Posts Tagged Kürt sorunu

KÜRT SORUNUNDA PSİKOLOJİK SAVAŞ

Birinci sınıfı bitiren yeğenim Ege’nin okuması pekişsin diye ona tatile geldiği İstanbul’da her gün gazete okutuyorum. O da gazeteye, anneannesine bu köşeyi okuyarak başlıyor.

Geçenlerde annem Ege’yi durdurdu ve “PeKeKe değil, PeKaKa diye oku” şeklinde uyardı. Ege’nin doğrusunu okuduğunu belirttim, zira o da Atatürk’ün Harf Kanunu’na uygun olarak K harfini Ke sesiyle okumayı öğrenmişti.

Ancak 80’lerden kalma psikolojik savaş hâlâ yürürlükte ve PeKeKe diyenler PKK’li, PeKaKa diyenler PKK karşıtı diye algılanıyor!

Üstelik gelen eleştirilerden de biliyorum ki, Aydınlık okurları arasında da böyle düşünen hayli kişi var. O nedenle bir kez daha özetleyelim:

Türkçede Ka sesi yoktur, Ke sesi vardır. 1 Kasım 1928 tarih ve 1353 sayılı “Türk Harflerinin Kabulü ve Tatbiki Hakkında Kanun”dan başlayarak, “8 Ocak 2004 günü TDK İmla Kılavuzu Çalışma Grubu tarafından belirlenen ve TSE tarafından Nisan 2005/TS 13148 numaralı belge ile standart hale getirilen Türk Kodlama Sistemi’ne kadar tüm resmi belgeler, Türkçede Ka sesinin olmadığını, Ke sesinin olduğunu belirtir!

ULUSALCILIK TÜRKLERE YASAK, KÜRTLERE SERBEST

Sadece PKK’nin nasıl telaffuz edildiği değil, başka konular ve kavramlar da Kürt sorununun içerisinde psikolojik savaş malzemesi olarak kullanılmaktadır.

Örneğin ulusalcılık. Öyle ki Türkiye’de artık Başbakan “ayaklarının altına aldığını” söyler, Emniyet Müdürlüğü “iç tehdit” sayar, liberallere göre gericiliktir, medya darbecilik diye yaftalar vs.

En ilginci ise ulusalcılığın Kürt sorununun kaynağı sayılmasıdır. Bu akla göre Türk ulusalcılığı ya da Türk milliyetçiliği var olduğu için Kürt sorunu doğmuştur. Haliyle PKK yandaşı Kürtler de ulusalcılığa düşmandır. Yayın organlarında ulusalcılığın toplumsal bir hastalık olduğunu bile yazarlar.

Ama Kürlerin Birliği için yapacakları kongrenin ismine, resmi olarak “Kürt Ulusal Kongresi” derler!! Yani ulusalcılık Türklere yasak ama Kürtlere serbest!

Devlet kavramı da öyle değil mi?

Öcalan başta olmak üzere hep yazıp çizerler, devletin nasıl sorunlu bir yapı olduğunu anlatırlar. Peki devlete karşı mıdırlar?

Hayır, ulusal devlete, Türk devletine karşıdırlar fakat bir çeşit federasyon saydıkları için Amerika Birleşik Devletleri’ne karşı değildirler! Hatta devletin başına “demokratik” sıfatını koyunca, o karşı oldukları devlet kavramı da güzelleşir!

AKP-PKK İŞBİRLİĞİ, ABD’NİN PLANIDIR

Bir de PKK’nin devletçe nasıl görülmesi gerektiğine dair psikolojik savaş tezleri vardır. O tezlerde çeşit çeşit PKK vardır:

Örneğin AKP ile müzakere ediyorsa barışçıdır PKK, ama karakol basmışsa Ergenekoncudur!

Örneğin PKK ile anlaşma masada olduğu halde terör sürmekte midir? İşte o terörün sahibi PKK değildir. Nedir? Derin PKK!

Örneğin ÖSO ile işbirliği yapan PYD’nin PKK ile organik bir bağı yoktur ama ÖSO ile çatışan PYD, PKK’nin Suriye koludur.

Yeri gelince de şöyle yazarlar: “Türkiye pekâlâ bu yapıyla (PYD) iyi ilişkiler kurabilir ve bölgede eskiye oranla daha çok güç sahibi olabilir. ‘Win win’ stratejisi en iyi böyle işe yarar. Kürtleri yanına almış bir Türkiye ABD ve Almanya’nın planlarını zora sokabilir ve o zaman gerçekten bölgenin en büyük aktörü olur.” (Cem Küçük, Yeni Şafak, 25 Temmuz 2013)

Barzani ile Irak’ı, PKK ile Türkiye’yi, PYD ile Suriye’yi adım adım bölen ve Öcalan ile Erdoğan’ı masaya oturtan sanki ABD değilmiş gibi PKK ile işbirliği yapmayı ABD planlarını bozacak hamle diye yutturmaya kalkmak, şüphesiz Kürt meselesinin en önemli psikolojik savaş argümanlarındandır!

Öcalan’ın Erdoğan’a Eylül 2012’de yazdığı mektupta dile getirdiği “Türkiye’yi Kürtlerle büyütmek” tezinin sahibi ABD’dir! Ve ABD bu tezle Türkiye’yi değil büyütmek, küçültüp daha kullanışlı hale getirmek istemektedir.

