Posts Tagged Silivri

HESAPLAŞMAK

Silivri’de hukukun olmadığı, Ergenekon’un bir dava değil bir tertip olduğu acaba 5 Ağustos’tan sonra anlaşılabildi mi?

Halk bakımından sormuyorum elbette…

Türk halkı en başından beri tertiple ve operasyonlarla ilgili hükmünü vermişti.

Sorum, medya gücünü elinde bulunduran gazetecilere, aydınlara, sanatçılara…

AKP: SİLİVRİ’DE HESAPLAŞTIK

5 Ağustos sonrası hükümet çevrelerinden gelen açıklama ve yorumlar, hâlâ tereddüdü olanlar için artık her şeyi daha net ortaya koymaktadır.

Örneğin Başbakan Erdoğan’ın siyasi başdanışmanı Yalçın Akdoğan olanı “hesaplaşmak” ve “tüm darbelerin hesabının sorulması” diye koyarak, Silivri’de hukukun değil siyasi çarpışmanın olduğunu belirtmiş oldu.

Örneğin AKP’nin operasyonel kalemşorları iki gündür “Ergenekon daha bitmedi” diye yazıyorlar. Açık açık sadece içeridekilerle değil, dışarıdakilerle ve hatta ölüp gidenlerle de hesaplaşacaklarını belirtiyorlar.

Örneğin Başbakan Erdoğan’ın ekonomi danışmanı Yiğit Bulut, Silivri’dekilerin saha elemanı olduğunu, asıl Ergenekon’la, yani ekonomiyi elinde tutanlarla henüz hesaplaşılmadığını yazıyor.

SİLİVRİ’DE TALAT PAŞA, MUSTAFA KEMAL YARGILANDI!

Ve aslında tarihle, Türk tarihiyle, Türk’ün devrimci mücadele tarihiyle hesaplaşıyorlar!

Doğu Perinçek ile birlikte onun şahsında Talat Paşa yargılanıyor!

Tuncay Özkan ile birlikte onun şahsında Namık Kemal yargılanıyor!

İlker Başbuğ ile birlikte onun şahsında Mustafa Kemal yargılanıyor!

Hikmet Çiçek ile birlikte onun şahsında Bahattin Şakir yargılanıyor!

Deniz Yıldırım ile birlikte onun şahsında Hasan Tahsin yargılanıyor!

Silivri’deki kahramanlarla birlikte onlarında şahsında İttihat ve Terakki’nin İngiliz emperyalizmi ve Rus çarlığına direnen devrimcileri, Çanakkale’de şehit düşen Mehmetçikleri, Kurtuluş Savaşı’nda İngiliz ve Fransız emperyalizmine karşı yurdunu savunan milliyetçileri, iç ayaklanmaları bastıran Kemalistleri yargılanıyor!

Silivri’de 275 kahramanla birlikte, Türk milleti yargılanıyor!

Artık sadece biz değil, yargılayanlar da bunu açık açık söylüyorlar…

ATATÜRK GİBİ YAPMALI

Peki, ne yapmalı?

Çözüm belli: Atatürk gibi yapmalı!

Padişahın idam fetvasını yok saymalı, Anadolu’ya çıkıp halkla birleşmeli, örgüt kurmalı, kurtuluşu örgütlemeli…

Üstelik Atatürk’ten çok daha şanslıyız: Zira örgüt var, halk var, imkânlar var…

5 Ağustos’ta Silivri’de gördük: Halk AKP’nin yasaklarını tanımadı ve akın akın yürüdü.

6 Ağustos gecesi Fenerbahçe stadyumunda gördük: Halk AKP’nin yasaklarını tanımadı ve Haziran direnişindeki sloganları gümbür gümbür attı.

Önce Silivri, sonra da Kadıköy’ün verdiği mesaj açıktır: Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
8 Ağustos 2013

, , , , , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

GÜNEŞE YÜRÜYEN DEVRİMCİLER

Önceki gün Türk milleti her türlü engellemelere rağmen Silivri’ye ulaştı…

Yüz binler bulundukları şehirlere hapsedilse de, barikatları tek tek aşarak Silivri’ye ulaşan ve tarlalarda gelincik açan on binler vardı.

O nedenle şuraya yazıyoruz: Mücadele asıl şimdi başladı!

Unutmayın, Atatürk de idamla cezalandırılmıştı ama kaçan Vahdettin oldu!

JÖN TÜRKLER GÖREV BAŞINDA

Silivri’deki özel mahkemenin kararını yok saydık ve buradan ilan ettik: Jön Türkleri teslim alamazsınız, diz çöktüremezsiniz, yok edemesiniz!

Jön Türkler bitmez!

Doğu Perinçek’e, İlker Başbuğ’a, Tuncay Özkan’a, Mustafa Balbay’a, Fatih Hilmioğlu’na, Muzaffer Tekin’e, Mehmet Ali Çelebi’ye ceza veremezsiniz! Altına imza attığınız kâğıdı yırtıyoruz!

Jön Türkleri esir alamazsınız!

Türkiye Gençlik Birliği TGB Kurucu Genel Başkanı Adnan Türkkan’a 10 yıl ceza vererek, ikinci başkanı Osman Yılmaz’ı Silivri’ye gidecek yüzbinlere önderlik edemesin diye gözaltına alarak, üçüncü başkanı İlker Yücel’i Aydınlık’ın başında gerçekleri yazamasın diye parmakların arkasına atarak, dördüncü başkanı Çağdaş Cengiz’i Silivri önünde yumruk olmasın diye nezarethaneye koyarak Jön Türkleri bitiremezsiniz…

19 Mayıs 2012’de Taksim’e çıkan 240 bin gencin hepsi Adnan’dır, Osman’dır, İlker’dir, Çağdaş’tır…

Haziran direnişinde barikat olan her genç Adnan’dır, Osman’dır, İlker’dir, Çağdaş’tır…

Ve Türkiye’nin tüm Adnan’ları, Osman’ları, İlker’leri, Çağdaş’ları dimdik ayaktadır!

Ve Türkiye’nin tüm Jön Türk’leri, devrim yapmak için, Cumhuriyeti yeniden inşa etmek için, Türkiye’yi yeniden özgürleştirmek için görev başındadır!

silivri4

15 kişilik Jandarma timinin önünde sabaha karşı tek başına direnen bu adamın duruşundaki kararlılığa iyi bakın! Aldığı emirden rahatsız olan ve o babanın kararlı yüzüne bakamayan jandarmaya iyi bakın!

İşte o adam, o baba orada durdukça, işte o baba elindeki bayrağı dalgalandırdıkça, siz değil, biz kazanacağız!
silivri3

Yükselttiği Türk bayrağıyla ilerideki polislerin üzerine tek başına yürüyen bu kadına iyi bakın. İşte o kadın, o ana, yürüyüşünü sürdürdükçe, siz değil, biz kazanacağız!
Silivri2

Güneşe yürüyen şu Jön Türk’e bakın! Kendisini durdurmak için üzerine koşan jandarmaya, polise aldırmadan bayrağını yükselten şu Mustafa Kemal’in askerine bakın!

İşte o Mustafa Kemal askerleri güneşe yürüdükçe, siz değil, biz kazanacağız!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi

7 Ağustos 2013

, ,

Yorum bırakın

TGB’YE OPERASYONUN ANLAMI

AKP’nin kolluk kuvvetleri, 3 Ağustos sabahı TGB’ye operasyon yaptı. Doğrusu şaşırmadık. Zira İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’nun bir gün önce soluna jandarma komutanını, sağına emniyet müdürünü alarak Silivri Özel Yetkili Mahkeme Başkanı’nın kararını duyurduğu(!) ve Silivri’de toplanmayı kanunsuz ilan ettiği(!) açıklaması, bu operasyonun habercisiydi.

TGB’ye operasyon diyoruz ama gözaltına alınanlar arasında İşçi Partisi yöneticisi, Ulusal Kanal yöneticisi ve çalışanları ile gazetemizin Genel Yayın Yönetmeni İlker Yücel de var.

Operasyonun anlamı açık: Halkın 5 Ağustos’ta Silivri’de toplanmasını engellemek!

Valinin açıklamasıyla Silivri’ye gitmeyi kanunsuz sayarak ve TGB’nin liderlerine operasyon yaparak 5 Ağustos kâbuslarından kurtulacaklarını sanıyorlar! Nitekim o korkuyla gözaltı süresini de 72 saat ilan etmişler. Çünkü 48 saat olsa, TGB’liler 5 Ağustos sabahı dışarıda olacaklar!

‘SİLİVRİ’DEN TUTUKLU KAÇIRACAKLARDI’

Gözaltı kararında “arama ve el koyma işlemine niçin ihtiyaç duyulmuştur” diye bir bölüm var. Ne kadar normal ve yasal faaliyet varsa, hâkim onları yasadışı saymış: Otobüs kaldırmak, miting düzenlemek, mitinge halkı çağırmak vs. Hukuk fakültelerinde mutlaka incelenmelidir.

Bir de açık açık sanki suçmuş gibi şunu yazmışlar: “Mevcut hükümeti devirmek!”

Mevcut hükümetin devrilmesinin “suç” görüldüğü bir ülke, kuşkusuz demokratik değildir. Çünkü demokratik ülkelerde muhalefetin görevi zaten hükümeti yıkmaktır, devirmektir.

Ancak AKP’nin yönettiği Türkiye’de kurumlar gibi kavramlar da işgal edilmiştir. Örneğin Türk Dil Kurumu’na göre artık “hükümetin demokratik yollarla yıkılması” darbe demektir!

Hükümet karşıtı olmayı, hükümeti protesto etmeyi, hükümeti yıkmak ve devirmek istemeyi suç sayarak akıllarınca hükümetlerini koruyacaklardır!

Bu saçmalıklara insanları inandırmak mümkün olmadığı için de, önce TGB’ye “suç” aradılar. Samanyolu TV’den Taraf’a kadar, ellerinde ne kadar operasyonel yayın organı varsa, hepsinde birkaç gündür “TGB’nin Silvri’de suç işleyeceğini iddia ettiler.

Gittikçe de düzeysizleştiler. Örneğin Emre Uslu sosyal medyada, “plan, Silivri’yi basıp tutukluları kaçırmak” diye yazdı! CIA’nın ünlü “Çinliler aynı anda zıplayıp ABD’yi yıkacak” palavrasıyla yarışacak nitelikteki bu saçmalığın benzerleri birkaç gündür, telaşla, servis ediliyor.

Böylesi akıl tutulması iddialara yaslanmaları, kuşkusuz çaresizlik ve korkudandır. Böyle anlarda beyin normal çalışmaz!

JÖN TÜRKLER HÜKÜMET YIKAR!

Peki, 1987 doğumlu Çağdaş Cengiz’in başkanlığını yaptığı Türkiye Gençlik Birliği’nden neden bu kadar korkuyorlar?

Çünkü TGB’nin, 19 Mayıs 2012’de Taksim’de 250 bin gencin yürümesiyle başlayan büyük halk hareketinin kurmay örgütü olduğunu biliyorlar.

Çünkü TGB’nin 23 Nisan’larda, 19 Mayıs’larda, 29 Ekim’lerde Atatürk’ün izinde Türk Bayrağı’nı yükselttiğini ve bu nedenle halkın sevgilisi olduğunu biliyorlar.

Çünkü TGB’nin, Hatay’da halk düşmanlığına geçit vermediğini, Diyarbakır’da kardeşliği savunduğunu ve Ankara’da vatana sahip çıktığını biliyorlar.

Çünkü TGB’nin Gezi eylemlerinde, Haziran halk hareketinde kurmay roller üstlendiğini, barikatlarda halka önderlik ettiğini biliyorlar…

Çünkü TGB’nin Namık Kemal’lerden Mustafa Kemal’lere ve Deniz Gezmiş’lere uzanan Jön Türk hareketinin devamı olduğunu biliyorlar…

Ve Jön Türklerin genetik kodlarında yazılıdır: Milli olmayan tüm “mevcut hükümetler” devrilir!

Jön Türkler o yüzden hep devrimcidir!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
4 Ağustos 2013

, , , ,

Yorum bırakın

VALİ GEZİ’Yİ AÇTI, SİLİVRİ’Yİ KAPATTI

AKP Hükümeti öğrencilere kredi ve burs şantajı yapıyor. Neden? Korksunlar ve 2. Gezi’ye cesaret edemesinler diye…

Peki, tutar mı? Tutmaz, zira Haziran’da korku duvarı yıkılmıştı.

Peki, bu korku politikası ters teper mi? Teper. Zaten Mayıs’taki çevre eylemine uygulanan baskı, Haziran’da halkı ayaklandırmıştı.

O zaman AKP neden işe yaramayacak bir hamle yapıyor? Kimileri “Erdoğan kutuplaşmadan, halkın bir kesiminin kendisine tepkisinden besleniyor” dese de, gerçek neden AKP’nin seçeneksizliği, yani başka çaresi olmamasıdır!

DEMOKRASİYE MÜEBBET!

Gelin soruları artıralım…

Örneğin AKP’nin “hukukçu” milletvekili, eski TBMM Başkanı, eski Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin neden okuduğu tüm ders kitaplarını yok sayarcasına “gezi eylemine katılanlar müebbetliktir” deme ihtiyacı duydu?

Bu açıklamanın tepki göreceğini, bu sözlerin hukukçu kimliğini bitireceğini, bu ortaçağ ceza mantığının Cumhuriyet yurttaşını öfkelendireceğini bilmez mi? Bilir elbette…

Peki, o zaman neden bu sözleri söyledi? Çünkü Şahin’in ikinci bir seçeneği, başka bir çaresi yok…

ERDOĞAN LİGLERİ DE İPTAL EDER Mİ?

Hadi gelin bir soru daha soralım…

Biliyorsunuz, Erdoğan’ın en büyük “propagandalarından” biri siyaseti gençleştirme iddiasıydı. Milletvekili olma yaşını düşürdü, hatta bir ara 18 yapılmasını bile gündemine aldı. Zira 4 yaşında ilkokula başlayan bir genç, 18’inde artık vekil olabilirdi!

İşte o Erdoğan gitti, yerine gençlere siyaseti yasaklayan, tribünlere siyasi tezahüratı, alkışı, protestoyu yasaklayan bir Erdoğan geldi. Oysa ne çok severdi o tribünlerden kendisini çılgınca alkışlayan gençlere el sallamasını…

Ama artık gençler kendisini alkışlamıyor diye, hükümetinin uygulamalarına karşı çıkıyor diye, üstelik tepki gösteriyor diye, Erdoğan “özel yasasına” sarılıyor! Gençlere tribünü adeta yasaklıyor! Kamerayla, polisle, cezayla korkutuyor…

Neden? Çünkü korkuyor. Zira Erdoğan’ı sonbahar sendromu sardı ve “ah şu Eylül hiç gelmese” diyor… Erdoğan hep yazda kalmayı, hatta geçen yazda kalmayı istiyor…

Çünkü Erdoğan Haziran’da ayağa kalkan halkın, bu kez daha kalabalık, daha programlı, daha örgütlü olarak yeniden ayağa kalkacağını, gencin işçiyle, aydının emekçiyle birleşerek hükümetini protesto edeceğini biliyor…

Ve Erdoğan bu halk hareketinin önünde tutunamayacağından korkuyor, hem de çok korkuyor…

İşte o korkuyla tribünde tezahüratı yasaklıyor… Henüz ligleri iptal etmemesi, Ağustos’u rahat geçirmek istemesindendir!

Peki, Erdoğan neden tüm kulüp taraftarlarının tepkisini çekecek ve işe yaramayacak bu yasağa sarılıyor? Çünkü Erdoğan’ın ikinci bir seçeneği yok, başka çaresi yok.

SİLİVRİ’DE SIKIYÖNETİMİ!

Bakın bu satırları yazdığımız saatlerde Erdoğan’ın Valisi Hüseyin Avni Mutlu ekranlara çıkıyor ve Silivri’de toplanmayı kanunsuz ilan ediyordu!

Oysa asıl kanunsuzluk, bir ilin valisinin, o ilin bir ilçesinde halkın toplanmasını kanunsuz ilan etmesidir! Zira en basit tanımıyla halkın istediği yerde toplanması anayasal haktır!

Vali kanun dediğinin kanunsuzluk olduğunu bilmez mi? Bilir.

Peki, neden kanunsuzluğu kanun diye ilan eder? Erdoğan adına korktuğu için, 5 Ağustos iradesinden çekindiği için, halktan ürktüğü için! Sonbahar sendromuna yakalandıkları için, seçeneksiz oldukları için, başka çareleri kalmadığı için…

Ama anımsıyoruz: Gezi’yi kapatmışlardı fakat halk açmıştı!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
3 Ağustos 2013

, , , ,

Yorum bırakın

JÖN TÜRKLER BARİKATLARI YIKTI

Bu yazıyı duruşma salonunun kapısında, x-ray cihazının hemen önünde, yerde kucağıma bilgisayarı alarak yazıyorum.

Yoğun basın ilgisi nedeniyle içeri giremiyorum…

Arada dışarı çıkıyor ve zalimin zulmüne direnenleri izliyorum…

Arada dönüp hâkimin bir türlü başlatamadığı duruşmanın bilgilerini dinliyorum…

CEMAAT HİYERARŞİSİ

Sabah “kanun benim” diyerek avukat ve gazetecileri içeri almayan iki çizgili uzman jandarma, komutanına “reis” diye hitap ederek ondan takdir bekliyor. “Reis” çaresizce “nasıl sokmadım ama içeri” diyen bu iki çizgili uzman jandarmayı onaylıyor.

Reis’in üç yıldızı olduğu düşünülürse, aralarında başka türden bir hiyerarşi olduğu anlaşılır…

Bu tablo davayı da, “hukuku” da açıklıyor. “Ergenekon olduktan sonra sinkaf ederim hâkimini de, savcısını da” diyen F tipi polislerin TSK içindeki eşdeğerleri bunlar…

SANKİ FİLİSTİN

Silivri bugün tarihi bir güne sahne oldu. Jandarma takviyeli polislerin Türk milletine yaptıklarına ancak İsrail’de rastlanır. Yüzlerce gaz fişeğinin yarattığı kimyasal gaz, havalandırmadan duruşma salonuna bile girdi. Tazyikli sular, 9 dereceye düşmüş havada insanlara don etkisi yarattı.

AKP sözcüsü Hüseyin Çelik’in günler önce milleti tehdit etmesini fırsat bilen amirleri, emrindeki polisleri acımasızca davranmaya yönlendiriyor. Gaz fişeklerini boşaltarak dönen polislerin yüzlerinden okunuyor bu…

Çoğu yapmak zorunda kaldığı zulümden pişman…

TARİHİ MİRASIN SAHİPLERİ

Gelelim sonuçlara…

Onca gaz, onca su, onca barikat “hepimiz Ergenekoncuyuz” diyen Türk milletini ne durdurabildi ne de kararlılıklarını engelleyebildi.

Jön Türklerin günümüzdeki temsilcileri olan Türkiye Gençlik Birliği TGB üyeleri, Namık Kemallerden, Mustafa Kemallerden, Deniz Gezmişlerden aldıkları tarihi mirası Silivri düzlüklerinde sürdürdü…

Atatürk’ün devrimciliği emanet ettiği genç Türkler, al bayraklarıyla, sloganlarıyla Türk milletinin Ergenekon’dan çıkmasına öncülük ettiler.

Silivri barikatlarını, Silivri zihniyetini, kafalardaki duvarları yıktılar!

ERGENEKON’DAN ÇIKIŞ BAŞLADI

On binlerce TGB’li “o duvar duvarınız, o duvar duvarınız, vız gelir bize vız” diyerek devirdiler barikatları…

İşçi Partililer, CHP’liler, ADD üyeleri “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diyerek haykırdılar saatlerce ve 8 Nisan’da, 13 Aralık’ı aştılar…

Polisleri, gazları, barikatları durdurmadı Türk milletini…

O yüzden 8 Nisan, arık yeni korku takvimleri!

Öyle ki, “güvenlik olmadığı” gerekçesiyle bir türlü başlatamadıkları davayı 11 Nisan’a ertelediler.

Gazları vardı, jandarmaları vardı, polisleri vardı, yetkileri vardı ama “güvenlikleri” yoktu!

Arkalarındaki Atlantik desteğine, hükümet güvencesine, cemaat olanaklarına rağmen yalnızdılar!

Dışarıda gaz yiyen, ıslanan yüz binler ise güvendeydiler!

Çünkü haklıydılar, güçlüydüler!

Ve bu nedenle de Ergenekon’dan çıkışı başlattılar.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
9 Nisan 2013

, , , , ,

Yorum bırakın

SİLİVRİ’DEN AZİZ NESİN ÖYKÜSÜ

Bu Pazar sizlere bir Aziz Nesin öyküsü anlatacağız. Ancak öykümüzün yazarı Aziz Nesin değil, Deniz Albay Kadri Sonay Akpolat. Öykünün kahramanı ise Kadri Sonay Akpolat değil, Sonay Polat.

Balyoz davası tutuklusu Akpolat, Ufuk Ötesi’ne gönderdiği mektupta anlatmış bu öyküyü. Dinleyelim:

KİMLİĞİMİ KAYBETTİM: HÜKÜMLÜDÜR

“Bilirsiniz, halkımız arasında bir inanış vardır; iki isimli olanlar büyük adam olurlar diye. İşte, 24 Temmuz 1974 senesinde Kıbrıs açıklarında ülkemiz için savaşırken Kocatepe muhribinde yaralanarak gazi olan ve 1994 yılında rahmetli olan sevgili babam, 18 Aralık 1965 tarihinde doğduğumda, biz denizcilerin ortak kaderini yaşıyormuş. Yani seyirdeymiş. Ama oğlan olursa adını yine ülkemiz için kurmay yüzbaşı rütbesinde şehir düşen rahmetli dedemin ismi Kadri’yi vereceğini herkes biliyormuş. Sevgili annem de ben Aralık ayında doğduğum için son ay anlamında Sonay ismini de ikinci isim olarak doğum ve nüfus belgesine yazdırmış. Böylece ismim TC kanunlarına göre Kadri Sonay Akpolat olarak tescillenmiş. Ve böylece benim hikâyem başlamış. Ne de olsa iki isimli olursam büyük adam olacağım ya!

“Sevgili anne ve babacığım, bana bu şerefli ismi verdiğiniz için sizlere minnettarım. Bu geçen 47 sene boyunca, bu isim ve soyadımla her normal vatandaş gibi hayatımı geçirdim. Amacım ülkeme her zaman bağlılıkla hizmet etmek ve ona yararlı bireyler yetiştirmek olmuştur. Tabi bunun için hep çalışmak ve mesleğimin en üst noktasına yükselmek de vizyonum olmuştur. Bunda da başarılı olduğumun kanıtı geçmişimdir.

“Ta ki 13 Ağustos 2011 tarihinde tutuklanana ve mahkeme önüne çıkana kadar. Tutuklandığımda anladım ki meğer ben Kadri Sonay Akpolat değilmişim.

“İddia makamı, bana atfedilen Gölcük’te bulunan, sahte olduğu onlarca kez ispat edilen 3 adet imzasız dijital Word belgesinin üst verilerindeki ‘Sonay Polat’ isim ve soyadı hakkında hiçbir araştırma yapmadan, Genelkurmay Başkanlığı ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na böyle bir şahsın bulunup bulunmadığını sormadan, bu kullanıcı isminin benim olduğuna kanaat getirerek, hiçbir somut gerekçe koymadan beni sanık olarak tutuklamıştır.

“İnternete girip bakın, sürüyle gerçek Sonay Polat isimli kişiye ulaşabilirsiniz. Gerçek hukuk işlese, hepsinin soruşturulması lazım. Bu ülkede yanlış isimle resmi-özel dairede iş bile yapamazsınız. Ama maksat farklı olunca, bu ülkenin ağır ceza mahkemelerinde soyadınızın eksik hecesiyle uzun seneler hapislerde yatabilirsiniz. Ne de olsa demokrasimiz ve hukuk sistemimiz çağ atlıyor.

“İşte ben de bu duruma hep mahkeme sürecinde isyan ettim. ‘Ben Sonay Polat değilim’ diye haykırdım. Genelkurmay Başkanlığı’ndan böyle bir kullanıcı ismi olmadığına dair resmi belgeleri sundum. O heybetli Silivri Mahkemesi’nin koca koca perdelerine devletimin verdiği nüfus kâğıdımı yansıttım. Ne mi oldu? Hiç!

“Delil olarak kabul edilen CD’lerin herkes tarafından kolaylıkla üretilebileceğini göstermek amacıyla savunma avukatları, hâkimlerin tam isim ve soyadlarını vermeden benzer isimlerle üretilmiş CD’leri kürsünün üstüne mizansen amacıyla bıraktıklarında, hâkimlerimiz bu mizansene bile aşırı tepki göstererek avukatlar hakkında suç duyurusunda bulundular.

“Diğer taraftan başka iki isimli sanığa ‘niye nüfus kâğıdındaki isim ve soyadını kullanmıyorsun’ diye serzenişte bulundular. Bu duruma tarafımdan itiraz edilerek ‘ben nüfus kâğıdındaki ismi kullanıyorum, siz kabul etmiyorsunuz. Ben Sonay Polat değilim’ dedim. Sonuç yine hiç!

“Yani büyük adam olamadım, terörist oldum. 16 yıl hapis cezası aldım. 47 sene isim ve soyadımı yanlış kullandığım için kendime kızdım. Öyle ya, kendi ismimi hâkimlerimizden daha iyi bilecek halim yoktu. Bu yüzden kimliğimi kaybettim. Aman dikkat, bulanlar için hükümlüdür!”

3 KUŞAK MUSTAFA KEMAL’İN ASKERİ

Sonay Polat, daha doğrusu Deniz Albay Kadri Sonay Akpolat “neden tutuklu olduğumu çok iyi biliyorum” diyor mektubunun sonunda ve şu sözlerle bitiriyor bu öyküyü: “Bizi iftira, yalan dolan, dalavere yaparak yok ettiklerini sananlar, hakkımızı yiyenler şunu çok iyi bilsinler ki biz, rahmetli babam ve dedelerim gibi Mustafa Kemal’in askerleriyiz!”

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
17 Şubat 2013

, , , ,

Yorum bırakın

SİLİVRİ TANIKLIĞI

Silivri’nin dışarıdan kuşatıldığı, içeriden yarıldığı 13 Aralık günü oradaydım… O gün bir milattı; o günle, ertesi gün Ahmet Altan ve Yasemin Çongar’ın Taraf’tan istifa etmesi arasında kuşkusuz bir tarihi bağ vardı. Tarih bu iki günü hem Taraf’ın hem de davanın çöktüğü gün olarak mutlaka yazacaktır!

O günü Ulusal Kanal canlı yayımlayarak büyük bir görev yaptı. Biz o günü dava salonunda yaşayanlar, dışarıda ne olduğunu kantinde açık olan Ulusal Kanal ekranlarından öğrendik.

O nedenle dışarıyı değil, içeriyi yazacağım bugün sizlere; kişisel notlarımı aktaracağım…

EN KIDEMLİSİ HİKMET ÇİÇEK

Sanıklardan önce duruşma salonunda yerimizi almıştık. Bizlerle aynı bölüme sıkışmaya çalışan CHP milletvekilleriyle sohbet ediyorduk ki, sanıklar salona girmeye başladı. En önlerinde Hikmet Çiçek’in olması, mahpushane kıdeminden olsa gerek…

Hikmet ağabey, peşine taktığı “örgüt üyeleriyle” salona girdi ve izleyicileri selamladı… O anı sizlere aktarabilecek kadar güçlü ve edebi bir kalemim yok maalesef; olsa da anlatamazdım herhalde, ancak yaşanır! İnsanların gözleriyle birbirine sarıldığı o anlara kelimeler yetmez.

Geçmeden belirteyim. Hikmet ağabey sakal bırakmış. Duruşmalardan men cezası aldığı için kesmemiş bir süre… Fikret Akfırat hariç biz gazeteci çıraklarının tamamı yeni imajını beğendik, “sakalını kesme” dedik. Yirmi yıla dayanan hapisliğin ona kazandırdığı “olağanüstülüğe” üniforma olmuş sakalı…

Ha unutmadan, müthiş bir kitaba imza atmaya hazırlanıyor. Yakında…

SANIKLARIN OTURMA PLANI

Mehmet Bedri Gültekin, Turan Özlü ve Erkan Önsel üçlüsü, her zamanki gibi tıraşlı, bakımlı, pırıl pırıl halleriyle salondaydılar. Hep aynı yere, yani sanık sıralarının en önündeki koltuklara oturdular yine.

Ancak “kare as” bir eksikti… Savunmasından korkulan Doğu Perinçek, duruşmalardan men edilmişti bildiğiniz gibi… Ancak Ulusal Kanal o gün Perinçek’in savunmasını da veriyordu ve o gür ses, zaman zaman kantindeki televizyondan duruşma salonundaki kulaklarımıza haykırıyordu!

Gültekin, Özlü ve Önsel üçlüsünün hemen sağında ise en kıdemli üç asker vardı her zamanki gibi: İlker Başbuğ, Hasan Iğsız ve Hurşit Tolon

Bu salona ne zaman gelsem, hep bu tabloyla karşılaşırım; en önde üç İşçi Partili ve üç TSK mensubu… Tüm sanıkların temsilcileri gibi…

Bu oturma planı biraz da Hababam Sınıfı gibidir… Sınıfın en muzip öğrencileri olarak Hikmet Çiçek ve Tuncay Özkan, arkalardadır, sürekli hareket halindedir ve yer değiştirirler sık sık…

İŞÇİ PARTİLİLER ZIPKIN GİBİ

Diğer İşçi Partililerden Deniz Yıldırım ve Mehmet Perinçek zımba gibiydi. Deniz yoğun spor yapıyormuş, ondan böyle zıpkın gibi; Mehmet’e de getirdiğim selamları aktardım…

İkisi de yoğun entelektüel faaliyetlerini sürdürüyorlar; bir bilim adamı ve bir gazeteci, Silivri’de gün be gün pişiyor, büyüyor, ustalaşıyor…

Muzaffer Tekin her zamanki gibi şık ve zarifti ama dimdikti! Öcalan’ı sorgulayan Albay Atilla Uğur da öyle; sanki duruşmadan sonra operasyona çıkacakmış gibi diriydi… Denk getirip de İstanbul ve Ankara kitap fuarlarında, kitabının ilgiyle karşılandığı notunu aktaramadım kendisine. Buradan ileteyim… Ha bir de şu notu aktarayım: Ağabey izninle, kimi okurlarının kitaplarını ben imzalıyorum yerine, gururla!

Oktay Yıldırım’ı da göremedim… Tıpkı Perinçek gibi o da duruşmalardan men cezası almıştı…

AVUÇLAR GÜNEŞE DOĞRU

Hâkim, avukatların büyük direnişi karşısında sık sık duruşmaya ara verdiğinden, her arada bir Ergenekon kahramanıyla selamlaşma, kısa bir hal hatır sorma fırsatı yakaladık. Hasan Ataman Yıldırım’la, Mustafa Dönmez’le, İbrahim Şahin’le, Fikri Karadağ’la, salondan çıkarıldıkları koridora bakan gazeteci bölümünden, uzanarak küçük sohbet fırsatları bulduk.

Tuncay Özkan ve Mustafa Balbay’la avuçlarımızı güne bakan çiçeği gibi açarak selamlaştık…

DEVRİMCİ ATILIM GÜNÜYDÜ

13 Aralık’ta sadece sanıklar değil, avukatlar da birer Ergenekon kahramanıydı… Hasan Basri Özbey ve Celal Ülgen gibi kıdemlilerinden, Ümit Kaplan ve Sedef Ünal gibi en gençlerine kadar hepsi, tek yürek, Türkiye’yi savunuyorlardı…

Zeynep Küçük ve İrem Çiçek ise adeta babalarını savunmuyor, onlara kalkan oluyor, tertipten hesap soruyorlardı!

Dışarıda on binler ve içeride yüzler, o gün Türkiye’nin yeni bir devrimci atılımına önderlik ettiler…

Biz tanıktık. Göreceksiniz!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
15 Aralık 2012

, , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

AKPAŞA

Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Özel’in teröristle mücadele konusundaki eleştirileri yanıtladığı açıklamasını, dün Aydınlık’ta okudunuz…

Org. Özel, özetle “sorumluluk valilerin” diyor ve topu taca atıyor. “Asker yenilmez, komutan yenilir” ilkesinin ve sorumluluk anlayışının hâkim olduğu bir kurumun başının “sorumluluk valide” demesi, 10 yıllık AKP hükümetinin devlette yarattığı tahribatı göstermektedir aslında.

Zira AKP Hükümeti ile birlikte devlete egemen olan anlayış, “yöneticiler her başarının sahibidir ama başarısızlığın sorumlusu başkalarıdır” şeklinde özetlenebilir…

Hızlı tren faciasından başlayarak, son 10 yılda tek bir olayda bile hiç istifa yaşanmaması, bu anlayışın ne oranda yerleştiğine işarettir! Örneğin, döneminde tek bir sınavın bile sorunsuz geçmediği biri, en başarılı bürokrat diye nitelenebilmektedir…

ÖZEL: EM. ASKERLER YANILTIYOR

Org. Necdet Özel’in “sorumluluk valinin” ifadesinden, “aslında hükümeti işaret ediyor” ya da “bir nevi AKP’nin çıkardığı yasaya itiraz” anlamı çıkaranlar, fazlasıyla iyimserler. Çünkü bu konularda şikâyetin ne yeridir ne de zamanıdır, nitekim o yer ve o zamanda Org. Necdet Özel, ziyadesiyle sessizdi!

Ve bu anlamı çıkaranlar, Org. Necdet Özel’in sorumluluğu valiye atan açıklamasında olan ama Aydınlık’ın yer vermediği şu sözlerini dikkatle okumalılar: “2000 yılı öncesinde bölgede görev yapmış kişilerin yorumlarına yer verilerek kamuoyu yanlış bilgilendirilmektedir.

Komutanlarını, emekli askerleri kamuoyunu yanıltmakla suçlayan, silah arkadaşlarının sözlerinin güvenilmez olduğunu belirten Org. Necdet Özel, neden 2000 yılını temel almıştır? Teröristle mücadele etmenin yöntemi mi değişti o tarihte?

ÖZEL: TSK’NİN GÖREVİ POLİSE DESTEKTİR

Org. Necdet Özel’in sorumluluğu valiye atan açıklaması içinde yer alan şu sözler de çok önemlidir: “TSK unsurları teröristle mücadelede Kolluk Kuvvetlerine destek görevi ile görevlendirilmişlerdir.

Yani Türk Ordusu’nun görevi, PKK ile mücadelede polise ve jandarmaya destek vermektir!

Bu bir şikâyetse, bu yasa çıkarken neden yasayı millete şikâyet etmediler? Neden bu yasanın yanlışlığı konusunda kamuoyunu bilgilendirmediler?

Demokrasiye aykırı diye mi susulmuştur? “Atanmış atanmışlığını bilecek” diye mi sessiz kalınmıştır? “Genelkurmay Başkanı, seçilmişlerin emrindedir” diye mi başlar eğilmiştir?

Teröristle mücadelede anlık istihbarat alınan(!) büyük müttefikin Genelkurmay Başkanı Martin Dempsey daha birkaç hafta önce ABD Devlet Başkanı Barrack Obama’nın Suriye politikasını dünyanın gözü önünde eleştirmedi mi? Büyük Amerika’da oluyor da, küçük Amerika’da neden olmuyor?

Yoksa susmanın, itiraz etmemenin, yanlışlığı seyretmenin nedeni, Silivri korkusu mu?

KOMUTAN YENİLDİ, ORDU DEĞİL!

Org. Necdet Özel’in sorumluluğu valiye atan açıklaması, emekli silah arkadaşlarında büyük tepkiye neden oldu.

Acaba bu sözler Genelkurmay Karargâhında nasıl yorumlandı? Kara Kuvvetleri’nde, Deniz Kuvvetleri’nde, Hava Kuvvetleri’nde nasıl değerlendirildi? Jandarma Genel Komutanlığı’nda nasıl anlaşıldı?

Acaba içlerinde “yarın ülke parçalanırsa, ‘ne yapalım yasa öyleydi, sorumluluk valideydi’ demeye utanmayacak mıyız?” şeklinde tepki gösteren oldu mu?

Acaba içlerinde “Görevden alınan Mustafa Kemal, ‘ne yapalım sorumluluk İstanbul’un’ deyip Samsun’dan döndü mü?” diyerek isyan eden olmadı mı?

Yoksa onlar da tıpkı daha 25 can yerdeyken Afyon Valisi’nin hediye ettiği kilim karşısında “anında reaksiyon gösteremeyen” Org. Özel gibi basireti bağlanmış durumdalar mı?

Öyleyse, zaten kaybedecek bir şey kalmamış demektir… Ama öyle olmadığını biliyoruz ve güveniyoruz!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
12 Eylül 2012

, , , ,

Yorum bırakın

1 NOLU TANIK, 2 NOLU SANIK

Genelkurmay 1. Başkanı’nın tanık, 2. Başkanı’nın da sanık olduğu dünyadaki ilk mahkemenin dünkü duruşmasındaydık… Hilmi Özkök tanık olarak, o dönem 2. Başkan olan İlker Başbuğ da sanık olarak Silivri’deydi…

Hilmi Özkök, ilk günkü tanıklığının ardından dün de avukatların ve sanıkların sorularını yanıtlamak üzere mahkemedeydi. Özkök her ne kadar Fikret Bila’ya “Silah arkadaşlarımı acı çektiğim için Silivri’de ziyaret etmedim” dediyse de, aslında yüzünde farklı bir “acı” işareti vardı…

ÖZKÖK’ÜN PERFORMANSI

Nasıl bir acı olduğunu tarif etmeye çalışayım. Örneğin Hâkim üye Sedat Sami Haşıloğlu, Özkök’e “hangi gazeteler sizi yıpratmaya çalıştı” diye soruyor. Özkök bazı yayınları sıraladıktan sonra belirtiyor: “O yayınlar nedeniyle, görev performansım olumsuz etkilendi.”

“Performansı gazete haberleriyle düşen bir Genelkurmay Başkanı, kim bilir başka nelerden etkileniyordur” diye düşünmeden edemedim doğrusu… Umarım Özkök 1 numarayken, kimi devletler de böyle düşünmemiştir!

Hâkim üye Sedat Sami Haşıloğlu “2001-2002’de ABD Ecevit hükümetine darbe yaptı ve size Genelkurmay Başkanı olma yolunu açtı” diye özetleyebileceğimiz Doğu Perinçek tespitlerini sordu Hilmi Özkök’e… Özkök, “Perinçek’in görüşlerine saygı duyuyorum ama Genelkurmay Başkanı olmam rutindir” diyerek, o acıyı biraz daha sergiledi!

Özkök sonrasında, Perinçek’in yazılı sorusu karşısında da “Kıvrıkoğlu’nun süresinin bir yıl uzatılmak istendiği konusundan haberdar olmadığını” belirtti! Haber Tanzanya’da bile duyulmuştu ama demek o sırada Kara Kuvvetleri Komutanı olan Hilmi Özkök duymamıştı!

ÖZKÖK’ÜN TUNCAY ÖZKAN’A AÇTIĞI DAVA

Ardından Hâkim üye Sedat Sami Haşıloğlu, Özkök’e Mustafa Balbay’ın günlüklerinden bazı satırlar okudu. Özkök aktarılanların çoğundan ya haberdar değildi, ya da katılmıyordu o görüşlere… Balbay, “o zaman ben neden sanığım” diye sormuştur kendine eminim…

Bir ara Hilmi Özkök, Tuncay Özkan’ın KanalTürk’te Cüneyt Arcayürek’le birlikte yaptığı programda, kendisine “salak” dediğini söyledi. Özkök’ün bu “tanıklığı” üzerine Tuncay Özkan sinirlenerek bulunduğu en arka sıradan öne doğru yürüdü ve Hâkim’den söz hakkı istedi.

Pek söz vermeyen, verince tek soruyla sınırlayan Hâkim’in dalgınlığına gelmiş olmalı ki, Tuncay Özkan’a söz hakkı verdi. Muhtemelen pişman da oldu.

Çünkü Tuncay Özkan, programda öyle bir söz söylemediğini, o sözün söylenmediği halde programın deşifresine bilerek koyulduğunu, bunun mahkemede tespit edildiğini, bu nedenle açılan davadan beraat ettiğini anımsattı!

Hâkim, Hilmi Özkök’e sordu: “Bu davadan ve beraattan haberiniz var mı?”

Hilmi Özkök’ün yüzündeki acı dev ekrana yansıyor ve eski 1 numara “hayır” yanıtı veriyordu! Oysa Özkök, emekli olmasından bir gün önce 30 Ağustos’ta o davayı hem de 301’den açtırmıştı!

O an Özkök’ün yüzüne yansıyan acıyı gören herhangi biri, 1 numaranın “tanık mı, yoksa sanık mı” olduğunu, eminim anlamazdı!

Biz de anlamadık…

Ama iki günün ardından Özkök’ün tanık olmadığından artık emindik. Zira Hilmi Özkök herhangi bir darbe girişimine tanık olmamıştı!

O zaman dava da bitmiştir!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
4 Ağustos 2012

, , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

SİLİVRİ’DEKİ ZAFER İŞARETLERİ

Özel Büro isimli internet sitesi, Kürt mafyasına karşı mücadele etmek için 1 milyon motorize ekip kuracakmış. Tamamı silahlı ve telsizli bu hareketli birlik, mafyayı çökertecekmiş.

İnsan duyunca gülümsüyor haliyle ve aklına şu soru geliyor. Hadi 1 milyon kişiyi buldunuz, hadi oldu da 1 milyon silahı da buldunuz. Peki, 1 milyon telsizi ve motoru nasıl buluyorsunuz?

Bir motor firmasının kulağa fısıldadığı reklam maksatlı balon değilse, bir deli saçmasıdır en fazla.

Ama yok, biri ciddiye almış, bir gazeteci! 2006 yılında haber yapmış, şimdi o haberini de Ergenekon davasında tanık olarak mahkemeye anlatıyor. Mahkeme de, Ergenekon örgütünü ortaya çıkaran(!) bu müthiş haberi her ayrıntısıyla inceliyor.

Öyle ki, sanıkların tanığa yönelttiği sorular ve tanığın sorular karşısında “hatırlamıyorum” kaçamağına sarılması, mesleğimiz açısından üzücüydü. Duruşmayı birlikte izlediğimiz Cumhuriyet Gazetesi yazarı Ümit Zileli’yle, mesleğimiz adına utandık!

AYDIN KUCAKLAŞMASI

Evet, dün Silivri’deydim. Türkiye’nin en aydınlık yüzlerinin, en birikimli siyasetçi, gazeteci, akademisyen ve askerlerinin topluca yargılandığı, daha doğrusu onların yargılayanları yargıladığı salondaydım.

Sabah henüz duruşma başlamadan önceki o kısa zamanı büyük kucaklaşmalar dolduruyor. Sanıklar, izleyicilerle kucaklaşıyor. Ama ne kucaklaşma…

İnsanların birbirine dokunmadan nasıl kucaklaşabildiklerini, insanların gözleriyle nasıl anlaştığını ancak Silivri’de öğrenebilirsiniz.

Hele ilk arada Doğu Perinçek ile Tarık Akan ve Rutkay Aziz’in gözleriyle ve sözleriyle kucaklaşmaları görülmeye değerdi. Ayrıntıları Aydınlık muhabiri Sezim Özadalı’nın haberinden okuyacaksınız…

SİLİVRİ’DEKİ ÖĞRETMENLERİM

Ya benim kucaklaşmalarım?

Doğu Perinçek’le kucaklaştım önce… Değerli ustam, Silivri duruşmalarında bile “öğretmeye” ara vermedi. Önceki günkü yazımda yanlış kullandığım bir kelimeyi anımsattı, doğrusunu söyledi. Büyük öğretmenlerin o aydınlatan yüzü ve kalemi, rotamız olmayı, ufkumuzun ötesini bize göstermeyi her şart altında sürdürüyor…

Değerli gazeteci ustalarımdan Hikmet Çiçek, eleştirilerini sıraladı, tavsiyelerde bulundu; her zamanki gibi çok yararlanacağım…

Mehmet Bedri Gültekin, Turan Özlü, Erkan Önsel’le kucaklaştık sonra… Arguvan’dan selam getirdim Bedri ağabeye, eski mücadele arkadaşlarından… Erkan ağabey eczacı ya, her şart altında eczacılık yapıyor, kullandığım ilaçların dozajıyla ilgileniyor…

Mehmet Perinçek’le sarıldık sonra… Motorize ekip masalı anlatılırken kürsüde, o akademisyen titizliğiyle okuyor ve çalışıyordu oturduğu yerde… Birlikte ilk gözaltına alındığımız o eski günlerde, Beyazıt’ta, “çıkınca ilk yapacağımız” şey aynıydı. Yapmıştık da… Şimdi bir daha yapacağız!

Oktay Yıldırım, Levent Göktaş, Mustafa Balbay’la kucaklaştık sonra… İnsan ilk tanışmada nasıl kucaklaşır ki? Düşünün işte…

Sonra en deneyimli Ergenekon sanığı Muzaffer Tekin’le kucaklaştık… Güzel tesadüf; Kıbrıs Barış Harekâtı’nın yıldönümünde…

KAZANACAĞIZ!

Bugün size Ortadoğu’yu, Suriye’yi, Irak’ı, bölgeye yönelik ABD planlarını yazmadım.

O planlara direnecek isimlerin yargılandığı Silivri’yi yazdım. Çünkü Silivri’deki direniş, kazanacağımızı işaret ediyor!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
20 Temmuz 2012

, , , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

%d blogcu bunu beğendi: