Posts Tagged Zafer Çağlayan
KÜRT’ÜMSÜLER
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 10/03/2013
Türk milleti, Türk milliyetçiliğini karalayanlara ve hedef alanlara haklı olarak soruyor: “Madem milliyetçilik kötü bir şey, neden Türk milliyetçiliğini karalarken, Kürt milliyetçiliğini kutsuyorsunuz?”
Baskın Oran, bu soruya bir yanıt(!) bulmuş. Şöyle açıklıyor bir röportajda: “Milliyetçilik milletini sevmek ve yüceltmek değildir. Milletini yüceltmeyi başkalarını aşağılamaya dayandıran ideolojidir. Kürtler, ‘Biz Türklerden üstünüz’ dediğinde bu milliyetçiliktir. Fakat ‘Biz kendi dilimizi, eğitimimizi istiyoruz, kendimizi yönetmek istiyoruz’ dediklerinde bu milliyetçilik değildir.” (Milliyet, 4 Mart 2013)
Kuşkusuz Baskın Oran, bu kavramları çok iyi bilecek bilgi ve birikime sahiptir. Ancak taraf olmak ama yanlış tarafta olmak, Oran’da bilgiyi eğmeye, bükmeye vesile olmuş. Fakat bizi asıl hayal kırıklığına uğratan, Baskın Oran’ın yaratıcılığının “ırkçılığı milliyetçilik” diye yutturmaya çalışmak seviyesinde kalmasıdır.
TÜRK ÜLKÜCÜSÜ DEĞİL TÜRKİYE ÜLKÜCÜSÜ!
Kavramları eğme bükme işlemi hükümet katında da uygulanıyor. Örneğin Sanayi ve Ticaret Bakanı Zafer Çağlayan…
Biliyorsunuz Çağlayan Kürt olduğunu ilan etti! Zafer Çağlayan’ı uzun süredir tanıyanlar ve onun ilk defa Kürt olduğunu duyanlar, haliyle şaşırdılar.
Fakat daha ilginci, Çağlayan’ın kendisini eski “Türkiye ülkücüsü” olarak da ilan etmesiydi. Anlaşılan AKP katında “Türk milliyetçiliği” dememek için “Türkiye milliyetçiliği” gibi bir kavam da uydurulmuş. Yanıt vermek kuşkusuz o dönemin ülkücülerinin eğitiminden sorumlu olan Devlet Bahçeli’ye ve diğer MHP yöneticilerine düşer!
KÜRT SORUNU İÇİNDE BİR ÇELİŞKİ
Aslında Kürt sorunu içinde yaşanan 40 yıllık iç çelişkilerden biri de budur. Şöyle ki, üç tür Kürt vardır:
1. Etnik olarak Kürt olan ama Türk milletinin bir parçası olduğunu bilen Kürtler. Ki bir kısmı, (soya dayalı) milliyet ile (dil, kültür, ortak pazar ve ortak vatana dayalı) milletin farkını bilir; zira ya 70’lerin sol ikliminde bulunmuştur ya da milli devletin ve Cumhuriyetin kazanımlarının farkındadır! Özellikle 80 öncesinde Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun ağırlıklı olarak CHP’li olması iyi incelenmelidir.
Ancak yine de bedel ödemişlerdir. Özellikle 70’lerle birlikte şehirlere göç edenler, horlanmaya, dışlanmaya maruz kalmıştır.
2. Milliyet, millet ayrımını bilmeden Kürt kimliğiyle yaşayanlar. Bu Kürtlerimizin büyük kısmı bedel ödemiştir: Sırf Kürt köyü olduğu için devletin imkânlarından yararlandırılmayan köylerden tutun, kimliği nedeniyle varı yoğu olan iki ağacına kastedilen köylüye kadar geniş bir kesim geçmişte, sağ iktidarlar döneminde ağır bedeller ödediler.
Başına gelenlerin Kürt kimliğinden kaynaklandığını görenlerin bir bölümü, maalesef etkisi günümüze kadar uzanan “ayrılıkçılığa” işte o dönemde saptılar.
Kuşkusuz bu kitleyi “bilinçli” olarak ayrılıkçılığın neferi olanlardan ayırıyoruz.
SAHTE KİMLİKLİLER
3. Kürt olduğunu gizleyen, bu etnik kökenini perdeleyerek yükselen, sistemin nimetlerinden faydalanan fakat günü geldiğinde Kürt olduğunu hatırlayan Kürt’ümsüler! İşte Zafer Çağlayan bu Kürt’ümsü türündendir.
Çelişki ilk iki grup ile sayısı az olan bu üçüncü grup arasındadır:
Yani bir yanda Türk milletinin bir parçası olarak Kürt milliyetine mensup olan birinci gruptaki yurttaşlarımız ile millet, milliyet ayrımı bilmeden Kürt’üm diyen ve bir kısmı maalesef ayrılıkçılığa sapan, ABD planlarına alet olan yurttaşlarımız vardır.
Bir yanda da Zafer Çağlayan gibi Kürt’ümsü isimlerin içinde bulunduğu, zor günlerde başka kimliklerin altına gizlenerek yükselen, küpünü dolduran, günü geldiğinde de “Ben de aslında Kürt’üm” diye ortaya çıkanlar vardır!
İlk iki grup kimliği nedeniyle bedel öderken, üçüncü gruptakiler sahte kimlikle dolaşmış, sistemden nemalanmıştır!
Kuşkusuz Kürt’ümsüler gibi ABD projeleri içinde olduklarından Türk’üm diyemeyen Türk’ümsüler de vardır. Hem Türk’ümsülere hem de Kürt’ümsülere verilecek en iyi yanıt ise kararlılıkla “Ne mutlu Türk’üm ve Kürt’üm diyene” demektir!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
10 Mart 2013
SINIR KAPILARI NEDEN KAPATILDI?
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 26/07/2012
Türkiye dün sabah itibariyle Suriye sınır kapılarını kapattı. Hem Gümrük Bakanı Hayati Yazıcı, hem de Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan kararın gerekçesini “can güvenliğinin olmaması” diye açıkladı.
Hayret! Daha birkaç günce önce Esad karşıtları sınır kapılarını ele geçiriyor diye sevinmemişler miydi? AKP yandaşı görüntülü medya bu haberleri verirken, AKP “stratejistleri” görüntüler eşliğinde “Esad düşüyor” sevinci sergilememişler miydi? “Halkına zulmeden Esad, sınırlarda kontrolü kaybetti” diye eğlenmemişler miydi?
O zaman bu “can güvenliği endişesi” nereden çıktı? Tamam, Türk TIR’ları yakılmıştı ama nasılsa ellerindeki basınla bunu kamuoyundan gizlemişlerdi. Tamam, başkaları haber yaptığında da, nasılsa “yakanlar bizimkiler değil, çapulcular” diyebilmişlerdi.
Ancak gerçek, asla yalanla yok edilemez!
HATAY OPERASYON ÜSSÜ OLDU
Gerçekten de “Türkiye-Suriye” sınırı artık güvenli değildir. 1939’de yurt topraklarına dâhil edilen Hatay, 2012 yılında Amerika’ya operasyon üssü haline getirildi! Bu köşede daha önce dikkat çektik, yineleyelim: Türkiye’nin Suriye’de tampon bölge oluşturması konuşuluyordu, artık tampon bölge Türkiye’de, Hatay’da kuruldu!
Öyle ki, Ahmet Davutoğlu’nun koordine ettiği Suriye muhalefeti de, artık Hatay’da, kendilerine tahsis edilen kamplarda ayaklanıyor!
Sınır teftiş eden Amerikalı senatörleri, Suriyeli teröristlerle toplantılar yapan özel harekâtçı ABD generalleri daha önce bu köşede konu ettik. ABD gazeteleri ise son bir haftadır, Hatay’da kaç CIA ajanının bulunduğuna dair haber yarışına başladı.
Kısacası Hatay, artık ABD’nin Suriye konusundaki “operasyon merkezi” olmuştur. İncirlik de “planlama ve koordinasyon merkezi” zaten!
KAPILAR TÜRKİYE’YE KAPANDI
Dolayısıyla Suriye sınır kapılarını Gümrük Bakanı Hayati Yazıcı ya da Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan kapatmadı elbette. Kararın sahibi ABD’dir, ABD’nin Adana Konsolosluğu’dur!
Bölgeye birkaç haftadır istihbaratçı yığan ve 18 Temmuz’da Suriye’nin Ulusal Güvenlik Konseyi’ni bir bombalı saldırıyla hedef alan ABD, şimdi neden sınır kapılarını kapattı?
Sorumuzu daha da somutlaştıralım. Kapılar kime kapandı? Yani Suriye’den mülteci gelirse Türkiye’ye alınmayacak mı? Elbette alınacak! O zaman kapılar kime kapandı?
ABD, sınır kapılarını açık ki Türkiye’ye, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne kapattı! Ama Suriye’ye müdahale etmesin diye değil elbette, sınırdaki geçişi denetleyemesin diye… Zira ABD TSK’nin Suriye’ye girmesi için zaten yoğun çaba sarf ediyor.
Neden sınır denetimi istemiyor peki? Çünkü ABD’nin Suriyeli teröristler üzerinden önce sınır kapılarını ele geçirmesi, şimdi de kapıları kapatması, “silah sevkiyatını” kolaylaştırmak içindir!
Son iki haftadır ajanslara düşen ama gazetelere pek yansımayan “Jandarma sınırda 16 av tüfeği yakaladı”, “çuvalda 300 fişek ele geçirildi” türünden haberler, aslında sınırda bu anlamda ciddi bir mücadelenin yaşandığına işaret ediyor.
ABD’NİN NAFİLE HAMLESİ
Peki, Suriye cephesindeki Asya-Atlantik savaşında durum ne?
ABD, 16 aydır ilerleyemediği ve özellikle son altı ayda inisiyatifi tamamen Rusya’ya kaptırdığı Suriye konusunda, tüm ağırlığıyla yeni bir hamle deniyor. Bölgedeki tüm araçlarını seferber ederek Suriye’ye yüklenen ABD, 18 Temmuz’dan bu yana bir ölçüde inisiyatifi ele geçirmiş görünüyor.
Ancak bu durum nihai değildir, geçicidir!
Zira Suriye cephesi, ABD atağına rağmen hâlâ güçlüdür ve kazanacaktır!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
26 Temmuz 2012