Posts Tagged Türban
TÜRKİYE NASIL SAVUNULACAK
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 02/11/2013
Erdoğan, türbanın Cumhuriyet yıkıcılığının sembolü olarak Meclis’e girmesini, “Allah’ın emri” olarak açıklıyor.
Kuşkusuz AKP tepe yönetiminde, türbanın Kuran’da yer almadığını, Kuran’ın örtülmesini emrettiği bölgenin kadının saçlarının olmadığını, Kuran’ın kadından sadece “farj” bölgelerini “hımar” ile örtmesini emrettiğini mutlaka bilen vardır.
1 Kasım’da, yani hilafetin kaldırılmasına giden yolun en önemli virajı olan saltanatın kaldırıldığı günde, türbanı Meclis’e sokmayı “Allah’ın emri” saymak, sadece din istismarcılığının zirvesi değil, açıkça Cumhuriyetle hesaplaşmaktır!
Bugün türbanı Meclis’e “Allah’ın emri” diye sokanlar, yarın da “Allah’ın emri değil” diyerek milletin meclisinde kanun çıkarmayacak, “Allah’ın kanunları zaten var” diyecektir.
Yetinmeyecek, yarın da “madem türban Allah’ın emri, hepiniz takacaksınız” diyeceklerdir.
Meseleyi “kıyafet özgürlüğü” sananların bir kısmı, o gün geldiğinde türbanın “inanç özgürlüğü” değil, fakat “inanç baskısı” olduğunu anlayacaklardır!
O gün “yetmez ama evet” diyenler, “özgürlük” budalaları, “sahte demokrasi havarileri, bilcümle liberaller, sosyal demokratlar, sol maskeliler ise yine anlamayacak, hatta başka uçuk teoriler üreteceklerdir.
Sırf onlar uçukluk yapamasın bile diye, o günün gelmesini bugünden önleyecek tedbirler almalıyız. Peki ne?
CUMHURİYET KAN AĞLIYOR, KILIÇDAROĞLU ÇOK MUTLU!
Bakınız, Kemal Kılıçdaroğlu’nun türbanın Meclis’e Cumhuriyet yıkıcılığının sembolü olarak girmesi karşısından “bugün çok mutluyum” demesi, artık tüm Cumhuriyetçilerin daha radikal bir tedbire yönelmesini gerektiriyor.
Dün kısaca özetledik. 2006’da kapanmış bir konu olan türbanı, 2010’da Kemal Kılıçdaroğlu gündeme getirdi. Sadece türbanı değil, tarikatlara ve cemaatlere özgürlüğü, tekke ve zaviyelere yeniden açılma yolunu hep Kılıçdaroğlu ve ekibi açtı.
Ve nihayetinde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, türban konusunda AKP’ye yardımcı olduğu için 29 Ekim resepsiyonunda kendisine teşekkür etti!
Kılıçdaroğlu’nun başında bulunduğu CHP’nin Cumhuriyet’i savunamayacağı, tersine Cumhuriyet yıkıcılarına yardımcı olacağı, anlamamak isteyenler için de artık çok nettir. Dün belirttik: Kılıçdaroğlu’nun Yeni CHP’si, AKP’nin silahıyla sürekli Cumhuriyet’e ateş ediyor!
Peki, ne yapılmalı?
ADIM ADIM YAPILACAKLAR
Artık daha net şekilde saptayalım:
1. Tüm Cumhuriyetçi CHP’liler, bu sahneye alet olmaktansa, Atatürk’ün programını uygulamayı hedef edinmiş İşçi Partisi’ne gelmelidir.
2. CHP’nin devrimci, Atatürkçü, ulusalcı, solcu milletvekilleri İşçi Partisi’ne geçmeli ve grup kurmalıdır! İlk geçen kahraman olacaktır!
3. Bu iki doğal ve mecburi akış, emin olun CHP’ye en büyük iyilik olacaktır. Zira İşçi Partisi’ne bu katılım, güçbirliğine burun kıvıran CHP yönetimini bu hayati ihtiyaca mecbur edecektir!
4. Meclis’te grup kurarak tüm Türkiye’de çekim merkezi haline gelecek bir İşçi Partisi, sadece kalan sürede Meclis’i AKP-PKK bölücü ortaklığına dar etmekle kalmayacak, aynı zamanda kritik seçimli 18 ayı de Cumhuriyet lehine değerlendirecektir!
5. Büyümüş ve güçlenmiş bir İşçi Partisi, arkasında Haziran eylemleri bulunan halk hareketini de hükümet olma hedefine yönlendirebilecektir.
6. Ve en sonunda, merkezinde İşçi Partisi’nin bulunduğu devrimci ve Cumhuriyetçi bir milli hükümet kurulabilecektir!
Karar sizin!
Siz gelmeseniz de, biz biraz daha fazla zorlanacağız ama başaracağız! Atatürk’ün Türkiye’sini yıktırmayacağız!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
2 Kasım 2013
TÜRBAN OLAYINA ATATÜRK NASIL BAKIYORDU?
Posted by Mehmet Ali Güller in Odatv Yazıları, Politika Yazıları on 18/10/2010
Usta gazeteci Rahmi Turan, Atatürk’ün 21 Mart 1923 tarihinde, Konya Hilaliahmer (Kızılay) Kadınlar Şubesi’nde söylediklerini anımsatmış okurlarına: “Muhterem hanımlar! Memleketimizin bazı yerlerinde giyim tarzımız, kıyafetimiz, bizim olmaktan çıkmıştır. Kadınlarımızın giyim tarzı ve örtünmesinde şu iki şekil görünüyor: Ne olduğu bilinmeyen çok kapalı, çok karanlık bir dış görünüm gösteren kıyafet veyahut Avrupa’nın en serbest balolarında bile giyilmeyecek kadar açık bir giyim… Bunun her ikisi de yanlış!” (Hürriyet, 18 Ekim 2010)
Atatürk, 87 yıl öncesinden öngörmüş bugünleri… Sistem kadını tek bir noktada birleşen iki ayrı uca yöneltiyor: Ya türbana ve çarşafa, ya da göbeğini açmaya…
TÜRBANI ÇÖZME YARIŞI
2006 yılında hukuken kapanan türban konusu, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun halkoylaması mitingleri sırasında “türbanı biz çözeriz” sözleriyle yeniden önümüze geldi. Kılıçdaroğlu, ardından “cemaatlere saygılıyız” ve “laiklik tehlikede değil” diyerek izleyeceği politikanın köşelerini de belirledi. (Akşam, 21-22 Eylül 2010)
CHP’nin bu sürpriz çıkışı, AKP’nin geri planda tutmak zorunda kaldığı en önemli silahını yeniden cepheye sürmesine olanak yarattı.
TÜRBAN ÖNCE ÜNİVERSİTEYE
Fırsat bu fırsat diyen YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan, üniversite rektörlüklerine “kız öğrencilerin türbanlı olsa bile derslere girebilmesinin önünü açan” bir yazı yazdı. AKP hükümetinin yarattığı korku toplumunun sonucu olarak, yasal olmayan bu talebe, üniversiteler büyük oranda sessiz kaldı ve türban uygulaması başladı!
Rektörler, konuya itiraz etmeyeceğini açıklayan anamuhalefet liderinden daha ileri gitmeye nasıl cesaret edebilirdi ki zaten! CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “YÖK’ün bu yazısını durdurmak amacı ile herhangi bir şekilde hukuki yollar da dâhil bir girişimde bulunulmayacağını” söylüyordu. (Hürriyet, 6 Ekim 2010)
AKP’nin elini güçlendiren en önemli dayanak, CHP’nin kamuoyuna yansıyan yeni rapor taslağıydı. CHP’nin türbanı “bireysel hak ve özgürlükler” kapsamında ele alması, AKP’nin türbanı hem çarşafa çevirmesine hem de üniversitelerin ardından tüm kamuya sokmasına dayanak oluşturacaktı!
Üstelik raporun mimarlarından CHP’li Sencer Ayata, YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’a akıl danışmıştı: “Sencer Bey, benim çok eski arkadaşımdır. Uzun yıllar beraber öğretim üyeliği yaptık. Bu, bir rapor değil, bilgi notu kabilindedir. Onun üzerinde çalıştığını söyledi. Henüz bitmiş bir şey değil. Ne yapılabileceğini konuştuk. Bize ‘başörtülü öğrenciler için ne yapılabilir’ diye sordular. Madem partiler bu konuda anlaşacak, bize bir güvence gerekir. Yeter ki problem çözülsün.” (Vatan, 12 Ekim 2010)
“TÜRBAN KAMUDA SERBEST OLSUN”
AKP, yandaş medyayı da harekete geçirerek, zaferi taçlandırmak için sondaj çalışmasına başladı hemen. El birliği ile “türban kamuda da serbest olsun” kampanyası başlatıldı!
CHP’ye rağmen tepki gösterenlere ise YÖK Başkanı Özcan güvence veriyordu: “Garanti ediyorum, başörtüsüz öğrenciler baskı görmeyecek”. (Vatan, 12 Ekim 2010)
“Menderes ve Özal’dan sonraki Müslüman Cumhurbaşkanı” sıfatıyla seçilen Abdullah Gül, bu fırsattan yararlanarak sekiz yıllık uygulamayı iptal ettiğini ve 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı için tek tip resepsiyona geçtiklerini, konuklarını eşi Hayrünnisa hanımla birlikte karşılayacağını müjdeliyordu. (Hürriyet, 12 Ekim 2010). Gül’ün “türbanlı resepsiyon” kararını, Genelkurmay Başkanı Org. Işık Koşaner’e de bildirdiği belirtiliyordu.
Türban konusunda üniversitelerin ardından ilk kurumsal adımı Türkiye Gazeteciler Cemiyeti TGC attı. TGC, daha önce reddettiği tesettürlü bir gazetecinin üyeliğini bu sefer kabul ediyordu. (gazeteciler.com, 13 Ekim 2010)
LAİKLİK ÖNCE BOŞALTILACAK SONRA KALDIRILACAK
Ve sahneye TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu çıkıyor ve “Türkiye laiklik ilkesini yeniden yorumlamalı” diyordu. (Hürriyet, 13 Ekim 2010). CHP’nin rapor taslağını fırsat bilen Kuzu, “örneğin başörtüsü meselesi laiklikle değil bireysel özgürlüklerle ilgilidir” diyerek yeni anayasanın birey haklarına odaklanması gerektiğini vurguluyordu.
Bundan sonra, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının nasıl şekilleneceğinin işaretini ise Başbakan Erdoğan veriyordu. Kızılcahamam’da bir köfteciye uğrayan Başbakan, köftecinin çocuklarına “namaz kılıyor musunuz” diye soruyordu. “Evet” yanıtı alan Erdoğan, namaz kılan çocukları, oyuncakla ödüllendiriyordu! (Milliyet, 17 Ekim 2010)
TÜRBANIN HEDEFİ TBMM
Öte yandan “Türban kamuya da girsin” kampanyasının bir haftada büyük yol aldığını ve merkezi kurumların sessiz kaldığını gören Erdoğan artık meydan okuyordu: “Türbanlı her yere girebilir”. (Cumhuriyet, 17 Ekim 2010)
Erdoğan, AKP Kurucular Kurulu üyesi Fatma Ünsal’ın “Kadınlar, başörtüsüyle Meclis’e giremiyor. 8 yıl geçti” sözlerini de “her şeyin bir zamanı var” diye yanıtlıyordu. (Hürriyet, 18 Ekim 2010)
TÜRBAN ARAÇ, HEDEF LAİKLİK
Türban, aslında kadınlarımızın bir sorunu değildir. Türban, bireysel bir özgürlük de değildir. Tam tersine kadınlarımızı esaret altına almanın aracıdır.
Türbanın Kuran’da yeri olmadığı, Kuran’ın örtülmesini emrettiği bölgenin kadının saçlarının olmadığı gerçeği, dindar yurttaşlarımızla dincileri birbirinden ayıran önemli bir ölçüttür. Çünkü dindar bilmektedir ki, Kuran kadından sadece “farj” bölgelerini “hımar” ile örtmesini emretmiştir.
İşte bu yüzden, kadınlarımızı türbana sokup, onları araç olarak kullananlar, yavaş yavaş dudaklarına sürdükleri rujlara, gözlerine çektikleri sürmelere itiraz etmeye başlamışlardır! Bu konuda rahatsızlık oluşmaya başladığını bazı türbanlı kadın yazarlar da dile getirmeye başlamıştır.
LAİKLİK, DİNİN DÜNYA İŞLERİNDEN AYRILMASIDIR
Yazımıza, Rahmi Turan’ın anımsattığı Atatürk’ün konuyla ilgili sözleriyle başlamıştık, yine Atatürk’le bitirelim.
“Yeni CHP”nin türbanı “bireysel hak ve özgürlükler” kapsamında ele alması, aslında Atatürk sonrası CHP’sinin, laiklik ilkesinin anlamını değiştirmesiyle başlattığı sürecin bir sonucudur. Atatürk’ün devrimci CHP’si ile İnönü’nün tutuculaşan CHP’si arasındaki en önemli farklardan biri laiklik ilkesiydi.
Atatürk, laikliği “dün ve dünya işlerinin ayrılması” diye tanımlarken, yıllar sonra CHP bu tanımı “din ve devlet işlerinin ayrılması” şeklinde değiştiriyordu.
“Dini dünya işlerinden değil de, sadece devlet işlerinden ayrı tutunca”, 1948 yılından başlayarak günümüze kadar uzanan, “imam hatip okulu açmak, kuran kursu açmak, cemaatlere hoşgörülü olmak, sonra da saygılı olmak, türbanı üniversiteye sokmak” gibi uygulamalar bireysel haklara giriyordu! Devlet TBMM’ydi, Çankaya’ydı… Üniversite değildi!
Bu anlayışın Türkiye Cumhuriyeti’ni getirdiği yer ortada. CHP, köklerine dönmeli ve Atatürk’ün altı ilkesine sıkı sıkıya sarılmalıdır. Çünkü Türkiye uçuruma yuvarlanmaktadır.