Posts Tagged Hitler
Avrupa’yı Nazilerden kim kurtardı?
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 10/06/2024
II. Dünya Savaşı, emperyalistler arasındaki savaş boyutuyla I. Dünya Savaşı’nın devamıdır. Hatta İngiliz-Fransız emperyalizmi, çelişmeyi kapitalizm ile sosyalizm arasında bir çatışmaya dönüştürme stratejisi gereği, başta Nazi saldırganlığını Sovyetler Birliği’nin üstüne sürme politikasını uyguladılar.
Emperyalistlerin niyetlerini doğru saptayan SSCB, Almanya ile ekonomik anlaşma yaparak, kendisini hedef alması kaçınılmaz saldırıya karşı hazırlık yapmak üzere zaman kazanma taktiği uyguladı.
Almanya 1 Eylül 1939’da Polonya’ya saldırdığında bile, İngiltere-Fransa ikilisinin Avrupa’nın kapitalist başkentlerini hedef alan Nazileri ilk sosyalist devletin üzerine sürebilme hayali devam ediyordu. Ve ne acı ki o hayalin faturasını işgale uğrayan Avrupa’nın halkları ödedi.
Hitler’le anlaşma aradılar
Fransız Komünist Partisi Genel Sekreteri Maurice Thorez bu gerçeği şu sözleriyle ortaya koyuyordu: “Bizim yöneticilerimiz Hitler’i öfkelendirmek istemedi. Onlar, Hitler’in Sovyetler Birliği’ne saldıracağı gün kendisiyle gizlice anlaşacakları ümidini besliyordu.”
İngiltere ve Fransa’nın bu tutumu, savaş sonrası Nürnberg Duruşması kayıtlarına da geçti. Alman General Alfred Jodl şöyle diyordu: “Batıdaki 110 Fransız ve İngiliz tümeni, 23 Alman tümeni karşısında tamamen eylemsiz kaldıkları için biz bir savaş felaketinden kurtulmuş olduk.”
İngiliz General Bernard Montgomery de anılarında belirtiyordu: “Almanya Polonya’yı yuttuğunda Fransa ve İngiltere’nin kılı kıpardamamıştı.” Çünkü o süreçte özellikle Fransa’da kimi siyasetçiler hâlâ Hitler’le bir anlaşma arıyordu.
ABD de Hitler’in Polonya’yı yutmasından beş gün sonra “tarafsızlık politikası” uygulayacağını ilan ediyordu. Sonuç olarak Hitler bu durumu, 1940’ın başına kadar “barış manevraları” ile kullanarak zaman kazanıyor, konumunu güçlendiriyordu.
ABD ikinci cepheyi geciktirdi
Bu uzun girişi şundan yaptık: ABD ve Fransa liderleri, Avrupa’yı Nazilerden kurtardığı iddiasıyla Normandiya Çıkarması’nın 80. yılını kutluyor. Oysa Avrupa’yı Nazilerden kurtaran Normandiya Çıkarması değildir, milyonlarca emekçisinin canı pahasıha Sovyetler Birliği’dir!
Yukarıda özetlediğimiz sürecin devamında Naziler, 22 Haziran 1941’de Barbarossa Harekatı ile SSCB’ye saldırdı ve Moskova önlerine kadar geldi. Sovyet emekçilerinin büyük direnişi ve ardından 2 Şubat 1943’te Alman birliklerinin Stalingrad’da teslim oluşuyla II. Dünya Savaşı’nın gidişatı değişmeye başladı. Sonrasında Almanlar adım adım önce SSCB’den ardından Doğu Avrupa’dan çıkarıldı.
Savaş boyunca SSCB lideri Stalin, ABD ve İngiltere’den Avrupa’da bir “ikinci cephe” açmalarını istedi. Ancak ABD ve İngiltere ağırdan aldı, çünkü Nazileri geriletmeye başlayan komünistlerin güç kaybetmesini istiyorlardı. İşte bu nedenle ikinci cepheyi ancak Haziran 1944’te açtılar. ABD’li General Dwight Eisenhower komutasında Amerikan ve İngiliz birlikleri Fransa sahillerinden Normandiya Çıkarması’nı yaptılar. Çünkü daha fazla gecikirseler, Almanya’ya kadar dayanmış olan SSCB güçleri Avrupa’nın diğer ucundan çıkabilirdi!
Avrupa’yı Sovyet emekçiler kurtardı
Sonuç olarak Nazi hükümet merkezi Berlin 2 Mayıs 1945’te kente giren Sovyet birliklerine, batıdaki kuvvetleri 7 Mayıs’ta, doğudaki kuvvetleri 9 Mayıs’ta teslim oldu.
Normandiya Çıkarması’nın gecikmesinin faturasını bedenleriyle milyonlarca Sovyet emekçisi ödedi. Ama 80 yıl sonra “Avrupa’yı Nazilerden kurtardık” diye kaymağını emperyalistler yemeye çalışıyor. Üstelik tıpkı Amerikan şirketlerinin savaşın ilk dönemi boyunca Nazilerle ticareti sürdürmesindeki ikiyüzlülük gibi, şimdi de Normandiya Çıkarması’nı Ukrayna’ya desteğe dönüştürmeye çalışıyorlar.
Unutulmamalı: Bolşevikler 1917’de Çarlık Rusya’sını yıkıp ilk sosyalist devleti inşa etmeye başladığında, Avrupalı emperyalistler bir süre Kızıl Ordu’ya karşı Beyaz Ordu’yu destekleyerek sosyalistleri ezmeye çalıştı. İngiltere 1924’te, ABD ise 1933’te SSCB’yi tanıyabildi.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
10 Haziran 2024
ERDOĞAN’IN SUÇU BÜYÜK
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 06/06/2013
“Yüzde 50’yi evinde zor tutuyorum” diyerek açıkça 10 gündür eylem yapan halkı tehdit eden Erdoğan, bu sözleriyle hem meşruiyetinin kalan kısmını yitirmiş hem de “halkı, kin ve düşmanlığa” aleni tahrik suçu işlemiştir!
Bir ülkenin başbakanının halkının yarısını, diğer yarısı üzerinden tehdit etmesi Hitler’in ya da Mussollini’nin bile aklına gelmemiştir!
HALKI HALKA KIŞKIRTMAK
Kimileri bu büyük suçun farkında olduğundan durumu kurtarmaya yönelik açıklamalara soyunmaktadır: “Başbakan o lafı şundan dedi. Kaç gündür taban arıyor ve sokağa çıkmak istiyor. Başbakan’a büyük baskı var sokağa çıkmak için.”
Acaba söylerken kendileri de inanıyor mu buna? Yani yüzde 50, yani milyonlar Erdoğan’ı arayıp “Reis, bırak da sokağa çıkalım, şunlara haddini bildirelim” mi diyor?
Neresinden baksanız tutarsız, neresinden baksanız ciddiyetsiz.
Hiçbir açıklama Erdoğan’ın bu tahrik suçunu hafifletemez. Zaten Erdoğan suç içeren bu konuşmasından iki gün önce de şöyle bağırıyordu: “Siz 250 bin kişi topluyorsanız, ben de 1 milyon kişi toplarım.”
BAKANLARININ BAŞI
Sadece bu sözleri bile neden Erdoğan karşıtı bir başkaldırının olduğunu anlamaya yeter!
Erdoğan başbakanlık yapmıyor; kendisini sadece oy verenlerin başbakanı sayıyor, kendisine oy vermeyene düşman oluyor, yaşam alanlarını daraltıyor, hor görüyor, aşağılıyor, alkolik diyor, çapulcu diyor, marjinal diyor, ahlaksız diyor, “kucağa oturtma” benzetmeleri yapıyor, “benim istediğim kalıba gireceksiniz” diyor!
İtiraz gelince maliyeyle, denetimle, ihaleyle gözdağı veriyor.
İtiraz gelince Ergenekon tertipleriyle zindanı gösteriyor.
İtiraz gelince polisle, biber gazıyla, olmadı kendisine oy verenlerle tehdit ediyor!
Ama artık yolun sonuna gelindi. Zira “korku duvarı” aşıldı, Erdoğan’ın fermanı yırtıldı!
MHP VE BDP’DEN AKP’YE CAN SİMİDİ
İlginçtir, Erdoğan ne zaman sıkışsa, sistem içinden kendisine can simidi atanlar oluyor.
Örneğin Devlet Bahçeli… Bahçeli Salı grup konuşmasında “Parti olarak Taksim’de olayların kıyısında köşesinde olmamız dahi söz konusu değildir.” dedi.
Bahçeli yetinmedi, ertesi gün de eyleme katılmak isteyen milletvekillerinin istifasını istedi!
Erdoğan’a can simidi atan bir başka parti ise BDP oldu. BDP Grup Başkanvekili İdris Baluken şöyle diyor: “Statükoyu güçlendirecek sloganlar ve imgeler bu protestoların başat özneleri konumuna gelmiştir. BDP olarak hiçbir sebep ve durumda biz bu ırkçı, ulusalcı, cinsiyetçi, tekçi, militarist kesimlerle yan yana durmayacağımızı ifade etmek istiyoruz.”
Yani AKP, MHP ve BDP ile halka karşı ittifak kurmuş oluyor!
AMPULLER SÖNÜYOR
Ancak Erdoğan’ı ne MHP ve BDP desteği, ne de Gül-Arınç üzerinden sergilenen gaz alma ve süreçten yararlanma projesi kurtaracak. Çünkü Erdoğan-Gül iktidarı 11 yıllık saltanatının sonuna geldi!
Bu akşam Türk milleti, Kuzey Afrika’dan dönen Erdoğan’ı akşam evlerindeki ampulleri söndürerek karşılayacak!
Ta ki son ampul sönene kadar!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
6 Haziran 2013
‘BOY DEĞİL SOY’ DEMEK, LİBERAL FAŞİZMİN DANİSKASIDIR!
Posted by Mehmet Ali Güller in Odatv Yazıları, Politika Yazıları on 16/08/2010
Başbakan Erdoğan referandum için dolaştığı miting alanlarında, Türkiye’nin kalan kırmızıçizgilerini de birer birer ortadan kaldırıyor. Erdoğan gerek iç, gerek dış politikaya dair söyledikleriyle, hem Cumhuriyet’le hesaplaşıyor, hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin “devlet” politikalarını ayaklar altına alıyor…
İnceleyelim:
‘CHP, VERGİ VERMEDİ DİYE DERSİMİ BOMBALADI’
Erdoğan, Sakarya mitinginde aynen şunları söyledi: “Vergi vermediler diye Dersim’in köylerini kim bombaladı? Zamanının, o zaman ki Cumhurbaşkanı’nın emriyle… Kimdi? İsmet İnönü, CHP’nin başındaydı. Yani CHP bombaladı”. (aa.com.tr, 14 Ağustos 2010)
Başbakanın üç cümleye sığdırdığı beş yanlışın neresini düzeltmek lazım?
Birincisi, o dönemde Başbakan kimdi? Erdoğan Başbakan’ın ismini neden dile getirmiyor? Çünkü dönemin başbakanı, Erdoğan’ın “devamıyız” dediği Demokrat Parti’nin liderlerinden Celal Bayar’dır! Erdoğan, Bayar’ın Şark Raporu’na göz atmalı! Devlet arşivlerinde bulamıyorsa, Kaynak Yayınları’nın kitaplaştırdığı bu Şark Raporu’nu incelemeli!
Daha önemlisi, o tarihte Atatürk hâlâ yaşıyor mu? Evet yaşıyor, Üstelik Cumhurbaşkanı! Aslında ismini henüz söylemeye cesaret edemediklerinden, Cumhurbaşkanı İnönü diyorlar. Yoksa hedeflerinde aslında Atatürk var!
Peki devletin Dersim harekâtı, Erdoğan’ın basitleştirerek söylediği “halk vergi ödemedi” gibi bir gerekçeyle mi oldu? (Asıl konumuz olmadığından, Dersim isyanın bastırılması için düzenlenen harekâtın içerdiği yanlış yöntemi bir yana bırakıyoruz.)
Başbakanlık koltuğunda oturan Erdoğan, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin bu harekâttaki gerekçesini bilmez mi? Elbette bilir ama eşbaşkanlık görevi gereği başka türlü bakar olaylara!
Erdoğan’ın tarih bilgisi yetmese bile, devlet katında etrafında olanlar bilir ki, Dersim olayı sadece Erdoğan’ın üzerinde tepindiği bu olayla sınırlı değildir. Erdoğan’ın her fırsatta Türkiye Cumhuriyeti uygulamalarına karşıt örnek olarak gösterdiği Osmanlı devletinin son elli yılında kaç Dersim olayı yaşandı: 1847, 1877-78, 1885, 1892, 1893-1895, 1907, 1911, 1916!
SURİYE’DEN APO’YU ÇIKARTAN TÜRKİYE’YE SUÇLAMA
Erdoğan, MÜSİAD’ın Gaziantep’te düzenlediği iftar yemeğinde ise bir dış politika hatasına (!) imza attı. Türkiye’nin daha önce Suriye ile savaşın eşiğine geldiğini söyleyen Erdoğan, “Ne gerek vardı. Bakın şimdi gidiyoruz, geliyoruz. Kim kazanıyor? Benim Gaziantepli tüccarım, sanayicim. Biz bu tuzakları bozuyoruz, tezgâhları bozuyoruz”. (zaman.com.tr, 15 Ağustos 2010)
Yazık! Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın sözleri bunlar! Üstelik “tuzak, tezgâh” dediği olaylar sıcak ve taze, belleklerde… Savaşın eşiğine gelmek konusunda üstü kapalı Türkiye’yi suçlayan Erdoğan, Abdullah Öcalan’ı Suriye’den çıkartmak için güç gösteren Cumhuriyet kararlılığıyla hesaplaşıyor aslında…
BOY DEĞİL, SOY ÖNEMLİ
Erdoğan Gaziantep’te muhalefete şöyle yükleniyor: “Onlar anayasa değişikliğinden hiç bahsetmiyorlar, tutturmuşlar ‘Başbakanın boyu ne kadar?’ Yahu bu sorulur mu Başbakana? Ama çok merak ettin, söyleyeyim; 1,85. Tepe tepe kullan. Peki benim boyuma yetişemezsen halin ne olacak? Ben buradan muhaliflere sesleniyorum; önemli olan boy değil, önemli olan soy, soy!” (iha.com.tr, 15 Ağustos 2010)
“Boyum 1.85. Tepe tepe kullan” sözündeki amiyaneliği bir yana bırakarak “Başbakanın boyu ne kadar, yahu bu sorulur mu Başbakana?” diyen Erdoğan’a, bu boy tartışmasını yardımcısı Arınç’ın başlattığını anımsatalım öncelikle.
Ama işin en vahim kısmı, Erdoğan’ın, Kılıçdaroğlu’nun etnik kökeni dolayısıyla yaptığı “soy” vurgusudur! 8 yıldır, “Türk yok, Türkiyeli var” diyen Başbakan’ın gerçek yüzü ortaya çıkmıştır, maskesi düşmüştür! Başbakan’ın “Kürt Açılımı”nın Kürtlerimizle bir ilgisinin olmadığı, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin gereği olduğu, bir kez daha ortaya çıkmıştır!
Bakalım, Başbakanın liberal şakşakçıları, Erdoğan’ın bu faşizan sözlerine karşı bir şeyler söyleyebilecek mi?
Bakalım Erdoğan’ı “İnönü’yü bıyıkları üzerinden Hitler’e benzettiğinde” alkışlayan liberal aydınlar, Başbakan’a kafatası ölçmesi için pergel-cetvel önerecekler mi?
İşte liberal-faşizm budur!
Liberalizm gibi özgürlükçü bir ideolojiyle, faşizm bir araya nasıl gelir diye dudak bükenler bakalım şimdi ne diyecek?!
Ki o zaman da belirttiğimiz gibi, liberalizm bireye değil, sermayeye özgürlüktür! Ve sermayeye özgürlük olan yerde, halka baskı, yani faşizm vardır!
MEHMET ALİ GÜLLER