Çünkü bu haliyle Türkiye hizadan çıkabilmekte, itiraz edebilmektedir. Fakat küçültülmüş bir Türkiye, ABD’ye tamamen mecbur olacaktır!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
28 Temmuz 2013

, , , ,

Yorum bırakın

KÜRT SORUNUNUN BÖLGESEL ÇÖZÜMÜ

Türkiye, İran, Irak ve Suriye’den katılan 39 örgüt, önceki gün Irak’ın Selahattin şehrinde toplandı ve bir ay içerisinde “Kürt Ulusal Kongresi” yapılmasını kararlaştırdı.

Kürt Ulusal Kongresi dedikleri, “dört parçadaki” Kürtlerin birliği adımıdır.

Bölgedeki üç büyük Kürt örgütü olan PKK, KDP ve KYB, olağanüstü bir fırsatla karşı karşıya olduklarını, bu fırsatı “Büyük Kürdistan” şeklinde taçlandırmaları gerektiğini uzun bir süredir yazıp çiziyorlar. 100 yıl önce Osmanlı devletinin yıkılması sırasında ayrı ayrı devletlere dağıldıklarını, 100 yıl sonra yeniden aynı çatı altında birleşme fırsatı bulduklarını düşünüyorlar.

Bu fırsatı bu örgütlere yaratan ise kuşkusuz 1990 yılından sonra fiilen bölgeyi işgal eden emperyalist ABD’dir.

Ama belirtelim; yüz yıl önce sadece Kürtler değil, bölgedeki tüm halklar, ayrı ayrı ülkelerde kaldılar… Arap ağırlıklı Irak’ta ve Suriye’de, Kürtler gibi Türkmenler de var!

Bu nedenle mesele geçmiş bir yanlışı düzeltme meselesi değildir! Asıl mesele, emperyalizmin bölgeyi çıkarlarına göre yeniden dizayn etme, haritaları yeniden çizerek büyük ülkeleri küçültme meselesidir.

EMPERYALİZM TETİKÇİ HALK ARIYOR

Kürtlerin birliğinin Büyük Kürdistan altında sağlanması hedefinin gerçekçi olup olmadığından daha önemli olan, bu hedefin bölge ve halklar yararına olup olmadığıdır.

Emperyalizmin bölgeyi işgal ederek başlattığı bir “Kürt fırsatının” bölge yararına olmadığı, olamayacağı ortada… 2 milyon Arap’ın ölümünün üzerinden 20 milyon Kürt’ün “bağımsızlığı” inşa edilemez!

Emperyalizmin Irak’ı bölerek Erbil merkezli, Suriye’yi bölerek Kamışlı merkezli ve Türkiye’yi bölerek Diyarbakır merkezli yapılar kurması ve tümünü Büyük Kürdistan altında birleştirmesi, gerçekçi olmadığı gibi, yıkıcıdır: Kürt’ü Türk’le, Arap’la, Fars’la düşman yapar!

Zaten emperyalizm, halklara “bağımsızlık” vermez, çıkarlarına bekçilik yapacak karakol gücü peşindedir. İsrail karakol devleti üzerinden Arapları sürekli tehdit altında tutan, bir bölümünü bir bölümüne karşı kullanan emperyalist ABD, Ortadoğu’da ikinci bir İsrail istemektedir.

Genel olarak son 60 yıl, özel olarak da son 25 yıl ABD’nin Kürtleri İsraillileştirme arayışlarına sahne oldu.

Bölgedeki devletlerin Kürtlere karşı uyguladığı kimi inkârcı yanlış politikalar da, emperyalist ABD’ye Kürtleri kullanmak konusunda maalesef altın bir fırsat sundu.

İNİŞTEKİ ABD’NİN PROJESİ GERÇEKLEŞMEZ

Geçmişin muhasebesinden ziyade geleceği daha az zararla inşa etme problemi karşımızda duruyor. Artık somut problem şudur: Kürtlerin birliği ABD’nin Büyük Kürdistan projesi içinde mi, yoksa bölgenin Batı Asya Birliği projesi içinde mi gerçekten sağlanır.

Lafı dolandırmadan belirtelim: Kürtlerin birliğini ABD’nin Büyük Kürdistan planı içinde sağlamak, Türkiye’yi, İran’ı, Irak’ı ve Suriye’yi bölmek demektir. Bu da Kürtleri Türkler, Araplar ve Farslar nezdinde ezeli düşman konumuna düşürür.

Diğer yandan şartlar da artık değişmektedir: ABD yükselirken ve bölgeyi fiilen işgal ederken, ancak Irak’ın kuzeyinde bir otonom yapı oluşturmaya gücü yetti. Türklere, Araplara ve Farslara rağmen o otonom yapıya da bağımsızlık sağlayamadı.

Artık bölge ABD işgali altında değil ve ABD dünya çapında güç kaybediyor. Bu koşullarda Büyük Kürdistan, sadece küçük bir hayaldir!

KÜRTLERİN BİRLİĞİ NASIL SAĞLANIR?

Peki, Kürtlerin birliği hiç gerçekleşmeyecek mi?

Kürtlerin birliği, ancak Batı Asya Birliği içinde gerçekleşir!

Ancak Türkiye, İran, Irak ve Suriye devletlerinin kuracağı bir Batı Asya Birliği, Kürtlerin birliğini sağlar. Sadece Kürtlerin de değil, Türklerin ve Arapların birliğini de sağlar!

Kıbrıs’taki, Irak’taki, Suriye’deki, İran’daki, Azerbaycan’daki Türkmenlerin Türkiye Türkleriyle birliği de Batı Asya Birliği’ne bağlıdır!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
24 Temmuz 2013

, ,

Yorum bırakın

KÜRT’ÜMSÜLER

Türk milleti, Türk milliyetçiliğini karalayanlara ve hedef alanlara haklı olarak soruyor: “Madem milliyetçilik kötü bir şey, neden Türk milliyetçiliğini karalarken, Kürt milliyetçiliğini kutsuyorsunuz?”

