Posts Tagged İbrahim Şahin
SİLİVRİ TANIKLIĞI
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 15/12/2012
Silivri’nin dışarıdan kuşatıldığı, içeriden yarıldığı 13 Aralık günü oradaydım… O gün bir milattı; o günle, ertesi gün Ahmet Altan ve Yasemin Çongar’ın Taraf’tan istifa etmesi arasında kuşkusuz bir tarihi bağ vardı. Tarih bu iki günü hem Taraf’ın hem de davanın çöktüğü gün olarak mutlaka yazacaktır!
O günü Ulusal Kanal canlı yayımlayarak büyük bir görev yaptı. Biz o günü dava salonunda yaşayanlar, dışarıda ne olduğunu kantinde açık olan Ulusal Kanal ekranlarından öğrendik.
O nedenle dışarıyı değil, içeriyi yazacağım bugün sizlere; kişisel notlarımı aktaracağım…
EN KIDEMLİSİ HİKMET ÇİÇEK
Sanıklardan önce duruşma salonunda yerimizi almıştık. Bizlerle aynı bölüme sıkışmaya çalışan CHP milletvekilleriyle sohbet ediyorduk ki, sanıklar salona girmeye başladı. En önlerinde Hikmet Çiçek’in olması, mahpushane kıdeminden olsa gerek…
Hikmet ağabey, peşine taktığı “örgüt üyeleriyle” salona girdi ve izleyicileri selamladı… O anı sizlere aktarabilecek kadar güçlü ve edebi bir kalemim yok maalesef; olsa da anlatamazdım herhalde, ancak yaşanır! İnsanların gözleriyle birbirine sarıldığı o anlara kelimeler yetmez.
Geçmeden belirteyim. Hikmet ağabey sakal bırakmış. Duruşmalardan men cezası aldığı için kesmemiş bir süre… Fikret Akfırat hariç biz gazeteci çıraklarının tamamı yeni imajını beğendik, “sakalını kesme” dedik. Yirmi yıla dayanan hapisliğin ona kazandırdığı “olağanüstülüğe” üniforma olmuş sakalı…
Ha unutmadan, müthiş bir kitaba imza atmaya hazırlanıyor. Yakında…
SANIKLARIN OTURMA PLANI
Mehmet Bedri Gültekin, Turan Özlü ve Erkan Önsel üçlüsü, her zamanki gibi tıraşlı, bakımlı, pırıl pırıl halleriyle salondaydılar. Hep aynı yere, yani sanık sıralarının en önündeki koltuklara oturdular yine.
Ancak “kare as” bir eksikti… Savunmasından korkulan Doğu Perinçek, duruşmalardan men edilmişti bildiğiniz gibi… Ancak Ulusal Kanal o gün Perinçek’in savunmasını da veriyordu ve o gür ses, zaman zaman kantindeki televizyondan duruşma salonundaki kulaklarımıza haykırıyordu!
Gültekin, Özlü ve Önsel üçlüsünün hemen sağında ise en kıdemli üç asker vardı her zamanki gibi: İlker Başbuğ, Hasan Iğsız ve Hurşit Tolon…
Bu salona ne zaman gelsem, hep bu tabloyla karşılaşırım; en önde üç İşçi Partili ve üç TSK mensubu… Tüm sanıkların temsilcileri gibi…
Bu oturma planı biraz da Hababam Sınıfı gibidir… Sınıfın en muzip öğrencileri olarak Hikmet Çiçek ve Tuncay Özkan, arkalardadır, sürekli hareket halindedir ve yer değiştirirler sık sık…
İŞÇİ PARTİLİLER ZIPKIN GİBİ
Diğer İşçi Partililerden Deniz Yıldırım ve Mehmet Perinçek zımba gibiydi. Deniz yoğun spor yapıyormuş, ondan böyle zıpkın gibi; Mehmet’e de getirdiğim selamları aktardım…
İkisi de yoğun entelektüel faaliyetlerini sürdürüyorlar; bir bilim adamı ve bir gazeteci, Silivri’de gün be gün pişiyor, büyüyor, ustalaşıyor…
Muzaffer Tekin her zamanki gibi şık ve zarifti ama dimdikti! Öcalan’ı sorgulayan Albay Atilla Uğur da öyle; sanki duruşmadan sonra operasyona çıkacakmış gibi diriydi… Denk getirip de İstanbul ve Ankara kitap fuarlarında, kitabının ilgiyle karşılandığı notunu aktaramadım kendisine. Buradan ileteyim… Ha bir de şu notu aktarayım: Ağabey izninle, kimi okurlarının kitaplarını ben imzalıyorum yerine, gururla!
