından yeni hamlelere götürdü. Kendi etki alanını korumak ya da ABD’nin “esas aktör Barzani’dir” planına boyun eğmek şeklindeki iki yol ise, PKK’de bölünmelere, PKK’nin bir kanadıyla Barzani aşiretiyle akraba aşiretler arasında sertleşen saflaşmalara yol açtı. Cevapsız kalan pek çok cinayetin ve bombalama olayının perde arkasında da, “iki PKK” var.
ŞEMDİNLİ-KERKÜK HATTI
Okların, iki Jandarma mensubu üzerinden Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yönlendirilmesiyle amaçlanan ise, Türk ordusu’nun elini kolunu bağlamak ve adım adım Kuzey Irak’taki etkisini sıfırlamak!
Herkesin cevabını ilk aradığı soru, yani jandarma mensuplarının olayla ilgisinin olup olmadığı sorusu ise, aslında sorulacak en son soru!
4 Temmuz 2003’te Türk askerine çuval geçirilmesiyle başlayan “TSK’yı Kuzey Irak’ta etkisizleştirme operasyonu”, Ağustos 2003’te Tuzhurmatu’da ve Eylül 2004’de Tel Afer’de Türkmenlere katliam yapılmasıyla, Aralık 2004’te Musul’da 5 Türk görevlisinin öldürülmesiyle, yani Kerkük-Şemdinli hattında, adım adım güneyden kuzeye ilerletildi.
TSK’yı Kuzey Irak’ta etkisizleştirme operasyonun yeni durağı, TSK’yı bu kez Türkiye’de etkisizleştirme operasyonu!
Geriye Türkiye’nin geleceği açısından sorulacak tek soru kalıyor: Türkiye, “Diyarbakır’ı ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi içerisinde ‘merkez’ yapma iradesindeki” bu iktidarla, bu sürece daha ne kadar direnebilir?
ERDOĞAN-GÜL İKİLİSİNİN “IRAK’A ASKER GÖNDERME” GAYRETİ
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları on 31/12/2003
ERDOĞAN-GÜL İKİLİSİNİN “IRAK’A ASKER GÖNDERME” GAYRETİ
Türkiye’ye teslim bayrağı çektirme planı
ABD ile AKP Hükümeti arasında imzalanan gizli mutabakat gereği, Türk askeri Irak’a gönderilmek isteniyor. Kamuoyunu ve Meclis’i ablukaya almak için yürütülen “psikolojik savaş”ta, önce Özkök’ün, sonra da Sezer’in ikna edildiği yalanına başvuruldu. Ancak plan işlemedi. Erdoğan-Gül ikilisi, “devlet kararı” çıkartamadı!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Dergisi
ABD ile AKP Hükümeti arasında imzalanan gizli mutabakat gereğince hazırlanan “Mehmetçik’i Coni’ye kalkan yapma” planı için düğmeye bir kez daha, 5 Ağustos’ta basıldı. 6 Ağustos 2003 tarihli gazetelerin manşetleri, “Asker gidiyor” şeklindeydi. 5 Ağustos’taki, Başbakan Erdoğan’ın başkanlığında yapılan ve Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök, Dışişleri Bakanı Gül, Savunma Bakanı Gönül, İçişleri Bakanı Aksu ile Dışişleri ve MİT müsteşarlarının da katıldığı zirvede “Özkök ikna edilmişti” ve 7 Ağustos’ta yapılacak Sezer-Erdoğan-Özkök zirvesinde de “karar kesinleştirilecekti.”
Asker göndermek için de 4 koşul belirlenmişti: 1) Türkiye sadece güvenlik değil siyasi yapılanmada da etkili olmalı. 2) PKK bitmeden Bağdat’a asker yollanamaz. 3) Mutlaka davet edilerek asker yollanmalı. 4) Bölge ülkeleri ikna edilmeden olmaz.
Aynı haberin, birçok gazetede aynı üslupla ve neredeyse aynı cümlelerle yazılması, dikkatli okurların gözünden kaçmamıştı.
TÜRKİYE’YE KARŞI ‘PSİKOLOJİK SAVAŞ’
Türkiye, tek bir adresten çıkan bir psikolojik savaşla karşı karşıyaydı! İkna edildiğini söyledikleri Org. Özkök’ün, 7 Ağustos’ta Sezer ve Erdoğan’la yapacağı zirvede kesinleştirecekleri karar kesinleşmedi. Çünkü, zirve yapılmadı! Ancak, kampanya tüm hızıyla sürdürüldü. Kamuoyu, 5 gün boyunca “Türk askerinin neredeyse Bağdat’a ulaştığı” yalanına alıştırılmaya çalışıldı.
ABD adına kampanya yürütenler, 12 Ağustos’ta yapılacak zirve günü ise Erdoğan-Gül ikilisin istedikleri şekilde manşetlerle çıktılar okurlarının karşısına… Daha önce ikna edilen Org. Özkök’ün görevi, Erdoğan’la birlikte Sezer’i ikna etmekti! Saat 15:00’te yapılacak zirvede Sezer ikna edildikten ve “hükümet kararı yerine devlet kararı” oluşturulduktan sonra, saat 17:00’de Bakanlar Kurulu toplanacaktı.
BAKANLAR KURULU İPTAL EDİLDİ
Ama olmadı… Öğlen saatlerinde Başbakanlıktan yapılan yazılı bir açıklamada, Bakanlar Kurulu toplantısının ileri bir tarihe ertelendiği yazıyordu. Nedeni belirtilmeden!..
Oysa daha sabah saatlerinde gazetecilerin sorularını yanıtlayan Erdoğan şunları söylemişti: “İşi en geniş manada ele alıp, bunların hepsini görüşeceğiz, ondan sonra da zirve kararı ortaya çıkacak. Bugün zirve toplantısında, sayın Cumhurbaşkanımızın başkanlığında, sayın İçişleri Bakanımız, Milli Savunma Bakanımız, Genelkurmay Başkanımız, Dışişleri Bakanımız ile toplantı yapacağız. Zirveden sonra da, gerekli açıklama, zirve açıklaması olarak yapılacaktır.”
Oysa, Başbakan’ın zirveye katılacağını belirttiği bakanların bir kısmı zirvede yoktu. Zirve sonrasında kısa bir açıklama yapan Cumhurbaşkanlığı sözcüsü Sermet Atacanlı “Türkiye’nin bu alandaki uluslararası çabalara olası katkısının kapsam nitelik ve çerçevesi ilgili makamlarımız arasındaki bu eşgüdümlü çalışmanın ardından ulusal çıkarlarımızın gerektirdiği biçim ve ölçüde ülkemizin demokratik karar alma süreci içerisinde belirlenecektir.” dedi. Bu açıklamadan da anlaşılıyordu ki, Erdoğan-Gül ikilisinin ABD’ye verdiği “kısa zamanda asker gönderme” sözü gerçekleşmiyordu… Ancak, “Mehmetçik’in kanını satma lobisi” usanmadı. Ertesi gün çıkan gazetelerin zirve haberleri yine aynı üslupla ve neredeyse aynı cümlelerle yazılmıştı. Yine tek adresten çıktığı belli olan haberlerde, Sezer’in “Uluslararası meşruiyetten vazgeçtiği”, “Oydaşma demediği” belirtilerek, kamuoyuna, “Sezer tam olarak ikna olmasa bile karşı da çıkmadı” mesajı verilmişti. Daha bir gün önce “Zirve sonrasında Bakanlar Kurulu’nun toplanacağı ve karar alacağı belirtilen haberler” hiç yazılmamış gibi unutularak, “kararı Meclis verecek” manşetlerine çevrildi ve Bakanlar Kurulu toplantısının ertelendiği es geçildi!
SEZER “GÖREVLİ BASIN”I YALANLADI
13 Ağustos tarihli “Sezer’i hedef alan” manşetlere Cumhurbaşkanlığı’ndan hemen yanıt geldi.
Çankaya Köşkü’nden yapılan açıklamada, “Anayasamızın 92. maddesine göre, uluslararası hukukun meşru saydığı durumlarda, TSK’nın yabancı ülkelere gönderilmesine, ya da yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunmasına izin verme yetkisi, TBMM’nindir. Dolayısıyla, bu konuda karar vermek ve uluslararası meşruiyet koşulunun bulunup bulunmadığını takdir etmek, ulusal iradenin oluştuğu TBMM’nin yetkisindedir. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer daha önceki konuşmalarında da bu noktaya vurgu yapmış olup, kamuoyuna açıklanmış bu görüşlerinde bir değişiklik bulunmamaktadır.” denildi.
ABD’NİN “ASKER GÖNDERME” PLANI
Peki bu noktaya nasıl gelindi? Önce Dışişleri Müsteşarı Uğur Ziyal, ABD’ye gitti ve Türkiye’nin bölgede birlikte davranma iradesinde olunduğunu Bush Yönetimi’ne iletti. Tam bu sıralarda ABD’yle, AKP Hükümeti arasındaki gizli mutabakat imzalandı. Bu mutabakatın ilk maddesi Türk askerinin Irak’ın kuzeyinden çıkarılması, ardından Irak’a asker gönderilmesiydi. Bu mutabakata göre, öncelikle tabur seviyesinde bir askeri birliğin gönderilmesi benimsenmişti.
SEZER’E 92. MADDE BASKISI
1 Mart’ta reddedilen tezkerenin akıbetine uğramamak için hazırlanan plana göre “görevli basın” aracılığıyla hem kamuoyu hazırlanacak, hem de “karşıt” AKP milletvekilleri ikna edilecekti. Bunun için, önce Özkök’ün ikna edildiği, sonra da Sezer’in ikna edildiği yalanları piyasaya sürüldü. “Hükümet kararı yerine devlet kararı çıkarmak” kamuoyundan gelecek yüksek sesleri de kesecekti! Zirve’de, Anayasa’ınn 92 maddesi üzerinden, Cumhurbaşkanı Sezer’e baskı uygulandı. Maddenin ilgili fıkrasında, Meclis’in tatilde olduğu durumlarda, yetkinin TSK’nın başkomutanı durumundaki Cumhurbaşkanı’na ait olduğu belirtiliyor.
AKP GRUBU’NDAN K.IRAK UYARISI
Özkök ve Sezer’in sırayla ikna edildiği şeklindeki haberlerle, AKP içindeki “aykırı sesler” de engellenmiş olacaktı. Çünkü Erdoğan-Gül ikilisinin AKP grubu içinde yaptığı bir araştırmaya göre, 1 Mart’takinden daha fazla redçi milletvekili bulunuyordu. Üstelik kabinede de, asker gönderme kararına karşı çıkan önemli sayıda bakan olduğu biliniyordu.
13 Ağustos’ta açıklama yapan AKP Grup Başkanvekili Eyüp Fatsa, “Türkiye’nin Kuzey Irak’ta olmadığı bir tezkereyi Meclis’e getirmenin anlamı yoktur. Kuzey Irak’ı kapsamayan bir tezkere Meclis’ten oy almaz” dedi.
“ASKER GÖNDERME” KARARI YOK!
Durum, 12 Ağustos’ta, yani Zirve’nin yapıldığı gün tüm çıplaklığıyla ortadaydı. Herşeyden önce, Zirve’den “asker gönderme” kararı çıkmadı ve çıkmayacağı daha önceden belli olduğu için öğlen saatlerinde Bakanlar Kurulu toplantısı iptal edildi.
Ancak Aydılık’a ulaşan bilgilere göre, “görevli basın” tek bir adresten hazırlanan yalanlarla, Türkiye’yi hedef alan “psikolojik savaş”a devam edecek. Amerikalı emekli generallerden oluşan “Danışma Kurulu” işlevli lobiyle bağlantıya geçirilen “büyük basının patronu”, Irak’ta alınacak pay karşılığında çoktan harekete geçirildi..!
Aydınlık, milletimizi uyarıyor! Önümüzdeki günlerde; “60 yıl savaşmayan ordu korkak olur” makaleleri ısıtılarak, ordu içindeki “genç subaylar” kışkırtılacak, “ilk bekar orgeneral” haberi ısıtılarak “korkaklık” nedenleri üzerine ince tahliller yapılacak, Komutanlar arasında fikir ayrılığı olduğu yalanları işlenecek, “Nakkaştepe” benzeri toplantılarda Türkiye karşıtı yeni kararlar alınacak, ABD Büyükelçiliği yetkilileri AKP milletvekillerini ablukaya alacak, Milli Kuvvetleri hedef alan yayınlar yapılacak.
ÖNCE “MİLLETİN KARARLILIĞI”
Aydınlık, milletimizi uyarıyor! Kamuoyunu ve “dinamik güçleri” sessizliğe itme planıyla, Mehmetçik, Coni’ye kalkan yapılmaya, daha da ötesi, Irak’tan sonra Türkiye’yi hedef alan Amerika’ya teslim bayrağı çekilmeye çalışılıyor. “ABD süper güç, başedemeyiz!”, “Zaman kazanmaya çalışalım”, “Çekilebilecek en geri mevziye çekilelim” şeklinde dile getirilen görüşler, Amerika’yı oyalamıyor! Tam tersine “düşmanı doğru tespit etmeyi”, “milli bir strateji üretmeyi” ve her şeyden önemlisi “milleti seferber etmeyi” engelliyor. ABD’yle cephe cepheye gelmeyi engelleyebilmenin tek yolu, “milletin kararlılığını” gösterebilmektir!
YALAN |
GERÇEK |
| Çankaya zirvesinde karar alınacak, aynı gün Bakanlar Kurulu’da konu görüşülecek. | Çankaya zirvesinde asker göndermeyle ilgili bir devlet kararı çıkmadı. Ayrıca aynı gün toplanması planlanan Bakanlar Kurulu da iptal edildi. |
| Çankaya zirvesinden uzlaşma çıktı. | Zirveden bir devlet kararı çıkmadığı gibi böyle bir uzlaşma ortamı anlamına gelecek bir açıklama da yapılmadı. |
| Cumhurbaşkanı Sezer, uluslararası meşruiyet olması gerektiği yönündeki görüşlerini dile getirmedi. | Cumhurbaşkanlığı makamı bu yöndeki haberleri aynı gün yalanladı ve Sezer’in görüşlerinin değişmediği vurgulandı. Üstelik Meclis Başkanı Bülent Arınç ve bazı AKP’li bakanların bile bu yönde görüşleri olduğu biliniyor. |
| Tezkere Meclis’ten rahatlıkla geçer. | Başta AKP Meclis Grubu yöneticileri buna karşı çıkıyor ve asker gönderilmesi için ABD aleyhine birçok asgari şartlar ileri sürüyorlar. Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül’ün işi hiç de kolay değil. |
| Uluslararası askeri güç oluşturulmasıyla ilgili BM’den yakında karar çıkacak. | Yakın gelecekte böyle bir karar çıkacak gibi görünmüyor. BM’den sadece Irak’taki Geçici Hükümet Konseyi’ni resmen tanıma yönünde bir karar çıkacak. |
| Irak’taki Sünni bölgesine 10 bin asker gönderilecek. | Sayı da bölge de henüz belli değil. Çünkü ABD’ye gönderilen sualnameye verilen yanıt henüz ortada yok.
|
| Amerika’dan heyet gelecek. | Resmi makamlar öncelikle sualnameye verilecek yanıtı bekliyor. Yanıtların tatmin edici olup olmamasına göre, gerekirse heyet çağrılmayacak. |
KİM NE DEDİ?
Org. Çetin Doğan
1. Ordu Komutanı
30 Ağustos’ta emekliye ayrılacak olan 1. Ordu Komutanı Org. Çetin Doğan, Irak’a asker gönderilmesi konusunda ne yapılması gerektiğini, Atatürk’ün 24 Nisan 1920’de söylediği “Bizim bütün amacımız bu milli sınırlar içerisindeki halkımızın refahını, huzurunu ve o milli sınırla belirlenmiş ülkemizin bütünlüğünü korumaktır.” sözünün açıkça ortaya koyduğunu belirterek, “Yetkililer, ilgililer sanıyorum en doğru kararı, o ilkeleri dikkate alarak vereceklerdir” dedi. Org. Doğan, Atatürk’ün bu sözü için, “Bu da iç ve dış politikamızda devleti yönetenlere bir rehberdir. ‘Başka yerde macera aramayın’ anlamındadır. ‘Ülkemizin refahına, huzuruna ve ülkemizin bütünlüğüne hizmet etmeyecek alanlarda, yerlerde bulunmayın’dır. Barışçı bir hedeftir.”
Org. Çetin Doğan sözlerini şöyle sürdürdü: “Mehmetçik’in kanını Galiçya’da, Yemen’de akıttık. Ne için akıttığımızı hala daha soruyoruz. Atatürk asker kişi olarak savaşın ne olduğunu biliyor. Savaşın meşru olmadıkça cinayet olduğunu söylüyor.”
Org. Çetin Doğan, Atatürk’ün ‘Ne mutlu türküm diyene” sözüyle ilgili olarak da şunları kaydetti: “Ne mutlu Türküm diyene sözünü söyleme durumu, başkasına ne mutlu Çerkezim, Arnavutum deme hakkını vermez. Bu söz hepsini kapsıyor. Hepimizi ortak kimliği bu sözün içinde.” Başka bir görüşü, dini düşünce ve duyguyu öne çıkarmanın bütünlük sağlamayacağını, bölünmeyi ortaya çıkaracağını kaydeden Org. Doğan, “İnançlarımız, dinlerimiz farklı olabilir. Bu ulus için çalışıyorsak, bu sözün etrafında kilitlenmemiz lazım.” diye konuştu.
Mehmet Dülger
TBMM Dışilişkiler Komisyonu Başkanı
“Türkiye, Irak’taki gelişmeler karşısında mutlaka söz sahibi olmalı, bir şeyler söylemelidir. Amerikan idaresi başlangıçta bu konuda, ‘Türkiye üzerinden biz asker geçiriz, istediğimizi yaparız’ dedi. Fakat müdahaleden sonra işin o kadar kolay olmadığı anlaşıldı. Orada hem güvenliği hem istikrarı temin etmek gerekiyor. Bu iş için de Amerika’nın orada bulunan güçleri kafi değil. Dolayısıyla yeni bir şey yapması lazım. Amerika, başlangıçta BM, NATO ve AB’yi dikkate almadan bu işe girişti. Baktı ki kazın ayağı öyle değil. Dolayısıyla burada hem güvenliği hem istikrarı temin etmek lazım. Bu iş oraya gidip petrolün üzerine oturmakla olmuyor.”
“Daha ikna olma noktasına gelmedik. İkna olma şöyle olacaktır. Hükümet diyecek ki, ‘şu, şu mülahazalarla buraya asker gönderilmesi taraftarıyız’, biz de o zaman mukabil mülahazalarımızı söyleyeceğiz. Onlar, ‘siz şunu söylüyorsunuz ama bu, şöyle karşılanacaktır’ deyince, ikna o zaman olur. Tezkerenin geçmesi, ikna olmamıza bağlı.”
Haluk Koç
CHP Grup Başkanvekili
“CHP, bir uluslararası çerçeve bu görevi öngörmeden Türk askerinin Irak’a gitmesine karşıdır. Almanya Parlamentosu’nda benzeri bir açıklama oldu. CHP, oradaki hukuksuz sürece Türkiye’nin katkı yapmasına karşı olduğunu ifade etmiştir.”
“Türk Ordusu Irak’a giderse Kuzey Irak’ta bulunmaması gereği, altı çizilerek belirtilecek mi Amerika tarafından? Bunu da sormak lazım. Niye Kuzey Irak’ta Türkiye olmayacak da diğer bölgelerde olacak. Orada bir düzen mi kurulmuştur, plan baştan mı yapılmıştır? Bir resmiyet mi kazandırılmak istenmektedir o bölgeye? Bunları yüksek sesle sorup, yüksek sesle tartışmak lazım. Herhalde, kapalı toplantılar biran önce halkın da kendisini ilgilendiren konularda bilgi sahibi olabileceği şekilde toplumla paylaşılır.”
Mehmet Bedri Gültekin
İşçi Partisi Genel Sekreteri
“Irak’ta Amerika’ya teslim olmak, Türkiye’nin bölünmesine “Evet” demektir! AKP Hükümeti Türkiye’yi, Amerika’nın emrinde Irak’taki batağa çekmek için elinden gelen bütün gayreti sarfediyor. Bunda yadırganacak bir şey yoktur. Çünkü AKP’nin misyonu budur.
Ama son günlerde AKP dışında da çeşitli çevrelerin “Türkiye’nin ulusal çıkarları açısından” Amerika’nın yanında görev yapmak üzere Irak’a asker gönderilmesi gerektiğinden söz ettiklerini görüyoruz. Bu büyük bir gaflettir.”
”Türkiye, Birinci Körfez Savaşı’ndan sonra ABD’ye elini verdi, şimdi kolunu kurtaramıyor. Şimdi “İşbirlikçiler kolumuzu verip kendimizi kurtaralım” diye yaygara koparıyorlar. ABD’nin tehditlerinden yılanlar ise, bu yaygara karşısında “acaba” demektedirler.
Gelinen noktada, eğer Ankara kolunu vermeye kalkarsa, ortada Türkiye diye bir varlık kalmayacaktır. ABD’nin emrinde Irak’a asker göndermek ABD’ye kolumuzu vermektir.”
”Emperyalist işgal gücünün yanında yer alma onursuzluğunu Türkiye’ye önerenler, bunun Türkiye’ye faturasını düşünecek değillerdir. Emperyalizme karşı tarihin ilk kurtuluş savaşını vermiş olan Türkiye, şimdi emperyalizme karşı vatanlarını savunan Iraklıların karşısında emperyalizmin safında yer alamaz.Türkiye’nin yeri emperyalist işgale karşı direnen kahraman Irak halkının yanıdır.”
Ertuğrul Kazancı
ADD Genel Başkanı
“Irak savaşında saygınlık ve etkisini iyici yitiren BM’nin kararı dahi beklenmeksizin, zayıf bir hukuksal meşruiyet bile aranmaksızın yapılacak sevkıyat, Mehmetçik’e çileler çektirecektir. Emperyalist koalisyon güçlerinin içinde yer almak, aramızda tarihsel bağlar bulunan Irak halkıyla bizi karşı karşıya getirecektir.”
Ulusal Güç Birliği
Samsun
Samsun’da 6 siyasi partinin oluşturduğu Ulusal Güç Birliği, “Irak’a Asker Göndermeye Hayır” imza kampanyası başlattı. Ulusal Güç Birliği’ni oluşturan CHP, İP, CDP, BBP, DSP ve SP temsilcileri, 19 Mayıs Gazeteciler Cemiyeti’nde düzenledikleri ortak basın toplantısında, kampanyanın Irak’a asker göndermeme kararı alınana kadar devam edeceğini söylediler. Dönem Sözcüsü CDP İl Başkanı Aybars Turan, birliği oluşturan 6 partinin Irak’a asker gönderilmesine karşı olduğunu belirterek, “Türkiye, ABD’nin maşası olamaz” dedi. ABD’nin Irak’ı işgal ettiğini kaydeden Turan, “ABD batağa saplanmıştır. Şimdi bu bataktan çıkış yolu olarak Mehmetçiği komşu Irak halkının üzerine yollamak istemektedir. Komşularımızla iyi geçinmek Ulu Önder Atatürk’ün dediği gibi ‘Yurtta Sulh, Cihanda Sulh’ prensibinin gereğidir” diye konuştu. Turan, Irak’a asker gönderilmesinin engellenmesi için çeşitli girişimlerde bulunacaklarını sözlerine ekledi