Baskın Oran, bu soruya bir yanıt(!) bulmuş. Şöyle açıklıyor bir röportajda: “Milliyetçilik milletini sevmek ve yüceltmek değildir. Milletini yüceltmeyi başkalarını aşağılamaya dayandıran ideolojidir. Kürtler, ‘Biz Türklerden üstünüz’ dediğinde bu milliyetçiliktir. Fakat ‘Biz kendi dilimizi, eğitimimizi istiyoruz, kendimizi yönetmek istiyoruz’ dediklerinde bu milliyetçilik değildir.” (Milliyet, 4 Mart 2013)

Kuşkusuz Baskın Oran, bu kavramları çok iyi bilecek bilgi ve birikime sahiptir. Ancak taraf olmak ama yanlış tarafta olmak, Oran’da bilgiyi eğmeye, bükmeye vesile olmuş. Fakat bizi asıl hayal kırıklığına uğratan, Baskın Oran’ın yaratıcılığının “ırkçılığı milliyetçilik” diye yutturmaya çalışmak seviyesinde kalmasıdır.

TÜRK ÜLKÜCÜSÜ DEĞİL TÜRKİYE ÜLKÜCÜSÜ!

Kavramları eğme bükme işlemi hükümet katında da uygulanıyor. Örneğin Sanayi ve Ticaret Bakanı Zafer Çağlayan

Biliyorsunuz Çağlayan Kürt olduğunu ilan etti! Zafer Çağlayan’ı uzun süredir tanıyanlar ve onun ilk defa Kürt olduğunu duyanlar, haliyle şaşırdılar.

Fakat daha ilginci, Çağlayan’ın kendisini eski “Türkiye ülkücüsü” olarak da ilan etmesiydi. Anlaşılan AKP katında “Türk milliyetçiliği” dememek için “Türkiye milliyetçiliği” gibi bir kavam da uydurulmuş. Yanıt vermek kuşkusuz o dönemin ülkücülerinin eğitiminden sorumlu olan Devlet Bahçeli’ye ve diğer MHP yöneticilerine düşer!

KÜRT SORUNU İÇİNDE BİR ÇELİŞKİ

Aslında Kürt sorunu içinde yaşanan 40 yıllık iç çelişkilerden biri de budur. Şöyle ki, üç tür Kürt vardır:

1. Etnik olarak Kürt olan ama Türk milletinin bir parçası olduğunu bilen Kürtler. Ki bir kısmı, (soya dayalı) milliyet ile (dil, kültür, ortak pazar ve ortak vatana dayalı) milletin farkını bilir; zira ya 70’lerin sol ikliminde bulunmuştur ya da milli devletin ve Cumhuriyetin kazanımlarının farkındadır! Özellikle 80 öncesinde Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun ağırlıklı olarak CHP’li olması iyi incelenmelidir.

Ancak yine de bedel ödemişlerdir. Özellikle 70’lerle birlikte şehirlere göç edenler, horlanmaya, dışlanmaya maruz kalmıştır.

2. Milliyet, millet ayrımını bilmeden Kürt kimliğiyle yaşayanlar. Bu Kürtlerimizin büyük kısmı bedel ödemiştir: Sırf Kürt köyü olduğu için devletin imkânlarından yararlandırılmayan köylerden tutun, kimliği nedeniyle varı yoğu olan iki ağacına kastedilen köylüye kadar geniş bir kesim geçmişte, sağ iktidarlar döneminde ağır bedeller ödediler.

Başına gelenlerin Kürt kimliğinden kaynaklandığını görenlerin bir bölümü, maalesef etkisi günümüze kadar uzanan “ayrılıkçılığa” işte o dönemde saptılar.

Kuşkusuz bu kitleyi “bilinçli” olarak ayrılıkçılığın neferi olanlardan ayırıyoruz.

SAHTE KİMLİKLİLER

3. Kürt olduğunu gizleyen, bu etnik kökenini perdeleyerek yükselen, sistemin nimetlerinden faydalanan fakat günü geldiğinde Kürt olduğunu hatırlayan Kürt’ümsüler! İşte Zafer Çağlayan bu Kürt’ümsü türündendir.

Çelişki ilk iki grup ile sayısı az olan bu üçüncü grup arasındadır:

Yani bir yanda Türk milletinin bir parçası olarak Kürt milliyetine mensup olan birinci gruptaki yurttaşlarımız ile millet, milliyet ayrımı bilmeden Kürt’üm diyen ve bir kısmı maalesef ayrılıkçılığa sapan, ABD planlarına alet olan yurttaşlarımız vardır.

Bir yanda da Zafer Çağlayan gibi Kürt’ümsü isimlerin içinde bulunduğu, zor günlerde başka kimliklerin altına gizlenerek yükselen, küpünü dolduran, günü geldiğinde de “Ben de aslında Kürt’üm” diye ortaya çıkanlar vardır!

İlk iki grup kimliği nedeniyle bedel öderken, üçüncü gruptakiler sahte kimlikle dolaşmış, sistemden nemalanmıştır!