Oktay Yıldırım’ı da göremedim… Tıpkı Perinçek gibi o da duruşmalardan men cezası almıştı…
AVUÇLAR GÜNEŞE DOĞRU
Hâkim, avukatların büyük direnişi karşısında sık sık duruşmaya ara verdiğinden, her arada bir Ergenekon kahramanıyla selamlaşma, kısa bir hal hatır sorma fırsatı yakaladık. Hasan Ataman Yıldırım’la, Mustafa Dönmez’le, İbrahim Şahin’le, Fikri Karadağ’la, salondan çıkarıldıkları koridora bakan gazeteci bölümünden, uzanarak küçük sohbet fırsatları bulduk.
Tuncay Özkan ve Mustafa Balbay’la avuçlarımızı güne bakan çiçeği gibi açarak selamlaştık…
DEVRİMCİ ATILIM GÜNÜYDÜ
13 Aralık’ta sadece sanıklar değil, avukatlar da birer Ergenekon kahramanıydı… Hasan Basri Özbey ve Celal Ülgen gibi kıdemlilerinden, Ümit Kaplan ve Sedef Ünal gibi en gençlerine kadar hepsi, tek yürek, Türkiye’yi savunuyorlardı…
Zeynep Küçük ve İrem Çiçek ise adeta babalarını savunmuyor, onlara kalkan oluyor, tertipten hesap soruyorlardı!
Dışarıda on binler ve içeride yüzler, o gün Türkiye’nin yeni bir devrimci atılımına önderlik ettiler…
Biz tanıktık. Göreceksiniz!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
15 Aralık 2012
GLADYO – ERGENEKON ÇARPIŞMASI
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 13/11/2012
Kemal Burkay gibi isimlere söyletilen “Ergenekon, NATO tarafından kurulan Gladyo’dur” sözleri, ne genel kamuoyunu ikna eder ne de 2001’den beri yaşanan Ergenekon – Gladyo çarpışmasını perdeler! Ancak Burkay’a Türkiye’de açıktan “federasyonu” savunma olanağı sağlar!
Bir de Mehmet Ağar var elbette… Meclis Darbe Komisyonu’na “Türkiye’de kontrgerilla yok” demesi hem Burkay’ı tamamlamakta hem de “ama JİTEM vardı” diyerek asıl saflaşmaya işaret etmektedir!
O saflaşma şöyledir: Gladyo, Kontrgerilla, Susurluk bir tarafta, Ergenekon ve TSK diğer taraftadır!
Saflaşmanın diğer aktörleri de aslında meydandadır.
İŞTE GLADYO’NUN ELEMANLARI
Eski Emniyet Genel Müdürü Refet Küçüktiryaki, açık açık Gladyo’nun elemanı olduğunu söylüyor: “Beni Emniyet Genel Müdürü yapan, Başbakan Süleyman Demirel değildir. Ben, beni keşfeden Amerikan Hükümetinin Ankara temsilcilerince tavsiye üzerine bu göreve atandım.”
Peki, bir Gladyo elemanı olarak ne yapmış Küçüktiryaki? Onu da Emniyet Genel Müdürü olduğu sırada Kenan Evren’e yazdığı ve Cumhurbaşkanlığı arşivinden çıkan imzalı mektubundan öğreniyoruz: “Yavuz Sultan Selim’den sonra en büyük Alevi Kızılbaş düşmanıyım. Malatya il merkezindeki 40 bin Alevi’ye kan kusturdum. Türkiye’de ilk defa resmi olarak Alevi soykırımını devlet adına başlatan benim.”
Peki, Küçüktiryaki bu görevleri kiminle birlikte yerine getirmiş? Onu da açıklıyor: “76 yılında ben Malatya’da Valiyken Malatya Emniyet Müdürü olan – ki o da en az benim kadar Alevi-Kızılbaş kasabıdır- Abdülkadir Aksu’yu yardımcım yaptım. Ankara’da Alevi-Kızılbaşların oturduğu ‘Kurtarılmış Bölge’ adlı semtlere kan kusturan Reşat Akkaya’yı Ankara Emniyet Müdürü yapan benim.”
Aksu kim? AKP kurucusu, milletvekili, bakanı, genel başkan yardımcısı; hem Özal’ın hem Erdoğan’ın adamı!
ÖZAL-ÇİLLER-ERDOĞAN’IN ORTAK ÖRÜGÜTÜ
Gladyo’yu sergilemeye Mehmet Ağar’ın ifadeleriyle devam edelim.
Mehmet Eymür’den sonra Mehmet Ağar da, Başbakan Tansu Çiller’in MOSSAD’la görüştüğünü açıklıyor! Hani başbakanlar başbakanlarla, istihbaratçılar istihbaratçılarla görüşürdü!? Çiller başbakan mıydı, yoksa istihbaratçı mıydı?
Ağar, devlette kaydı bulunmayan “kayıp silahların” Başbakanlık talimatıyla alındığını da, Çiller ve MİT müsteşarıyla birlikte MOSSAD’la kapalı kapılar ardında görüştüklerini de açıklıyor.
Heyette bulunan ama içeri sokulmayıp kapıda bekletilen İbrahim Şahin’in konumu öğreticidir. Susurluk sürecinde tüm suçların üzerine yıkılmaya çalışıldığı Şahin, şimdi de Ergenekon Davası’nda tutuklu yargılanmaktadır!
Ağar’ın ifadeleri 28 Şubat ve Susurluk karşıtlığını ve aslında Galdyo – Ergenekon çarpışmasını da berraklaştırıyor. Ağar hem Susurlukçu Abdullah Çatlı’yı kullandıklarını, Bucak’lara ihtiyaçları olduğunu açıklıyor, hem de Çiller’in talimatıyla İsrail’den alınan ve Polis Özel Harekât’a dağıtılan silahlara 28 Şubatçıların el koyduğunu belirtiyor.
Evet, bugün Gladyo ile Ergenekon çarpışmaktadır ve gazeteci Can Dündar Ergenekon Davası’nda tanık olarak dinlenirken o nedenle “benim bahsettiğim Ergenekon bu değildi” demiştir!
Çünkü Gladyo diye yargılananlar, Gladyo’ya karşı 40 yıldır savaşanlardır!
AMERİKAN KEŞİFLERİ
Refet Küçüktiryaki, ABD’nin Ankara temsilciliğince keşfedildiğini ve sonrasında Emniyet Genel Müdürlüğü’ne kadar yükseltildiğini açıklıyor. Galdyo’nun tarihi bu tip ilişkilerle doludur.
Başbakan Tayyip Erdoğan da, daha Refah Partisi’nin Beyoğlu İlçe Başkanı’yken ABD’nin Ankara Büyükelçisi Morton Abramowitz tarafından keşfedilmişti. Abramowitz’in Ruşen Çakır aracılığıyla temas kurduğu Erdoğan, ardından hızla en yukarıya kadar tırmanmıştı!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
13 Kasım 2012
ESKİ ÖZEL HAREKÂT DAİRE BAŞKANI İBRAHİM ŞAHİN: ÇÖZÜM KIZIL ELMA’DA
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları on 23/01/2005
“ABD görünüşte Irak’a saldırıyor. Bana göre bu ABD-Irak Savaşı değil, ABD-Türkiye savaşı… AB üyeliğini reddediyorum… Kızıl Elma’yı savunan bir insanım, Türk birliğini savunan bir insanım… AB yerine Avrasya Birliği’ni savunuyorum. Türkiye’nin Asya ülkeleriyle ittifakı daha önemli bence.”
ADNAN AKFIRAT / MEHMET ALİ GÜLLER
Aydınlık Dergisi
23 Ocak 2005
Eski Özel Harekât Daire Başkanı İbrahim Şahin, ULUSAL KANAL’ın “Var Mısın” programında Yayın Koordinatörü Adnan Akfırat ve Haber Müdürü Mehmet Ali Güler’in konuğuydu. Şahin, “ben de varım” dedi ve Türkiye’nin çözümünün “Kızıl Elma” koalisyonunda, Avrasya İttifakı’nda olduğunu söyledi.
AYDINLIK: Neden Ulusal Kanal’dasınız?
İBRAHİM ŞAHİN: Türkiye’de bazı işlerin kötüye gittiğini farkediyor ve bundan da rahatsızlık duyuyordum. Ulusal Kanal’ı izlerken sürekli şunu gördüm; kamuoyuna yanlış giden şeyler aktarılıyordu ve ekrandan “Var mısınız” diye soruyordunuz. Ben de tabi ki varım. Çünkü burası Türkiye. Hiçbir gücün içte ya da dışta bu ülke üzerinde hesap yapmaya hakkı yoktur. Bu nedenle bu programa katılmayı bir zaruret olarak gördüm. Çok hayırlı bir iş yapıldığına inanıyorum.
AYDINLIK: “ABD ve AB kıskacında Türkiye” adlı bir kitap çalışmanız var. Neden böyle bir kitap yazma ihtiyacı duydunuz?
ŞAHİN: 2001’den sonra Türkiye’yi yöneten kadroların bazı hatalar yaptığını farkettim. ABD’nin Irak’ı işgal etmesi, 40 senedir süren bir AB macerasının son dört yılında kamuoyuna da aksettirilen bazı dayatmalar, ki bunlar ulusal birlik ve bütünlüğümüzü bozucu dayatmalardı. Bütün bunları farketmemizin yanı sıra geçmiş deneyimlerimizi de üstüne koyarak ABD ve AB’nin Türkiye üzerinde oynadığı oyunu anlatmak için bir kitap yazma ihtiyacı duydum.
NÂZIM’I KİTABIMA KOYDUM
AYDINLIK: Kitabın girişine Nazım Hikmet’in bir şiirini koymayı düşündüğünüzü söylemiştiniz. Nazım Hikmet konusunda niçin böyle bir tutuma sahip oldunuz?
ŞAHİN: Benim için devletimizin birlik, beraberliği önemli. Bakıyorsunuz bazı kesimlere, dün vatan millet sevdalısı olan ya da öyle görünenlere bugün nemelazımcılaşmışlar. Yakın çevreme de diyorum: “artık şu gözlüklerinizi değiştirin”. Bugün Türkiye’de millici ve gayrı millici olanlar var. 20 yıllık mücadele bunu öğretti bana.
Kitabı yazmaya başlayınca herşeyi incelemek istedim. Bunlardan birisi de bugüne kadar bizim tamamen ters bildiğimiz bir şairimizdi. Nazım Hikmet’i okumak fırsatını buldum. Ne düşünürlerse düşünsünler, vatanını milletini düşünen herkes benim için çok azizdir.
ABD TÜRKİYE’Yİ TEST EDİYOR
AYDINLIK: Süleymaniye baskını sırasında başbakan başka yerde, dışişleri bakanı da Kayseri’de mantı yiyordu. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
ŞAHİN: Görevli 11 tane insanımın başına çuval geçirilmesi ve 3 gün esaret altında tutulması bizim çok zorumuza giden bir hadise. ABD’nin oynamak istediği bir oyun var. ABD asla kendi planlarından vazgeçmiyor. 1974 Kıbrıs savaşından beri Amerika’yla aramızda bir gerilim süreci var. ABD Kıbrıs çıkartması yüzünden askeri ambargo uygulamaya başladı. Daha sonra Akdeniz’den onların deyimiyle “yanlışlıkla” bir füze fırlatıldı. O füze bizim muavenet gemimize geldi ve orada şehitler verdik. Tabi askeri bilgisi olmayan bir kişi bu yanlışlığa inanabilir ama böyle bir şey yok. Bu füzeler bilgisayar sistemiyle atılır. Yine hafızamızı zorlarsak İkinci Körfez Savaşı’nın başında Amerika üç tane “yanlış” füze attı. Biri İran’da petrol füzesinin üzerine düşerek orayı imha etti. Biri Suriye’ye düştü. İki füze de bizim Urfa’da boş tarlalara düştü. Arkasından Süleymaniye hadisesi oldu. ABD Türkiye’yi test ediyor.
IRAK SAVAŞI ASLINDA ABD-TÜRKİYE SAVAŞI
Irak Savaşı başladığında ben şuna kanaat getirmiştim: ABD görünüşte Irak’a saldırıyor. Bana göre bu ABD-Irak Savaşı değil, ABD-Türkiye savaşıydı. ABD geleceğe yönelik planlarının belli bir safhasını icra ediyordu. Irak Savaşı başlamadan önce Türkiye’de tezkere tartışmaları oldu. Daha TBMM’den geçmeden adamlar gemilerini, malzemelerini İskenderun’a yerleştirdiler. Halk dilinde bir deyim vardır: “ısıracak köpek dişini göstermez”. Amerika Türkiye üzerinden saldırmayı hiçbir zaman düşünmedi. Yine Basra’dan saldıracağı planları hazırdı. Sadece Türkiye test ediliyordu. Orada Barzani ve Talabani denen peşmerge liderlerinin içinden geçirilip Amerikan üslerine götürülmesi tamamen Türkiye’ye yönelik bir hadiseydi. Çuval hadisesi sırasında hükümet yetkilileri Kayseri’de, Samsun’daydılar. Bir gün sonra da AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat’ın bir açıklaması var: “Süleymaniye’de askerlerimizin başına çuval geçirilmesi hadisesinde Barzani’nin rolü yok.” Siz Barzani’nin avukatı mısınız? Niçin böyle bir açıklamada bulunuyorsunuz? Ben hükümet partisinin başkan yardımcısından şunu beklerdim: “ABD’yle görüşmelere başladık. Onları geri alacağız”. Bunun yerine Barzani’yi savunuyorsunuz. Bunu esefle karşılıyorum.
AB ÜYELİĞİNİ REDDEDİYORUM
AYDINLIK: Kıbrıs ve Kuzey Irak’taki politikaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
ŞAHİN: Her iki konuda da yanlış hareket ediliyor. Dışişlerinin gidip ABD dışişleri bakanlığıyla gizli anlaşma yapması yanlış. 17 Aralık’a göre 2005’te müzakere başlayacak. Ne istendi bizden? Dışişleri yine “biz bunları kapalı kapılar ardında konuşalım” dedi. Bu ne demek. Ucu açık en az 10 senelik müzakere süreci, ekonomik yardım yok, ruhban okulunu aç, ekümenikliği tanı, su kaynaklarının yönetimini AB’ye ver, AB üyesi olmayan İsrail’le işbirliği yap, diğer ülkelere tanınan haklar yok. Aslında “sizi almıyoruz” diyorlar, topluma yanlış aksettiriliyor. AB’nin siyasi değerleri Yahudilik ve Hıristiyanlık kültürüne ve değerlerine dayanmaktadır. Niye bu kültüre dahil olalım? Biz Müslümanız. Ben AB üyeliğini reddediyorum.
AYDINLIK: 20 yıl PKK’ya karşı savaştınız. ABD’nin PKK’ya yardım ettiğini biliyordunuz. O zaman niçin bunları dile getirmediniz?
ŞAHİN: Bu soru eksik bile. ABD’nin PKK’ya yardımı ispatlandı. Zaman zaman görevim rütbem nedeniyle bunu açıklayamadım. Ama herkes biliyor ki, Amerikan Çekiç Güç uçakları İncirlik’ten kalkarak PKK’ya yardım malzemesi attılar. Bu Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından tespit edilmiş bir hadisedir.
UĞUR MUMCU DEVLETE EN BÜYÜK HİZMETİ YAPTI
AYDINLIK: Bir izleyicimiz, “Uğur Mumcu’nun arabasının altına bomba koyan eski PKK itirafçısı Hüseyin Belit ve Şişko Tekin hakkında İbrahim Şahin ne düşünüyor?” diye soruyor? Uğur Mumcu cinayeti hakkında görüşleriniz nelerdir?
ŞAHİN: Uğur Mumcu bu devlete en büyük hizmet eden insanlardan birisidir. Ben 1993 Temmuzu’nda özel hareket daire başkanlığını kurmak üzere Ankara’ya gittim. Bir araya yakın kuruluş çalışmalarını yaptık. Özel tim çalışanları çok okurlar, sadece dağlarda savaşan insanlar değildirler. Çünkü savaştığımız insanlar hakkında bilgi sahibi olmak zorundayız. Ben harekât başkanıyken Kürt isyanlarını araştırmak istedim. 29 Kürt isyanına hangi aşiretler katıldı, bunun listesini istedim. Ama maalesef bu bilgi bana ulaşmadı. Bu bilgiyi Uğur Mumcu’nun Cumhuriyet Gazetesi’nin 1993 ve önceki yazılarından edindim. Uğur Mumcu sol görüşlü olabilir. Bana göre ülkesini seven çok büyük bir Türk milliyetçisiydi.
ÇÖZÜM KIZIL ELMA’DA
AYDINLIK: Çözüm nerede?
ŞAHİN: İlk bayrağı bulan, orduyu kuran müstesna bir milletiz. Özümüzü korumalıyız, artık sağcı solcu kalmamıştır. Şu anda milli olanlarla gayrı milli olanlar var. Biz ülkemizi özgür bağımsız bir ülke olarak muhafaza etmeliyiz bana göre AB yanlış bir düşünce. AB’nin 10 sene sonrası da meçhul. Biz niye girmek için zorluyoruz, ne gerek var. Bizi almak gibi bir niyetleri asla olmadı ve olmayacak. Biz dik durmalıyız. Türkiye’nin ulusal birliğe ihtiyacı var. Herkes bir araya gelmeli. Geçmişte hatalar yapılmış olunabilir ama artık tek yumruk olarak dünyaya Türkiye’nin ulusal bütünlüğü gösterilmeli
AYDINLIK: Bu noktada Kamuoyunda Kızıl Elma olarak bilinen çözüm, ittifak modeli hakkında ne düşünüyorsunuz?
İBRAHİM ŞAHİN: Kızıl Elma’yı savunan bir insanım, Türk birliğini savunan bir insanım. AB yerine Avrasya Birliği’ni savunuyorum. Türkiye’nin Asya ülkeleriyle ittifakı daha önemli bence.