Posts Tagged Gül
FİKRET CİLA
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 13/09/2013
Milliyet’in Genel Yayın Yönetmeni Fikret Bila manşetten haykırıyor: “2003 yılındaki Abdullah Gül – Colin Powell gizli anlaşmasını açıklıyoruz.”
Haliyle heyecanlanıyoruz. Zira Gül’ün yıllar önce, 24 Mayıs 2003’te Vatan yazarı Sedat Sertoğlu’na itiraf ettiği bu “2 sayfalık 9 maddelik” anlaşmayı sorgulayan gazetecilerden biriyiz.
Ancak okumaya başlayınca, bir haberle değil, bir örtüyle karşılaştığımızı anlıyoruz. Zira Fikret Bila’nın açıkladığı anlaşma, o anlaşma değil. Üstelik Gül anlaşmasının “2 sayfa 9 madde” olduğunu itiraf ederken, Bila anlaşmanın “3 sayfa, 3 madde ve 17 prensipten” oluştuğunu iddia ediyor.
Dahası Gül, anlaşmayı Powell’ın Türkiye’yi ziyaret ettiği 2 Nisan 2003’te yaptığını söylüyordu. Oysa Bila’nın anlaşma diye yayımladığı İngilizce belgeler 7 Nisan 2003 tarihini taşıyor.
Peki, Fikret Bila bir hata mı yapmıştı? Zira bu konulara en vakıf gazetecilerin başında geliyordu…
Gelin en iyisi, önce yayımlanan belgenin ne olduğunu netleştirelim:
ANLAŞMA DEĞİL TUTANAK!
Fikret Bila’nın yayımladığı 7 Nisan 2003 tarihli belge bir anlaşma değil, tutanaktır. Üstelik muhatabı ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’dir. Şöyle ki Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, Abdullah Gül ile Colin Powell’ın görüştüğünü ve bir anlaşmaya vardığını tutanağa geçmiş ve o anlaşmaya bağlı olarak yapılacak bazı işler oluğunu “prensipler listesi” adı altında ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’ne göndermiş!
Yani aslında gerçekte olan şuydu: Gül, kendisinin de itiraf ettiği gibi Powell ile 2 Nisan 2003 günü “2 sayfalık 9 maddelik” bir anlaşma yaptı. O anlaşmaya bağlı olarak yapılacakların bir bölümü, 5 gün sonra, 7 Nisan 2003 günü tutanakla ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’ne bildirdi. Muhtemelen “17 prensip listesinin” diğer muhatabı olan Genelkurmay Başkanlığı’na da benzer bir tutanak gönderildi.
Peki, Fikret Bila gibi deneyimli bir gazeteci böyle bir hata yapar mıydı? Bila gibi belge uzmanı bir gazeteci “3 sayfalık, 3 maddelik, 17 prensipten” oluşan tutanağı, 10 yıl sonra “2 sayfalık 9 maddelik” anlaşmaymış gibi sunar mıydı?
Hayır demeyi çok isterdik!
GİZLİ ANLAŞMAYI TEMİZLEME GAYRETİ
Peki, o zaman Fikret Bila bu haberle ne yapmak istemişti? Amacı neydi?
Milliyet’in Genel Yayın Yönetmeni, anlaşmada 10 yıldır iddia edilen “suçların” olmadığını güya kanıtlamış oldu. Bunu da açık açık yazmış. Konuyu 10 yıldır gündemde tutan Doğu Perinçek’in ismini vermeden, Perinçek’in açıkladığı 9 maddeyi sıralamış ve özetle şöyle demiş: O iddialar meğer anlaşmada yokmuş!
Yani şunu demeye getirmiş: Abdullah Gül 10 yıldır söylenildiği gibi Türkiye zararına kötü bir anlaşmaya imza atmadı. Kanıtı da işte burada…
Kanıt dediğinin başka şeyler olması, asıl belge yerine başka belge ve anlaşma yerine tutanak yayımlaması, kuşkusuz Fikret Bila’nın parlak kariyerini kirletmiştir.
CİLALI GÜL ÇALIŞMASI
Artık yeni soru şudur: Fikret Bila, neden Abdullah Gül’ü parlatmaya ihtiyaç duydu? Deneyimli gazeteci Bila soyadını Cila yapan bir işe neden imza attı?
Yoksa Fikret Bila’nın “cilalı Gül” çalışması, ABD’nin yeni hükümet planıyla mı ilgili?
Ve de Milliyet, “2 sayfalık 9 maddelik” anlaşmanın ıslak imzalısının ortaya çıkma ihtimaline karşı önlem alınmasında mı kullanıldı?
Bu sorular mutlaka aydınlanacaktır; üstelik yakın zamanda…
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
13 Eylül 2013
AKP’DE İHSANOĞLU KRİZİ
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 20/08/2013
Önce Başbakan Erdoğan vurdu: “İslam İşbirliği Teşkilatı’nın aynaya bakacak yüzü kalmamıştır.”
Ardından partisinin sözcüsü Hüseyin Çelik bombaladı: “İhsanoğlu’nun ne iş yaptığını bilen var mı? Bu zat, darbeden sonra Mursi’yi suçlamıştı. İhsanoğlu’nun Genel Sekreter seçilmesi için Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan büyük çaba harcamıştı. Hatırladıkça ‘yazık’ diyorum. Teşkilât, darbeye sessiz kalıyor. Böyle günlerde sesini yükseltmeyecek de ne zaman yükseltecek? Yoksa teşkilâtta herkes parası kadar mı etkin?”
Üçüncü olarak da yardımcısı Bekir Bozdağ çıktı sahneye: “Ben İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreteri olsam, çıkardım derdim ki ‘bu zulüm karşısında İslam ülkelerini işbirliğine davet ediyorum’. Eğer işbirliğine yanaşmazlarsa çıkar derdim ki ‘ben İslam adına böylesi bir işbirliği teşkilatının böylesi zulüm karşısında sessiz kalmasının onursuzluğunu taşıyamam’. İstifamı basardım oradan ayrılırdım.”
ERDOĞAN NEDEN DİYALOG İSTEMİYOR?
Peki, Erdoğan ve kurmaylarının Ekmelettin İhsanoğlu’na bu tepkisinin sebebi ne? İslam İşbirliği Teşkilatı İİT Genel Sekreteri’nin birkaç gün önce yaptığı şu açıklama: “Mısır’ın bütün kesimlerini yeniden diyalog masasına oturmaya davet ediyorum.”
Peki, Mısır’da tarafları diyaloga çağırmak suç mu? Erdoğan neden Mısır’da diyaloga karşı çıkıyor?
Kaldı ki, Müslüman Kardeşler’in liderlerinden Abdulmuti Zeki İbrahim de, ülkesinin çöküşe gittiği uyarısında bulunarak artık yönetimle diyalog zemininin oluşması gerektiğini söylüyor. İbrahim’in bu çağrısı, aynı zamanda 30 Haziran ve öncesinde Temerrüd hareketinin diyalog talebini elinin tersiyle iten ve Mısır’da bine yakın insanın ölmesine neden olan Mursi’ye de aslında bir yanıt içeriyor!
Her neyse… Biz Ekmelettin İhsanoğlu olayına dönelim yeniden…
GÜL İLE ERDOĞAN’IN MISIR FARKI
İhsanoğlu’nun açıklamasını anlamak için Erdoğan ile Gül’ün Mısır politikalarının farkını görmek gerekiyor.
Özetlersek: Erdoğan Mısır’ın yeni yönetimini yok sayıyor, diplomatik ilişkilerin seviyesini düşürüyor, İhvan’dan alanları terk etmemesini istiyor, uluslararası kamuoyunu Mısır’ın yeni yönetimine karşı kışkırtıyor…
Gül ise daha temkinli. Hem Mısır’ın yeni Ankara Büyükelçisini kabul ediyor, hem itidal ve diyalog çağrısı yapıyor hem de Erdoğan gibi yeni yönetimi yok saymıyor!
Gül ile Erdoğan’ın Mısır’a dair bu farklı çizgileri İİT Genel Sekreteri Ekmelettin İhsanoğlu’na da yansıyor.
Kuşkusuz İhsanoğlu, Mısır doğumlu olması ve orada büyümesi nedeniyle, çok daha kucaklayıcı davranmak istiyordur. Ancak onu Gül ile aynı safa yönelten başka etkenler de var: Exeter Üniversitesi.
MISIR ZİRVESİ NEDEN İPTAL?
Evet, tıpkı Abdullah Gül gibi Ekmelettin İhsanoğlu da İngiliz Exeter Üniversitesi kökenli. İngiliz istihbaratı ve Chatham House ile ilişkisi bilinen bu üniversitede okuyanlar arasında Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Merkez Bankası’nın eski Başkanı Durmuş Yılmaz, Şükrü Karatepe ve Gül’ün oda arkadaşı Fehmi Koru da var… Müfredatlar, farklı kişilerde bazen benzer bakış açıları yaratabiliyordur!
Her neyse diyoruz ve Pazar günü Tarabya’da Gül-Erdoğan-Davutoğlu üçlüsünün yapacağı ilan edilen ancak son dakikada, beş gün sonrasına, Perşembe gününe ertelendiği açıklanan Mısır Zirvesi’ne dikkatinizi çekiyoruz.
Mesele bu kadar sıcakken zirveyi beş gün sonrasına ertelemek ne demek? Zirve saatinde Erdoğan’ın Üsküdar’daki evinde MİT Müsteşarı Hakan Fidan’la görüşmesi ve Tarabya Köşkü’ne gitmemesi ne anlama geliyor?
Yanıtlar birkaç gün içerisinde ortaya çıkacaktır. Ancak biz şimdilik şu kadarını söyleyelim: Gezi direnişine farklı yaklaşım, Erdoğan’ın Cemaat ile savaşı, Cemaatin AKP’ye 13 Ağustos tarihli F-Muhtırası, son olarak da Mısır’a farklı pencereden bakış…
Anlaşılan Erdoğan, 2014’u düşünerek, Gül’ün inisiyatif almasına ve dış politikaya müdahale etmesine engel olmak istiyor!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
20 Ağustos 2013
ERGENEKON’A ATLANTİK TUZAKLARI
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 09/08/2013
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın şeker bayramının birinci günü Silivri Özel Görevli Mahkemesi’nin kararlarına dair yaptığı açıklamalar bazı çevrelerde “iyimser” değerlendirildi.
Gelin önce o açıklamaları anımsayalım, sonra da neden “iyimser” olunamayacağını ortaya koyalım.
DEVLETİN DÖRT NUMARASINDAN TİMSAH GÖZYAŞLARI
Önce üç numaraya, Erdoğan’a kulak verelim: “Tabi yargı bir karar verdi. Bu karar nihai bir karar değildir. Bunun biliyorsunuz Yargıtay’da tekrar masaya yatırılması söz konusudur. Yargıtay’ın vereceği karar da aslında nihai değildir. Bunun yargı noktasındaki sürecin nihayete ermesine kadar bir yargı sürecidir. Temenni ederiz ki adalet yerini hakkıyla bulsun.” (8 Ağustos tarihli ajanslar)
Bir numara Gül ise şunları söyledi: “Cezalar kesin değildir, kanun yolu açıktır. Ümit ediyoruz ki önümüzdeki dönem içinde gerek Yargıtay, gerek diğer safhalarda varsa yanlışlar, bunlar düzeltilir ve kamuoyunun vicdanının rahatlatan kararlar çıkar.” (8 Ağustos tarihli ajanslar)
İki numara olan TBMM Başkanı Cemil Çiçek de aynı doğrultuda şeyler söyledi. Cezaların Yargıtay’da onanana kadar herkesin suçsuz olduğunu belirtti, “insan olarak üzülüyorum” dedi. (TRT Haber, 7 Ağustos 2013)
Eski Genelkurmay Başbakanı Em. Org. Yaşar Büyükanıt’ın açıklamaları da benzerdi: “Bırakın cezayı, suçlamaları da içime sindiremiyorum. Bir Genelkurmay Başkanı’na terörist demek çok ağır bir suçlamadır. Kamu vicdanında yer bulmaz. Nitekim suçlama duyulduğunda da vicdanlarda yer bulmamıştı. Bu suçlamaları içime sindirmem mümkün değil.” (Fikret Bila, Milliyet, 8 Ağustos 2013)
HÂKİM GÜL, SAVCI ERDOĞAN
Geçmişi, tertibin kaynaklarını, TSK’ye Atlantik operasyonlarında AKP hükümetinin aldığı rolleri, Wolfowitz’lere yazılan mektupları, Powell’la yapılan “2 sayfalık 9 maddelik” sözleşmeleri, 5 Kasım 2007’de Bush-Erdoğan görüşmesinde basılan düğmeleri zihnimizden silersek, o zaman yukarıdaki her dört açıklamayı da “iyimser” değerlendirebiliriz.
Ancak bu sürecin her aşamasında hiç unutulmaması gereken iki nokta var:
1. Gül bu davanın “hâkimidir”, sahibidir. Nitekim “bulun bir savcı, delillendirin” demiştir. (İsmet Berkan, 4 Temmuz 2008)
2. Erdoğan ise kendisinin de belirttiği gibi “bu davanın savcısıdır.”
Dolayısıyla Ergenekon “davasının” hâkimi ve savcısının sözleri “iyimser” görülemez!
Peki, neden “iyimser” görüldü ya da Gül ve Erdoğan neden “iyimser” değerlendirilebilecek bir açıklama yaptı?
1. Çünkü Silivri Özel Mahkemesi’nin kararı kamuoyu nezdinde kabul görmemiştir. Devletin bir, iki, üç ve eski dört numarası kararı savunamamış, arkasında duramamıştır.
2. Devletin ilk dört numarası da “daha Yargıtay var”, “daha AİHM var” diyerek milletin gazını almaya çalışmıştır.
3. En önemlisi, devletin tepesi, “daha Yargıtay var” diyerek Sonbaharı atlatmaya yönelik bir manevra yapmıştır. Mesaj açıktır: “Yargıtay kararı düzeltebilir, o nedenle durun, isyan etmeyin.”
SON SÖZ MİLLETİN!
Bitirirken Erdoğan’ın iki anlam çıkarabileceğimiz şu sözüne de değinelim: “En önemli savcı, en önemli hâkim millettir. Onun için zaten ‘egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’ diyoruz. Yargıda da biliyorsunuz ‘son söz milletindir’ denir.” (8 Ağustos tarihli ajanslar)
Kuşkusuz Erdoğan’ın bu sözleri kendisi açısından şu anlama geliyor: Sandıktan ben çıktım, milletin iradesi benim. Millet hâkim ve savcı olduğuna göre, hâkim de savcı da benim! Son söz benimdir!
Ancak halk açısından ise şu anlama geliyor: Verdiğiniz kararların, kestiğiniz cezaların halk nezdinde hükmü yoktur! Daha son sözümüzü söylemedik!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
9 Ağustos 2013
HAZİRAN AYAKLANMASI AKP-PKK’Yİ BÖLDÜ
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 23/06/2013
25 gündür aralıksız süren Haziran Ayaklanması Türkiye’yi bölme projesinin aktörlerini böldü: 1. AKP’yi böldü. 2. PKK’yi böldü. 3. Açılım’ı böldü ve AKP ile PKK’nin arasına girdi.
1. AKP’Yİ BÖLDÜ
a. Cemaat, Gezi eylemleri adım adım Tayyip Erdoğan’ın izlediği “şiddet” politikasını eleştirdi. Erdoğan ise Türkçe Olimpiyatları’na katılarak, Gülen’e “bu süreçte kavga etmeyelim” mesajı verdi.
b. TSK karşıtlığı nedeniyle AKP’ye destek veren liberal, piyasacı kesimler, “yetmez ama evetçiler” ve AB sürecinin destekçileri, son birkaç aydır işaretleri beliren ayrılıklarını, Haziran ayaklanması ile netleştirdiler. Hemen hepsi AKP’nin tramvayından indi.
c. Abdullah Gül, Haziran ayaklanmasını fırsat bilerek ön plana çıktı ve polis şiddetini eleştirdi. Gül, Erdoğan Kuzey Afrika’dayken devlet adına “mesaj alındı” dedi; Erdoğan’ın yanıtı ise özetle “alınacak mesaj yok” şeklindeydi. Gül, bu süreçte Rize, Artvin, Ardahan “seçim” gezisine çıkarak, her gün medya önünde olmaya çabaladı.
d. Erdoğan’a vekâlet eden Arınç’ın Gezi eylemleriyle ilgili kimi “olumlu” mesajları Erdoğan’ı kızdırdı. Erdoğan’ın kapalı kapılar ardında “altının oyulmaya çalışıldığından” şikâyet etmesi ve ardından yaptığı konuşmalarda “partisine nifak sokulmaya” çalışıldığından şikâyet etmesi ve hatta son olarak “içimizdeki hainler” vurgusu yapması durumu göstermesi bakımından önemliydi.
Gerçi yalanlandıysa da, bu süreçte Erdoğan’ın kendisine yönelik ağır sözleri nedeniyle Arınç’ın istifa ettiği fakat Gül’ün ısrarıyla vazgeçtiği de iddia edildi.
Bu süreçte Ertuğrul Günay’ın polis şiddetine tepkisi, Erdal Kalkan’ın “Yeter! Söz gençliğin” çıkışı, İbrahim Yiğit’in “iç savaş uyarısı” yapması partideki kırılmalara işaret ediyordu.
Şamil Tayyar ile Kutalmış Türkeş’in tuvalette kavga etmesi ise partinin içine düştüğü gerilimi yansıtıyordu.
e. AKP’yi destekleyen en önemli örgütlerden Mazlum-Der Haziran ayaklanmasına bakış nedeniyle bölündü. Eski milletvekili olan Dernek Başkanı Ahmet Faruk Ünsal’ın bir kısım dernek yöneticisi ve üyesiyle birlikte imzaladığı Gezi Parkı bildirisi, Yönetim Kurulu’nu böldü.
2. PKK-BDP-DTK’Yİ BÖLDÜ
a. Haziran ayaklanmasının ilk günlerinde dozer önüne yatan BDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in girişimi şahsiydi. Nitekim bu köşede daha önce de belirttiğimiz gibi BDP’liler durumu “Sırrı’nın kendi eylemi” diye niteliyordu.
Zaten sonrasında BDP hiç yoktu ve hatta BDP grup başkanvekili İdris Baluken, “BDP olarak hiçbir sebep ve durumda biz bu ırkçı, ulusalcı, cinsiyetçi, tekçi, militarist kesimlerle yan yana durmayacağız” diyerek partisinin pozisyonunu özetliyordu. Öyle ki Bülent Arınç BDP’ye şöyle sesleniyordu: “BDP’nin olayın ilk anından itibaren takındığı tavrı takdir ediyor ve kendilerine teşekkür ediyoruz.”
Ancak BDP’nin örgütsel tavrına rağmen, Taksim’e gelen ve eylemlere destek veren BDP’liler vardı.
b. İlerleyen günlerde BDP heyeti İmralı’ya gitti ve Öcalan’ın “Taksim’i ulusalcılara bırakmayın” talimatını getirdi. Ardından BDP Taksim’e çıkmaya ve Apo posteri açmaya başladı. Erdoğan’ın “can simidi” gibi sarıldığı bu görüntüler üzerinden her gün “ulusalcılarla bölücüler yan yana” propagandası yapması, Öcalan’ın talimatının gerçek sahibine işaret ediyordu: Hakan Fidan!
Amaç, Apo posterleri açarak halkın Taksim’e sahip çıkmasının engellenmesiydi. Nitekim BDP İstanbul’da eylemlere katılıyor, İzmir’de katılmaya çabalıyor fakat Diyarbakır’da eylem yapmıyordu! Fakat Fidan’ın hedefinin tutmadığını önemle belirtelim!
c. Haziran ayaklanması Sırrı Süreyya Önder’i DTK ile de karşı karşıya getirdi. Önder Nuçe TV’de açık açık DTK’yi suçladı: “Türkiye yanıyor, dünyanın en büyük isyanlarından biri… DTK tek cümleyle destek açıklaması yapmadı.”
DTK Eş Başkanı Ahmet Türk, Önder’in sözleri karşısında “Ben ve Aysel Tuğluk Gezi hakkında kişisel açıklamalarda bulunduk” yanıtı verdi.
3. AÇILIM’I BÖLDÜ
a. Halk hareketi ile sallanan Erdoğan, rüzgar karşısında durabilmek için söylem değiştirdi. Kendisinin “İmralı”, kurmaylarının da “barış elçisi” diye isimlendirdiği Öcalan, ansızın bölücü başı ve terörist başı oldu. BDP, Erdoğan’ın asıl niyetini bilse de, tabanda rahatsızlık yarattığı için Erdoğan’ın bu sözlerine tepki göstermek zorunda kaldı.
b. BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş olmak üzere pek çok yetkili, bu süreçte hükümetin Açılım konusunda ev ödevlerini yapmadığını vurgulamaya başladı. Sürecin kesintiye uğradığı hem Ankara’da, hem de Diyarbakır’da fazlasıyla dile getirildi.
c. Daha ilginci şu iki haberdi: PKK, TSK’nin çekildiği bir askeri üsse yerleşmiş ve küçük çaplı bir çatışma yaşanmıştı. PKK, komutanları taşıyan bir helikoptere ateş açmıştı.
d. AKP ve PKK’nin akil adamları da bu süreçte bölündü. Polis şiddetine itiraz edenler olduğu gibi Açılımın tavsadığından şikâyet edenler de vardı. Örneğin Baskın Oran “Erdoğan barış sürecini buruşturup attı” diyordu artık.
Erdoğan’ı Türk bayrağına sarılmaya mecbur eden sürecin farkında olan deneyimli isim Ahmet Türk ise bu tür açıklamalara itiraz etti ve “bu hükümetle barış olmaz” sözlerini şu aşamada gerçekçi bulmadığını söyledi.
Hatta Türk, daha da ileri giderek Erdoğan’ın yardımcısı gibi konuştu ve Gezi eylemlerinde demokrasi talebi olduğu gibi hükümeti yıpratmak isteyen ve çözüm sürecine karşı olan bir senaryonun da devrede olduğunu savundu.
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
23 Haziran 2013
CIA TUTMADI ALMAN ERGENEKONU VERELİM!
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 22/06/2013
Erdoğan’ın Yeni Şafak’ı Gezi olaylarını bir kez daha aydınlattı! Dünkü nüshasının haber ve köşe yazılarını özetliyorum:
Yayın yönetmeni İbrahim Karagül’ün yazdığına göre Gezi olaylarının arkasında Alman Ergenekon’u var.
Peki, Alman Ergenekon’u ne yapmış? Yakup Kocaman’ın haberi şöyle: Deutche Bank kirli takas yaparak borsayı çökertmiş. Nasıl? Borsada en çok işlem gören 8 şirketin hisselerini Citibank’tan almış! Böylece 187 milyon TL kar yapmış!
Zaten Yeni Şafak’ın Dış Haberler sayfasına göre Gezi olayları haberlerinin nöbetini de Alman medyası devralmış!
Peki, başka kanıt? İmzasız bir habere göre son oyunuyla aslında Gezi olaylarının provasını yapan Mehmet Ali Alabora, meğer OTPOR’la bağlantılı olabilirmiş. İstihbarat birimleri öyle düşünüyormuş. Hatta bu birimler, Alabora’nın 2012 Temmuz’undaki Kahire ve Marsa Alem ziyaretlerini de incelemeye almış.
Sadece Alabora’yla halk galeyana getirilemez elbette. Yeni Şafak haliyle Çarşı’ya da yönelmiş. Cihat Arpacık’ın haberine göre Çarşı’nın tutuklanan üyesi İbrahim Halilullah Turan meğer Kaleşnikof eğitimi almış! Üstelik Turan’ın, “Gezi olaylarında patlayıcı maddeyi kullanmayı düşündüğünü söylediği de belirtilmiş.” Biri düşünmüş, diğerine söylemiş, o da gelip gazeteye belirtmiş yani!
Tahir Alperen de devamını getirmiş. Meğer 3 bin çapulcu 1 Haziran’da Ankara’da Başbakan Erdoğan’ın evini basmaya çalışmış. Çapulcular Erdoğan’ın İstanbul ve Ankara’daki Başbakanlık konutuna, Dolmabahçe çalışma ofisine ve Keçiören’deki evine eş zamanlı girmek istemişler. Neden eş zamanlı? Birine daha sonra girseler olmaz mı?
Sonuçlara bakılırsa çapulcular zamanlamayı tutturamadıkları için becerememişler! Keçiören’de devriye gezen Yunuslar 3 bin çapulcunun ev basma operasyonunu önlemiş. Habere göre zaten evde kimse de yokmuş.
Anlaşılan Karagül ve ekibi bu saçmalıkları yazmaya soyunmadan önce Tamer Korkmaz’a haber vermeyi unutmuşlar. Korkmaz direksiyonun ABD ve CIA’dan Alman Ergenekon’una kırıldığından bihaber yine Paul Wolfowitz’i hedef almış. Ve ekibi de ortaya çıkarmış: “Neo-Conlar, Mister Koç, Nakkaştepe, Divan Oteli, Gezi Parkı; ha, bir de TÜSİAD var…”
Sırf Divan Oteli’ne yakın olsun diye eylem yeri Gezi Parkı olarak seçildi herhalde!
Geçiyorum. Üstelik ne son olarak Mehmet Eymür’ün deşifre ettiği Erdoğan-CIA görüşmelerine ne de Erdoğan’ın bugün hedef alınan Paul Wolfowitz’le yakınlığına, mektuplaşmasına değineceğim. İsteyen internetten kolayca erişebilir.
Ama şunları sormalıyım: Günlerdir Gezi olaylarının arkasında ABD ve CIA olduğunu yazan Yeni Şafak neden direksiyonu ansızın Alman Ergenekon’una kırdı? Bu hızlı değişiklikte Francis Ricciardone –Yalçın Akdoğan görüşmesinin bir etkisi var mı?
Yoksa Amerika’nın, Amerikancı Erdoğan’ı Gezi üzerinden yıkmak istediği masallarını artık okur yemiyor mu? Daha inandırıcı bir hikâyeye mi ihtiyaç duyuldu?
Hadi birkaç soru daha soralım: ABD Erdoğan’ı neden yıksın? Tamam, ABD’deki bölünme Türkiye’ye yansıdı ve Erdoğan ile Gülen o nedenle karşı karşıya geldi ama seçenekler arasında Obama’ya Erdoğan’dan daha uygunu var mı? Ayrıca mesele Erdoğan’ı “hizada tutmak” ise ve ara sıra Gül-Arınç üzerinden bir ayar verilecekse, CIA’nın Gezi tezgâhına neden ihtiyaç olsun? Ayrıca ABD Erdoğan’ı yıkabilmek için neden Gezi gibi büyük ve riskli bir organizasyona başvursun? Anlaşmalar, sözleşmeler hatta Wikileaks belgelerine göre elde tutulan “8 hesap” şantajları varken, Washington neden halk hareketi riskini alsın?
Ve en önemlisi, Türk milletinin 11 yıllık zulme başkaldırmak için ille de ABD’den icazet alması mı gerekiyor? Kendi aklı, gücü yetmiyor mu?
Yanıtlar ortada: ABD’den icazeti Türk milleti değil, ancak Erdoğanlar alır!
Unutmadan, bir de öneri yapayım: Bari Alman Gladyosu deseydiniz, Alman Ergenekonu lafı çok sırıtmış!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
22 Haziran 2013
ABDÜLHAMİT DÜŞERKEN
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 08/06/2013
Nabi Avcı’nın durumu saptayan itirafı önemli: “Normal koşullarda bir araya gelmesi düşünülemeyecek birbirinden çok farklı kesimleri, grupları, fraksiyonları toz duman içerisinde birbirleriyle buluşturduk.”
Peki, Erdoğan tüm Türkiye’yi karşısında birleştirirken, kendi cephesinde durum ne? İnceleyelim:
AKP TAKSİM’İ DEĞİL, TAKSİM AKP’Yİ BÖLDÜ
1. Erdoğan’ın kurmayları açıkça Gül-Arınç ittifakına dikkat çekiyor. Erdoğan cephesine göre ikili, süreçten yararlanmak için çaba sarf ediyorlar. Abdülkadir Selvi üzerinden “Eğer Erdoğan’ı tasfiye operasyonu başarılı olursa, Gül’ü ikinci kez Çankaya’ya çıkaralım, Arınç’ı başbakan yapalım diye hareket etmeyecekler” uyarısı yapıyorlar. Mesaj açık: Sizi de yerler, dönün bu tarafa!
2. Erdoğan’ın kurmayları, bu ikili ile Cemaatin ittifakı üzerinde önemle duruyorlar. Zira bu ittifak AKP içindeki Erdoğan nüfuzuna önemli oranda darbe vuruyor.
3. AKP’ye oy veren geniş kitle bölündü. Erdoğan’ın faşizan uygulamalarından rahatsız olanlar her türlü karşı propagandaya rağmen alanlara gidiyorlar. Erdoğan bu yön değişikliğini engellemek için önce Taksim’e Cami lafını ortaya attı. “Taksim’dekiler Cami karşıtı” diye yaftalayarak, tabanının o kitleyle karışmasını engellemeye çalıştı, tutmadı.
Erdoğan’ın kurmayları ardından psikolojik savaş üretimi “Cami’de grup seks yapıyorlar”, “Başörtülülere saldırıyorlar” yalanlarıyla kitleyi ayrıştırmayı denedi, tutmadı. Olan Erdoğan’ın medyadaki “başörtüsü mağduriyeti fetişizmi” yaşayan sözcülerine oldu.
4. AKP içinde durumdan rahatsız olan alt düzey yönetici istifaları başladı. Kimi il ve ilçelerdeki Yönetim Kurulu üyelerinin tepki istifası daha da büyüyecek gibi görülüyor.
5. Erdoğan’ın kimi destekçileri, ekranlardan onun artık alanlara kulak vereceğini iddia ederek tansiyonu düşürmeye çalıştı. Nitekim Erdoğan’ın Kuzey Afrika’daki basın toplantıları süngüsünün düştüğünü gösteriyordu. Ancak şikâyet edilen özellikleri, Erdoğan’ın karakterini oluşturuyordu ve alttan alırken bile o faşizan tutumu sivilce gibi çıkıyordu: “Demokratik talep olsa canım feda.”
Yani alanlardaki kitlenin talebinin demokratik olup olmadığına da o karar verecekti! 23 Nisan’da koltuğunu verdiği çocuğa “Artık başbakansın, ister asar, ister kesersin” diyen birinden “demokrat” portresi çıkarmak mümkün değildi!
5. Kuzey Afrika dönüşü Erdoğan’ın kitlesel karşılanıp karşılanmayacağı da partide tartışma yarattı. Bir yandan “ya fiyasko olursa” endişesi, bir yandan “karşılanmayan bir başbakan” pozisyonuna düşme endişesi, partiyi ikircikli duruma düşürdü.
Bazı üst düzey AKP’lilerin ekranlara çıkıp karşılama olmayacağını ilan etmesine rağmen, 6 Haziran gece yarısı İstanbul’daki tüm örgütlere ve üyelere SMS’le Atatürk Havalimanı’nda toplanma çağrısı yapıldı. Ancak bu “orta yol” çözümü, duruma çare olmadı!
Üstelik az sayıdaki taraftara attırılan şu sloganlar “çaresizlik atağı” olmaktan öteye gidemedi: “Yol ver gidelim, Taksim’i ezelim”, “Azınlık şaşırma sabrımızı taşırma”, “Tayyip’in askerleriyiz.”
“Yüzde 50’yi evinde zor tutuyorum” diyerek halkını tehdit eden Erdoğan, alanlara çıkan milyonları bu sloganlarla da korkutamadı, tersine taraftarlarının arasındaki itibarını daha da aşındırdı ve tabanda eylemcilere hak verenlerin oranını yükseltti.
AKP-MHP-BDP KOALİSYONU
6. Erdoğan’ın cephesi gibi TBMM’deki partiler de fiilen bölündü.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli partisine eylemlere katılmayı yasakladı, ısrar eden milletvekillerinin istifasını istedi. Bahçeli’nin gerekçesi, alanlarda PKK-BDP’nin ve sol maskeli örgütlerin de bulunmasıydı.
BDP de alana mesafe koydu. Onların gerekçesi özetle “Ulusalcılarla ve ırkçılarla yan yana olmayız.” şeklindeydi.
Yani MHP bölücülerle, BDP de ırkçılarla yan yana durmayacaktı ama her iki parti de Erdoğan’ın eteğinde birleşecekti!
Üstelik BDP, Erdoğan’ın imdadına iki kere yetişecekti. BDP 9. günden itibaren Taksim’e gelme kararı aldı. Böylece Öcalan posterleri açarak halkı alandan soğutacaktı. Erdoğan, biber gazıyla yapamadığını Öcalan posterleriyle deneyecekti!
7. Erdoğan’ın ekibi, alanlardaki Cumhuriyetçi kitleyi etkileyebilmek adına, özellikle Yeni Şafak üzerinden “CIA operasyonu” yalanına başvurdu. Güya CIA Erdoğan’ı devirmek için düğmeye basmıştı! Alanlardaki orantısız zekâ haliyle sordu: “Obama’yla yağan yağmurda beraber yürümeniz yalan mıydı?”
Erdoğan ekibinin bu tezgâhı da tutmadı, tersine tezgâhın sahipleri de bölündü. Hem Yeni Şafak içinde, hem de diğer yandaş gazeteler içinde bu tür “dış düğme” haberlerine ciddi itiraz eden kalemler oldu.
8. Erdoğan eylemlerin arkasında “faiz lobisinin” olduğunu belirterek, açıkça büyük sermayeye ve medyasına devletin “maliye” kılıcını sallamış oldu. Ekonomisini faiz lobisi üzerine inşa eden Erdoğan, istemese de bu kesimi hedef almak zorundaydı zira tutunabilmek adına ayrışma mecburiyetine düşmüştü.
Yani Erdoğan’ın üstünde bulunduğu cam tepsi, artık kırılmıştı!
HALK HÜKMÜNÜ VERDİ
Sonuç olarak diyebiliriz ki, Erdoğan için yolun sonu göründü. Halk hükmünü verdi: “Hükümet istifa!”
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
8 Haziran 2013
ERDOĞAN’IN SUÇU BÜYÜK
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 06/06/2013
“Yüzde 50’yi evinde zor tutuyorum” diyerek açıkça 10 gündür eylem yapan halkı tehdit eden Erdoğan, bu sözleriyle hem meşruiyetinin kalan kısmını yitirmiş hem de “halkı, kin ve düşmanlığa” aleni tahrik suçu işlemiştir!
Bir ülkenin başbakanının halkının yarısını, diğer yarısı üzerinden tehdit etmesi Hitler’in ya da Mussollini’nin bile aklına gelmemiştir!
HALKI HALKA KIŞKIRTMAK
Kimileri bu büyük suçun farkında olduğundan durumu kurtarmaya yönelik açıklamalara soyunmaktadır: “Başbakan o lafı şundan dedi. Kaç gündür taban arıyor ve sokağa çıkmak istiyor. Başbakan’a büyük baskı var sokağa çıkmak için.”
Acaba söylerken kendileri de inanıyor mu buna? Yani yüzde 50, yani milyonlar Erdoğan’ı arayıp “Reis, bırak da sokağa çıkalım, şunlara haddini bildirelim” mi diyor?
Neresinden baksanız tutarsız, neresinden baksanız ciddiyetsiz.
Hiçbir açıklama Erdoğan’ın bu tahrik suçunu hafifletemez. Zaten Erdoğan suç içeren bu konuşmasından iki gün önce de şöyle bağırıyordu: “Siz 250 bin kişi topluyorsanız, ben de 1 milyon kişi toplarım.”
BAKANLARININ BAŞI
Sadece bu sözleri bile neden Erdoğan karşıtı bir başkaldırının olduğunu anlamaya yeter!
Erdoğan başbakanlık yapmıyor; kendisini sadece oy verenlerin başbakanı sayıyor, kendisine oy vermeyene düşman oluyor, yaşam alanlarını daraltıyor, hor görüyor, aşağılıyor, alkolik diyor, çapulcu diyor, marjinal diyor, ahlaksız diyor, “kucağa oturtma” benzetmeleri yapıyor, “benim istediğim kalıba gireceksiniz” diyor!
İtiraz gelince maliyeyle, denetimle, ihaleyle gözdağı veriyor.
İtiraz gelince Ergenekon tertipleriyle zindanı gösteriyor.
İtiraz gelince polisle, biber gazıyla, olmadı kendisine oy verenlerle tehdit ediyor!
Ama artık yolun sonuna gelindi. Zira “korku duvarı” aşıldı, Erdoğan’ın fermanı yırtıldı!
MHP VE BDP’DEN AKP’YE CAN SİMİDİ
İlginçtir, Erdoğan ne zaman sıkışsa, sistem içinden kendisine can simidi atanlar oluyor.
Örneğin Devlet Bahçeli… Bahçeli Salı grup konuşmasında “Parti olarak Taksim’de olayların kıyısında köşesinde olmamız dahi söz konusu değildir.” dedi.
Bahçeli yetinmedi, ertesi gün de eyleme katılmak isteyen milletvekillerinin istifasını istedi!
Erdoğan’a can simidi atan bir başka parti ise BDP oldu. BDP Grup Başkanvekili İdris Baluken şöyle diyor: “Statükoyu güçlendirecek sloganlar ve imgeler bu protestoların başat özneleri konumuna gelmiştir. BDP olarak hiçbir sebep ve durumda biz bu ırkçı, ulusalcı, cinsiyetçi, tekçi, militarist kesimlerle yan yana durmayacağımızı ifade etmek istiyoruz.”
Yani AKP, MHP ve BDP ile halka karşı ittifak kurmuş oluyor!
AMPULLER SÖNÜYOR
Ancak Erdoğan’ı ne MHP ve BDP desteği, ne de Gül-Arınç üzerinden sergilenen gaz alma ve süreçten yararlanma projesi kurtaracak. Çünkü Erdoğan-Gül iktidarı 11 yıllık saltanatının sonuna geldi!
Bu akşam Türk milleti, Kuzey Afrika’dan dönen Erdoğan’ı akşam evlerindeki ampulleri söndürerek karşılayacak!
Ta ki son ampul sönene kadar!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
6 Haziran 2013
BAŞKANIN TÜM ADAMLARI
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 28/03/2013
Öcalan’ın “çekilme” şartlarından biri de Akil Adamlar heyeti…
Ancak önerinin yeni olmadığını, Erdoğan ve Kılıçdaroğlu’nun da bu öneride mutabık kaldığını önemle vurgulamalıyım.
Öcalan bu önerisini Aralık 2007’de ortaya atmıştı: “Akil adamlar komisyonu kurulmalıdır. Bu akil adamların kimlerden oluşacağı çok önemli… Ben sadece biz seçelim, bizim seçtiğimiz insanlardan oluşsun demiyorum. Devletin de seçeceği kişilerden oluşan bir komisyon olur. Örneğin İlter Türkmen olabilir. Bu komisyona Aahtisari gibi, ki özellikle onu öneriyorum, insanlar bulunmalı. Bunlar gelip benimle de görüşürler.”
Ardından Kılıçdaroğlu, Öcalan’ın Akil Adamlarını, bir Y-CHP önerisi olarak gündeme getirdi. Hatta daha da ileri gitti ve PKK’yle MİT’in değil, Akil Adamların görüşmesi gerektiğini savundu. (Haber Türk TV, 7 Haziran 2011)
ÖCALAN’IN VE DEVLETİN AKİL ADAMI: AAHTİSARİ
Marti Aahtisari, Öcalan tarafından Akil Adam olarak önerildikten sonra AKP ve CHP tarafından Türkiye’ye davet edildi.
Aahtisari Cumhurbaşkanı Gül, Başbakan Erdoğan ve Ana Muhalefet lideri Kılıçdaroğlu’yla görüşerek sadece Öcalan’ın değil, devletin de Baş Akil Adamı kabulü gördü.
KANDİL’İN AKİL ADAMI: İLTER TÜRKMEN
Ardından Murat Karayılan, Cumhurbaşkanı Gül adına röportaja gelen Hasan Cemal’e Kandil’in Akil Adamı’nı açıkladı: İlter Türkmen!
MİT’i CIA’ya bağlayan General Behçet Türkmen’in oğlu İlter Türkmen, 12 Eylül rejiminin Dışişleri Bakanı yapılmıştı. Türkmen’in kimliği Türk heyetinin bir Moskova ziyaretinde de gündeme gelmişti
Yıl 1974. Yer Kremlin. Sovyetler Birliği Yüksek Prezidyum başkanı Potgorni, TBMM Başkanı Kemal Güven’e İlter Türkmen’i parmağı ile işaret ederek, “sizin bu büyükelçiniz Amerikan casusudur” diye bağırır. Heyette yer alan milletvekillerinden Necdet Evliyagil, yanında oturan Türkmen’e “Bu nasıl iş? Cevap ver” der.
Ancak Türkmen’in vereceği bir cevabı yoktur!
BDP’NİN AKİL ADAMI CHP’DE: TANRIKULU
Sonra BDP’nin Cengiz Çadar, Hasan Cemal, Sezgin Tanrıkulu gibi Akil Adam önerileri oldu.
“Gölge CIA” olan Stratfor’un TR705 kodlu istihbarat kaynağı Sezgin Tanrıkulu, bilahare Akil Adam kontenjanından CHP’ye girdi, milletvekili ve Genel Başkan Yardımcısı oldu.
AKP’NİN AKİL ADAMI: HİLMİ ÖZKÖK
AKP’nin en önemli Akil Adamı ise Hilmi Özkök’tü. Gerçi Özkök, Erdoğan’a bağlılığının sürekliliği nedeniyle pozisyonunu şöyle tanımlıyordu: “Akil değil makul adamım!”
Böylece Özkök, karşı devrimdeki rolü nedeniyle aslında AKP için “makul” olduğunu sergilemiş oluyordu!
İSRAİL’İN AKİL ADAMI: HİSARCIKLIOĞLU
TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nun ismi önce İmralı sürecinin Akil Adamı olarak gündeme geldi.
Ancak İsrail’in özrü sırasında ortaya çıktı ki, 17 Mart’ta Kudüs Tahkim Merkezi’nin Eş Başkanı ilan edilen Hisarcıklıoğlu meğer Suriye’ye karşı İsrail-Türkiye cephesi kurulmasında da Tel Aviv’in Akil Adamı olarak görev almış!
AB’NİN AKİL ADAMI: BEJAN MATUR
Eski Zaman yazarı Bejan Matur ise Alman Der Spiegel’e yazdığı bir makalede PKK’ye akıl vererek, Akil Adam olduğunu göstermiş oldu.
Matur AKP’nin her an çark edebileceği uyarısı yaparak sürece, örneğin AB gibi bir garantör gücün yetkili olmasının şart olduğunu savunuyor.
ABD’NİN AKİLADAMI: EGE CANSEN
Hürriyet yazarı Ege Cansen ise “ihanet önerileri” listesinde üst sıralar için yarışacak şu öneriyi yaptı: “PKK değil, bölgedeki (Güneydoğu’daki) güvenlik güçleri geri çekilsin!” (Hürriyet, 27 Mart 2013)
Tüm okurlarını şaşırtan Cansen, bu dudak uçuklatan önerisiyle kendiliğinden Atlantik’in Akil Adamlığına terfi etti.
AKP’NİN AKİL ADAMI: YALÇIN AKDOĞAN
Başbakan Erdoğan’ın danışmanı Yalçın Akdoğan ise bu karşı devrim sürecinin nasıl tamamlanacağını belirtiyor: “Tarihle, geçmişle hesaplaşmadan, sorgulamadan, yüzleşmeden kronik meseleler aşılamaz.” (Yeni Şafak, 27 Mart 2013)
Akdoğan’ın tarih dediği Atatürk’tür, Cumhuriyet’tir, Kurtuluş Savaşı’dır, Kemalist Devrim’dir; kökleri kazınmadan, milletin hücrelerinden sökülüp atılmadan nihayete erilmez!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
28 Mart 2013