Posts Tagged BOP
ABD HAVLU ATTI
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 09/01/2012
Yoğun gündem bazı gelişmeleri değerlendirmemizi erteletti; en başta da ABD’nin yeni savunma stratejisini…
ABD Başkanı Barrack Obama ile ABD Savunma Bakanı Leon Panetta, düzenledikleri basın toplantısında, Washington’un yeni savunma stratejisini açıkladı.
PENTAGON BAYRAĞI İNDİRDİ
Obama, ABD’nin havlu attığını ilan ettiği açıklamalarında 4 önemli vurgu yaptı:
1. Obama, ABD’nin 10 yıldır devam eden savaş dönemini kapadığını ve yeni bir sayfa açtığını söyledi.
2. Obama, ABD’nin dünyadaki temel gücünün kaynağının ülke içindeki ekonomik güç olduğunu belirtip, bunu yenilemeye yöneleceklerini söyledi. Obama, “buna mali durumumuza bir çekidüzen vermek de dâhil” dedi.
3. Obama, yeni ABD stratejisinin, “uzun dönemli askeri operasyonlarla ulus inşası” yaklaşımına son vereceğini ilan etti.
4. Obama, Pentagon’un artık “daha küçük, konvansiyonel kara güçlerine dayalı” bir ulusal güvenlik stratejisi izleyeceğini belirtti.
BOP İFLAS ETTİ
Bizce, önümüzdeki 10 yılda 450 milyar dolarlık kesintiye gitmesi zorunlu olan Pentagon’un bu yeni stratejisinin anlamı şudur: ABD, 2,5 savaş konseptini tamamen kaldırdı.
Aslında ABD’nin 2010 tarihli “Yeni Strateji”sinde, bu konseptin rafa kalktığı ortadaydı. Nitekim biz de 2010 Şubat’ında, Odatv’de, “ABD’nin 2,5 savaş konsepti tarihe gömüldü” demiş ve yeni belgede yer alan şu cümleye dikkat çekmiştik: “Artık bölgesel çatışmaları ABD güçlerinin boyutlandırılması, şekillendirmesi veya değerlendirilmesinde tek ve hatta ana şablon olduğunu söylemek uygun olmaz.”
2.5 konsepti, ABD’nin iki ülkede konvansiyonel savaş ve bir ülkede askeri varlık bulundurması üzerine kuruluydu. ABD, Irak’tan çekildi, Kosova’dan da 2 ay içinde çekileceğini açıkladı. Taliban’la müzakerelere hazırlanan ABD, Afganistan’dan geri çekilme takvimini ilan etti.
Kısacası ABD, Fas’tan Endonezya’ya kadar 24 ülkenin sınır ya da rejimini değiştirmek anlamına gelen Büyük Ortadoğu Projesi’ni gerçekleştiremedi! 20 günde Irak’ı işgal eden ABD, öngörmediği bir direnişle karşılaştı ve sonraki hedeflerine bu nedenle yönelemedi.
ABD, PASİFİK’E YÖNELİYOR
BOP’ta iflas eden ABD, nihai hedefine doğrudan yönelme kararı almışa benziyor.
Pentagon’a yakınlığıyla bilinen düşünce kuruluşlarındaki çeşitli analizlerde, takvimin Pekin lehine işlediği, zaman geçtikçe Çin’in ABD’yle boy ölçüşecek noktaya ilerlediği, ABD Ortadoğu bataklığındayken, Çin’in hızla askeri gelişmeler kaydettiği belirtiliyor…
Yani ABD, Büyük Ortadoğu’da zaman kaybetmektense, Çin’i Pasifik’te kuşatmayı önüne yeni görev olarak koyuyor…
ABD’nin Avustralya’ya 2500 asker çıkarma kararı da, bu kuşatma hamlesinin bir işareti olarak değerlendiriliyor.
Ancak, ABD’nin bu yeni stratejisi de başarısızlığa mahkûm. Çünkü her şeyden önce Çin’i kuşatmak diye önüne koyduğu görev, bir saldırı hamlesi değil, tersine savunma hamlesi…
Çünkü Çin, Pasifikte önemli hamleler yapıyor: Hong Kong’u anavatana katarak başlatılan “tek Çin” süreci Pekin’in ustalık dolu politikalarıyla ilerliyor; Tayvan sorunu ABD’nin elinden çıkmaya başladı bile… Çin, kapitalist dünyanın ikinci büyük ekonomisi olan Japonya’yla yakınlaşıyor. Pekin yönetimi, ABD işgali altındaki Afganistan’da büyük yatırımlar yapıyor; Pasifikteki ülkelerle imzaladığı ticaret anlaşmalarını, Washington’a karşı politik avantaja dönüştürüyor.
Kısacası, hamle yapan Çin, savunma yapan ABD’dir artık!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
9 Ocak 2011
KARADENİZ – NİL EKSENİ
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 21/09/2011
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun “Türkiye ile Mısır arasında kurulacak bir ortaklıkla yeni bir güç ekseni oluşturulabilir. Karadeniz’den Nil Vadisi’ne demokrasi ekseni olacak” sözleri, tıpkı çuvallayan “komşularla sıfır sorun” tezi gibi Washington’da cilalanıyor.
Kuşkusuz Türkiye’nin Mısır’la ittifak arayışı, bunu Karadeniz-Nil ekseni diye nitelemesi, ABD stratejisi içindedir.
Bu alt-eksen üç nedenle ihtiyaçtır: ABD’nin bölgede çözülmesini engellemek, Mısır’ı İran’a yaklaştırmamak ve İsrail’in güvenliğini sağlamak.
İnceleyim:
1.) ABD’NİN ÇÖZÜLMESİNİ ENGELLEMEK
“Mısır’ı kaybeden ABD, bölgede çözülmeye başlar” gerçeğine uygun olarak, Kahire yeniden alt-eksene dahil edilmeye çalışılmaktadır.
ABD böylesi önemli bir hedef için “Küresel Antiterörizm Forumu” kurdu ve Türkiye’yi bu forumun eşbaşkan ilan etti. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Mısır’da verdiği mesajlar, forumun ana ilkeleri gereğiydi. Erdoğan’ın içini boşaltarak, çarpıtarak sunduğu ve önerdiği laiklik, bu mesajların başında geliyordu.
2.) MISIR’I İRAN’A YAKLAŞTIRMAMAK
Hüsnü Mübarek’in devrilmesi sonrası İran’la yakınlaşan Mısır’ın, Tahran’dan uzaklaştırılması gerekmektedir.
Kahire’nin Tahran’la diplomatik ilişkileri başlatması, Tahran’a Süveyş Kanalı’ndan geçiş izni vermesi, İran savaş gemilerini karasularına kabul etmesi, Gazze’ye ablukanın uygulandığı Refah Sınır Kapısı’nı aralaması, El Fetih ile Hamas’ı buluşturması ve en önemlisi İsrail’in güvenliğinin garantisi olan Camp David’i sorgulaması, Mübarek sonrası Mısır’ın dikkat çeken politikalarıdır.
Yeri gelmişken belirtelim. Davutoğlu’na uygulatılan politikaların temelini “İran’a markaj” belirlemektedir: Suriye’nin İran’dan koparılması gerektiğinde Davutoğlu Suriye ile yakınlaşmakta, Mısır’ın İran’ın etkisine girmesi engellenmek istendiğinde Davutoğlu Mısır’la yakınlaşmaktadır!
3.) İSRAİL’İN GÜVENLİĞİNİ SAĞLAMAK
Mübarek’in devrilmesi, bölgede en çok İsrail’in çıkarlarını sarstı. Tel Aviv’in Mübarek’i savunabilmek için yaptığı girişimleri, Washington nezdindeki çabaları anımsanacaktır.
Çünkü Mısır İsrail’in güvenliğinin teminatıydı. Bu teminatın dayanağı 1979 tarihli Camp David anlaşmasıydu ve Hüsnü Mübarek de bu anlaşmanın teminatıydı!
İşte artık Mısır’da Camp David anlaşması sorgulanmaktadır: Mısır Başbakanı İsam Şerif, Camp David anlaşmasının “kutsal” bir anlaşma olmadığını, bölgenin çıkarları doğrultusunda değiştirilebileceğini söyledi.
Mübarek sonrasında, Mısır-İsrail ilişkilerinin bozulduğunu CFR de saptamaktadır. CFR’nin hazırladığı raporda, Mısır ile İsrail arasında 30 yıl boyunca süren “güçlü, yararlı ve sıcak” ilişkilerin sona erdiği belirtilmektedir.
İşte Davutoğlu, ABD adına Karadeniz-Nil ekseni oluşturarak, bozulan bu ilişkileri tamir etmeyi ve Mısır’ı yeniden İsrail’in kucağına sürmeyi de önüne görev olarak koymuş bulunuyor. Çünkü ancak İran’a yakınlaşması engellenecek bir Mısır’ın, yeniden İsrail eksenine oturtulması olasıdır.
Elbette sürecin nasıl sonuçlanacağı, bu çabaların dışında, hem Mısır’daki iç dinamiklere hem de bölgedeki İran merkezli dış dinamiklere bağlıdır.
ANA-EKSEN: ABD-AKP-İSRAİL
AKP’nin bölgede ABD adına attığı her adım artık İran’ı hedef almakta ve nesnel olarak İsrail’i korumaktadır.
Konu Mısır olduğunda da, füze kalkanı olduğunda da bu böyledir. Çünkü füze kalkanı da İran’ı hedef almakta ve İsrail’i korumaktadır.
Bu sonuç, AKP’nin BOP eşbaşkanı olarak Türkiye’yi yerleştirdiği ana-eksenden kaynaklanmaktadır. O ana-eksen “ABD-AKP-İsrail” eksenidir ve bölge karşıtıdır!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
21 Eylül 2011
ASKER KARŞITLIĞINDAN, MÜSLÜMAN DÜŞMANLIĞINA
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 26/06/2011
Irak’ta, Afganistan’da 2 milyon Müslüman öldüren, Libya’ya bomba yağdıran ABD emperyalizmi şimdi de Suriye’ye saldırmaya hazırlanıyor… Aydınlık gazetesi dışında bu gelişmeye seyirci kalmayan tek gazeteci Yeni Şafak’tan İbrahim Karagül ve Akşam’dan Hüsnü Mahalli; İşçi Partisi dışında bu gelişmeye itiraz eden tek parti –sesi biraz kısık da olsa- Saadet Partisi…
Peki, nerede Türkiye’nin Müslümanları? Türban için camilerden akın akın çıkıp eylem yapan Türkiye Müslümanları için Suriye Müslümanlarının bir önemi yok mu? Suriyeli Müslümanların türban kadar değeri yok mu? Acaba Suriye yönetimi Alevi diye mi bu suskunluk? Değil elbette, bal gibi de Suriyeli çoğunluğun Sünni olduğunu biliyorlar; üstelik Suriyeli Sünni din adamlarının “dinimiz, mezhebimiz vatan” dediği şu günlerde…
Yoksa AKP hükümeti Suriye konusunda ABD taşeronluğu yaptığı için mi bu suskunluk? Neden suskun bizim Müslümanlarımız?
Açalım:
ABD’nin 9 yıldır uyguladığı AKP operasyonu aynı zamanda Türkiye Müslüman’ına yaptığı bir operasyondur. AKP’yle birlikte Türkiye Müslüman’ı da İsrail’den “Yahudi Cesaret Madalyası” aldı, Irak’ta Müslüman katleden ABD askerinin sağlığı için duacı oldu, Afganistan’a, Somali’ye, Lübnan’a asker gönderdi, Libya’ya tezkere için el kaldırdı… Aslında başına çuval geçirildi!
28 ŞUBAT, TÜRKİYE-İRAN-SURİYE İTTİFAKIYDI
Türkiye Müslüman’ı neden AKP’nin bu suçlarına ortak oldu, hatta destek verdi? AKP 28 Şubat’ın intikamını alıyor diye mi? Gelin şu 28 Şubat’ın intikamı konusunun üzerindeki perdeyi kaldıralım:
AKP hükümetinin tarihi aynı zamanda ABD’nin TSK’ye operasyonlarının tarihidir. Ergenekon tutuklamaları 2007’de başladı ama aslında operasyonun tarihi 2001’dir… Operasyonu yöneten merkez, zaman zaman 28 Şubat’ın intikamı diye sunarak geniş kitlelerin desteğine başvurdu; 28 Şubat’ı, “askerin din karşıtlığı” diye sundu, türbana indirgedi…
28 Şubat’ın esası “irtica karşıtlığı” değildi! 28 Şubat esas olarak ABD’nin bölgesel planlarına karşı Türkiye’nin İran ve Suriye ile ittifak kurmasıydı; Atlantik cephesi yerine Avrasya cephesine yönelmesiydi… İşte bu nedenle, Ergenekon operasyonlarıyla tutuklanan asker ve sivillerin tek bir ortak noktası varsa, o da Avrasyacılıklarıdır!
28 Şubat’ın irtica karşıtlığı sözleri ise tam bir uydurmadır; 28 Şubat “batı destekli irtica karşıtlığıydı”, “Haçlı irtica karşıtlığıydı.”
Bizim Müslümanlarımız işte bu 28 Şubat düşmanlığı üzerinden, önce asker karşıtlığına, sonra da başka ülkelerin Müslümanlarına düşmanlıkta AKP’ye ortak oldular! “Din düşmanı askere” karşı olacağım derken, ABD’nin Müslüman katliamına sessiz kalarak, ortak oldular!
Gerçek çırılçıplak ortada: 28 Şubat, Türkiye’yi Suriye ve İran’la ittifak yapmıştı; AKP ise Türkiye’yi Suriye ve İran’la düşman yapıyor!
SURİYE KARŞITLIĞI, AKP’Yİ İSRAİL’LE BULUŞTURDU
AKP, Müslümanımızı sözde İsrail karşıtı görüntü üzerinden de kandırdı, Davos ve Mavi Marmara gerçeklerine perde örttü… Çünkü İran’a karşı markaj görevi almıştı, İsrail karşıtı görünmesi gerekiyordu…
Aynı AKP, durum değişip Suriye konusunda görev geldiğinde, yeniden İsrail’le kol kola girmeye başladı; İsrailli bakanların gizlice Türkiye’ye gelip, Suriye konusunda müzakereler yürüttüklerine gözlerinizi kapamayınız, ey Müslümanlar!
OSMANLICILIK DEĞİL, ABD İMPARATORLUĞU
Biliyoruz, size alttan alta Osmanlıcılık hikâyeleri de anlatıyorlar; Osmanlının hükmettiği topraklara yeniden hükmedileceğini, sırf bu nedenle ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’ne “sözde” destek verdiklerini söylüyorlar… Kuyruklu yalan! AKP’nin “yeni-Osmanlıcılığı”, size suça ortak etmek içindir.
Bu coğrafyada yeniden Osmanlı kurulmayacak, Osmanlı diye diye aslında ABD’ye eyaletler kurulacak; Büyük İsrail kurulacak, Büyük Kürdistan kurulacak, Küçültülmüş Türkiye oluşturulacak…
Irak fiilen üçe bölündü, Suriye’nin de benzer şekilde bölünmesi, Türkiye’yi değil, ABD’yi ve İsrail’i büyütecektir!
EMPERYALİZMİN SURİYE YALANLARI
Ey Türkiye Müslüman’ı; Suriye konusunda kanma, Beşar Esad’ın halkını katlettiği yalanına inanma. Holding ve yandaş medyanın ısıtıp ısıtıp önüne getirdiği 1982’deki Hama isyanının, Suriye’nin Şeyh Sait ve Dersim ayaklanması olduğunu bil. Mayıs ayında isyancıların 120 polis öldürdüğü Cisreşşugur katliamının da, Suriye’nin Maraş katliamı olduğunu aklından çıkarma!
Suriye’deki 1982 ve 2011 ayaklanmaları, emperyalizme işbirliği yapanların ayaklanmasıdır, vatan karşıtıdır; Batılı Haçlı irtica, ılımlı İslam ve Müslüman Kardeşler aynı cephededir!
EY MÜSLÜMAN, SESSİZ KALMA!
Irak’a sözde reform getirmenin bedeli 1,5 milyon Müslüman’ın ölmesi, milyonlarcasının da sakat kalmasıdır… Suriye’den reform istemek, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün dediği gibi “reform yapmazsan, dış müdahale olur” diye tehdit etmek, Türkiye’nin görevi olamaz! Reform’un ABD bombası olduğunu, en iyi Iraklı Müslüman bilir!
Ey Türkiye Müslüman’ı; Türkiye’yi komşularıyla karşı karşıya getirecek, Suriye’yle ve İran’la düşman haline getirecek bu gidişata sessiz kalma!
Ey Türkiye Müslüman’ı; AKP’nin Ergenekon operasyonu ile Türkiye’yi Suriye ve İran’la düşman yapmasına, seyirci kalma!
ABD bu coğrafyadan er geç gidecek ama Türk; Kürt’le, Arap’la, Acem’le bu coğrafyada binlerce yıl yaşayacak!
Mehmet Ali Güller
27 Haziran 2011
Aydınlık Gazetesi / Manşet
AKP HÜKÜMETİ, SURİYE OLAYLARININ NERESİNDE?
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Odatv Yazıları, Politika Yazıları on 16/06/2011
Seçim gündemi nedeniyle kamuoyunda hak ettiği ilgiyi görmediyse de, Aydınlık gazetesi Suriye olayları konusunda büyük gazetecilik başarısı elde etti. Bu haberler ortaya koydu ki, AKP hükümeti Suriye olaylarının boylu boyunca içinde…
Gelin o haberleri kısaca anımsayalım önce:
AYDINLIK’IN SURİYE HABERLERİ
“Türkiye’den Suriye’ye kaçak silah – Reka Gümrük Emniyet Müdürü Albay Kemal İsa, Urfa plakalı bir kamyonda 36 adet otomatik silah bulduklarını açıkladı.” (Aydınlık, 30 Mayıs 2011, s:6)
“Suriyeli muhalifler, Antalya’da ABD’nin Ortadoğu’daki yeni sınır tasarımını konuştu. PKK’li Bayık aynı konuyu Brüksel toplantısında gündeme getirdi.” (Aydınlık, 30 Mayıs 2011, s:6)
“Suriye operasyonu Hatay’dan yönetilecek – NATO’nun Amanos dağlarındaki radarı çevresinde hareketlilik.” (Aydınlık, 31 Mayıs 2011, s:8)
“Suriyeli NATO’cuların Antalya toplantısını Amerikalılar organize ediyor.” (Aydınlık, 1 Haziran 2011, s:6)
“Antalya’da toplanan Suriyeli muhalifler: Asıl düşman İran.” (Aydınlık, 2 Haziran 2011)
“Suriye’deki Müslüman Kardeşler’in Türkiye’deki lideri Gazi Mısırlı, Tayyip Erdoğan’ın arkadaşı çıktı.” (Aydınlık, 3 Haziran 2011, s:6)
“Muhalif Suriyeliler, Antalya’daki toplantılarına Türk hükümetinin izin verdiğini açıkladılar.” (Aydınlık, 3 Haziran 2011, s:6)
“ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Feltman’ın cinayet planı elinde patladı.” (Aydınlık, 6 Haziran 2011, s:6)
“MOSSAD’ın Suriye Ordusu’nu hedef alan planı.” (Aydınlık, 7 Haziran 2011, s:6)
“Polise pusu: 120 ölü” (Aydınlık, 7 Haziran 2011, s:6)
“Erdoğan’ın silahlandırdığı çeteler – Suriye’de öldürülen 120 polis olayının perde arkası aydınlanıyor.” (Aydınlık, 8 Haziran 2011, s:1,6)
“Suriyeli gazeteciler: Dörtyol’da Türk askerini katledenler aynı kişiler.” (Aydınlık, 8 Haziran 2011, s:6)
“MOSSAD’ın müttefikleri: Kürtler, İhvan, Selefiler” (Aydınlık, 8 Haziran 2011, s:6)
“Suriye’deki saldırının komutanı MİT ajanı çıktı.” (Aydınlık, 9 Haziran 2011, s:6)
“Tanık: Saldırganlar Türkiye’den geldi.” (Aydınlık, 10 Haziran 2011, s:1)
“Saldırının amacı BM’den kınama kararı çıkartmak.” (Aydınlık, 11 Haziran 2011, s:10)
“CIA Hatay’dan, MOSSAD Erbil’den.” (Aydınlık, 12 Haziran 2011, s:6)
“Erdoğan: Seçimlerden sonra, Esad’la farklı şekilde görüşeceğiz.” (Aydınlık, 12 Haziran 2011)
“Teröristlerde Türk SİM kartları.” (Aydınlık, 13 Haziran 2011, s:6)
“ABD’nin planına göre, Suriye sınır kenti İdlib’e müdahale edecek, ardında Türk ordusu, Suriye topraklarına girecek.” (Aydınlık, 14 Haziran 2011, s:6)
“Erdoğan, Suriye’yi arkadan hançerliyor.” (Aydınlık, 14 Haziran 2011, s:6)
Aydınlık’ın yukarıda özetlediğimiz iki haftalık Suriye haberleri, tv ve yandaş basının kamuoyuna yansıttıklarının gerçekle ilgisinin olmadığını ortaya koyuyor. Ki o haberler özel olarak, Suriye ordusunun kendi halkına katliam yapmak üzere kuzeye doğru yöneldiğini, Suriyelilerin de korkudan Türkiye’ye sığınmaya başladığı aldatmacası üzerine kurulu… 120 polisin öldürülmesinin üzerinde nedense hiç durmuyorlar!
Ve seçim gündemi nedeniyle, AKP’nin Suriye olaylarındaki rolü Türk kamuoyunda pek yer bulmadı…
RUSYA-İRAN ve SURİYE’DEN TÜRKİYE’YE UYARI
Ancak Suriye durumun farkında… Gelişmelere, ABD projesi olması nedeniyle yakından ilgi gösteren İran ve Rusya da durumun farkında…
Örneğin, Suriyeli Parlamenter Muhammed Zahir Gunnum, “Türkiye güvenirliğini kaybeder” derken, Şam Üniversitesi Hukuk fakültesi Dekanı Prof. Dr. Muhammed Hüseyin de “ABD, Türkiye’yi kukla ve işbirlikçisi yapacak” uyarısında bulunuyor. (Aydınlık, 14 Haziran 2011, s:6)
İran da AKP hükümeti üzerinden Türkiye’nin tutumunu ortaya koyuyor. “İran: Türkiye Suriye konusunda ikili oynuyor.” (14 Haziran 2011 tarihli günlük gazeteler)
Rusya Devlet Başkanlığı İdaresi Rusya Stratejik Araştırmalar Enstitüsü Uzmanı Aleksandr Kuznetsov da AKP’nin ikili tutumuna dikkat çekiyor: “AKP, Suriye üzerinde ikili oyun oynuyor. Amaç, Müslüman Kardeşler’in başında olduğu zayıf bir Suriye yaratmak. Ancak Suriye’deki bu istikrarsızlık, Türkiye’nin güvenliğine Kürt meseleleriyle birlikte tehdit olarak geri dönecektir. Bşar Esad’ın istifası bölgede felaketlere yol açacaktır.” (Aydınlık, 14 Haziran 2011, s:6)
AKP’NİN SURİYE GÖREVİ
Peki, AKP hükümeti neden Suriye olaylarının içinde? Düne kadar “Komşularla sıfır sorun” diyen, Suriye’yle “Şamgen” eksenli Ortadoğu Birliği kuran AKP, gerçekten ikili oynuyor olabilir miydi? (AKP’nin bu hamlelerinin BOP’la doğrudan ilgili olduğunu, Kaynak Yayınlarından çıkan “ABD’nin Neo-Osmanlı Projesi:Büyük Kürdistan” isimli kitabımdan okuyabilirsiniz).
Bu sorunun yanıtını da yorumla değil yine olgularla ortaya koyalım:
1.) AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, kendisinin de 35 ayrı yerde söylediği gibi ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin eşbaşkanıdır.
2.) ABD, Tunus ve Mısır’da başlayan ve kendi nüfuz alanı olan Bahreyn, Yemen, Ürdün ve Kuzey Irak’a sıçrayan halk hareketlerine karşı önlem almak için üç önemli adım attı. Birincisi, bölgedeki nüfuz alanı olmayan Libya, Suriye ve İran gibi ülkelerde ayaklanma başlattı. İkincisi, bu ayaklanmaları bastırmaya çalışan Libya’ya karşı Fransa-İngiltere ikilsiyle birlikte askeri saldırı başlattı. Üçüncüsü, ABD’nin nüfuz alanı olan ülkelerdeki (Tunus, Mısır, Ürdün, Yemen, Bahreyn) halk hareketlerinin yönelimini değiştirmek için Türkiye’ye BOP kapsamında devreye soktu: 14 Mart’ta, İstanbul’da Türkiye’nin bölge liderliği hedefli “Değişim Liderleri Zirvesi” düzenletti.
Ortadoğu’daki gelişmeleri kontrol altına almayı hedefleyen zirvede, Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun söyledikleri, amacı net ortaya koyuyordu:
Başbakan Erdoğan, bölgede değişen dengeler karşısında Türkiye’nin yeni rolünü şu sözlerle anlatıyordu: “Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki sorunları da ancak birlikte hareket ederek, ortak çözüm önerilerini ortaklaşa uygulama planına geçirerek çözeriz. Bizler, buralarda, değişimi kontrol etmek değil, değişime yardımcı olmak, istikamet tavsiyesinde bulunmakla mükellefiz.” (Yeni Şafak, 15 Mart 2011)
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ise daha açık tarif ediyordu durumu: “Türkiye bu değişim dalgasının sürükleyici lider ülkesi olmak durumunda. Böyle bir hedefle hareket ediyor. Yoksa bütün bu etrafta, değişim dalgasının olumsuz sonuçlarından en fazla etkilenecek ülkelerden biridir. Eğer aktif bir öncülükle değişim liderliğini yürütemezsek, biz bu coğrafyada bu gelişmelerde en olumsuz etkilenen ülke oluruz.”
ABD ve BOP Eşbaşkanlığı, “Ortadoğu’daki değişime istikamet verilmezse, değişime liderlik yapılamazsa, değişimin en başta BOP’u olumsuz etkileyeceğinin” farkındaydı!
3.) İşte ABD Başkanı Barrack Obama, değişime “istikamet” vermek üzere 29 Mayıs’ta “Ortadoğu Planı”nı açıkladı. Plan iki esas üzerine dayanıyor: Washington birinci olarak Suriye’yi hedef tahtasına koyuyor, ikinci olarak da İsrail’e 1967 sınırlarını “şart” koşarak, bölgenin ABD karşıtlığını frenlemeye çalışıyordu.
4.) AKP hükümeti plan gereği, Suriyeli muhalifleri organize etmek için Antalya’da karargâh oluşturdu. ABD ve Batı ülkelerinden gelen liberalleri, Dera aşiretlerini, Müslüman Kardeşler’i ve Talabanici Kürtleri aynı hedefte birleştirmeyi hedefleyen Antalya toplantılarında “Suriye’ye Erdoğan modeli” bile gündeme geldi!
5.) 29 Mayıs günü New York Times’ın “Türkiye, Arapları birleştirebilir mi” sorusuna Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu “Türkiye’nin sınırlarının hiçbiri doğal değil. Hemen hemen tümü yapay.” yanıtını verdi! (Sabah, 30 Mayıs 2011)
6.) NATO’nun hava üssü olan İzmir’in, NATO’nun kara üssü yapılmasına karar verildi!
7.) Bu hazırlıkların ardından da, Aydınlık’ın yukarıda özetlediğimiz haberlerindeki gelişmeler AKP tarafında uygulanmaya başlandı.
8.) Başbakan Erdoğan, 12 Haziran Genel Seçimlerindeki yüzde 50 zaferini kutlamak üzere yaptığı balkon konuşmasında “Seçimleri Ankara kazandı, Şam kazandı” diye formüle etti!
AMAÇ, KÜRDİSTAN’I DENİZE AÇMAK
Tüm bu gelişmelerin tarihteki benzer bir izdüşümünü anımsatarak bitirelim yazımızı:
Birinci Körfez Savaşı’nda “Saddam’ı devirmeden” müdahaleyi kesen ABD, daha sonra Saddam’ı devirmek üzere Irak’ın kuzeyindeki Kürt grupları ayaklandırdı. Irak hükümeti ayaklanmayı iki günde bastırdı. 450 bin mülteci Türkiye sınırına yığıldı. BM 5 Nisan 1991’de sığınmacıların durumunu ele aldığı oturumunda, 36. paralelin kuzeyinde kalan Kürt bölgesini, uçuşa yasak bölge ilan etti!
ABD, BM kararına dayanarak “Huzur Operasyonu” başlattı. Operasyonu yapacak “Çekiç Güç” birlikleri, Silopi ve İncirlik’te konuşlandırıldı; 17 Nisan 1991’de de ilk birlikler Kuzey Irak’a girdi. Türkiye 12 Temmuz 1991’den başlayarak, ABD’nin Irak’a 19 Mart 2003’te yeniden saldırmasına kadar, Çekiç Güç’e her altı ayda bir izin çıkardı!
Irak, ABD’nin 2003 yılındaki saldırısında değil, aslında BM’nin uçuşa yasak bölge kararı aldığı 5 Nisan 1991’de bölündü! Ve Kürdistan’ı bizzat Çekiç Güç yani ABD kurdu.
Suriye’nin de benzer bir operasyon sonrası bugün bölünmesi, ABD’nin hedefi. Böylece Kuzey Irak’taki kukla devletin, İskenderun hattı üzerinden Akdeniz’e açılması hesaplanıyor.
Bu plan gerçekleştiği takdirde, Başbakan Erdoğan’ın daha 2004 yılında tarif ettiği “Diyarbakır’ı BOP içinde bir merkez yapma” görevi başarılmış olacak! Diyarbakır, genişlemiş büyük Kürdistan’ın merkezi, yani başkenti olacak!
ABD’nin AKP üzerinden Türkiye’yi ateşe attığı ve komşularıyla karşı karşıya getirdiği bu sürecin sonucu, sadece bölgemizi değil, dünyayı da yeniden şekillendirecek!
Mehmet Ali Güller
16 Haziran 2011 – Odatv.com
18-19 Haziran 2011 – Aydınlık Gazetesi
ABD’NİN İSRAİL KARARI, NEYİ KANITLIYOR?
Posted by Mehmet Ali Güller in Odatv Yazıları, Politika Yazıları on 27/05/2011
ABD Başkanı Hüseyin Barrack Obama’nın “Ortadoğu Planı”yla ilgili konuşmasının en dikkat çeken bölümü İsrail’le ilgili olan bölümüydü. Obama özetle İsrail’den 1967 sınırlarına geri dönmesini istedi: “Müzakerelerin temeli çok net: Varlığını sürdürebilecek bir Filistin ve güvenliği sağlanmış bir İsrail. Biz devletlerin 1967 sınırlarını temel almasını ve toprak alışverişi yapılmasını savunuyoruz.”
1967’deki 6 gün savaşlarından önceki sınırlara dönmek demek, İsrail’in Batı Şeria ve Kudüs’ün büyük bölümünden çekilmesi demek!
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Obama’nın konuşmasının hemen ardından yaptığı yazılı açıklamada, 1967 sınırlarına dönüşü kimsenin kendilerinden isteyemeyeceğini, çünkü bunun ülkesini savunmasız bırakacağını belirtti.
Ancak aynı Netanyahu, Washington’un talebine daha fazla direnemedi ve 5 gün sonra ABD Kongresi Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, Obama planına teslim işareti verdi. Netanyahu 1967 sınırlarının kabul edilemez olduğunda ısrar etse de, “Yahudilerin atalarının anayurt topraklarından bir kısmını devretmeyi de içine alan, acı tavizler vermeye hazır olduklarını ve Filistin topraklarının genişliği konusunda cömert olacaklarını” belirtti.
3 GÖSTERGE, 1 SAPTAMA
ABD’nin bu planına İsrail’in teslim olmak zorunda kalışı, yıllardır altını çizmeye çalıştığımız “büyük kuvvet – küçük kuvvet” ilişkisine dair şu 3 önemli sonucu gözler önüne serdi:
1.) Muhafazakar kesimden bazı ulusalcı kesimlere kadar rağbet gören, “İsrail’in beyin olduğu, ABD’yi lobisi aracılığıyla yönettiği” şeklindeki anlayışın gerçek olmadığı, bu gelişmeyle bir kez daha somutlaştı. Bunun görülmesi çok önemlidir; çünkü küçük kuvvetin büyük kuvveti yönettiği şeklindeki bu dayanaksız görüşün yarattığı etki, en masumundan, emperyalizmin aklanması sonucunu doğurmaktadır.
2.) 7 Ağustos 2003 tarihinde Büyük Ortadoğu Projesi’nin hedefindeki ülkeleri sıralayan dönemin ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın listesinde İsrail’in neden yer aldığı sorusu da, bulanık kafalarda bu vesile ile netleşmiş oldu. Rice Washington Post gazetesinde yer alan o ünlü makalesinde, ismi geçen ülkelerin “ya rejimlerinin ya da sınırlarının değişeceğini” belirtmişti.
3.) Büyük Ortadoğu Projesi’nin ABD projesi olmadığı, tersine İsrail projesi olduğu; Yahudilerin ABD’yi kullanarak bu projeyle kendilerine vaat edilmiş topraklara ulaşmayı hedefledikleri şeklindeki görüşün gerçek olmadığı, bu gelişmeyle bir kez daha netleşti.
Her üç göstergeden çıkan saptama şudur: ABD, emperyalist bir devlet olarak çıkarları gerektirdiğinde İsrail’in zararına kararlar da alır! Emperyalizmin tek çıkarı, kendi siyasi, askeri, ekonomik çıkarlarıdır… İsrail’in güvenliği, emperyalist ABD’nin güvenliğinden daha önemli değildir! ABD, İsrail’i bölgedeki çıkarları gereği stratejik müttefik olarak değerlendirmektedir. Ve İsrail ABD’yi değil, ABD İsrail’i bölgede kullanmaktadır. ABD’nin çıkarları gereği İsrail’e geri adım attırması, taktikseldir… Stratejik olarak İsrail’in varlığı, ABD’nin bölgedeki çok önemli bir kartıdır.
Bir sonraki yazımızda, Obama’nın Ortadoğu Planı’nın ne anlama geldiği üzerinde duracağız. Obama’nın Suriye ve İsrail mesajlarının ne anlama geldiğini inceleyeceğiz.
Mehmet Ali Güller
27 Mayıs 2011
DAVUTOĞLU, ENVER PAŞA DEĞİLDİR!
Posted by Mehmet Ali Güller in Odatv Yazıları, Politika Yazıları on 08/12/2010
Washington Post gazetesi yazarı Jackson Diehl, geçen hafta Washington’da görüştüğü Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun, kendisine Türkiye’nin eski Osmanlı ülkeleri üzerinde liderliğini yeniden kurma hayalinden bahsettiğini yazdı.
OSMANLI MİLLETLER TOPLULUĞU
Davutoğlu, gazeteye “Osmanlı Milletler Topluluğu” hedefini şu özlerle açıklamış: “İngiltere eski sömürgeleriyle bir milletler topluluğu halinde, neden Türkiye eski Osmanlı topraklarında, Balkanlarda, Ortadoğu ve Orta Asya’da yeniden liderlik kurmasın?”.
Washington Post yazarı makalesini şu sözlerle de sürdürmüş: “Aslında, Arap sokaklarının muhtemel lideri olarak Erdoğan, Hizbullah lideri Hasan Nasrallah gibi rakiplerinden daha çekici görünüyor.
Wikileaks’in yayımladığı ABD belgelerinde yer alan Davutoğlu’na ilişkin bazı saptamalarla birleşince, konu basında geniş yer aldı ve yorumlandı. Değerlendirmeleri iki grupta toplamak mümkün:
Birinci grupta yer alanlar, Davutoğlu’yla ilgili Wikileaks belgelerinde yer alan “son derece tehlikeli” ve “neo-Osmanlı İslamcı fantezilerde kaybolmuş” şeklindeki ifadeleri de göz önünde bulundurarak, Dışişleri Bakanı’nı ve onun Osmanlı Milletler Topluluğu hedefini, sanki ABD’nin tam karşısında bir projeymiş gibi yorumladılar.
İkinci grupta yer alan bazı yazarlar ise kavramın ve hedefin, Osmanlı’nın yıkılmasının nedeni olduğunu, Davutoğlu’nun İttihat Terakki Paşası gibi davrandığını belirttiler.
Önce birinci grupta yer alan iddiaya bakalım: Gerçekten de Davutoğlu’nun projesi ABD’nin karşısında mı?
NEO-OSMANLICILIK, BOP’ÇULUKTUR!
Davutoğlu’nun bugün “Osmanlı Milletler Topluluğu” diye nitelenen projesinin ilk ayağı 10 Haziran 2010 tarihinde “Ortadoğu Birliği” adı altında oluşturuldu. Davutoğlu, Türkiye, Ürdün, Lübnan ve Suriye arasında serbest ticaret, serbest vize bölgesi oluşturulması ve ortak işbirliği konseyi çalışması yapılmasına ilişkin imzalan ortak deklarasyon sonrası yaptığı açıklamada, “İnşallah zamanla bu diğer bölge ülkelerini de kapsayacak şekilde gelişecektir” dedi. 1
Ortak deklarasyonda, “Türkiye, Ürdün, Lübnan ve Suriye arasındaki ilişkilerin birbirlerine ortak tarih, kültür ve coğrafyayla emsalsiz bir şekilde bağlı olan halkların iradesi temelinde artmakta olan siyasi diyalog, ekonomik karşılıklı bağımlılık ve kültürel etkileşim temelinde nitelendiği” belirtildi. 2
AKP’nin “Ortadoğu Birliği” Davutoğlu’nun 20 Mart 2009 günü Washington’a verdiği “Türkiye, küresel yeni düzene, çevresinde alt bölgesel düzenleri yeniden kurarak katkıda bulunacak” 3 sözüyle doğrudan ilgiliydi. Davutoğlu, verdiği bu sözden tam 40 gün sonra, 1 Mayıs 2009 günü Dışişleri Bakanı olarak atandı!
AKP’nin tam da bu tarihten sonra başlayan sözde İsrail karşıtlığı ile sözde İran dostluğu görüntüsü, bu görevle ilgilidir. Çünkü Araplar’la kurulacak böylesi bir “alt bölgesel düzen” için İsrail karşıtı bir duruş sergilemek ve İran’a markaj yapmak gerekiyordu!
Kısacası, Davutoğlu’nun Neo-Osmanlıcılığı, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin bir parçasıydı. BOP “küresel yeni düzen”, Neo-Osmanlı coğrafyası da onun “alt bölgesel düzeniydi”!
Peki, madem Davutoğlu’nun projesi, aslında bir ABD projesiydi, neden Wikileaks’in yayımladığı ABD belgelerinde kendisiyle ilgili olumsuz ifadeler var? Çünkü alternatifsizlik ve sandık başarıları; görev alanın elini, görev verene karşı güçlendirir ve bazen pazarlık yapma noktasına götürür!
İTTİHAT VE TERAKKİ DEVRİMCİYDİ!
Peki Cüneyt Ülsever’in dediği gibi “Osmanlı Miletler Topluluğu” Osmanlı’yı yıkan kavram mıydı? 4 Ya da Yalçın Doğan’ın dediği gibi “Davutoğlu İttihat Terakki Paşaları gibi” mi davranıyor? 5
Asıl üzerinde durulması gereken budur. Davutoğlu’nu Enver Paşa’yla, Talat Paşa’yla aynı kefeye koymak, AKP’yi neredeyse İttihat ve Terakki yapmak, tarihe sığmaz.
İttihat ve Terakki, kuşkusuz hatalar yapmıştır. Ancak bu hatalardan hareketle, İttihat ve Terakki’yi, Osmanlı’nın yıkılmasının müsebbibi görmek yanlıştır. İttihat ve Terakki, o günün Tayyip Erdoğan’ına karşı kurulmuş, ilerici, devrimci bir örgüttü! Osmanlı devleti içinde reformlar yaptı. Her şeyden önemlisi feodalizmin tek adam diktasına karşı, Meclis’i iktidarın ortağı yaptı!
Osmanlı Devleti, İttihat ve Terakki’nin hayalleri yüzünden yıkılmamıştır. Bu suçlamaya dayanak olarak hep şu mesnetsiz iddia sunulmuştur: İttihat ve Terakki tarafsız kalmayıp, Osmanlı devletini birinci dünya savaşına soktu!
OSMANLI SAVAŞ GİRMEK ZORUNDAYDI!
Bu yanılgı, birinci dünya savaşını, yani emperyalistler arası savaşı tarihsel yerine oturtamamaktan kaynaklanmaktadır. Savaş, esas olarak Osmanlı devletinin üzerinde olduğu topraklar üzerinde ve bu toprakları paylaşmak üzere yapıldı. Savaşın sonucundaki paylaşım bile tek başına bunun kanıtıdır. Osmanlı devletinin bu nedenle birinci dünya savaşının dışında kalma, tarafsız olma gibi bir şansı asla olmamıştır, olamazdı da…
İttihat ve Terakki bu acı gerçeği görmüş ve savaşın nesnesi olmak kaçınılmazlığına, öznesi olmaya çalışarak yanıt aramıştır. İttihatçılar Almanya’yla ittifaktan önce İngiltere, Fransa ve Rusya’nın oluşturduğu anlaşma devletleriyle ittifak aradılar. Ama boşunaydı. Ortadoğu’ya yerleşmek isteyen İngiltere ve Fransa’nın Osmanlı’yla aynı safta olabilmesi zaten eşyanın tabiatına aykırıydı! Bu acı gerçek, İttihat ve Terakki’yi tarihsel zorunluluk olarak, Almanya’ya yöneltti.
Sonuç olarak, ABD emperyalizmin projesine uygun olarak Neo-Osmanlıcılık yapan Ahmet Davutoğlu, emperyalizme karşı vatan savunması yapan Enver ve Talat Paşa değildir!
MEHMET ALİ GÜLLER
Kaynaklar:
1 Sabah gazetesi, 11 Haziran 2010
2 Sabah gazetesi, 11 Haziran 2010
3 Hürriyet gazetesi, 21 Mart 2009
4 Cüneyt Ülsever, Osmanlı’yı yıkan kavram: Osmanlı Milletler Topluluğu, Hürriyet gazetesi, 8 Aralık 2010
5 Yalçın Doğan, DAvutoğlu İttihat Terakki Paşaları gibi, Hürriyet gazetesi, 8 Aralık 2010
ABD’NİN BOP KONFEDERASYONLARI
Posted by Mehmet Ali Güller in Odatv Yazıları, Politika Yazıları on 27/07/2010
ABD Dışişleri Bakanı Hilary Clinton’un Temmuz başında ziyaret ettiği Kafkasya’da dikkat çeken gelişmeler yaşanıyor.
Özellikle Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev ile Gürcistan Devlet Başkanı Mihail Saakaşvili’nin 18 Temmuz tarihinde yaptığı görüşmeler bölge dengeleri açısından çok anlamlıydı.
Baş başa ve heyetler arası görüşmelerin ardından basının karşısına çıkan her iki devlet başkanı bölge açısından çok kritik açıklamalar yaptılar.
“Gürcistan ile Azerbaycan arasındaki ilişkilerde tüm sorunların ortadan kaldırıldığını” müjdeleyen İlham Aliyev “Bakü ile Tiflis arasında sıkı işbirliğinin var olduğunu” belirtti.
‘AZERBAYCAN-GÜRCİSTAN KONFEDERASYONU’
Ortak projelere dikkat çeken Gürcistan Devlet Başkanı Mihail Saakaşvili ise Avrupa’dan Çin ve Orta Asya’ya en kısa yolun Gürcistan-Azerbaycan üzerinden geçtiğini vurguladı. Saakaşvili’nin şu sözleri ise tüm çevre ülkeleri yakından ilgilendirir cinstendi: “Gürcistan ile Azerbaycan arasında dostluk ve sıkı işbirliği iki ülke arasında konfederatif ilişkilerin oluşturulması gerektiğini ortaya koyuyor. Bu yönde görüşmelere başlanabilir”.
‘TÜRKİYE-AZERBAYCAN-GÜRCİSTAN KONFEDERASYONU’
Benzeri açıklamanın Gürcistan eski Devlet Başkanı Eduard Şevardnadze’den geldiğine de dikkat çeken 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü’nden Elhan Şahinoğlu “Türkiye-Gürcistan-Azerbaycan konfederasyonu mümkün mü?” diye soruyor ve şu yanıtı veriyor: “Gürcistan’la Azerbaycan arasındaki mümkün konfederasyon görüşmelerine Türkiye’nin katılmasının mümkünlüğü de gelen haberler arasında. Zaten Türkiye, Azerbaycan ve Gürcistan ile stratejik ilişkiler içinde. Aslında Saakaşvili’nin konfederasyon önerisi Ankara’nın geçtiğimiz yıllarda ileri sürdüğü ‘Kafkasya İstikrar ve İşbirliği Platformu’nun bir başka formülü. Ancak Rusya Gürcistan’ın, Ermenistan ise Azerbaycan’ın topraklarını işgal ettiğinden bu devletlerin bir arada bulunması mümkün görünmüyordu. Türkiye, Azerbaycan ve Gürcistan’ın ortak oluşumda yer almasını ise engelleyen faktör yok”.
TAŞLARI AKP Mİ DÖŞEDİ?
Acaba taşlar Hilary Clinton’dan önce ve ABD adına AKP tarafından mı döşendi? Clinton’dan 1.5 ay önce bölgeyi ziyaret eden Erdoğan ve kurmayları Ahmet Davutoğlu ile Egemen Bağış, acaba bir ön hazırlık mı yapmıştı.
Anımsayalım: Azerbaycan’dan Gürcistan’a geçen Erdoğan ve heyeti “evinize hoş geldiniz” mesajlarıyla karşılanmıştı. “Türkiye ve Gürcistan arasındaki ilişki eşi ve benzeri olmayan bir ilişki” diyen Saakaşvili hızını alamamış ve Tahran Anlaşması’na gönderme yaparak şöyle demişti: “Türkiye ve Brezilya, müzakereleri başarıyla sonuçlandırdı. Bize çok umut verdi. Başbakan Erdoğan bugün İran’da yaptıkları ile tüm dünyanın alkışlamasını hak etti”. (Cumhuriyet, 17 Mayıs 2010)
AMAÇ RUSYA’YI KAFKASYA’DA ETKİSİZLEŞTİRMEK
ABD’nin Sorosçu kalkışmayla Gürcistan’da işbaşına getirdiği ama 8 Ağustos 2008’deki Rus saldırısından bu yana bölgede oldukça yalnızlaşan Saakaşvili bu gelişmeyle rahatladı.
Kuşkusuz AKP’nin de AKP’ye bu senaryoyu uygulatan ABD’nin de temel hedefi Saakaşvili’yi rahatlatmak değil. Washington, Büyük Ortadoğu Projesi BOP açısından büyük önem taşıyan Güney Kaskasya’nın şekillenmesini hedefliyor. Daha somut ifade etmek gerekirse, “Konfederasyon”un hedefi Rusya’yı yalnızlaştırarak, ABD’nin bölge egemenliğini sağlamak.
Benzer bir konfederasyon çalışması, anımsayacağınız gibi geçen aylarda yine AKP eliyle Ortadoğu’da uygulanmıştı. Türkiye bir yandan Suriye, Ürdün ve Lübnan ile vizesiz serbest ticaret bölgesi oluşturmuş; bir yandan da Kuzey Irak’la “ekonomik entegrasyon” anlaşması yapmıştı. Böylece Türkiye, Suriye, Ürdün, Lübnan ve Kuzey Irak’ı kapsayan bir konfederasyonun altyapısı oluşturulmuştu.
Keza bu gelişme de, yine ABD’nin çizdiği AKP’nin uyguladığı bir senaryoydu. Davutoğlu’nun tarifiyle “yeniden kurulan bu alt bölgesel düzen” kuşkusuz İran karşıtıydı. İran’ı yalnızlaştırmayı ve İran’la ittifak halindeki kuvvetleri ayrıştırmayı hedefliyordu!
KONFEDERASYONLARIN ERGENEKON İLGİSİ
Toparlarsak…
AKP güneyde İran’ı dışarıda bırakan, kuzey doğusunda Rusya’yı dışarıda bırakan “konfederasyon” çalışmaları yürütüyor.
AKP, siyasi geleceğini de ABD’nin BOP’u çerçevesinde yürütülen bu çalışmaya endekslemiş durumda…
ABD’nin AKP’nin arkasında durmayı sürdürmesi, Erdoğan’ın bu çalışmalarına bağlı… Bir de Ergenekon savcılığını büyük kararlılıkla sürdürebilmesine elbette.
Kaldı ki, AKP’nin şekillendirmeye çalıştığı kuzey ve güneydeki bu konfederasyonların Ergenekon’la doğrudan ilgisi var.
Açalım…
Kuzeydeki konfederasyon kimi dışlıyordu? Rusya’yı!
Ya güneydeki konfederasyon kimi dışladı? İran’ı!
2002 yılında Harp Akademileri Komutanlığı’nda yapılan “Türkiye’nin etrafında barış kuşağı nasıl oluşturulur” başlıklı sempozyumda ne demişti Prof. Dr. Erol Manisalı? Manisalı, AB’nin Rusya ve Türkiye’yi dışarıda bırakarak Avrupa Birleşik Devletleri’ni kuracağını belirtiyordu. MGK Genel Sekreteri Org. Tuncer Kılınç da, Rusya ve İran’ı kapsayacak yeni arayışlara ihtiyaç duyulduğunu vurgulamıştı.
Bitmedi…
İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek 1996 yılında itibaren düzenlediği Avrasya Sempozyumları ile bölge merkezli dış politika izlenmesi gerektiğinin altını çiziyordu; ABD ve AB’nin karşısına Türkiye, Rusya, İran ve bölge devletleri ile kurulacak ittifak modeli sunuyordu…
Örneğin eski 1. Ordu Komutanı Org. Ergin Saygun. O da ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’ni eleştiriyor ve Şanghay İşbirliği Örgütü’ne vurgu yapıyordu..
Örneğin Eski Ege Ordu Komutanı Em. Org. Hurşit Tolon; ABD’yi yerden yere vuruyordu…
Örnekler saymakla bitmez..
Verdimiz bu örneklerin ortak yönleri neler peki: ABD karşıtlığı, AB karşıtlığı, Rusya ve İran’la ittifak yanlısı oluşları…
Bitmedi.
Hepsi Ergenekon tertibinin tutuklu-tutuksuz sanıkları!
102 subaya “yakalama kararı” çıkarılmasıyla da, işte bu “bölge merkezli dış politika yanlısı çizgi”ye vurucu darbe hedefleniyor! Darbe diye diye TSK’ya darbe yapılıyor!
“ABD’nin BOP Konfederasyonları”nın Ergenekon’la ilgisi olur da, Açılım’la ilgisi olmaz mı? Konfederasyonların göbeğinde de “Kürt Açılımı” var. Ki Erdoğan o yüzden yıllar öncesinden söz vermişti: “Diyarbakır’ı ABD’nin BOP’u çerçevesinde bir merkez yapacağız”!
Ve açılım bitti diyenlere anımsatalım. Açılım, asıl şimdi başlıyor!
MEHMET ALİ GÜLLER
ABD AFGANİSTAN’DAN KUZEY IRAK’A ÇEKİLECEK
Posted by Mehmet Ali Güller in Odatv Yazıları, Politika Yazıları on 24/06/2010
Bush’dan sonra Obama da yenildi. Bush Irak merkezli BOP ile 8 yıl idare ederken, Obama Afganistan-Pakistan merkezli revize BOP ile ancak 1.5 yıl dayanabildi! Ve ABD Irak merkezli eski BOP mevzilerine geri çekilme hazırlığına başladı.
AFGANİSTAN’DAKİ DURUM ABD’Lİ KOMUTANI BAYILTTI
Haziran ayı, ABD’nin Afganistan stratejisi açısından çok önemli gelişmelere sahne oldu. 8 yıllık Afganistan işgali artık yenilgiyle sonuçlanıyor. ABD, bir yandan geri çekilme takvimini uygulamaya başladı bir yandan da son bir umutla komutan değişikliğine gitti! “Obama’nın Afganistan Stratejisi çözülüyor” diyen Washington Post, sivil-ordu anlaşmazlığının had safhada olduğuna dikkat çekiyor. (Washington Post, 24 Haziran 2010)
Gelin 2 hafta öncesine dönelim ve ABD’li komutanın Senato’da bayılmasıyla başlayan süreci kısaca hatırlayalım.
ABD Merkez Kuvvetler Komutanı General David Petraeus, 15 Haziran günü, Senato Silahlı Kuvvetler Komitesi’nde, Afganistan savaşı ile ilgili ifade verirken bayıldı. Petraeus, Obama yönetiminin Temmuz 2011’i Afganistan’dan çekilme tarihi olarak belirlemesiyle ilgili gerçekleştirilen oturumda hem Demokrat hem de Cumhuriyetçi senatörlerin yoğun baskısı altında kaldı. Petraeus’u sıkıntıya sokan soru şuydu: “Obama yönetiminin çekilme takvimi çözüme katkıda bulunuyor mu yoksa ABD’nin işi sonuna kadar götürme konusundaki güvenini zedeleyerek operasyona zarar mı veriyor?”
Petraeus’un bu soruya verdiği yanıt her iki partiden senatörleri de memnun etmedi: “Başkan’ın önümüzdeki yıl Afganistan’daki asker sayısını azaltma emrinin iki amacı var. Birincisi Başkan’ın ülkeye gönderdiği ek askerlerin, sivil uzmanların ve paranın altını çizmek, ikincisi de bir acil durum mesajı göndermek”.
Senatörler ise Afganistan’a 30 bin ek asker gönderilmesi kararını desteklediklerini ancak çekilme takvimi konusunda kaygılı olduklarını belirttiler. (Hürriyet, 16 Haziran 2010)
ABD AFGANİSTAN’DA KAYBETTİ
Afganistan’daki işler, Petraus’un bayılmasına neden olacak kadar kötüye gidiyor. ABD, Afganistan merkezli BOP çerçevesinde hiçbir hedefine ulaşamadığı gibi önemli mevzileri de kaybetti.
1.. ABD, Afganistan’da AB ve NATO desteği almayı umuyordu. Obama böylece Bush döneminde çiğnenen transatlantik ilişkileri de onarmayı hesaplıyordu. Ancak AB ve NATO üyeleri Washington’un istediği desteği vermediler ve Kabil’in dışına çıkamayan ABD’nin çaresizliğini seyrettiler. ABD’nin askeri gücüne en çok ihtiyaç duyduğu ülke olan Türkiye de, AKP hükümetinin açık desteğine rağmen TSK’nın direnç göstermesi nedeniyle Afganistan’a muharip asker göndermedi.
2.. Obama yönetimi, en başında silip süpürmeyi hedeflediği Taliban’la, askeri yenilgiler tattıkça pazarlık etme noktasına geldi. Dahası ABD Ordusu tarafından hazırlanan bir rapora göre, Washington –farkında olmadan- Taliban’a haraç veriyordu! Rapora göre, ABD tarafından Afgan nakliye şirketlerine verilen 2 milyar dolardan fazla para, güvenlik garantisi karşılığı Taliban’a gitmişti! (Hürriyet, 22 Haziran 2010)
Zaten Obama, Aralık 2009’da belirlenen yeni Afganistan stratejisini, “Taliban’ın Afgan hükümetini devirebilme kapasitesine ulaşabilmesini önleme” gibi çok geri bir mevzide çizmişti.
3. ABD askeri, yönetimin uygulamalarına kazan kaldırmaya başladı. ABD’nin Afganistan’daki güçlerinin komutanı Orgeneral Stanley McChyrstal’in Obama yönetimiyle alay ettiği basına yansıdı. Roling Stone dergisi, McChrystal’in, Obama yönetiminin önemli isimleriyle yaşadığı sorunları ve emrindeki askerleri bile kendi stratejisinin savaşı kazandıracağına ikna edemediğini yazdı. Dergi, Orgeneral McChrystal’in Obama ile Oval Ofis’teki daha ilk görüşmesinde hayal kırıklığına uğradığını belirtti.
Bu gelişmeler üzerine Obama Amerikan yönetimi içinde çok önemli bir mevki olan Afganistan komutanını azletti ve yerine ABD Merkez Komutanı olan Petreus’u atadı! Washington Post gelişmeyi “Obama’nın Afganistan’daki son umudu Petreus” diye duyurdu!
Petreus’un ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden ile geri çekilme takvimi konunda çatıştığını anımsatalım. Ayrıca kurtarıcı olarak umut beslenen Petraeus’un, merkez komutanı olarak, Afganistan Komutanı McChrystal’in harekat planını imzaladığını da vurgulayalım. Dolayısıyla bir askeri mucize boşuna beklenmiş olacak. Hele Afganistan stratejisi açısından olmazsa olmaz durumdaki Manas askeri üssünün geleceğinin belirsizliğini de, bu gelişmelere eklersek…
ABD KIRKIZİSTAN’DA DA KAYBETTİ
4.. ABD’nin “Lale Devrimi” ile iş başına getirdiği Bakiyev, yenildi ve kaçtı! Washington’daki politika üreticileri “ABD’nin Orta Asya’yı kaybettiği” gerçeğinde birleşiyorlar ve en çok “Kırgızistan’ın Rusyalaşması” kavramını kullanıyorlar!
5.. ABD için Kırgızistan demek Manas üssü demek. Manas üssü demek Afganistan savaşının karargâhı, lojistik üssü, ikmal üssü, her şeyi demek. İşte ABD her şey anlamına gelen bu üssü de tamamen kaybetme noktasına geldi.
Şanghay İşbirliği Örgütü’nün Astana Zirvesi’nde aldığı kararla, Amerikan askeri varlığının çekilme tarihinin belirlenmesini istemesi ve bu istek doğrultusunda, ABD’nin Özbekistan’daki Hanabad Askeri Üssü’nü boşaltmak zorunda kalması, ABD planları açısından Manas’ı tek ve en önemli yapmıştı.
ABD, KUZEY IRAK’A ÇEKİLECEK
ABD’nin bu yenilgisi, Obama Yönetimi’ni haliyle geri çekilme takvimi yapmaya itti. Ve işte General Petraeus’un bayılmasına neden olan soruların temelinde de Temmuz 2011 diye belirlenen bu geri çekilme takvimi vardı.
Ancak ABD’nin geri çekileceği adres elbette Amerika kıtası olmayacak. ABD Emperyalist devleti geri çekilip, bir önceki mevzide aktif savunmaya geçecek. İşte o adres Kuzey Irak merkezli Ortadoğu’dur.
Kuşkusuz bu durum Rusya ve Çin’in de işine gelmiştir. Moskova ve Pekin yönetimi, ABD’nin yanı başındaki Kırgızistan’da, Afganistan’da olmasındansa, daha uzakta, Irak’ın kuzeyinde, Ortadoğu’da olmasını yeğlemiştir. Hem böylece ABD Ortadoğu bataklığında daha çok güç kaybedecek hatta Türkiye ile, Suriye ile, İran ile dişleri sökülecektir! İran konusunda BM Güvenlik Konseyi katında oluşan kısmi uyumun bir nedeni de işte bu konsensüstür.
ABD YENİLGİSİ TÜRKİYE’YE NASIL YANSIYACAK?
Peki ABD’nin Temmuz 2011’i Afganistan’dan geri çekilme takvimi ilan etmesi ve Kuzey Irak merkezli Ortadoğu’ya geri çekilecek olması Türkiye’ye nasıl yansıyacak?
BOP eşbaşkanlığı görevini sürdüren AKP’nin, “Ortadoğu Birliği”ni ilan etmesi, “Kuzey Irak’la tam ekonomik entegrasyon” anlaşması yapması ve artan PKK saldırıları karşısında “sınırın kaydırılmasını” tartışmaya açması Türkiye’ye neler getirecek, neler götürecek?
“Ilımlı İslam” iktidarı Irak’In kuzeyindeki Kukla Devleti Türkiye’ye himaye ettirebilecek mi; Türkiye’ye konfederal sistemi ve en sonunda “sınır değişikliğini” kabul ettirebilecek mi? Yoksa parçalanma sürecine uygun yeni bir aktör mü aranacak?
Washington, 2011 Temmuz’una kadar “ılımlı İslam” iktidarıyla devam edip, sonrasında “ılımlı ulusalcılarla” iktidar arayışına mı girecek?
Bu soruların yanıtlarına da önümüzdeki süreçte mercek tutacağız…
Ancak son tahlilde, eşbaşkanlık da (AKP), tarihin yasası gereği, başkanlığın (ABD) yenilgisini paylaşacak!
MEHMET ALİ GÜLLER