Posts Tagged Tuncer Kılınç

ÇİN FÜZESİ 28 ŞUBAT’IN ESERİDİR

Birkaç kez bu köşede dile getirdim. 28 Şubat’ın ruhu millileşme atılımıydı: Milli dış politika, milli güvenlik, milli çıkarlar, milli hedefler, milli kurumlar…

Zira 60 yıllık “küçük Amerika” süreci ve NATO ilişkileri, Türkiye’nin Türkiye için değil ABD için yönetilmesine neden olmuştu. Türkiye’nin milli çıkarları değil, ABD’nin Ortadoğu çıkarları esas alınıyordu. Türkiye kendi milli savunma sanayisini oluşturamıyor, NATO buna izin vermiyordu.

ABD’nin 28 Şubat sürecinde Türk Ordusu’nu “hizadan çıktı” diye nitelemesi ve sürece Truva atlarıyla müdahale etmesi bundandır. Çünkü 28 Şubat sürecinde bir yandan Amerikan denetimindeki kurumlar millileştiriliyor, bir yandan Türkiye’nin milli güvenlik siyaset belgesi yeniden yazılıyor fakat bir yandan da Türkiye, NATO dışı silah alımlarını gündemine alarak silah envanterini çeşitlendirme kararı alıyordu!

Rusya ve Çin’le o dönemde yapılan kimi küçük anlaşmalar, ABD açısından büyük anlamlar taşıyordu.

28 ŞUBAT MİLGEM’LE BAŞLADI!

28 Şubat sürecinin 28 Şubat 1997 kararlarıyla değil, aslında Türk Ordusu’nun ABD’nin denetimindeki Kuzey Irak’a 21 Mart 1995’te yaptığı Çelik Harekâtıyla başladığını söyleriz hep. Bakın ilginçtir, Türkiye’nin MİLGEM projesi de işte bu günlerde başlamıştır!

Aynı zamanda Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın danışmanı olan ve 9 Kasım 2009’da yitirdiğimiz çok değerli danışman hocam Prof. Dr. Yücel Odabaşı bu projenin başındaydı. Onunla odasında baş başa siyaset tartıştığımız zamanlarda heyecanla bu projeyi de anlattırdı. Zaten Milli Gemiler üretmek, Ata Nutku’dan itibaren İTÜ Gemi İnşaatı ve Deniz Fakültesi’nin temel hedefiydi.

Yani MİLGEM ya da MİLTANK projesi de aslında 28 Şubat’ın millileşme atılımının bir eseriydi. Türk Ordusu milli gemi ve tanklarla bir yandan ABD’ye silah bağımlılığını azaltmak istiyor, bir yandan da Rusya ve Çin’le silah alışverişine girerek envanteri çeşitlendirmeye çalışıyordu.

Bu iki projenin hedefi, “teknoloji transferine” izin vermeyen Batı’ya silah bağımlılığını ortadan kaldırmaktı. ABD’nin Kıbrıs ambargosundan başlayarak izlediği silah siyasetleri, Türk Ordusu’nu bu yönde zorunlu motive ediyordu!

Aslında MGK Genel Sekreteri Org. Tuncer Kılınç’ın “Türkiye’nin, Rusya ve İran’ı da içine alacak şekilde bir arayışın içinde olmasında fayda buluyorum” demesi de, hem bu silah çeşitlendirme ve millileştirme hamlesini özetliyor hem de 28 Şubat’ın ruhuna işaret ediyordu.

ERDOĞAN NEDEN İMZA ATTI?

Tüm bunları, Türkiye’nin füze savunma sisteminin Çin füzeleriyle sağlanması kararının alınması nedeniyle anımsattık. 3 milyar dolarlık proje, sadece Türkiye’ye füze sağlamayacak, aynı zamanda “teknoloji transferi” ve “ortak üretim” yaratacak!

Bu nedenle ihalede Çin’de karar kılınması, Türkiye’nin milli silah hedefleri açısından bir devrim değerindedir!

Peki denilebilir ki, tüm bunlar doğruysa, ABD’ye bağımlılıkla en üst sırada yer alan bir siyasetçi olarak Tayyip Erdoğan nasıl buna imza attı?

1. Çin’in teklifi sadece fiyatının ucuz olması bakımından değil, teknoloji transferi ve ortak üretim imkânı sağladığı için de zaten teknik olarak rakipsizdi.

2. Erdoğan hükümeti, Rusya’nın teklifini kabul etmeyi tabanına açıklayabilir miydi?  Zira savaşa kışkırtılan tabanın aklında, “Suriye’yi savunan füzeler, Türkiye’yi de mi savunacak?” sorusu olacaktı! Üstelik AKP Rusya’yla nükleer enerji anlaşması yapmıştı ve pastadan bir payı da Çin’e ikram etmesi, daha akıllıca olmaz mıydı?

3. AKP kurmayları, ihalenin Çin’e verilmesini ABD’nin gözünde Erdoğan’ın değerini artırmak için değerlendirmek isteyecektir! Nitekim AKP Hükümeti, Türkiye’nin Şangay İşbirliği Örgütü’ne “diyalog ortaklığı” başvurusunu da, “değerlenmek” ya da “fiyatını artırmak” şeklinde kullanmıştı!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
28 Eylül 2013

, , , , , ,

Yorum bırakın

AMERİKANCI OLDUĞUMUZA ABORJİNLER BİLE İNANMAZ!

Yandaş medyanın yeni kampanyası ibretlik: 28 Şubat’ın bir ABD operasyonu olduğunu iddia ediyorlar.

Örneğin Yeni Şafak’tan İbrahim Karagül, ABD-İsrail tarafından planlandığını iddia ettiği 28 Şubat’ın hedefini şöyle saptamış: “Öncelikle Türkiye’nin iç politikası yeniden dizayn edildi, ardından bölgesel dizayn başladı. Yeni Ortadoğu dizaynı çerçevesinde İran-Irak-Suriye istikrarsızlaştırılacaktı.” (Yeni Şafak, 17 Nisan 2012)

Karagül’ün, meşhur “Büyük Ortadoğu”yu, “Yeni Ortadoğu” diye isimlendirmesi, kurnazlıktan! Böylece, “Büyük Ortadoğu’nun eşbaşkanı biz değil miydik” diye soracak mahallelisine, şimdiden “yok o başka proje” demiş oluyor!

Gazetecilikle yandaşlığın çelişkisini nasıl yaşadıklarını az çok tahmin ediyoruz ama ölçünün de bir ayarı olmaz mı?!

28 Şubat’ın hedefi iddia ettiği gibiyse, o hedefi bizzat yerine getiren AKP hükümeti değil midir? Bugün İran-Irak-Suriye ekseninin istikrarsızlaştırılmasında görev alan Erdoğan-Gül-Davutoğlu üçlüsü değil, sanırsınız Metin-Ali-Feyyaz üçlüsü! İnsaf!

AYDINLIKÇILARI AMERİKANCI DİYE SUÇLAMA ÇARESİZLİĞİ

Yeni Şafak’ın bir diğer kalemşoru Tamer Korkmaz ise bu mahallede artık ölçü kalmadığını açıkça göstermiş. Korkmaz’ın Allah’tan da korkmayarak sarıldığı yalan dudak uçuklatan cinsten.

Öyle ki Korkmaz, eski MGK Genel Sekreteri Tuncer Kılınç’ın İran ve Rusya’yla ittifaka vurgu yapan sözlerinin, aslında Amerikancılığını gizlemek üzere bir kamuflaj olduğunu bile söyleyebiliyor! (Yeni Şafak, 17 Nisan 2012)

Bugün Irak’a, İran’a, Suriye’ye açıkça saldırı peşinde olanların, İran’la ittifak isteyenleri “gizli Amerikancı” diye suçlayabilmesine tıp bilimi acilen el koymalıdır!

Ancak Tamer Korkmaz, freni patlak kamyon misali, en sonunda duvara tosluyor. 28 Şubat’ı destekleyen Aydınlık’ın Amerikancı olduğuna, bırakın tek bir yurttaşımızı, bir Aborjin’i bile ikna edemezsiniz!

Amerikan emperyalizmine karşı mücadelenin bayrağını onurla dalgalandıran Perinçek’i ve Aydınlık’ı Amerikancılıkla suçlamaya kalkmak, güneşin batıdan doğacağını iddia etmekten bile dayanaksızdır!

Aydınlık’ı, Doğu Perinçek’i Amerikancı diye suçlamaya kalkmanız, aslında çapsızlığınızdan çok çaresizliğinizdendir, biliyoruz!

BİR’İNKİ İSRAİLCİLİKSE, ERDOĞAN’INKİ NE?

Kampanyanın ağır toplarından Cengiz Çandar’ın söyledikleri en azından kendi içinde mantıklı. Nitekim Çandar, Korkmaz’a göre daha profesyonel.

Neşe Düzel’e röportaj veren Cengiz Çandar, 28 Şubat’ın bir Amerikan-İsrail operasyonu olduğunu ispatlayabilmek için bakın neler söylüyor: “28 Şubat’ın simge ismi olan Çevik Bir o dönemde çok muteber biriydi. Amerika’da iki tane aleni İsrail lobisi var. Bir’in bunlarla o kadar yoğun ilişkisi vardı ki, 2000 yılında ilk kez ihdas ettikleri ‘uluslararası devlet adamı’ ödülünü Bir’e verdiler. Bir’in Demirel’den sonra cumhurbaşkanı olması gerektiği fikrini yaydılar.” (Taraf, 16 Nisan 2012)

Peki, Çevik Bir’den sonra o ödülü kim aldı?

Erdoğan, boynuna takılan “Davut boynuzunu” yani “cesaret madalyasını”, anımsayın, Mavi Marmara olayından sonra bile çıkarıp atmadı! Ne ödülmüş!

Çandar’ın koroya dâhil olup 28 Şubat’ı Amerikancı ilan etmeye soyunması, Amerika’yı da şaşırttı! Çandar’ın kanıt diye bahsettiği toplantıda Dışişleri Bakanlığı Siyasi Planlama Dairesi görevlisi olarak yer alan Henry Barkey, iddialara “Şaka mı bu?” diye yanıt verdi!

BİRBİRİNİZİ EN İYİ SİZ BİLİRSİNİZ!

Aslında Çevik Bir’i en iyi, aynı tastan su içtiği Cengiz Çandar bilir; tıpkı Barkey’in de Çandar’ı bildiği gibi…

Bir’in neden 28 Şubat’ın “Truva atı” olduğunu, neden Karadayı tarafından Genelkurmay Başkanlığının engellendiğini, neden Karadayı ve Kıvrıkoğlu “hizadan çıkmış generaller” diye Pentagon’da çizilirken, Bir’in Cumhurbaşkanı adayı yapıldığını, en iyi “Pentagon’un adamı” olan Cengiz Çandar bilir haliyle…

Keza Çevik Bir’in Cumhurbaşkanı olamayınca Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’e danışman yapıldığını da Meral Akşener biliyor!

Tayyip Erdoğan Belediye Başkanıyken 1. Ordu komutanı olan Çevik Bir’le protokol düzeyde elbette görüştü. Ancak asıl görüşme trafiğinin Çevik Bir emekli olduktan sonra başladığını da, en iyi Star yazarı Nasuhi Güngör biliyor!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
19 Nisan 2012

, , , , , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın