Posts Tagged Atilla Uğur
AKP TARZI SİYASET
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 16/01/2013
Abdullah Öcalan’la görüşen kardeşi Mehmet Öcalan televizyon meselesini şöyle açıklıyor: “Televizyon kendi talebi değildi. Cezaevi müdürünün iknası sonucu televizyonu kabul etti.”
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ise şöyle açıklıyor: “İmralı’da idari ve gözlem kurulu var. Bu kurul Abdullah Öcalan’a çeşitli disiplin cezaları vermiş. 2011’de bu cezalar sona ermiş. Bir yıl kendisi gözlenmiş. Sonuç olarak uyumsuz davranışlarının olmadığı gözlemlenmiş ve televizyon verilmesine karar verilmiş. Buna ceza infaz kurumu karar veriyor.”
Gelin en iyisi birkaç gün öncesine dönelim ve Başbakan Erdoğan’ın Senegal’deki şu açıklamasını anımsayalım: “Öcalan 12 metrekarelik yerde kalıyor, karyolası, her şeyi var. Radyosu vardı, şimdi o radyoyu televizyon ile değiştirecekler. Ben talimatı verdim belki de değiştirmişlerdir bile. Talimatı vereli epey oldu. Bir televizyonu oraya koyun dedim.”
Başbakan ile Başbakan Yardımcısı’nın 3 gün arayla yaptığı bu açıklamalara bakılırsa ya “AKP tarzı siyasete uygun olarak yine millete yalan söylüyorlar” diyeceğiz ya da “Erdoğan, İmralı idari ve gözlem kurulu başkanı olmuş” diyeceğiz!
Siz tercih edin!
ERDOĞAN’A GÖRE ÖCALAN TERÖRİST DEĞİL
Başbakan Erdoğan, birkaç kez dile getirdiği şu sözleri, son süreçte de kullandı: “Bölücü terör örgütüyle mücadele ederiz, siyasi uzantısıyla da müzakere ederiz. Terör örgütüyle bir şey müzakere etmedik.”
Hatta Erdoğan bir konuşmasında, müzakereyle görüşmelerin farklı şeyler olduğunu kaydederek, “Görüşmeleri yaparsınız. Görüşme esnasındaki gelişmelere göre de adımınızı atarsınız.” diye konuştu.
Peki, o zaman bugün yapılan ne? Yine Erdoğan’ın ağzından açıklayalım: “Eğer müzakere edilen başlıklara sadık kalırlarsa süreç devam eder. Ama kalmazlarsa bunu devam ettirmeyiz.”
Farkındayım, Erdoğan’ın sözleri birbirini tutmuyor ve her konuşması bir öncekini tekzip ediyor. İşte bu AKP tarzı siyasettir. Ve tıpkı televizyon meselesinde olduğu gibi “AKP, sürekli millete yalan söylüyor” demeyeceksek, “terör örgütüyle müzakere etmedik” diyen Erdoğan’ın artık Öcalan’ı terörist olarak görmediğini kabul edeceğiz!
YENİ KAVRAMLARLA PSİKOLOJİK SAVAŞ
Bu aslında müzakere sürecini beslemek ve kamuoyunu hedefe yönlendirmek üzere yapılan, ABD ürünü bir psikolojik savaş yöntemidir. PKK ile Öcalan’ı uygun bir üslupla birbirinden ayırmak ve aşama aşama onun bir terörist olmadığını satır aralarında işlemek, bu sürecin önemli bir parçasıdır.
Nitekim bu yöntem, 15 gündür sıklıkla uygulanmaktadır. İşte örnekler:
Taraflar “ateşkes” yerine “çatışmasızlık ortamı” gibi daha yumuşak kavramlar kullanıyorlar. “Demokratik özerklik” yerine bu aşamada “yerel yönetim” veya “güçlendirilmiş yerel yönetim” diyorlar. “Müzakere” yerine “diyalog”, “Öcalan” yerine “İmralı”, “PKK” yerine “Kandil” isimlerini kullanıyorlar. Hatta “devlet” yerine de “ünite” demeye başladılar!
AKP medyası da süreci bu yeni terminolojiyi kullanarak şöyle tarif ediyor: “MİT, Kandil’i “silah bırakmaya” ikna etmek için İmralı’yla diyalog kurdu. Kandil, yerel yönetimlerin güçlendirilmesini ve demokratik bir ünite oluşturulmasını istiyor.”
Oysa yeni kavramlarla yumuşatılan cümle, aslında tam olarak şu demektir: “Erdoğan, PKK’yle pazarlık yapmak için Öcalan’la müzakereye başladı. PKK’nin şartı, devletin bölünmesi sonucunu doğuracak olan demokratik özerkliktir.”
DEVLETİN HİZMETİNDEN, DEVLETLE PAZARLIĞA
Kategorik olarak devletin Öcalan’la görüşmesine karşı değilim. Ancak kimin, ne amaçla görüştüğü kritik önemdedir!
Örneğin Albay Atilla Uğur’un Öcalan’ı sorgulaması ve Türk Ordusu’nun Öcalan’la görüşmesi, PKK’nın sınır dışına çekildiği ve terörün sıfırlandığı bir beş yıllık dönem yaratmıştır. 2004 yılına kadar süren bu süreç, Öcalan’ın ifade ettiği tarzıyla “devletimin hizmetindeyim” dönemidir!
Ancak AKP’nin ABD adına yürüttüğü türden müzakereler, Öcalan’ı devletin hizmetinden çıkarmış ve onu devletle pazarlık yapan bir otorite haline getirmiştir. Bu tip süreçler, 2009’da da olduğu gibi “barışı” getirmez, PKK’nin daha da güçlenmesini sağlar!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
16 Ocak 2013
PKK: ERGENEKON’DA YARGILANAN TSK YENİLDİ
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 25/12/2012
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ile PKK yöneticisi Duran Kalkan’ı bir ortaklıkta buluşturan ne olabilir?
Hayır, birinin dağda olması, diğerinin de “ben de dağa çıkardım” demesi değil. Zira Arınç, Başbakan Erdoğan’ın ayarından sonra “düz ovada siyasete devam” kararı aldı.
Peki, o zaman bu iki isim hangi konuda ortaklar, hangi söylemde mutabıklar?
TÜRK SUBAYI KARŞITLIĞI
Anımsayacaksınızdır. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç Ergenekon davasında yargılanan subaylar için şöyle demişti: “Allah’a çok şükrediyorum ki Türkiye bunların zamanında bir savaşa falan girmemiş, yoksa bunların savaşacak halleri yok.”
Arınç sonrasında Sakarya’da yaptığı bir konuşmada da generallere seslenmiş ve “Türkiye’de AK Parti iktidarı var. Meydan okuyoruz.” demişti.
“Mevlithan ve hafızlar, bizim manevi komutanlarımızdır” diyen Arınç, geçen yıllar içinde her vesileyle Türk subayı karşıtlığını sergilemişti.
Bülent Arınç’ın şahsında cisimleşen bu TSK karşıtlığı, AKP’nin en önemli politikasıydı. Öyle ki AKP MKYK üyesi Yasin Aktay, “Türk devleti ile PKK’nin savaştığını, tarafsız olan AKP’nin ise bu savaşı durdurmaya soyunduğunu” belirtiyordu.
PKK’NİN ERGENEKON DAVASI YORUMU
Kendisini TSK ile PKK’ye eşit uzaklıkta konumlayanın, nesnel olarak hangi cephede yer aldığı kuşkusuz ortadadır. İşte o nesnel ortaklık nedeniyle, AKP ve PKK Ergenekon davasında Türk Ordusu’nun tam karşısında birlikte konumlanmışlardır.
Bakınız PKK’nin üst düzey yöneticisi Duran Kalkan ne söylüyor: “Türk ordusu savaşta aslında yenilmiş durumda. Bunu darbe ve Ergenekon davalarında yargılanan generallerin, subayların durumunda görüyoruz.”
AKP SAVCI, PKK TANIK, TSK SANIK
Ergenekon davasındaki bu ortaklığı sadece Bülent Arınç ile Duran Kalkan’ın birbirini besleyen açıklamalarına bakarak saptamıyoruz elbette…
Başka?
1. TSK’nin sanık yapıldığı bu davada PKK tanıktır, AKP savcıdır!
2. Yargılanan subaylarla ilgili suçlamalarda, “teröristle mücadelesi” vardır!
3. Öcalan’ı sorgulayan Albay Atilla Uğur başta olmak üzere, bu davada yargılananlar PKK ile mücadelede en kritik görev üstlenenlerdir.
4. Nitekim Başbakan Erdoğan’ın özel temsilcisi sıfatıyla Oslo’da PKK yöneticileriyle görüşen Hakan Fidan, muhataplarından bölgede şikâyetçi oldukları kamu görevlilerinin isimlerini istemiştir. Ne için? Kuşkusuz çeşitli yöntemlerle tasfiye etmek için.
5. Genelkurmay Başkanı’nı “terör örgütü lideri” diye suçlayanlar, doğal olarak PKK’yi aklamaktadırlar!
6. PKK, Balyoz davası sonuçları için “daha çok ceza verilmeliydi” diyerek “iddia makamında” olduğunu göstermiştir.
ATATÜRK YERİNE İŞGAL TERCİH EDENLER
Peki, iktidarda olan bir hükümet ordusuna nasıl bu kadar karşıt olabilir? Nasıl ordusunun düşmanı olan bir terörist örgütle aynı frekansta buluşabilir? Bu nasıl bir psikolojidir?
Yanıtı, yıllar önce Fatih Altaylı’nın Teke Tek programında “Mustafa Kemal yerine İngiliz işgalini tercih ederdik” diyen o genç kızın sözlerinde!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
25 Aralık 2012
SİLİVRİ TANIKLIĞI
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 15/12/2012
Silivri’nin dışarıdan kuşatıldığı, içeriden yarıldığı 13 Aralık günü oradaydım… O gün bir milattı; o günle, ertesi gün Ahmet Altan ve Yasemin Çongar’ın Taraf’tan istifa etmesi arasında kuşkusuz bir tarihi bağ vardı. Tarih bu iki günü hem Taraf’ın hem de davanın çöktüğü gün olarak mutlaka yazacaktır!
O günü Ulusal Kanal canlı yayımlayarak büyük bir görev yaptı. Biz o günü dava salonunda yaşayanlar, dışarıda ne olduğunu kantinde açık olan Ulusal Kanal ekranlarından öğrendik.
O nedenle dışarıyı değil, içeriyi yazacağım bugün sizlere; kişisel notlarımı aktaracağım…
EN KIDEMLİSİ HİKMET ÇİÇEK
Sanıklardan önce duruşma salonunda yerimizi almıştık. Bizlerle aynı bölüme sıkışmaya çalışan CHP milletvekilleriyle sohbet ediyorduk ki, sanıklar salona girmeye başladı. En önlerinde Hikmet Çiçek’in olması, mahpushane kıdeminden olsa gerek…
Hikmet ağabey, peşine taktığı “örgüt üyeleriyle” salona girdi ve izleyicileri selamladı… O anı sizlere aktarabilecek kadar güçlü ve edebi bir kalemim yok maalesef; olsa da anlatamazdım herhalde, ancak yaşanır! İnsanların gözleriyle birbirine sarıldığı o anlara kelimeler yetmez.
Geçmeden belirteyim. Hikmet ağabey sakal bırakmış. Duruşmalardan men cezası aldığı için kesmemiş bir süre… Fikret Akfırat hariç biz gazeteci çıraklarının tamamı yeni imajını beğendik, “sakalını kesme” dedik. Yirmi yıla dayanan hapisliğin ona kazandırdığı “olağanüstülüğe” üniforma olmuş sakalı…
Ha unutmadan, müthiş bir kitaba imza atmaya hazırlanıyor. Yakında…
SANIKLARIN OTURMA PLANI
Mehmet Bedri Gültekin, Turan Özlü ve Erkan Önsel üçlüsü, her zamanki gibi tıraşlı, bakımlı, pırıl pırıl halleriyle salondaydılar. Hep aynı yere, yani sanık sıralarının en önündeki koltuklara oturdular yine.
Ancak “kare as” bir eksikti… Savunmasından korkulan Doğu Perinçek, duruşmalardan men edilmişti bildiğiniz gibi… Ancak Ulusal Kanal o gün Perinçek’in savunmasını da veriyordu ve o gür ses, zaman zaman kantindeki televizyondan duruşma salonundaki kulaklarımıza haykırıyordu!
Gültekin, Özlü ve Önsel üçlüsünün hemen sağında ise en kıdemli üç asker vardı her zamanki gibi: İlker Başbuğ, Hasan Iğsız ve Hurşit Tolon…
Bu salona ne zaman gelsem, hep bu tabloyla karşılaşırım; en önde üç İşçi Partili ve üç TSK mensubu… Tüm sanıkların temsilcileri gibi…
Bu oturma planı biraz da Hababam Sınıfı gibidir… Sınıfın en muzip öğrencileri olarak Hikmet Çiçek ve Tuncay Özkan, arkalardadır, sürekli hareket halindedir ve yer değiştirirler sık sık…
İŞÇİ PARTİLİLER ZIPKIN GİBİ
Diğer İşçi Partililerden Deniz Yıldırım ve Mehmet Perinçek zımba gibiydi. Deniz yoğun spor yapıyormuş, ondan böyle zıpkın gibi; Mehmet’e de getirdiğim selamları aktardım…
İkisi de yoğun entelektüel faaliyetlerini sürdürüyorlar; bir bilim adamı ve bir gazeteci, Silivri’de gün be gün pişiyor, büyüyor, ustalaşıyor…
Muzaffer Tekin her zamanki gibi şık ve zarifti ama dimdikti! Öcalan’ı sorgulayan Albay Atilla Uğur da öyle; sanki duruşmadan sonra operasyona çıkacakmış gibi diriydi… Denk getirip de İstanbul ve Ankara kitap fuarlarında, kitabının ilgiyle karşılandığı notunu aktaramadım kendisine. Buradan ileteyim… Ha bir de şu notu aktarayım: Ağabey izninle, kimi okurlarının kitaplarını ben imzalıyorum yerine, gururla!
Oktay Yıldırım’ı da göremedim… Tıpkı Perinçek gibi o da duruşmalardan men cezası almıştı…
AVUÇLAR GÜNEŞE DOĞRU
Hâkim, avukatların büyük direnişi karşısında sık sık duruşmaya ara verdiğinden, her arada bir Ergenekon kahramanıyla selamlaşma, kısa bir hal hatır sorma fırsatı yakaladık. Hasan Ataman Yıldırım’la, Mustafa Dönmez’le, İbrahim Şahin’le, Fikri Karadağ’la, salondan çıkarıldıkları koridora bakan gazeteci bölümünden, uzanarak küçük sohbet fırsatları bulduk.
Tuncay Özkan ve Mustafa Balbay’la avuçlarımızı güne bakan çiçeği gibi açarak selamlaştık…
DEVRİMCİ ATILIM GÜNÜYDÜ
13 Aralık’ta sadece sanıklar değil, avukatlar da birer Ergenekon kahramanıydı… Hasan Basri Özbey ve Celal Ülgen gibi kıdemlilerinden, Ümit Kaplan ve Sedef Ünal gibi en gençlerine kadar hepsi, tek yürek, Türkiye’yi savunuyorlardı…
Zeynep Küçük ve İrem Çiçek ise adeta babalarını savunmuyor, onlara kalkan oluyor, tertipten hesap soruyorlardı!
Dışarıda on binler ve içeride yüzler, o gün Türkiye’nin yeni bir devrimci atılımına önderlik ettiler…
Biz tanıktık. Göreceksiniz!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
15 Aralık 2012