Posts Tagged Leon Panetta

KERRY’NİN BOŞ ÇANTASI

Yarın Türkiye’yi de kapsayacak Avrupa ve Ortadoğu turuna başlayacak olan ABD’nin yeni Dışişleri Bakanı John Kerry’yi büyük zorluklar bekliyor. Zira ABD dış politikasının dayanağı olan “silahın” zayıflaması, Kerry’nin elini diplomaside Moskova’ya mecbur ediyor.

Kerry’nin bu tura çıkmadan önce kamuoyu önünde yaptığı ilk konuşması da bu türden zorluklara işaret ediyordu. 20 Şubat’ta Virgina Üniversitesi’nde konuşan Kerry’nin sözlerinde üç vurgu vardı:

1. “ABD dış politikasının önündeki en büyük engel, diplomatik çalışmalar değil; engel Kongre’den kaynaklanıyor. Önümüzdeki günlerde yapılacak bütçe kısıntısı, kimsenin görmek istemediği bir durum.”

2. “Günümüzde, diplomatları dış göreve göndermek için yapılan masrafın, yarın asker göndermek için yapılan masraftan çok daha düşük olacağını söyleyebilirim.”

3. “Aslında dış politikanın temeli, yabancı ülkelere asker gönderip göndermememize değil, üniversite mezunlarını verimli şekilde istihdam edip etmemize bağlı.”

Özetle Kerry, küresel dış politika ağırlıklarının mali nedenlerle azalacağını söylüyordu…

PENTAGON PARAYA MUHTAÇ

Bu konuşmadan bir gün sonra Pentagon’dan gelen açıklama da aynı yöndeydi. Amerikan Savunma Bakanlığı, Kongre’nin bütçe üzerinde bir anlaşmaya varamaması halinde 1 Mart’ta çok büyük ölçekli kesintilere gitmek mecburiyetinde kalacağını ilan ediyordu.

Barack Obama’nın Savunma Bakan adayı Chuck Hagel Senato’dan hâlâ vize alamadığı için göreve devam eden Leon Panetta, tabloyu şu sözlerle özetliyordu: “Bütün ülkede 800 bine yakın sivil bakanlık personeline 22 güne kadar ücretsiz izin vermek zorunda kalacağız. Maaşlarında yüzde 20 kesinti olacak. Bunun ekonomimize etkisi olmaması imkânsız.”

Yeni kesintilerin, Pentagon’un mevcut 10 yılda 500 milyar dolarlık kesinti programına ek olacağı gerçeğine dikkat çeken savunma uzmanları, ABD dış politikasının iyice açmaza gireceğini belirtiyorlar.

‘SURİYE KRİZİNİ SONA ERDİRİLMESİ’

İşte John Kerry bu tabloyla Avrupa ve Ortadoğu yollarına düşüyor. Kerry’nin programına dair ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklama da aslında bu zorluğa işaret ediyor. Kimi gazeteler her ne kadar sözcü Victoria Nuland’ın açıklamasını “Kerry’nin çantasında Suriye dosyası var” diye genel geçer ifadelerle verdiyseler de, o çarpıcı ayrıntı örneğin Hürriyet’te vardı: “Nuland, Kerry’nin Türkiye ziyaretinde, Suriye’deki krizinin sona erdirilmesini…

ABD Dışişleri Bakanlığı’nın iki yılın ardından meseleyi “krizi sona erdirmek” şeklinde ifade etmeye başlaması oldukça önemli.

Kerry seçildikten sonra bunun işaretlerini vermeye başlamıştı aslında. Birincisi, “Suriye’de diplomatik çözümden umutlu olduğunu” belirtmişti. İkincisi Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’la yaptığı telefon görüşmesinden sonra Washington ile Moskova’nın “Suriye’de şiddetin sona erdirilmesi ve taraflar arasında diyalog başlatılması konusunda fikir birliği içinde” olduğu açıklanmıştı. Üçüncüsü, SUKO Başkanı Muaz El Hatip’in Moskova’da bu diyaloga başlamasına onay verilmişti.

Amerikan basınında son günlerde sıkça çıkmaya başlayan “Suriyeli muhaliflere silah sevkiyatı azaldı” şeklindeki haberler de bu “zorunlu” eğilime işaret ediyor aslında.

DAVUTOĞLU’NUN DA SONA ERDİRİLMESİ!

Ancak gelişmeler, ABD’nin Suriye cephesini tümden bırakacağı anlamına gelmiyor elbette… Tamam, para yok, silah yok ama Baas Partisi’ni hedef alan bombalı saldırılara bakılırsa “özel savaş” sürüyor!

Bir süre de bu yolu deneyecekler. Zira bir şekilde bölgede istikrarsızlığın sürmesinin, sonrasında kendilerine yeni fırsatlar yaratacağını düşünmektedirler.

Ancak bu da nafiledir ve her ne olursa olsun, iki yılın ardından ABD’nin “Suriye krizini sona erdirme” noktasına gerilemesi, bölge adına büyük bir zaferdir!

Tabi “Suriye krizini zona erdirmek” demek, pratikte “Davutoğlu’nun da sona erdirilmesi” demektir.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
23 Şubat 2013

, , , , , ,

Yorum bırakın

GÜL EMNİYET’İ, EMNİYET ABD’Yİ SUÇLADI

Milliyet’ten Pınar Ersoy’un sorularını yanıtlayan ABD Başkanı Barrack Obama’nın Ankara Büyükelçiliği’ne yönelik canlı bomba saldırısını “Türk-Amerikan ilişkilerine zarar vermek isteyenler başarısız oldu” diye yorumlaması bize dikkat çekici geldi.

Zira saldırıdan sonra Türk devletinin yaptığı resmi açıklamalarda benzer bir değerlendirme yoktu. Tersine hem Başbakan Tayyip Erdoğan hem de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, saldırının “teröre karşı ortaklığın ne kadar elzem olduğunu gösterdiğini” belirttiler!

Resmi olmayan açıklamalarda ise üç görüş öne çıkıyordu.

1. Suriye ve İran olağan şüpheliydiler ve bu saldırıyla ABD’nin bölge politikalarına tepki göstermiş olabilirlerdi.

2. DHKP-C stepneydi ve Almanya’nın canlı bombayı izleme gereği duymamasından başlayarak, bu örgütü kullanmasına kadar pek çok nedenle Berlin’in saldırıda rolü olabileceği belirtildi.

3. DHKP-C’nin PKK ile ilişkilerini öne çıkaran MİT-Emniyet çevreleri, saldırıyla İmralı sürecinin hedef alındığını söylediler.

SALDIRIYLA İLGİLİ SORU İŞARETLERİ

Obama’nın sözlerini başka olgularla birleştirmeliyiz:

1. Canlı bombanın 95 dakika içinde DHKP-C militanı Ecevit Şanlı olduğu tespit edilmişti ama buna rağmen ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi James Jeffrey “Bu DHKP-C’nin yapacağı bir saldırı gibi görünmüyor” diyordu.

2. Saldırı sırasında MOBESE kameralarının bir saat boyunca neden kapalı olduğu gerçek yanıtını bulamadı!

3. Kuşkusuz Cumhurbaşkanı Gül’ün “Emniyet biliyordu ama önleyemedi” demesi özel bir anlam içeriyordu.

4. Saldırganın kimliği nasıl oldu da parçalanmaya rağmen 95 dakika gibi kısa bir zamanda tespit edilebildi? Günler sonra yayımlanan ve bu kuşkuları gidermeye yönelik olduğu anlaşılan Emniyet kaynaklı haberde dikkat çekici bir cümle vardı: “Bu arada ABD Büyükelçiliği’nin, Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne sadece kulübe içindeki güvenlik kamerasının kaydettiği görüntüyü verdiği; Şanlı’nın yürüyerek geldiği Paris Caddesi üzerindeki kameraların kaydettiği görüntüleri vermediği öğrenildi.” (Akşam, 8 Şubat 2013)

Açık ki, Cumhurbaşkanı Gül Emniyet’i suçluyor, Emniyet ise ABD Büyükelçiliği’nin delil gizlediğini belirterek yanıt veriyordu!

BİNGAZİ’DEN ANKARA’YA

ABD’nin Bingazi Konsolosluğu’na yapılan saldırıyla, Ankara Büyükelçiliği’ne yapılan saldırı arasında bir bağ var. O bağın kaynağı ise ABD’nin nasıl bir küresel strateji izleyeceğine dair süren iç mücadeledir.

12 Eylül 2012’deki Bingazi saldırısıyla 1 Şubat 2013’deki Ankara saldırısı arasında geçen 4,5 aylık sürede Washington’da çok köklü değişiklikler oldu. Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Savunma Bakanı Leon Panetta ve CIA Başkanı David Petraeus tasfiye edildi!

Üstelik üçünün ortak noktaları vardı:

1. Üçü de Obama’nın tersine ABD’nin Suriye ve İran konusunda aktif tutum almasını istiyorlardı. Nitekim tasfiyelerinden sonra üçlünün Suriyeli muhaliflere silah sağlamaya yönelik planlarının Beyaz Saray’dan döndüğü basına sızdırıldı!

Yerlerine gelen isimlerin ABD-İran diyaloguna yeşil ışık yakmaları ve Suriye’de diplomatik çözüm için umutlu olduklarını söylemeleri çok şey anlatıyor!

2. Her üç isim de ABD’nin Bingazi Konsolosluğu’na düzenlenen saldırı nedeniyle topun ağzındaydılar. Eski Genelkurmay Başkanı Mike Mullen’in başkanlığındaki ekipçe hazırlanan raporda hem Clinton hem de Petraeus açıkça suçlanıyordu. Senato ikisini de sorgulamayı sabırsızlıkla bekliyordu. Kasım’da CIA Başkanı Petraeus yasadışı evlilik gerekçesiyle istifa etti, Aralık’ta da Clinton beyin sarsıntısı geçirdi ve hastaneye kaldırıldı!

Ancak her ikisi de Senato’ya hesap vermekten kurtulamadılar! Ocak ayında Senato’da sorgulanan Clinton, suçlandığı raporun neden gizli tutulmadığına bir anlam veremiyordu!

CIA SURİYE MUHALEDETİNE İHANET ETTİ

Bingazi Konsolosluğu’nu Ankara Büyükelçiliği’ne bağlayan olgu ise o sorgulamada Senatör Rand Paul’ün Clinton’a bir sorusunda gizliydi. Paul, Libya’dan Türkiye’ye silah sevkiyatına ABD’nin aracı olup olmadığını soruyor, Clinton ise “CIA’ya sorun” diyordu!

Bu köşede daha önce Libya’dan İskenderun’a gelen El Entisar gemisinin öyküsünü anlatmış, Petraeus’un apar topar Türkiye ziyaretine ve Bingazi’de öldürülen ABD Büyükelçisi Chris Stevens’in saldırıdan iki saat önce Türk diplomat ile bu gemi hakkındaki görüşmesine dikkat çekmiştik!

Biz bu satırları yazarken Hürriyet Planet’e düşen “CIA, Suriye muhalefetine ihanet mi etti” başlıklı haber ise bu çatışmanın sonucunu belgeliyordu. Gerisini o muhalefetin koordinatörü olan Ahmet Davutoğlu düşünsün!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
11 Şubat 2013

, , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

ABD İLE AKP ARASINDAKİ ÇATLAK

ABD ile AKP arasında, başta Irak ve Suriye konusunda olmak üzere bir çatlak oluşmaya başladığı görülüyor. Ancak bu çatlağın esas olarak ABD içi çatlağın bir yansıması olduğunu söylemeliyiz. Bu durum AKP’yi oluşturan koalisyon içinde de kırılmalara dönüşüyor.

Bu çatlağın izleri özellikle ABD Büyükelçisi Francis Ricciardone’nin son konuşmasında iyice belirginleşti.

ABD’DE İÇ YARILMA

ABD’deki çatlağın kaynağı ekonomik kriz… ABD için krizin en hasar veren sonucu ise Türkiye’nin milli gelirinden bile büyük olan bütçe açığı vermesidir. Bu açık, bütçe kesintilerini zorunlu kılıyor. Bütçe kısıntıları da en çok askeri harcamalara yansıyor.  Bu da haliyle ABD’nin silahlı dış politikasını etkiliyor.

ABD Savunma Bakanı Leon Panetta durumu şu sözlerle özetliyor: “Kongre, 1 Mart’ta otomatik olarak devreye girecek bütçe kesintilerinin önüne geçecek bir adım atamazsa, ordu ciddi zaafa uğrayacak, dünya genelindeki krizlere yanıt verebilme kabiliyeti azalacak.”

Obama yönetimi ekonomik kriz nedeniyle bir süredir içe yönelmiş ve ağırlığı krizin etkilerini azaltmaya vermiş durumda. Bu durum ABD’yi başta Suriye olmak üzere kimi konulara zorunlu olarak “aktif” müdahale edemez hale getiriyor.

Ancak Obama yönetiminin “geri çekilme” hamleleri hâkim sınıflar içinde şiddeti artan bir çarpışmaya da dönüşmüş durumda.

Örneğin Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Savunma Bakanı Leon Panetta ve CIA Başkanı David Petraeus üçlüsüne ait Suriye planının Obama tarafından reddedildiğinin kamuoyuna duyurulması önemli. Bu hamle üzerine Senato’da Panetta’ya “Suriye muhalefetine silah yardımı yaptık” dedirtildi. Ancak neticede üç isim de değişik yollarla tasfiye edildi.

SURİYE KONUSUNDA FARKLILIK

ABD, Türkiye’nin Suriye’ye aktif müdahale edilmesi çağrısına olumlu yanıt veremiyor. AKP hükümeti ise Beşar Esad’ı tek başına deviremiyor. Erdoğan ABD’nin tutumunu önce Kasım’daki seçimlere bağladı ama durumun değişmeyeceğini gördü. O yüzden Suriye sahnesinden çekilme arayışlarına girdi ve Esad karşıtı sert sözlerine rağmen, Moskova ve Tahran’ın dâhil olduğu çözüm modellerini gözden geçirmeye başladı.

Abdullah Gül ve Ahmet Davutoğlu ise Suriye sahnesinde aktif bulunma çizgisinde ısrar ediyorlar.

Öte yanda İsrail’in Suriye’yi vurmasının ardından Erdoğan ile Davutoğlu’nun tepkilerinin içerik farklılığı da dikkat çekiciydi. Erdoğan İsrail’i kınarken, Davutoğlu “Esad neden İsrail’e çakıl taşı bile atmadı” diye soruyordu. Nitekim ABD Dışişleri Bakanlığı da Erdoğan’dan ziyade Davutoğlu’na yüklendi ve onu “ortamı kızıştırmaya” çalışmakla suçladı!

ABD’NİN MALİKİ’YE MECBURİYETİ

ABD Büyükelçisi Ricciardone, AKP’nin Irak politikasına yönelik kimi eleştirilere resmiyet kazandırdı. Ricciardone, Türkiye’nin Bağdat’a rağmen Erbil’le yakınlaşmasını ve petrol politikalarını yanlış bulduklarını, Irak’ın bütünlüğünden yana olduklarını belirtti özetle.

Böylece Ankara’da yükselen “Washington neden Nuri El Maliki’ye haddini bildirmiyor” serzenişi de yanıtını bulmuş oldu. Gerçekte Irak’ın birliğini savunmayan ABD, şu aşamada bir alternatifi olmayan ve Irak’ta gücünü artıran Maliki’yi karşısına alamazdı elbette!

RİCCİARDONE İLE ERDOĞAN AYNI ŞEYİ SÖYLEDİ

Ricciardone ayrıca uzun tutukluluğu ve askerlerin terörist ilan edilmesini, toplamda da yargı sistemini eleştirdi.  Kuşkusuz bu sözler normalde bir büyükelçisinin görevi de değildir, haddine de değildir. Ancak yargısının “uyumlulaştırılması” için Adalet Bakanlığı’na ABD’li danışman kabul eden ve polisinin FBI’ya Ergenekon brifingi vermesini isteyen bir hükümet için durum maalesef olağandır, normaldir.

Buna rağmen AKP sözcüsü Hüseyin Çelik çok sert açıklamalar yaptı ve “acemi büyükelçi haddini bilmeyi öğrenememiş” dedi. Oysa Ricciardone’nin eleştirileri Erdoğan’ınkiyle aynıydı ve onu tamamlıyordu. Dahası ABD Dışişleri Sözcüsü Victoria Nuland, Ricciardone’nin sözlerinin daha önce Hillary Clinton tarafından muhataplarına söylendiğini, yeni Bakan John Kerry’nin de aynı şeyleri söyleyeceğini ilan etti.

ERDOĞAN DOĞU’YA BAKIYOR

Sonuç olarak hem ABD’de hem de AKP’de çatlak var. Bu durum ABD’nin bir parçasıyla AKP’nin bir parçasını en temel konularda karşı karşıya getirmeye başladı.

Erdoğan’ın ŞİÖ seçeneği hamlesiyle Batı’ya sırtını dönmeden Doğu’ya da bakması ve bölge kuvvetleriyle ortaklık araması bu nedenle önemli…

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
9 Şubat 2013

, , , , , , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

BİR SÜPERNATO OPERASYONU

Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, NATO Patriotları konusunda TBMM Genel Kurulu’nu bilgilendirdi. Yılmaz’ın açıklamaları üç önemli konuya açıklık getirdi:

PATRİOT KİMİN TALEBİ?

Patriot konusu Türkiye’nin gündemine ilk olarak Reuters ajansına konuşan biri Dışişleri Bakanlığı yetkilisi, diğeri de NATO yetkilisi olan iki isimsiz kişinin açıklamasıyla geldi.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu 7 Kasım 2012’de Belçika Dışişleri Bakanı Didier Reynders ile yaptığı görüşmenin ardından gazetecilerin soruları üzerine her iki açıklamayı da doğruladı ve “NATO Patriot vermeye hazırlanıyor” dedi.

Gazeteciler Endonezya’da bulunan Başbakan Erdoğan’a da sordular. Yanıt “ipler kimin elinde” dedirtecek cinstendi: “NATO’dan sınıra füze talebimiz olmadı, iddialar asılsız. Bu füzeyi alma konusunda karar verecek merci biziz. Bu dışişleri yetkilisi kim. Böyle bir şeyden haberimiz yok. Sağır duymaz uydurur cinsinden Reuters bir haber yapıyor.”

Oysa sağır da yoktu, uyduran da… Türkiye’nin Ankara yerine Washington ve Brüksel’den yönetildiği gerçeği vardı. O nedenle Erdoğan sözlerini yuttu ve Patriot konusu gerçeğe dönüştü.

Hatta 4 Aralık 2012 tarihli NATO Dışişleri Bakanları toplantısında ortaya çıktı ki, aslında talep Ankara’dan değil, NATO’dan gelmişti! Bir NATO görevlisinin şu sözleri tam bir dış politika faciasıydı: “Suriye ile gerginlik arttığında, Türkiye’ye ‘talep edin, hemen size Patriot verelim’ dedik.” (Hürriyet, 4 Aralık 2013)

Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’ın önceki gün TBMM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşma ise Patiotların Erdoğan’a rağmen Davutoğlu üzerinden getirildiğini doğruluyor. Yılmaz, NATO’dan “resmi olarak” 21 Kasım 2012’de Patriot talebinde bulunduklarını açıklıyor! Yani Erdoğan’ın “sağır duymaz, uydurur” demesinden 14 gün sonra…

Nitekim NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen de 21 Kasım 2012’de yaptığı açıklamada, Türkiye’nin “resmi olarak” Patriot talebinde bulunduğunu açıklamıştı. Ancak daha ilginci ve aslında iplerin kimin elinde olduğunu gösteren açıklama ise dört gün önce, 17 Kasım 2012’de ABD Savunma Bakanı Leon Panetta’dan gelmişti. Panetta, “Türkiye Patirot talep etti, verebiliriz” diyordu!

KOMUTA KİMDE?

AKP sözcüsü Hüseyin Çelik, 22 Kasım 2012’de parti genel merkezinde düzenlediği basın bilgilendirme toplantısında “Tetik, Türkiye’de olacak” diyordu.

Hiçbir doğruluğu olmadığı ortada olan bu sözler, kuşkusuz tabanın gazını almaya yönelikti. Nitekim NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen 27 Kasım 2012’de “komuta NATO’da olacak” diyerek son noktayı koyuyordu.

Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz da TBMM Genel Kurulu’nu bilgilendirdiği konuşmasında “Patriotların komutası Avrupa Müttefik Kuvvetler Komutanlığı’nda olacaktır” dedi. Yani Brüksel’deki ünlü SHAPE karargâhında, yani komutası Pentagon’da olan NATO’da…

PATRİOTLARIN MENZİLİ

Peki, Patriotların asıl hedefi ve menzili neydi? Bakan Yılmaz’dan dinleyelim: “Bazı arkadaşlarımız, ‘bunların konuşlandırılmasının amacı, İran’dan atılacak füzelerin İsrail’i korumasına yöneliktir’ şeklinde, gerçekle hiç bağdaşmayan iddialarda bulunmuştur. Hedefi 36 kilometre olan bir füzenin, İran’dan İsrail’e atılan bir füzeyi Türkiye’de bulunduğu mevzilerde yok edebilmesi teknik olarak mümkün değildir.”

Peki, Patriot bataryaları sınırdan 300 km geriye Adana, Antep ve Maraş’a konuşlandırıldığına göre, 36 km menzille nereyi koruyabilecektir? Bu durumda sınırdan itibaren 264 km’lik iç hat savunmasız olmayacak mı? Hesap ortada…

Aslında gerçek de ortada. ABD, Türkiye’yi NATO’ya resmi talepte bulundurarak, Patriotlarla Kürecik Radarını ve İncirlik Üssünü korumaktadır!

Nasılsa Türk Ordusu bu kepazeliğe itiraz edemeyecek denli diz çöktürülmüş ve Genelkurmay Başkanı dâhil 400 subay ve astsubay zindanlarda esirdir!

Üstelik Türkiye bu operasyonla “NATO faaliyet alanı” ilan edilerek Batı’ya çıpalanmayı sürdürecektir!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
7 Şubat 2013

, , , , , , , , ,

Yorum bırakın

CLINTON SUK’LA NEDEN GÖRÜŞMEDİ?

ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un programında Suriyeli muhaliflerle görüşmek de vardı. Ancak Clinton Suriyeli muhaliflerin çatı örgütü olan Suriye Ulusal Konseyi SUK’la değil, “bağımsız aktivistlerle” görüştü. Peki, bu ne anlama geliyor?

TAMPON BÖLGE GÜNDEMDE DEĞİL

Sorumuza yanıtı iki konudaki gelişmeyi inceleyerek arayalım:

Clinton-Davutoğlu görüşmesinden önce, ABD ve Türkiye’nin “tampon bölge” ya da “uçuşa yasak bölge” konusunu karara bağlayacağı ileri sürüldü. Hatta ikilinin basın toplantısındaki sözlerinden bu anlamı çıkarabilenler bile vardı. Ama gerçekte bu konuda bir adım atılmamıştı.

Örneğin ABD’nin Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone bu görüşmelerden üç gün sonra Türk gazetecilere özellikle vurguluyordu: “Tampon bölge zor!” Üstelik Ricciardone, ülkesinin askeri çözümden yana olmadığını yineliyordu.

ABD Savunma Bakanı Leon Panetta da, “uçuşa yasak bölge” konusunun gündemlerinde olmadığını belirtiyordu.

Kaldı ki, AKP Hükümeti de Clinton-Davutoğlu görüşmesinden iki gün sonra gerçeği açıklıyordu. 4 saatlik Bakanlar Kurulu toplantısının ardından basının karşısına çıkan Hükümet Sözcüsü ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, “Tampon bölgenin söz konusu olmadığını” belirtiyordu.

SUK KİMİN ÖRGÜTÜ?

Hillary Clinton’un SUK’la görüşmemesinin anlamını, bu kez SUK’un yapısını inceleyerek araştıralım:

SUK’un merkezi İstanbul’dadır ve kurucusu da AKP Hükümeti’dir.

SUK, ilk olarak Antalya’da ve İstanbul’da yapılan iki toplantıda inşa edildi. O zamanki adı Kurtuluş Kongresi’ydi. SUK’un bu ilk hali, yüzde 80’i Müslüman Kardeşler olan bir örgüttü.

AKP’nin oluşturduğu bu yapı, ardından bazı müdahalelerle farklı çevrelere açılmaya çalışıldı. Ancak 20 Ağustos 2011’deki toplantıda, bu kez Müslüman Kardeşler yoktu! Hatta en büyük muhalif grup olan “Şam Deklerasyonu” ile Solcular da yoktu!

Süren pazarlıklar, yapılan görüşmeler, Esad’ı devirmeyi amaçlayan Batı ülkeleriyle süren müzakerelerin ardından 2 Ekim 2011’de Suriye Ulusal Konseyi SUK ilan edildi.

SUK, İKTİDAR ODAĞI OLAMADI

Ancak bu tarihten sonra da SUK içinde sıkıntılar oluştu. Son olarak SUK’a Kürtleri de dâhil etmek için Kürt Başkan bile seçtiler.

Şu anda SUK’un 314 üyesi var. 20 kişilik kontenjanı bulunan Kürtler, Seküler gruplar ve Müslüman Kardeşler, SUK’un en büyük kesimini oluşturuyorlar.

Ancak başa kimin geçeceği ve hangi ülkenin etkin olacağı gibi çıkar çatışmaları nedeniyle bir türlü “birlik” oluşturulamıyor. Bu durum, ABD Kongresi’nde “silahların farklı ellere gidebileceği” tartışmalarına bile dönüşmüş durumda.

Suriye cephesi direndikçe ve Rusya-Çin ikilisi ABD’ye karşı inisiyatif geliştirdikçe, bu birlik çalışması daha da zorlaşıyor!

TARAFLAR BİRBİRİNİ SUÇLUYOR

Aslında SUK sözcüsü Muhammed Sarmini’nin sözleri Clinton’un neden kendileriyle görüşmediğini açıklıyor: “SUK’u bir kenara atıyorlar. Bence bu, Konsey’e, artık Amerikalılar tarafından desteklenmediklerini söylemektir.”

ABD ise durumu daha diplomatik şekilde ifade ediyor. Örneğin Washington Yakın Doğu Politikaları Enstitüsü’nden Andrew Tabler, “SUK, öngörülen işlevi edinemedi” diyor.

Esad’ı devirmeyi başaramayan Atlantik ülkeleri topu birlik oluşturamayan muhaliflere, muhalifler ise topu, kendilerini yeterince desteklemeyen ve silah vermeyen Atlantik ülkelerine atıyor!

Özgür Suriye Ordusu’nun son açıklaması bu bakımdan anlamlı: “Libya’dan bize gönderilen, parasını Katar’ın verdiği silahlar hâlâ Türkiye’de ve elimize ulaşmadı!”

Bu arada Müslüman Kardeşler’in SUK’tan tamamen ayrıldığı iddia ediliyor. Bu iddia, El Kaide tipi bombalı saldırıların artması ve kontrgerilla faaliyetlerinin öne çıkmasıyla birleşince anlam kazanıyor. Bunu da bir başka yazıda inceleyeceğiz.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
16 Ağustos 2012

, , , , , , ,

Yorum bırakın

PENTAGON’UN ANLATMADIĞI 5 ÇİN GERÇEĞİ

Washington’un Asya-Pasifik merkezli yeni savunma stratejisi, ABD’de Çin konulu yayınların sayısını hızla artırdı. Uluslararası önemdeki strateji ve dış politika dergileri, Çin üzerine analizler yayımlıyor.

Örneğin Foreign Policy, Çin’in askeri gücünün Pentagon’un raporlarınkinden çok daha büyük olduğunu ortaya koyan bir inceleme hazırlamış. Dergi, Pentagon’un son raporunda yer almayan Çin’in askeri durumuyla ilgili 5 maddeyi incelemiş. (Foregn Policy, 5 Things the Pentagon Isn’t Telling Us About the Chinese Military, 23 May 2012)

1.) ÇİN’İN SAVUNMA HARCAMALARI

Pentagon verilerine göre Çin’in savunma harcaması yüzde 11 artarak, 106 milyar doları buldu. Foreign Policy, bunun gerçekte 180 milyar dolar olabileceğini belirtiyor.

Dergiye göre, savunma harcamaları gidişatı, Çin’in ABD’yi 2020’de ya da en geç 2030’da geçeceğini gösteriyor.

2.) ÇİN’İN NÜKLEER STRATEJİSİ

Pentagon raporlarına göre Çin’in nükleer silahları 50 ile 75 arasında. Ancak Pekin’in elindeki savaş başlığı sayısının 3,500 civarında olduğu iddia ediliyor.

Pentagon’a göre Çin’in sadece iki adet nükleer yakıtlı balistik füze denizaltısı var. Foreign Policy’e göre “Bir süper güç için bu elbette bir tehdit değil. Asıl tehdit, Çin’in inşa etmeyi planladığı gerçek filo büyüklüğünün bilinmemesi.”

3.) ÇİN DONANMASI

Pentagon Çin’in donanma üs stratejisini “inci dizimi” kavramıyla tanımlıyor. Bununla birlikte, Çin son dönemde Burma, Pakistan ve Sri Lanka gibi ülkelerde, donanma üsleri inşa etmektedir. Hatta Şeyseller, Çin gemileri için ikmal noktası olmayı teklif etti.

Pentagon raporuna göre Çin, önümüzdeki on yılda yeni uçak gemileri inşa edecek. Ancak Foreign Policy’e göre Çin’in bu atılımı güney denizinde ülke çıkarları için mi, yoksa tıpkı ABD gibi küresel güç misyonu ile mi yapacağı bilinmiyor.

4.) ÇİN’İN UZAY KAPASİTESİ

Çin uzayda giderek yetkinleşiyor. Çin uzaya kendi uydu ağını kurdu, yörüngeye uzay laboratuarı kurdu hatta anti-uydu füze geliştirdi.

Ancak Foreign Policy’e göre ABD’yi asıl tedirgin eden Çin’in yüksek askeri potansiyeli barındıran Shenlong isimli yeni uzay aracı…

5.) KAĞITTAN KAPLAN MI, ATEŞ SOLUYAN EJDERHA MI?

Foreign Policy, Çin’in askeri yeteneklerinin, örneğin siber-casusluk gibi alanlarda da bilinmezlerle dolu olduğunu belirtiyor ve soruyor: “Kuşkusuz askeri endüstri, Çin’in kendi kapasitesinde bir devrim yarattı ama gerçek durum tam olarak ne?”

Foreign Policy, Çin’in askeri gücünün henüz test edilmediğini belirtiyor ve “Acaba Çin Halk Kurtuluş Ordusu, 21. yüzyılda çıkması muhtemel bir büyük ölçekli savaşa uygun mu?” diye soruyor.

Dergi, “Tüm bu soruların yanıtları belki Pentagon’un gizli bölümlerinde gömülüdür ama son raporunda olmadığı ortada” diyerek, Pentagon’un son Çin raporunu değerlendiriyor.

ABD KARTALI MI, ÇİN EJDERHASI MI?

ABD Başkanı Barrack Obama, ülkesinin savaş stratejisinin artık Asya-Pasifik merkezli olduğunu ilan etti. ABD Savunma Bakanı Leon Panetta da, 2020’ye kadar donanmanın yüzde 60’ının Pasifik’e kaydırılacağını açıkladı.

Yani ABD, küresel liderliğini korumak için ve Pekin kendisini geçmeden, Çin’i kuşatmak ve baskılamak istiyor…

ABD ile Çin arasında başlayan “soğuk” savaş, yeni bir dünyayı şekillendiriyor.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
11 Haziran 2012

, , , , ,

1 Yorum

PASİFİK’E ASKERİ YIĞINAK

ABD’nin Asya – Pasifik merkezli yeni savaş stratejisi Pasifik’i ısındırmaya başladı. ABD Savunma Bakanı Leon Panetta, bu stratejiye uygun askeri konuşlandırmaya başlayacaklarını Singapur’dan ilan etti: “Donanma, 2020 yılına dek yüzde 60 oranında Pasifik’e sevk edilecek. Bu sevkiyata 6 uçak gemisi, kruvazör, destroyer, savaş gemisi ve denizaltılarımızın çoğu dâhil olacak.”

Bu, ABD’nin toplam 285 parçadan oluşan savaş gemilerinin ve denizaltılarının 171’ini doğrudan Çin’e yönlendirmesi demektir!

Pekin’in ilk uçak gemisini, ilk insansız uçağını, ilk insansız helikopterini başarıyla test etmesi, uydu vuracak kapasiteye sahip füzelerini geliştirmesi, 5. nesil savaş uçaklarını başarıyla üretmesi, ABD’yi daha hızlı hareket etmeye zorluyor! Zira zaman Washington’un aleyhine ilerliyor! Çin Washington’un hesaplarından çok önce ABD’yi yakalamış olacak!

ABD’NİN ASKERİ HAMLELERİ

Leon Panetta, geçen yıl bu bölgede 172 tatbikat yapan ABD’nin ikili ve uluslararası askeri tatbikat sayısını daha da artırmaya çalıştığını söyledi.

Avustralya’yla yaptığı askeri anlaşma neticesinde bu ülkeye 2,500 asker gönderecek olan ABD, benzer bir anlaşma için Filipinler’le de görüşüyor. Washington, Bangladeş’e de bir askeri üs açma peşinde…

ABD’NİN HİNDİSTAN’A MECBURİYETİ

ABD’nin bölge ülkeleri Japonya, Güney Kore, Tayland, Filipinler ve Avustralya ile ittifak; Hindistan, Singapur ve Endonezya ile de ortaklık anlaşmaları bulunuyor.

Ancak ABD’nin Çin’le baş edebilmesi, öncelikle Hindistan’la stratejik ittifak kurabilmesine bağlıdır. Çünkü Yeni Delhi’yi yanına çekemeyecek Washington, erken havlu atacaktır.

Panetta’nın Singapur’dan sonra Hindistan’a gitmesi ve Yeni Delhi’yle Çin’e karşı ittifak zemini araması bir yana, ABD’nin en önemli strateji belgeleri de bu gerçeğe işaret ediyor.

Örneğin ABD’nin 2012 tarihli son Savunma Stratejisi belgesinde, Çin’e karşı Hindistan – Güney Kore – Japonya yayının dengeleyici olacağı savunuluyor. ABD, Çin’i güney batısından, güney doğusuna kadar bu yayla kuşatmayı hedefliyor.

Çin’i yakalayan nüfusu ve ekonomik büyüklüğü, Hindistan’ı ABD için stratejik dayanak yapıyor.

Peki, yeterli mi? ABD’nin Çin’i durdurabilmesi için başka ülkelere de ihtiyaçları var.

ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, “Amerika’nın Pasifik Yüzyılı” başlıklı dış politika yol haritasında bu ülkeleri sıralıyor. Clinton, Japonya, Güney Kore, Avustralya, Filipinler ve Tayland’ın ABD’nin pasifik stratejisi için kaldıraç olduğunu, Washington’un bu ülkelere dayanacağını, bu ülkelerle ortak savunma ve hedefler doğrultusunda işbirliği geliştireceğini belirtiyor.

ABD KONUMUNU KORUMA PEŞİNDE

Çin’in ABD’nin bu askeri hamlelerine yanıtı somut: Örneğin Çin Halk Cumhuriyeti Devlet Başkanı Hu Jintao, önceki gün Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile birlikte ABD’ye Suriye’de geçit vermeyeceklerini bir kez daha ilan etti.

Bugün yapılacak Şanghay İşbirliği Örgütü ŞİÖ Zirvesi de ABD’nin hamlelerine yanıt olacak. Zira ABD’nin yanına çekmeye çalıştığı Hindistan, şu anda ŞİÖ’nün özel statülü ortağı!

Ve bitirirken altını çizelim: ABD’nin bu hamleleri aslında savunma hamleleridir, konumunu Çin’e karşı koruma hamleleridir. Ve nafiledir…

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
7 Haziran 2012

, , , , , , ,

Yorum bırakın

ZAYIFLAYAN ATLANTİK ORTAKLIĞI

3 gün süren 48. Münih Uluslararası Güvenlik Konferansı tamamlandı. Suriye, İran ve füze kalkanı konularının ağırlıklı konuşulduğu Konferans’ta merakla beklenen konularından biri de ABD ile AB arasındaki ortaklığa ilişkin verilecek mesajlardı.

Bush döneminde yıpranan Atlantik ortaklığı, Obama ile düzeltilmeye çalışılmış ancak 2008’de başlayan küresel kriz ve ABD’nin yeni stratejik yönelimleri, ilişkiye ilerleme sağlayamamıştı.

Tersine, AB’nin merkez ülkesi olan Almanya’nın Rusya’yla yakın ilişki geliştirmesi ve AB krizine yardım için Çin’e başvurması, Atlantik ittifakının gidişatına dair olumsuz senaryoları ön plana çıkarıyordu.

AB’NİN ENDİŞELERİ

Nitekim 48. Münih Uluslararası Güvenlik Konferansı’nın başkanlığını yapan Almanya’nın eski Washington Büyükelçisi Wolfgang Ischinger’in konferans öncesi Deutsche Welle’ye yaptığı açıklamalar da, ABD – AB ilişkilerine dair çekinceleri ortaya koyuyordu:

“Aynı zamanda küresel güç dengelerindeki kaymalar ve ABD’nin dış ve güvenlik politikalarındaki yeni önceliklerin Avrupa’nın güvenliği açısından doğurabileceği sonuçlar da enine boyuna tartışılabilecek. Avrupa’da, ABD ile olan sıkı organik bağların gevşeyebileceği endişesi doğdu. Bu Avrupa’nın çıkarına olamaz. Buna bağlı olarak NATO bünyesindeki dayanışma ve bağlılığın geleceği de soru işaretlerine yol açıyor.”

Küresel ekonomik krizin savunma bütçelerini önemli ölçüde etkilediğini belirten Ischinger, Avrupa’nın çevresindeki kriz ve çatışma ortamında istikrar ihraç etme ve istikrarsızlık ithalini önleme yeteneğine kavuşması gerektiğini vurguladı. Ischinger, bu güce kavuşmanın kaynak gerektirdiğini ancak küresel mali tablo karşısında bu imkânın daraldığına dikkat çekti.

MÜTTEFİKLİK SÜRECEK SÖZÜ

Acaba ABD sözcüleri, Ischinger’in dikkat çektiği çekincelere dair ne mesaj verecekti? ABD bu çekinceleri giderebilecek miydi?

Münih Konferansı’nın ilk ABD’li konuşmacısı olan Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, “AB, en önemli müttefikimizdir” sözünden ileriye gidemedi.

Clinton, birleşik ve güvenli bir Avrupa, ortak ekonomik düzelme, güvenlik ittifakı, Akdeniz ve Ortadoğu’da demokrasi gibi çeşitli alanlarda, Avrupa ve ABD’nin müşterek bir çaba içinde olması gerektiğini belirtti.

Clinton, ortaklık için de ilk adres olarak Suriye’yi işaret etti: “Şam’da bir zalim kendi halkına karşı merhametsizce davranırken Amerika ve Avrupa omuz omuza arşı duracaktır.”

Clinton’un ABD – AB ortaklığına dair sözleri, kuşkusuz konferans öncesi dile getirilen endişeleri giderecek türden değildi… Bu nedenle ABD Savunma Bakanı Leon Panetta’nın ne söyleyeceği, artık daha da önem kazanıyordu.

SAVUNMAYA DAHA FAZLA KATKI ÇAĞRISI

Panetta’nın, Ischinger’in “ABD’nin dış ve güvenlik politikalarındaki yeni önceliklerin, Avrupa’nın güvenliği açısından doğurabileceği sonuçlar” diye belirttiği endişeye karşı ortaya koyduğu planlama, füze savunma sistemiydi.

Panetta, Türkiye’de bir radar sistemi ve Romanya ile Polonyo’ya füzelerin yerleştirilmesini öngören sistemde, İspanya’nın sahillerinde de füzeleri vurma kapasitesine sahip 4 savaş gemisinin konuşlandırılacağını belirtti.

Ancak Panetta’nın, Avrupa ülkelerinden savunmaya daha fazla yatırım yapmalarını istemesi hayal kırıklığı yarattı. Panetta, “geçen yıl Libya’da ve her gün Afganistan’da görüldüğü gibi, dünya çapındaki askeri operasyonlar ve diplomaside, Avrupa başlıca tercih edilen güvenlik ortağımız olarak kalmaya devam edecektir” dedi.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
7 Şubat 2012

, , , ,

Yorum bırakın

%d blogcu bunu beğendi: