Posts Tagged Müslüman Kardeşler
YA DEMOKRASİ YA ALLAH’IN NİZAMI
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 07/07/2013
Mısır’da darbe mi, yoksa devrim mi olduğunu önceki gün incelemiştik. Bugün “asker karşıtlarının” sığındığı “demokrasi” kavramı üzerinden Mısır devrimini inceleyeceğiz.
İncelemede referans alacağımız cümle ise Müslüman Kardeşlerin en önemli isimlerinden, 1966’da idam edilen Seyyid Kutup’un şu saptamasıdır: “Demokrasi, Allah’ın nizamının gasp edilmesidir.”
Bu önemli saptama, devrim, darbe, demokrasi gibi kavramları yerli yerine oturtur. Bu kavramlar üzerinden konumunu belirleyenlerin gerçek yerini ortaya koyar.
DEMOKRASİ VE DEVRİM
Gerçekten de demokrasi, Allah’ın nizamını gasp etmektir; daha doğrusu Allah yerine milletin egemenliğini hâkim kılmaktır. Nasıl? Devrimle! Nizamı Allah adına yeryüzünde uyguladığını söyleyen kralları, padişahları, imparatorları devrimle devirerek, devrimle yıkarak!
Müslüman Kardeşler hareketi, “demokrasi Allah’ın nizamının gaspıdır” saptamasına göre konumlanmıştır. “Ya demokrasi, ya Allah’ın nizamı” seçeneklerinden “Allah’ın nizamını” seçmiştir.
Dünyadaki tüm Müslüman Kardeşler üyesi yöneticilerin “demokrasi” tanımlarının sakatlığı buradan gelir. Zira günümüzde doğrudan reddedemedikleri için “araç” diyerek “tramvay” diyerek modellemektedirler.
Dolayısıyla “demokrasiyi” gerçekte reddeden fakat demokrasiden yararlanarak Allah’ın nizamını kurmaya çalışanların devrilmesi, demokratiktir!
Bu durumda Başbakan Erdoğan’ın “demokratik darbe mi olur” diye yakınması anlamsızdır.
DEMOKRASİ VE SANDIK
Erdoğan ayrıca “sandık namustur” diye de seslenmektedir.
Sandık, devrimin demokrasiye bir armağanıdır ama demokrasi sandıktan ibaret değildir!
Yukarıda da belirttiğimiz gibi demokrasi, devrimle gelir; devrimin kralları devirmesiyle gelir. Ve krallar sandıktan çıkmaz, babadan oğula geçer, aile içinde kalır, soy içinde kalır…
Sandığı demokrasiyi kuran devrimler halkın önüne getirmiştir. Devrim bu nedenle demokrasinin doruğudur ve o nedenle getirdiği sandıktan bile daha meşrudur.
DEMOKRASİ VE ASKER
Dünyanın bütün demokrasileri, devrimle, silahla ve askerle gelmiştir. Feodalizmi yıkarak kapitalist üretim ilişkilerini egemen kılanlar, burjuva demokrasisini oluşturanlar kralı, padişahı devirerek bunları sağlamıştır.
İngiltere’ye demokrasi 1640 devriminde Kral’ı ipe gönderen General Cromwell’in devrimiyle geldi. Fransa’ya demokrasi getiren 1789 devrimi kral ve kraliçeyi giyotine götürdü. Amerikan demokrasisi, General Washington’ın bağımsızlık savaşıyla, kuzey-güney savaşıyla ve köleci feodallerin ezilmesiyle geldi. Türkiye’ye demokrasi, General Mustafa Kemal Atatürk’ün kurtuluş savaşıyla, emperyalizmi yenmesiyle, hilafeti ve saltanatı yıkmasıyla geldi!
Demokrasi düşmanlarının bu isimlerden nefret etmesi ondandır. Örneğin Seyyid Kutup’a göre Batı, İslam’dan kurtulmak için Mustafa Kemal’i öne sürmüştür!
Devrimci askerlerden nefret ederler ama cihatçı ordu isterler. Müslüman Kardeşler’in kurucusu Hasan El Benna’ya göre ordu, İslamcı bir cihat ordusu olmalıdır. O nedenle izleyenlerine göre “Camiler kışla, kışlalar da cami” gibi düşünülmüştür hep!
Ancak Mısır Ordusu 3 Temmuz’da seçimini yapmış ve cihat ordusu değil, halkın ordusu olacağını, Müslüman Kardeşler’i devirerek kayda geçirmiştir. Artık mesele halkın ordusunu bu çizgide tutabilmesidir.
DEMOKRASİ VE LAİKLİK
Müslüman Kardeşlerin ideologu Seyyid Kutup, aynı zamanda laiklik düşmanıdır. Haklıdır da… Çünkü laiklik de demokrasi gibi devrimin bir sonucudur. Laiklik, din ve dünya işlerini ayırmaktır; Allah’ın nizamını yeryüzünde uygulayan kralı yıkarken, dini tüm aracıların tekelinden alıp halkın vicdanına teslim etmesidir.
Aracı pozisyonu ortadan kalkanlar, laiklikten en çok şikâyet edenlerdir. Örneğin Seyyid Kutup bu nedenle laik ile dindarın aynı toplumda birlikte sorunsuz yaşayamayacağını savunurdu. Recep Tayyip Erdoğan da anımsayacağınız gibi bir insanın hem laik hem de Müslüman olamayacağını savunurdu!
Sonuç olarak önemle vurgulayalım: Mısır’da ordu MK’yi değil halkı seçerek, demokrasiyi seçmiştir! Bu nedenle darbe değil devrim yapmıştır.
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
7 Temmuz 2013
CLINTON SUK’LA NEDEN GÖRÜŞMEDİ?
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 16/08/2012
ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un programında Suriyeli muhaliflerle görüşmek de vardı. Ancak Clinton Suriyeli muhaliflerin çatı örgütü olan Suriye Ulusal Konseyi SUK’la değil, “bağımsız aktivistlerle” görüştü. Peki, bu ne anlama geliyor?
TAMPON BÖLGE GÜNDEMDE DEĞİL
Sorumuza yanıtı iki konudaki gelişmeyi inceleyerek arayalım:
Clinton-Davutoğlu görüşmesinden önce, ABD ve Türkiye’nin “tampon bölge” ya da “uçuşa yasak bölge” konusunu karara bağlayacağı ileri sürüldü. Hatta ikilinin basın toplantısındaki sözlerinden bu anlamı çıkarabilenler bile vardı. Ama gerçekte bu konuda bir adım atılmamıştı.
Örneğin ABD’nin Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone bu görüşmelerden üç gün sonra Türk gazetecilere özellikle vurguluyordu: “Tampon bölge zor!” Üstelik Ricciardone, ülkesinin askeri çözümden yana olmadığını yineliyordu.
ABD Savunma Bakanı Leon Panetta da, “uçuşa yasak bölge” konusunun gündemlerinde olmadığını belirtiyordu.
Kaldı ki, AKP Hükümeti de Clinton-Davutoğlu görüşmesinden iki gün sonra gerçeği açıklıyordu. 4 saatlik Bakanlar Kurulu toplantısının ardından basının karşısına çıkan Hükümet Sözcüsü ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, “Tampon bölgenin söz konusu olmadığını” belirtiyordu.
SUK KİMİN ÖRGÜTÜ?
Hillary Clinton’un SUK’la görüşmemesinin anlamını, bu kez SUK’un yapısını inceleyerek araştıralım:
SUK’un merkezi İstanbul’dadır ve kurucusu da AKP Hükümeti’dir.
SUK, ilk olarak Antalya’da ve İstanbul’da yapılan iki toplantıda inşa edildi. O zamanki adı Kurtuluş Kongresi’ydi. SUK’un bu ilk hali, yüzde 80’i Müslüman Kardeşler olan bir örgüttü.
AKP’nin oluşturduğu bu yapı, ardından bazı müdahalelerle farklı çevrelere açılmaya çalışıldı. Ancak 20 Ağustos 2011’deki toplantıda, bu kez Müslüman Kardeşler yoktu! Hatta en büyük muhalif grup olan “Şam Deklerasyonu” ile Solcular da yoktu!
Süren pazarlıklar, yapılan görüşmeler, Esad’ı devirmeyi amaçlayan Batı ülkeleriyle süren müzakerelerin ardından 2 Ekim 2011’de Suriye Ulusal Konseyi SUK ilan edildi.
SUK, İKTİDAR ODAĞI OLAMADI
Ancak bu tarihten sonra da SUK içinde sıkıntılar oluştu. Son olarak SUK’a Kürtleri de dâhil etmek için Kürt Başkan bile seçtiler.
Şu anda SUK’un 314 üyesi var. 20 kişilik kontenjanı bulunan Kürtler, Seküler gruplar ve Müslüman Kardeşler, SUK’un en büyük kesimini oluşturuyorlar.
Ancak başa kimin geçeceği ve hangi ülkenin etkin olacağı gibi çıkar çatışmaları nedeniyle bir türlü “birlik” oluşturulamıyor. Bu durum, ABD Kongresi’nde “silahların farklı ellere gidebileceği” tartışmalarına bile dönüşmüş durumda.
Suriye cephesi direndikçe ve Rusya-Çin ikilisi ABD’ye karşı inisiyatif geliştirdikçe, bu birlik çalışması daha da zorlaşıyor!
TARAFLAR BİRBİRİNİ SUÇLUYOR
Aslında SUK sözcüsü Muhammed Sarmini’nin sözleri Clinton’un neden kendileriyle görüşmediğini açıklıyor: “SUK’u bir kenara atıyorlar. Bence bu, Konsey’e, artık Amerikalılar tarafından desteklenmediklerini söylemektir.”
ABD ise durumu daha diplomatik şekilde ifade ediyor. Örneğin Washington Yakın Doğu Politikaları Enstitüsü’nden Andrew Tabler, “SUK, öngörülen işlevi edinemedi” diyor.
Esad’ı devirmeyi başaramayan Atlantik ülkeleri topu birlik oluşturamayan muhaliflere, muhalifler ise topu, kendilerini yeterince desteklemeyen ve silah vermeyen Atlantik ülkelerine atıyor!
Özgür Suriye Ordusu’nun son açıklaması bu bakımdan anlamlı: “Libya’dan bize gönderilen, parasını Katar’ın verdiği silahlar hâlâ Türkiye’de ve elimize ulaşmadı!”
Bu arada Müslüman Kardeşler’in SUK’tan tamamen ayrıldığı iddia ediliyor. Bu iddia, El Kaide tipi bombalı saldırıların artması ve kontrgerilla faaliyetlerinin öne çıkmasıyla birleşince anlam kazanıyor. Bunu da bir başka yazıda inceleyeceğiz.
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
16 Ağustos 2012
ERDOĞAN’IN SAVAŞ ÇIKARACAK TEKLİFİ
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Odatv Yazıları on 01/10/2011
Başbakan Erdoğan, “Suriye bizim iç meselemizdir” dediği günlerde, meğer Şam’da iktidarın kimlerden oluşacağına da karışmaktaymış!
Anımsanacağı gibi Erdoğan, “Suriye bizim iç meselemizdir” şeklindeki “savaş nedeni” sayılabilecek çıkışını 7 Ağustos’ta yapmıştı. Haziran ayında ise Erdoğan’ın Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’a kabine dayattığı ortaya çıktı.
KABİNEYE MÜSLÜMAN KARDEŞLER TALEBİ
Ahram gazetesinde ve AFP haber ajansında yayımlanan ve Avrupalı bir diplomata dayandırılan haberde, Erdoğan’ın Esad’dan Müslüman Kardeşler’den bazı isimleri kabineye almasını istediği öğrenildi. Haberde Erdoğan’ın, bu
talep karşılığında, ayaklanmayı bastırmada Şam’a yardımcı olacağını söylediği belirtildi.
Habere göre Erdoğan, dördünün önemli bakanlık olması şartıyla, kabinenin dörtte birinin Müslüman Kardeşler’e açılmasını istedi.
Bir ülkenin egemenliğine müdahale anlamı taşıyan bu talebin reddedildiği anlaşılıyor. Böylece Erdoğan’ın Suriye’ye ikinci kez “savaş nedeni” sayılacak bir dayatmada bulunduğu da ortaya çıkmış oluyor!
GAZİ MISIRLI, ERDOĞAN’IN ARKADAŞI ÇIKTI
Peki, Erdoğan neden böyle bir dayatmada bulundu? Erdoğan Suriye yönetiminde neden Müslüman Kardeşler’i görmek istiyor?
Aydınlık arşivine göz atalım: Suriye’deki Müslüman Kardeşler örgütünün Türkiye’deki lideri Gazi Mısırlı, Erdoğan’ın arkadaşı çıktı!
Asıl ismi Gazwan Masri olan Gazi Mısırlı, aynı zamanda MÜSİAD’ın Yüksek İstişare Hayeti üyesi ve Ortadoğu Koordinatörü.
Müslüman Kardeşler’in Türkiye’deki diğer bir önemli adamı da Cemalettin Kerim. Dış ticaretle uğraşan Kerim Mazlum-Der ve İHH’nin de sponsoru!
Aydınlık’ın Gazi Mısırlı’yı sorduğu Suriye’nin Ankara Büyükelçisi Nidal Kabalan çarpıcı bir bilgi veriyor: “Esad 2009 yılında İstanbul’a geldiğinde, Sayın Erdoğan bu adamı tanıştırdı ve ‘lütfen, kardeşim Esad, bu adama yardım edin’ dedi. Eylemlerin çoğunu işte bu Mısırlı organize ediyor. Bizzat Esad tarafından Suriye’ye dönmesi çağrısı yapılarak hoş karşılandı. Bu bir buçuk sene önceydi ve bu çağrıya tek bir yanıt vermedi.” (3 Haziran 2011)
ERDOĞAN’IN KARDEŞLERİ
Erdoğan’ın kardeşlerinin Mısırlı ve Kerim’le sınırlı olmadığı anlaşılıyor. İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Cengiz, Erdoğan’ın Müslüman Kardeşler’le ilişkisinin 1995 yılına dayandığını belgelerle ortaya koydu: İçişleri Bakanlığı Mülkiye Müfettişlerinin 27.01.1999 tarihli raporunda ve İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığı’nın 1999/540 sayılı hazırlık
soruşturmasında yer alan ifade şöyle:
“Yasadışı İslami Kurtuluş Çeçen Direnişine mensup 4 kişi ve Müslüman Kardeşler Ürdün Sorumlusu Mohammed Ashmawey ile Mısır Sorumlusu Hasan Huvaydi’nin Türkiye’ye geldikleri, Holiday Inn oteline yerleştirildikleri ve Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ile (…) bu otelde bir dizi gizli görüşmeler yapıldığı, adı geçenlerin otel, konaklama, telefon ve diğer giderlerinin Belediyenin iştirakçisi olduğu İstanbul Ulaşım Sanayi Tic. A.Ş. tarafından ödendiği saptanmıştır.”
KARDEŞLİĞİN BAĞI
Peki, Erdoğan’ı bu isimlerle bir araya getiren nedir? Müslümanlık mı?
Ortadoğu tarihi, hele de Türkiye tarihi, “kanlı pazarlar, Komünizmle Mücadele Dernekleri, Çorum, Malatya, Maraş olayları” bize öyle olmadığını gösteriyor.
Erdoğan’ı bu isimlerle buluşturan kuvvet, ABD’dir; Washington’un ikinci dünya savaşından sonra başlattığı SSCB’yi yeşil kuşakla çerçeveleme projesidir.
Erdoğan şimdi de, yine ABD’nin ihtiyaçları gereği, Müslüman Kardeşler’in bölünmesine oynamaktadır. ABD
Başkanı Barack Obama’nın 2009 Kahire konuşmasıyla başlattığı bu çalışmada, Erdoğan’ın da rol aldığı görülüyor.
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
1 Ekim 2011