Kuşkusuz Kürt’ümsüler gibi ABD projeleri içinde olduklarından Türk’üm diyemeyen Türk’ümsüler de vardır. Hem Türk’ümsülere hem de Kürt’ümsülere verilecek en iyi yanıt ise kararlılıkla “Ne mutlu Türk’üm ve Kürt’üm diyene” demektir!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
10 Mart 2013

, ,

Yorum bırakın

HARİTA DEĞİŞTİRMEK ‘ÇÖZÜM’ DEĞİLDİR

2005 yılında “Kürt sorunu benim sorunumdur” diyen Başbakan Erdoğan’ın 2013 yılında “Kürt sorunu diye bir şey yok” demesi, normal koşullarda, sözün sahibinin o sorunu 8 yıl içinde çözmüş olduğu anlamına gelir…

Ancak ne koşullar normaldir, ne de iktidar. Üstelik “Kürt sorununa çözüm” diye PKK’yle müzakere etmektedirler.

Peki, nereden çıktı bu cümle o zaman? Erdoğan’ın siyaset yapma tarzına bakılırsa, “Kürt sorunu diye bir şey yok” demek, “Öcalan’la, kamuoyun kabul edemeyeceği türden bir anlaşma yaptım” demektir!

Göreceğiz…

SYKES-PİCOT OLMAYA SOYUNANLAR

20 gündür hem AK medyanın hem de ana akım medyanın “barış” ve “çözüm” kelimelerine dayanan yayınlar yapması bundandır: Kamuoyu “çözüme” hazırlanmaktadır!

Peki, çözümleri nedir?

Bakın Yeni Şafak’a konuşan eski MİT Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş şu sözlerle açıklıyor çözümü: “Türkiye’nin Kürt sorununu çözmesi bölgede sınır ve harita değişikliğini gündeme getirir.

Yeni Şafak, “akil adam” Cevat Öneş’in bu sözlerini “Çözüm harita bile değiştirir” başlığıyla büyük bir müjde diye vermiş!

Kuşkusuz normal ülkelerde bu bir suçtur! Komşuların sınırlarını değiştirmeyi arzuladığını böyle pervasızca dile getirenleri, normal ülkelerde en azından tıbba havale ederler!

Ama bizde normalleşmiştir. Kalemi eline alan Gertrude Bell, ağzına mikrofon dayandırılan Sykes-Picot olmaya soyunmaktadır!

‘KÜRT SORUNUNU ÇÖZMEK’ HEDEF DEĞİL, ARAÇ

Başbakanın “Suriye iç meselemizdir”, “Bağdat’a karşı Erbil’le oluruz”, “ABD Irak’a girdi, biz de Suriye’ye gireriz” dediği bir ülkede, artık “harita değişikliğini” çözüm saymak olağandır!

Ancak belirtelim: Haritalar demeçle değişmez, sınırlar kalemle çizilmez!

Gertrude Bell’in eline kalem alıp Ortadoğu haritası çizebilmesi için, önce bu coğrafyada milyonların ölmesi gerekti! Bell, Sykes ve Picot İngiliz’di, Fransız’dı ama ölenler İngiliz ve Fransız’dan ziyade Türk’tü, Kürt’tü, Arap’tı…

Kalemi elinize alabilmeniz için önce silahı kullanmanız gerekmektedir!

Ve komşularının sınırlarını değiştirmek üzere silaha sarılanlar, “çözüm” değil “sorun” yaratırlar!

Bu gerçeği öncelikle Kürtlerin görmesi gerekmektedir: “Kürt sorununu çözmek” harita ve sınır değiştirmek isteyenler için hedef değil araçtır!

Ama daha önemlisi, harita ve sınır değiştirmek “çözüm” değil, sorundur!

ANLAŞMADA AF MI VAR?

Bitirirken Başbakan Erdoğan’ın sözüne yeniden dönelim.

Dün “Kürt sorunu benim sorunumdur” deyip, bugün “Kürt sorunu diye bir şey yok” noktasına gelmek, şu anlamdadır demiştik: “Öcalan’la, kamuoyun kabul edemeyeceği türden bir anlaşma yaptım.”

Anlaşmada ne mi var?

Hadi onu da eski MİT Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş söylesin yine: “Barış süreci sorunsuz ilerler, yeni anayasa yapılırsa; bu final, adı konmayan bir affı gündeme getirebilir. Ama buna daha zaman var.

Ne demişti Erdoğan 2009 yılında? “Hazmettire hazmettire bu süreci devam ettirmemiz lazım.

Ve ne deniyordu ABD Ulusal İstihbarat Konseyi’nin “Küresel eğilimler 2030” raporunda: “Ortadoğu sınırları ortaya çıkmakta olan Kürdistan ile yeniden çizilir.”

Bu nedenle uyaralım: Plan kiminse, kalemi o tutar!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
22 Ocak 2013

, , , ,

Yorum bırakın

SOROS’UN KOÇ’BAŞI

Mustafa Koç’un AKP-PKK görüşmeleri için “silahla çözemedik, müzakereyle barışalım” demesi “milli devletten vazgeçelim” demektir ve birkaç bakımdan önemlidir:

TÜSİAD, MİLLİ DEĞİLDİR

1. TÜSİAD’ın milli burjuva karakterinin olmadığı bir kez daha ortaya çıkmıştır. Çünkü milli devlet, öncelikle millet egemenliğine, milli ekonomiye (pazara), milli burjuvaya ve milli orduya dayanır.

Milli burjuva milli devletinden vazgeçmez; milli devletten vazgeçen burjuva, kompradordur! Yani uluslararası burjuvazinin yerel temsilcisidir ve emperyalizmin taşeronudur!

2. TÜSİAD milli devletin karşısındadır. Bunu birincisi 24 Ocak 1980 kararlarıyla yani milli devletin milli ekonomisini serbest piyasa ekonomisiyle bütünleştirerek ve küresel şirketlere açarak; ikincisi de Türkiye’yi AB sürecine sokarak fazlasıyla göstermiştir.

KÜRT SORUNU TÜSİAD’IN ESERİDİR

3. Koç’un açıklaması bir yönüyle de itiraftır çünkü Kürt sorununun müsebbibi kendileridir. Kürt’ü yok sayan, Kürt’e “kart kurt” diyen, Kürt’ü topraksız bırakıp ağaya mecbur eden, Kürt’ü sopayla terbiye etmeye kalkan ve Kürt’e Kürt olmayı yasaklayan kendileridir!

Kürt sorununu yaratan etkenlerin başında gelen toprak reformunun yapılamamasının müsebbibi de kendileridir.

TÜSİAD 1971’de kurulduysa da kökleri toprak reformuna direnen CHP’nin gerici kanadına dayanmaktadır. O kanat Kemalist Devlet’in arasız devrimlerle ilerlemesinin önüne geçmiş, ortaçağ kuvvetleri olan şeyh ve ağalarla birleşerek Demokrat Parti’yi kurmuştur. Ve sonunda da Türk devletini NATO süreciyle ABD’ye çıpalamıştır!

TÜRK ORDUSU TÜSİAD İÇİN ‘İHRAÇ MALIDIR’

4. Türkiye’yi Atlantik cephesine sokan TÜSİAD, o tarihten beri Soros’un Koçbaşı’dır. Soros için “en iyi ihraç malı” olan Mehmetçik, TÜSİAD için de öyledir.

TÜSİAD programının dört uygulayıcısı olan Menderes, Özal, Çiller ve Erdoğan yönetimindeki Türkiye ise ABD’nin bölgedeki jandarmasıdır: Kore’de, Somali’de, Bosna’da, Irak’ta, Afganistan’da, Lübnan’da, Libya’da, şimdi de Suriye’de…

5. Mustafa Koç’un sözleri kimlerin aynı cephede yer aldığının anlaşılması bakımından önemlidir. TÜSİAD’ın “barış” anonslu müzakere sürecinin başına geçmesi, projenin Amerikan yapımı olduğunu göstermektedir fakat daha önemlisi başta solcular olmak üzere çeşitli kesimlere kimin kuyruğuna takıldıklarını görme fırsatı vermektedir!

Çünkü TÜSAD’ın koçbaşı olduğu bir proje “devletlere bağımsızlık, milletlere kurtuluş ve halklara devrim” getirmez! TÜSİAD’ın başını çektiği programlar kendilerine kâr, gericilere özgürlük, halklara ise esaret getirir. TÜSİAD’ın programları o nedenle dün ancak 12 Eylül darbesiyle uygulanabildi, bugün de AK faşizmle uygulanabiliyor!

KÜRESELLEŞME DEĞİL MİLLİ DEVLETLER KAZANIYOR

6. ABD, küreselleşme programı ile milli devletleri hedef almıştır. Ancak o program sadece 20 yıl sürebilmiştir. Milli devletler direnmiştir.

Bu direnişin en somut örneği Irak’tır. 1. Dünya Savaşı sonrasında İngiltere’nin çıkarına göre kurulan bu Arap devleti, asıl şimdi “milli devlet” olmaktadır ve bu ülkede yaşayanlar, Iraklılaşarak yurttaş olmaktadır!

Böylesi bir süreçte Türk milli devletinin tasfiye olacağını sanmak, aldanmaktır!

KÜRESELLEŞMEYE KARŞI BÖLGESELLEŞME

7. Öcalan, basına yansıyan sözlerinde “ulus devletçiliği aştığını” söylemekte ve “ulusun kendisinin son birkaç yüzyılın en boş gerçeği olduğunu”, “ulus devlet modelinin toplumlar için bir kafes olduğunu” savunmaktadır.

Bu sözler basında her ne kadar PKK’nin Kürt devleti hedefinden vazgeçtiği şeklinde yorumlandıysa da, daha önemli olanı, Öcalan’ın bu sözlerle aslında Türkiye’nin üniter ve milli devlet yapısını AKP’yle müzakere ettiğini ortaya koymasıdır!

Ancak çağımız hâlâ emperyalizm çağıdır ve Lenin’in “ezen-ezilen”, Mustafa Kemal’in de “zalimler-mazlumlar” diyerek tarif ettiği çelişme sürmektedir. Bu nedenle de Mao’nun saptadığı “devletler bağımsızlık, milletler kurtuluş, halklar devrim istiyor” denklemi hâlâ geçerlidir.

Üstelik şartlar devletlerin, milletlerin ve halkların şimdi daha çok lehinedir. Ve milli devletler, milli devlet mevziisinin de ilerisinden, çok daha güçlü savunulabilir. Milli devletlerin “küreselleşme” saldırısına karşı geliştirdiği “bölgeselleşme” çözümü, bizim için daha da yakıcı ihtiyaçtır, çözümdür!

Türkiye, İran, Irak ve Suriye’nin Batı Asya Birliği içinde bölgeselleşerek emperyalizme direnmesi, en başta Kürtlerin lehinedir!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
19 Ocak 2013

, , , , , , , , , , ,

1 Yorum

KÜRT MESELESİNİN TEK ÇÖZÜMÜ

Başlıklara bakılırsa, AKP’nin Öcalan’la “yeniden Kürt Açılımı” başlatması(!) operasyonunun bir de halkla ilişkiler boyutu var. Öyle ki Cengiz Çandar bile estirilen rüzgârın şiddetinden tedirgin… Kim bilir, belki de “büyük beklenti” yaratarak, başka hesapların peşindedirler.

Öcalan’ın 21 Mart’tan önce çağrı yapacağı, Öcalan ile BDP’nin MİT’in moderatörlüğünde müzakere yaptığı, Hakan Fidan’ın 180 büyükelçiye “asıl sorun PKK’deki yabancılar” dediği, kimi yorumculara göre Erdoğan ile Öcalan’ın Kandil’e karşı ittifak içinde olduğu, hatta BDP’nin Kandil’in sesi olmayı tercih ederek muhatap olma şansını yitirdiği için MİT’in Öcalan’la görüştüğü bile yazıldı, çizildi…

Yazarken “BDP Kandil’in sesi ise Öcalan kimin sesidir” gibi en basit soruyu bile aklına getiremeyecek kadar güdümlü yazan yorumcuları geçtik fakat müzakerelerde Başbakan’ın özel temsilciliğini yapan birinin Suriyeli Kürtleri PKK’deki yabancı diye nitelemesi “Kürt’ten” ne anladığını, daha doğrusu anlamadığını ortaya koyması bakımından önemlidir!

İKİ PKK

Maksat Kürt değil de ABD’nin işleri olunca, haliyle konuyu getirip Aydınlık’a bağlıyorlar ve bizi “MİT’in PKK’ye silah bıraktıracak olmasından rahatsız olanlar” diye sunuyorlar. Hadi bu sağcı gafili geçtik de, solcu olduğunu iddia edene ne demeli? Aydınlık ve Sol gazetesinin manşetlerinden hareketle iki gazetenin “Şefik Hüsnü’nün torbasından düştüğünü” söyleyerek “ortak köken” keşfeden ve “Şefik Hüsnü bütün Kürt ayaklanmalarını İngilizlerin, emperyalizmin oyunu olarak mahkûm etmiştir” diyen bu zavallı, PKK kuyrukçuluğunun sosyalizm düşmanlığına vardığını da mı fark etmez?!

BDP sayesinde TBMM’ye giren ve varlığının dayanağı PKK olanların varacağı yer kuşkusuz PKK’yle birlikte emperyalizmin kucağı olacaktır!

Ancak anımsatalım. PKK’de “Görüşmelerde en zor durumda olan Öcalan’dır. Hükümetin ve Kürt halkının kendisinden beklentileri farklıdır.” (ANF, 4 Ocak 2012) sesleri çıkmaya başlamıştır. Şimdiden hangi PKK’ye yaslanacaklarını düşünmeye başlasınlar!

Nitekim Murat Karayılan da “Kimse gevşememeli, herhangi bir beklentiye girmemeli. Önemli olan İmralı’nın ne diyeceği değil, devletin ne yapacağıdır” diyerek merkezde kendilerinin olduğu mesajını vermiştir!

KÜRT BAHANE, MAKSAT ABD’NİN İŞLERİ

Aydınlık’ı “PKK’nin silah bırakmasından rahatsızlar” diye suçlamaya kalkanların, aynı zamanda başyazarını, “müzakere” ettikleri Öcalan’ın fikir babası ve PKK’nin iki liderinden biri diye karalamaya yeltenmesi, görevleri gereğidir.

Yoksa gayet iyi bilirler ki, Aydınlık 80’lerde Kürt yurttaşlarımıza dışkı yedirildiğini manşet yapma cesareti gösterdiğinde, köy yakmaları ve kasaplar deresi gibi konuları gündeme getirdiğinde, kart kurt diyenlere inat “Kürt” dediğinde ve bu yayınları nedeniyle en ağır cezalara çarptırıldığında, kendileri Evren-Özal rejiminin şakşakçıları arasındaydılar…

O yüzden de maksatları hiç Kürt olmamıştır, hep ABD’nin işleri gereği Kürt seviciliğine soyunmuşlardır…

Bugünkü “PKK silah bırakacak” rüzgârı da, Irak meselesi de, Suriye meselesi de ABD’nin “Kürt devleti” planı gereğidir. Bu gerçekten atlanamaz!

BATI ASYA BİRLİĞİ

Bakın Yeni Şafak’ın Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül aradaki bağı nasıl kuruyor: “Irak ve Suriye’nin parçalanmasının son aşaması Türkiye’nin parçalanmasıdır. Bu parçalanmayı önlemenin tek yolu da (Türkiye-Kuzey Irak) güç ortaklığıdır. Türkiye-Kuzey Irak bu kadar yakınlaşabiliyorsa, terör devre dışı bırakıldıktan sonra bu yakınlaşmanın çok daha kapsamlı bir ortaklığa dönüşmesi de mümkündür. Bu yüzden, İmralı görüşmelerini, bölgenin geleceğine yönelik boyutu ile de ele almakta fayda var.”

Irak’ın ve Suriye’nin parçalanması, doğru, Türkiye’yi de parçalar ama bunu önlemenin yolu Türkiye ile Kuzey Irak’ın birleşmesi değildir! Çünkü Türkiye Kuzey Irak’la birleşerek önce Irak’ı, sonra Suriye’yi bölmüş olacaktır! O zaman da ilk denkleme yine dönülür! Yani Irak’ın ve Suriye’nin parçalanması, Türkiye’yi de parçalar! Ki hedef budur!

Emperyalizmin hedefi gereği bölge ülkelerinin parçalanması bizim çözümümüz değildir! Bizim çözümümüz, emperyalizme rağmen bölge ülkelerinin Batı Asya Birliği içinde ittifak yapmasıdır.

Kürt meselesinin, hiçbir ülkenin parçalanmasını gerektirmeden Kürtler, Türkler, Araplar ve Farslar lehine tek çözümü de budur!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
5 Ocak 2012

, , , , , , ,

Yorum bırakın

KÜRT SORUNUNU KİM ÇÖZER?

Leyla Zana’nın “Erdoğan çözer” demesinin ardından, Öcalan’ın kardeşi de AKP’yi çözüm için adres gösterdi.

Acaba ikili, Erdoğan’dan “Kürt sorununu” çözmesini mi bekliyor, yoksa Öcalan’ın İmralı’daki tutukluluk durumunu halletmesini mi? Son dönemin trafiğine bakılırsa, Atlantikçi cephe için bugünün “Kürt sorunu”, Öcalan’ın durumunu düzeltmek demektir.

ABD İLE BÖLGE KARŞI KARŞIYA

“Kürt sorunu” bugün Kürt kökenli yurttaşlarımızın gündelik sorunlarının çok ötesindedir. Bugün Kürt meselesinin iki çözümü vardır: ABD’nin çözümü ve ABD’ye karşı bölgenin çözümü.

ABD’nin çözümü; bölgede sıçrama tahtası işlevi görecek bir Kürt devletinin kurulması ve bunun diğer bölge devletlerinden parçalar kopararak büyütülmesidir. Ki bu emperyalizmin bölgedeki temel hedefidir. Bu nedenle ABD’nin çözümü, bölge için sorundur!

Bugün “Kürt sorunu”nu kimin çözebileceğini saptayabilmek, derdi Türkiye olanlar için hayati derecede önemlidir. Çünkü mesele, bütün meselelerin üstündedir. Meseleyi kimin çözebileceğini saptayabilmenin yollarından biri de, meseleyi kimlerin çözemeyeceğini saptamaktır:

AKP ÇÖZEMEZ

Kimi Kürt kesimlerin çözüm adresi gösterdiği AKP’nin, bu sorunu Türkiye yararına çözemeyeceği en kolay saptanabilecek durumdur. Zira AKP bu meselede (ve her meselede), sorunu kendi çıkarları temelinde ele alan ABD’nin safında yer almaktadır ve soruna onun çıkarları düzleminde bakmaktadır.

CHP ÇÖZEMEZ

Öcalan’ın “akil adamlar” önerisini “çözüm paketi”nin ana unsuru yaparak AKP’ye koşan bir CHP’nin, bırakın çözüme katkı yapabilmesini, üyesi 100 milletvekili yerine sorunu birkaç akil adama havale etmesinden dolayı, kendine hayrı yoktur!

İktidar olabilme ihtimalini AKP’lileşmekte arayan bir ana muhalefet partisi için asıl sorun kendi yeni kimliği ve programıdır artık.

MHP ÇÖZEMEZ

70’lerde ABD planlarında rol alan, solun karşısına “ırkçılık” silahıyla konumlandırılan bir partinin, 2010’larda bu misyonundan temelde bir şey kaybetmediği, zira en kritik Türkiye meselelerinde Batı’yla uyumlu hareket ettiği görülmektedir. Dahası MHP, varlığını Kürt sorununun karşısında konumlanmaya borçludur.

MHP’nin Suriye konusundaki tavrı bile, bu partinin en temel konularda Atlantik cephesinde yer aldığını göstermektedir.

BDP ÇÖZEMEZ

BDP Eşbaşkanı Gülten Kışanak’ın ABD dönüşü söylediği, “Obama yönetiminden rol istedik” açıklaması bile bu sorunu BDP’nin çözemeyeceğine yeterli kanıttır. Zira ABD’den rol talep eden bir parti, ABD’nin çözümü içindedir.

İŞÇİ PARTİSİ ÇÖZER

TBMM’deki dört parti de meseleye Atlantik penceresinden bakmakta ve Atlantik’in planlarında yer almaktadır. Atlantik’in meseleye getirdiği “bölünme” çözümü, bölge için yeni ve daha büyük bir sorundur!

Ayrı devlet çözümü, bölünmüş ülkeler sorunudur. Dolayısıyla Kürt halkı ile diğer bölge halklarının karşı karşıya gelmesi demektir.

Bu gerçek bile soruna ancak tüm bölge ülkelerinin işbirliği halinde çözüm bulunacağını göstermektedir. Türkiye, İran, Irak ve Suriye’nin bölgesel işbirliği yaptığı koşullarda “Kürt sorunu” diye bir sorun yoktur; zira “Türk sorunu”, “Arap sorunu”, “Fars sorunu” ve hatta “Şii sorunu” ile “Sünni sorunu” da yoktur!

Bugün bölgede ABD’ye karşı böyle bir işbirliği modeli savunan tek parti İşçi Partisi’dir. O nedenle “Kürt sorununu” ancak İşçi Partisi çözer!

Nitekim Sosyalist Parti, yani “Kürt soruna” çözüm açıklayan bugünkü İşçi Partisi, şimdiki “çözücülerin” kart-kurt dediği günlerde “Türkiye’de Kürt sorunu vardır” demiş ve o günden beri Kurtuluş Savaşı’nda sınanmış ve başarılı olmuş “Türk-Kürt kardeşliği” formülünü programının en başına yazmıştır!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
5 Temmuz 2012

, , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

Başbuğ’un teröre çözümü – 1: Atlantik cephesinden değerlendirme

E. Genelkurmay Başkanı Em. Org. İlker Başbuğ’un “Terör Örgütlerinin Sonu” isimli kitabı, bir yönüyle TSK’nin görüşlerini yansıtması bakımından önemlidir ve incelemeyi gerektirir.

Dahası, TSK’ye yakın dönemde komuta etmiş bir ismin Türkiye’nin bu en temel meselesini nasıl teşhis ettiği ve ne çözümler getirdiği hem Ankara hem de bölge başkentleri için kritiktir.

Başbuğ’un Remzi Kitabevi’nden çıkan 232 sayfalık kitabını, 5 günlük yazı dizisi halinde inceleyeceğiz:

Bölgeden değil Atlantik’ten bakış

Başbuğ’un kitabının büyük bölümü iki kaynağa dayanıyor: “Birincisi, ABD Ulusal Harp Akademisi’nde görevli Audrey Kurth
Cronin
tarafından 2009 yılında yazılan ‘Terör Nasıl Sona Erer?’ adlı kitaptır. İkinci çalışma ise, RAND kuruluşunun 2010 yılında, Ulusal Savunma Araştırma Enstitüsü’nce aynı başlık altında yapılanıdır.” (s.129,130)

Başbuğ, kitabında “bu iki çalışmadan büyük ölçüde faydalandığını” (s.130) söylemiştir. Kitabının bu iki ABD çalışmasına dayanmasının Başbuğ’u ne gibi tahlil yanlışlarına götürdüğünü, yazı dizimiz boyunca ortaya koyacağız. Ama ilk günden çok temel birini belirtelim.

Başbuğ da, tıpkı Cronin ve RAND raporu gibi ABD saldırısına karşı vatanını savunan Küba ve Vietnam’daki yurtsever örgütleri
“terör” örgütü sayıyor! (s.133).  Hatta “20. Yüzyılda yaşanan terör eylemlerinin beşiği de yine Filistin’dir” (s.199) diyor!

Kitabın ayrıntılarına geçmeden önce özellikle vurgulayalım ki, Başbuğ’un kitabı yerel değil, konuya bu topraklardan bakmıyor, tersine Atlantik cephesinden bakıyor.

Bunu söylerken, salt yukarıda belirttiğimiz gibi kitabın iki Batı kaynağına dayanıyor olmasından hareket etmiyoruz. İlker Başbuğ maalesef, Atlantik kaynaklı bakışın ürünü raporlardan bire bir çeviri yaparak da, yerel bir kitap yazmadığını sergiliyor.

Bu dublaj hali kitabın ciddiyetini önemli oranda sarsıyor. Örneğin, “Filistin Halk Kurtuluş Cephesi”, Başbuğ tarafından İngilizceden çevrilirken, “Popüler Filistin Kurtuluş Cephesi”ne dönüşüyor (s.154, 168, 174); “Filistin Kurtuluş Cephesi”, “Filistin Kurtarma Cephesi”ne (s.151); “İspanya İç Savaşı” da, “İspanya Sivil Savaşı”na (s.190)…

ABD’nin Irak saldırısı

Başbuğ’un kitabında “Irak savaşıyla” ilgili yer alan bölümler, Genelkurmay Başkanı’nın bir ABD saldırısına hangi perspektiften baktığını anlamamız açısından yarar sağlıyor:

“2002 yılının sonu ile 2003 yılının başı, ABD’nin Irak’a karşı icra edeceği harekâtın hazırlık dönemi oldu. 19 Mart 2003 günü akşamı da Bağdat’ın bombalanmasıyla Irak’ı Kurtarma Harekâtı başladı.” (s.87)

Başbuğ, yukarıda kısaca değindiğimiz kavramlara yerel olmayan yaklaşımını, ABD’nin Irak’a emperyalist saldırısında da sergilemiş. ABD’nin, saldırganlığını maskelemek üzere kullandığı bu tip sahte isimlerin, en azından Türk Genelkurmay Başkanı tarafından kullanılmıyor olması gerekmez mi?

ABD’nin terör tanımı

Başbuğ, kitabının “terör / terörizm” bölümünde, kavramı teorik temellerde incelemiş, haliyle kavramın tanımını da yapmış.

Dikkatimizi çeken, terörle 40 yıldır mücadele eden ve bu konuda dünyanın en deneyimli ordusu olan TSK’nin başının, teröre ilişkin “yerel” bir tanımının olmaması!

Kim bilir, belki de kitabı daha bilimsel(!) gösterme gayretiyle olsa gerek, B. Gonar, W. Laqueur gibi Atlantikçi güvenlik uzmanlarının ve hatta Pentagon’un tanımı üzerinden kavram açıklanmaya çalışılmış:

“ABD Savunma Bakanlığı’nın tanımı ise şöyledir: Politik, dini veya ideolojik hedeflerin elde edilmesi için, kişilere karşı terörü kullanarak veya terör ile tehdit ederek, hükümetleri ve toplumu korkutmak.”
(s.70)

‘Kürt sorunu yoktur’

Başbuğ, kitabını “Kürt sorunu yoktur” tezi üzerine inşa ediyor:

“Türkiye’de ‘etnik sorun’, diğer değişle ‘Kürt sorunu’ yoktur. Ancak, böyle bir sorunun olmasını isteyenlerin var olduğu da unutulmamalıdır.” (s.52, 183)

Başbuğ’un “Kürt sorunu yoktur” demesi elbette bilimsel değildir, doğru değildir ama daha da ironik olanı, Başbuğ’un “Kürt
sorunu vardır, çözümü de Kürt açılımıdır” denilen dönemin, yani 2009-2010 yıllarının Genelkurmay Başkanı olmasıdır!

YARIN: Başbuğ’da ‘Küresel düşün, ulusal hareket et’ anlayışı

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
29 Ağustos 2011

, , ,

Yorum bırakın

%d blogcu bunu beğendi: