Posts Tagged Bekir Coşkun

PKK KİMİN KARTI?

Erdoğan’ın işaretiyle Bekir Coşkun’un “paşa” yazısına köpüren “gazeteciler”, Erdoğan’ın bir kısım medya mensubunu “tasmalı” ilan etmesine haliyle sessiz kaldılar. Bu durumu, bir başka “tasmayla” açıklayabiliyoruz ancak!

TASMALI GAZETECİ

Bu “tasmalı gazeteci” meselesini şimdilik geçiyoruz. Yalnız Bush’un Irak savaşındaki “iliştirilmiş gazetecileriyle” aralarında bir benzerlik olduğuna dikkat çekmeliyiz. Zira Suriye yazılarını okuduğumuzda, tıpkı emperyalizmin çıkarları gereği, en bayağı yalanları bile gerçekmiş gibi yazabilen “iliştirilmiş gazetecilerin” yerli versiyonları olduklarını görüyoruz.

Başka ülkelerdeki görüntüleri, Suriye’deymişçesine haberine, köşesine konu edenler, Suriyeli teröristlerin ve hatta El Kaide’nin saldırılarını bile Esad yapmış gibi yazanlar, Esad’ın PKK’nin iki numarası olduğunu ilan edenler…

ESAD – PKK BAĞI KURMANIN AMACI

Kayseri Pınarbaşı Polis Merkezi’ne düzenlenen bombalı PKK saldırısı, bu bakımdan anlamlıdır. Çünkü yazılanlara bakılırsa PKK’liler 60 km. boyunca yakalanamıyor, etkisiz hale getirilemiyor ama yandaş kalemler, PKK’lilerin Suriye’den giriş yaptıklarını, dahası Esad’ın kanatları altında olduklarını biliyorlar! Sanırsın, sınırdan birlikte geçtiler!

PKK ile Şam ve Esad arasında bir bağ kurmanın, AKP’nin Suriye politikasını iç kamuoyuna yutturmanın bir aracı olarak değerlendirildiği ortada… Zira Erdoğan Esad’la İran’ı yalnızlaştırmak için daha önce yakınlaştığında Şam’ın PKK karşıtı tutumunu övenler ile bugün Esad’ı PKK’nin iki numarası ilan edenler aynı kişilerdir!

SURİYE’DEKİ KARIŞIKLIK PKK’YE YARAR

Tamam, bir zamanlar Hafız Esad – PKK ilişkisi vardı, Şam PKK’yi Türkiye’ye karşı bir kart olarak kullanıyordu. Ama politika, eski verilerin üzerinde tepinmek değildir, tersine o verilerden güncele dersler çıkarabilmektir. Güncel nedir? PKK 1999 sonrasında Suriye’nin bir kartı olmaktan çıkmıştır. Ankara ile Şam arasında PKK diye bir sorun yoktur.

Bu gerçeklik nedeniyle şimdi şu soru anlamlıdır: Esad rejimini yıkmaya çalışmak, Suriye’yi bir iç karışıklığa zorlamak PKK’ye yarar mı, yaramaz mı?

Sorunun yanıtını gelin Irak örneği üzerinden bulalım. Bakın Saddam Hüseyin merkezi otoriteyken, PKK Kuzey Irak’ı bu kadar rahat kullanamıyordu. Ne zaman ki ABD Irak’a saldırdı, Bağdat’ı zayıflattı ve Erbil’i güçlendirdi, o zaman PKK büyüdü!

Aynı durum Suriye için de geçerlidir. Yani ABD Beşar Esad’ı zayıflattıkça, PKK Kuzey Suriye’de büyür!

Ki ABD’nin bölge politikaları ile PKK’nin kullanım deeğeri arasında doğru orantı vardır. ABD nereyi hedef alsa, PKK orada büyüdü, büyür!

Şam’ın merkezi otoritesinin zayıflaması, PKK’nin Suriye’nin kuzeyinde yaşam alanı bulması anlamına gelir. Nitekim Suriye sınırından giriş yaptığı belirtilen PKK’lilerin kullandığı güzergâh, Şam’ın değil, Esad karşıtlarının etkin olduğu bölgedir!

Öte yandan şu gerçeği de göz önünde bulundurmalıyız: Ankara için eline silah alan PKK ne ise,  Şam için de silahlı rejim karşıtı gruplar odur! Ankara’nın rejim karşıtlarının koordinatörlüğüne soyunması, başkalarına da aynı şeyi yapma hakkı sağlar! Ancak Şam’ın şimdi önemli bir ABD kartı olan PKK üzerinde, geçmişteki oranda bir denetim kurabilmesi mümkün değildir.

AKP, PKK’Yİ BÜYÜTÜYOR

Kendi düşmanını büyütmek, Atlantik taşeronluğunun kaçınılmaz sonucudur. Esad’ı ABD adına devirmeye çalışan Ankara, kendi ayağına kurşun sıkmakta, PKK’yi büyütmektedir!

AKP’nin Amerikancı Ortadoğu politikaları, PKK’ya yaramaktadır!

Devlet, Saddam Hüseyin karşıtlığının maliyetlerinden dersler çıkarabilirse ancak devlettir!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
1 Haziran 2012

, , , , ,

Yorum bırakın

KOMŞULARLA SIFIR SORUN, ATATÜRK İLKESİYMİŞ!

Bekir Coşkun, önceki gün organ karışıklığıyla ilgili enfes bir yazı yazdı.

Organlarını karıştıran adamın, tedaviden sonra hangi organın nerede olduğunu bilmesi ve kafasını göstererek “eee… Buna döt derler” diyerek övünmesi, derslerle dolu…

Bekir Coşkun’un bu çağda hâlâ bu fıkra üzerinden mesaj vermek durumunda kalması, elbette onun suçu değil! Nitekim her gün Bekir Coşkun’u haklı çıkaran örneklerle karşılaşıyoruz.

ATATÜRK’Ü DÜŞMANLARI BİLE ANLAMIŞKEN…

Örneğin BDP’li milletvekili Sırrı Süreyya Önder, Atatürk’ün “yurtta barış, dünyada barış” sözlerinden ne anladığını TBMM kürsüsünden şöyle açıklıyor: “Bu söz barışın değil, teslimiyetin ve acziyetin ifadesidir.”

Durumu daha da vahim kılan ise Sırrı Süreyya Önder’in bu yorumu, Suriye’ye saldırıyı savunurken “Büyük Atatürk”e yaslanan AKP milletvekili Ömer Çelik’e karşı söylemesidir!

Yani karışan sadece organlar değildir!

DİYAP AĞA’YA İHANET

Sırrı Süreyya Önder’in “O söz bir barış havariliği değildir. Bunu herkes yanlış biliyor.” diyerek başladığı konuşması burada kalsaydı, “cehalet” der geçerdik. Ancak Sırrı Süreyya Önder’in şu sözleri, cehaletten öte tarihe ihanet içinde olduğunu göstermektedir:

“Biz yutta sulhu istiyoruz, cihanda sulhu istiyoruz değil, o bir teslimiyetin ve acziyetin ifadesidir. Bu Misak’ı Milli’den vazgeçme durumunun formüle edilmiş biçimidir. Biz yani Hatay’la, Suriye’yle, Irak’la, Musul’la bütün taahhüt ve taleplerimizden vazgeçiyoruzun Atatürkçesidir.”

Sırı Süreyya Önder bu sözleriyle sadece tarihe değil, Diyap Ağa’ya da ihanet etmiştir!

ATATÜRK TESLİM OLMADI, TESLİM ALDI!

Atatürk’ün teslimiyetçi olduğu saçmalığı, en az irticacıların Atatürk’ü İngiliz ajanı diye suçlamaya kalkması kadar saçmadır, yalandır, haincedir!

İrticacıların türbanı savunmak için “keşke İngilizler bizi yönetseydi” diyebilmesinde bile bir mantık bulunabilir ama ayrılıkçı Kürtçülerin Atatürk’ü teslimiyetçi diye suçlamasında en ufak bir mantık bulunamaz!

Hadi İngilizlerin Mondros’unu, Sevr’ini kimin imzaladığını unuttunuz… Bari 17 Kasım 1922 günü İngiliz zırhlısı Malaya ile kaçanın Vahdettin olduğunu hatırlayın!

DAVUTOĞLU’NUN ATATÜRK YORUMU

Ömer Çelik’in “Büyük Atatürk” demesine gelince…

Ne zaman kamuoyunun geçit vermeyeceği Atlantik görevlerine soyunsalar, akıllarına Atatürk gelir. Milletin Atatürk sevgisini ABD görevleri için kullanırlar…

Kenan Evren’in de Kemalizm’i, “Yüce Atatürk” diye diye tasfiye ettiği belleklerdedir.

Tıpkı Ömer Çelik gibi Ahmet Davutoğlu da ABD’nin Suriye görevi için Atatürk’e yaslanmak zorunda kalıyor.

MHP Milletvekili Lütfü Türkkan, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’na “Suriye’de tutuklu 49 Türk istihbaratçı” iddiasını sordu geçenlerde. Yanıtta ilginç bir ayrıntı vardı:

“Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan bu yana dış politikamızın temel dayanağını oluşturan ‘yurtta barış, dünyada barışanlayışımız, gerek bunun günümüze yansıması olarak dile getirdiğimiz ‘komşularla sıfır sorun’ ilkesi, Türkiye’nin etrafında bir barış, istikrar, güvenlik ve refah kuşağı oluşturulmasını hedeflemektedir. Suriye’deki gelişmeler de bu mercekten izlenmektedir.”

Meğer Davutoğlu’nun “komşularla sıfır sorun” ilkesi, Atatürk’ün “yurtta barış, dünyada barış” ilkesinin günümüze yansımız haliymiş!

AKP’nin takîyecilikte sınır tanımadığını da böylece öğrenmiş olduk!

Ama daha önemlisi, mecbur kaldıklarında Atatürk’ün komşularla barış istemesini bile sömürmekten, Suriye’ye saldırı ve Kuzey Irak’ı himaye gibi görevlerine alet etmekten geri durmayacaklarını görmüş olduk!

ATATÜRK KARŞITI CEPHE

AKP ve BDP el ele önce Atatürk’ün Cumhuriyetini yıktılar, şimdi de Cumhuriyetçilerin içindeki Atatürk’e saldırıyorlar!

Atatürk’ün partisi CHP ise Yeni Türkiye’nin Yeni Anayasası için kendini yeniliyor!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
28 Nisan 2012

, , , , , ,

Yorum bırakın

PAPAZ ELBİSESİNDE ALEVİCİLİK

Başbakan Erdoğan, Dersim için “devlet adına“ özür diledi. Aynı Erdoğan, PKK ile kendilerinin değil, devletin görüştüğünü savunarak, sadece hükümet olduklarını, devlet olmadıklarını belirtmişti. Ancak devlet olmayan Erdoğan, şimdi devlet adına Dersim için özür diliyor!

Dersim Alevileri için özür dileyen Erdoğan’ın daha dün, “TSK’den ve Yargı’dan Alevileri temizlemek” üzerine inşa ettiği seçim kampanyası unutuldu nasılsa…

Tek başına bu olgu bile meselenin Alevilik ya da insanlık meselesi olmadığını göstermeye yetmeli. Zira hedefleri, Dersim üzerinden Cumhuriyet’e, Atatürk’e ve Devrim’e saldırmaktır.

YA MARAŞ ve SİVAS ALEVİLERİ?

Nitekim Kanlı Pazar, Malatya, Çorum ve Maraş ile Sivas katliamlarının yarattığı iklimde üretilen siyaset geleneğinden gelenlerin, Aleviler konusundaki kesin yargıları belleklerdedir.

Öyle bir düşmanlık zihniyetidir ki bu, sadece Türkiye’nin Alevilerini değil, Suriye’nin Alevilerini bile hedef alır! Ama bu düşmanlık tarihi Sünni – Şii mücadelesinden dolayı değil, Haçlı İrtica’dan dolayıdır.

HAÇLI İRTİCA

Haçlı İrtica ne mi demek? Artık daha da somutlaşmıştır bu kavram. Haçlı İrtica, Yahudilerin Erdoğan’a madalya takması, Hıristiyanların da Abdullah Gül’ü şövalye ilan etmesidir.

Böylece Irak’ta ve Libya’da Batı’nın Müslüman katliamına dolaylı destek imkânı sağlanmış olur, böylece Suriye Müslümanları hem iç savaşla hem de dış müdahale ile tehdit edilir!

ABD’deki Yahudi örgütü, Erdoğan’a cesaret madalyasını Irak saldırısı öncesinde takmıştı. Ki Erdoğan o madalyayı, “one minute” derken de, Mavi Marmara’da 9 yurttaşımız katledilirken de takmakta ısrar etti!

İngiltere Kraliçesi de, Abdullah Gül’ü Suriye’ye saldırı hazırlıklarının arifesinde şövalye ilan etmektedir!

‘KÜÇÜK BEYİN’ BENZETMESİ

Bunların sadece Dersim Alevileri’nden özürleri sahte değildir, yurttaşımıza bakışları da sahtedir! Daha dün “göbeğini kaşıyan adam” benzetmesi nedeniyle Bekir Coşkun’a ve “bidon kafalı” benzetmesi nedeniyle Yılmaz Özdil’e ölçüsüzce saldıranlar, bugün Türkiye’yi ve Türk insanını “küçük beyinli” ilan etmişlerdir.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun kendilerinden önceki Türkiye’yi “kaslı kolları, boş bir midesi, küçük beyni ve titrek bir kalbi” olan adama benzetmesinin üzerinde “faşizm korkusundan” dolayı durulmadı.

Coşkun ve Özdil’e sözde halk sevgileri nedeniyle görevli saldıranlar da, Davutoğlu’na “AKP’yi de 2002’de o ‘küçük beyin’ seçti” demedi haliyle!

ERDOĞAN: PAPAZ ELBİSESİ DAHİ GİYERİM

Netice olarak Cumhuriyet’le hesaplaşmanın aracıysa Dersim Alevileri’nin yanında olurlar, yurttaşlarımıza yapılan benzetmelere savaş açarlar! Ancak mesele önlerinin açılmasıysa, Sivas sanıklarına kalkan da olurlar, Hizbullah katillerine yol da verirler, Türkiye’yi “küçük beyin” de ilan ederler, Yahudi madalyası da takarlar, Hıristiyan şövalyesi de olurlar!

Recep Tayyip Erdoğan 1995 yılında şu sözleri boşuna söylememişti: “Bu mücadeleyi iktidara getirme noktasında gerekiyorsa ne yaparım dedim. Papaz elbisesi dahi giyerim. Bu var mı usulün içinde? Var tabii ki.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
25 Kasım 2011

, , , ,

Yorum bırakın

%d blogcu bunu beğendi: