Posts Tagged Ömer Çelik

MİLLİYET, DEVLETLE MİLLET OLUR

Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, anımsayacağınız gibi, ülkemizi terk eden gayrimüslim yurttaşlarımıza seslenmiş ve “Türkiye artık değişti, geri dönün” çağrısı yapmıştı.

Ermeni cemaatinin gazetesi Agos, Çelik’in bu açıklamasını önemsedi ve kendisiyle 25 Nisan’da bir söyleşi yaptı. Söyleşiyi yapan Rober Koptaş, ertesi gün okurları ve camiası için şu açıklamayı yaptı: “Çelik’in, hükümetin 2015 konusundaki tutumu konusunda önümüzdeki dönemde belirleyici ve temsil edici bir rol oynayacağı tahmin ediliyor.”

Koptaş her ne kadar söyleşi sırasında Çelik’in “soykırım” yerine “trajedi” demesinden ve 1915 olaylarını “mukatele” yani karşılıklı katliam diye nitelemesinden rahatsız olduysa da, onun İttihatçılık ve Kemalizm karşıtlığını oldukça önemsemiş. Daha da önemlisi Ömer Çelik’in İttihatçılık ve Kemalizm’e karşı mücadele edilmesi gerektiğini belirtmesini, “esas” almış!

DEVLET İLE MİLLET İLİŞKİSİ

Nitekim Rober Koptaş’ın yaptığı söyleşi, Ömer Çelik’in “geçmişte bazı travmatik olaylar yaşandı” demesiyle başlıyor.

Bizi bugün bu konuyu incelemeye götüren de Çelik’in travmanın kaynağına yönelik yaptığı saptamadır!

Çelik, Koptaş’ın “neden yaşandı bu travmalar” sorusuna şu yanıtı veriyor: “Devlet kurulurken, ulus devlet mantığı içinde, tektipleştirici bir devlet kurulmak istendi. Bu yapı içinde de hiçbir ihtilaflı alan kalmasın istendi. Türklerin bile hafızalarında karşılığı olmayan bir Türkçülük ve milliyetçilik üretildi. Ve bunun somut siyasi uygulamaları oldu. Batı’da ulus devlet modernleşmenin sonucunda, muazzam bir sosyolojik değişim sonucunda oluştu. Bizde ise ulus devlet, bir ‘devlet ulus’ olarak oluştu. Yani, devlet kendisine yönetecek bir ulus oluşturmak istedi.” (Agos, 25 Nisan 2013)

Yani Ömer Çelik’e göre Batı’da milletler devlet kurmuş, biz de ise devlet kurulmuş, sonra devlet kendine yönetecek bir milleti zorla yaratmaya çalışmış. Dün Ermenilere bugün de Kürtlere yapılanların sebebi bu tersine inşaymış!

Bu sözlerin sahibi kabinenin herhangi bir bakanı hatta başbakanı olsaydı, üzerinde durmaz, bilgisizliğe verir geçerdik. Ancak bu sözlerin sahibi kabinenin en entelektüel, en birikimli üyesi!

O yüzden önemle belirtmeliyiz: Bizde de “milli devlet” tıpkı batıdaki gibi oldu. Zira “milletleşme” süreçlerin mantığı aynıdır.

Bu süreci en iyi anlatan ise tarihe geçen sözüyle İtalyan devlet adamı Massimo D’azeglio (1798-1866) olmuştur: “İtalya’yı kurduk, şimdi sıra İtalyanları oluşturmakta.”

Yani Batı’da da önce devlet-ülke kurulmuş, sonra da millet yaratılmıştır! Daha açık tarif edersek devrimle devlet kurulurken, millet olunmuştur!

DEVRİMDEN ÖNCE MİLLET YOKTU

Sorun bizim “devlet adamlarının” millet ile milliyet arasındaki farkı bilmemelerindendir. Birgül Ayman Güler’in “Türk milleti ile Kürt milliyeti eşit değildir” sözü de o yüzden doğru okunamamıştır ve “ne yani, Türk ile Kürt eşit değil mi?” gibi bilgisiz ve ölçüsüz eleştirilere muhatap olmuştur. (Millet-milliyet ayrımını bilen fakat siyaseten bu sözü Kürt düşmanlığı gibi okuyanları kuşkusuz ayrı tutuyoruz.)

“Milliyet” kapitalizmden önce de vardı, ama “millet” kapitalizme birlikte tarih sahnesine çıktı. Nitekim Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları isimli büyük eserinde ”Meşrutiyetten evvel Türk milleti yoktu” diye saptar!

Çünkü milliyetin ya da milliyetlerin millet haline gelmesi için toplumun kapitalist bir pazarda buluşması lazımdır. Ancak bu şekilde farklı milliyetler, milletleşir! Ortak pazar, ortak ülke ve ortak dil, ortak yaşama bilincini yaratır.

Batı’da da, bizde de milletleşme süreci farklı zamanlarda fakat aynı düzlemde gelişmiştir. Nitekim Mustafa Kemal Atatürk o yüzden “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” demiştir.

Yani Türkmen milliyeti, Kürt(men) milliyeti, Laz milliyeti, Çerkez milliyeti ve diğer tüm milliyetler birlikte Kurtuluş Savaşı vererek, birlikte bir ülke kurarak milletleşmişlerdir!

Ziya Gökalp’in söylediği gibi bizde milletleşme Meşrutiyetle, yani devrimle ve kapitalizmin filizlenmesiyle başlamıştır. Ve yine bir devrimle, Cumhuriyetle milletleşme süreci gelişmiştir.

Milliyetlerin millet olmasında “milli devlet” esastır ve bu nedenle devletsiz topluluklar millet değil milliyettir!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
29 Nisan 2013

, , , , , , ,

Yorum bırakın

MÜZAKERE TUTANAĞININ KODLARI

Milliyet’in yayımladığı ve “İmralı zabıtları” diye adlandırılan tutanak her ne kadar Öcalan’ın BDP heyetiyle yaptığı görüşmeye dairse de, içeriğine bakıldığında bunun aslında Öcalan ile Erdoğan’ın müzakere tutanağı olduğu anlaşılmaktadır.

Bu nedenle de hemen “kim sızdırdı, neden sızdırdı” gibi sorularla içeriği perdelenmeye çalışılmaktadır; tıpkı Wikileaks ya da Oslo görüşmeleri tutanağında olduğu gibi… Uzmanlıkları “ya BDP sızdırdı, ya da MİT” demekten ileriye gidemeyenlerin iki gündür ekranları doldurarak gizlemeye çalıştıkları gerçek oldukça çarpıcıdır.

İşte tutanağın o çarpıcı kodları:

AKP EŞBAŞKANI ÖCALAN

1. 14 yıl önce “devletimin emrindeyim” diyen Öcalan gitmiş, yerine devlete posta koyan, AKP’yi iktidar alanı yarattığını, Türk Ordusu’na diz çöktürdüğünü söyleyen bir Öcalan gelmiş! Kuşkusuz bu değişimin sorumlusu önce ABD, sonra da BOP Eşbaşkanı Tayyip Erdoğan’dır.

2. CHP Grup başkanvekili Muharrem İnce sosyal medyada yakınıyor: “Altan Tan da milletvekili, ben de. Öcalan’ı ziyaret ederken onun üstü bile aranmıyor; İlker Başbuğ’u ziyaret ederken benim kemerime bile el konuyor.”

Kendisine sosyal medyadan şu yanıtı veriyorum: “Doğru, ikiniz de vekilsiniz ama Öcalan AKP ve BOP Eşbaşkanı fakat İlker Başbuğ terörist!”

REJİM YIKMA ORTAKLIĞI

3. Müzakere Tutanağı gösterdiği ki Erdoğan ile Öcalan’ın uzlaştığı en önemli konu rejimin değiştirilmesi…

Öcalan açıkça sürecin sonunda rejimin değişeceğini müjdeliyor BDP heyetine. Erdoğan’ın istediği başkanlık sistemi de zaten idari rejimin değişmesi demekti. Öcalan, Erdoğan’ın başkanlık sistemine destek verdiğini belirterek ortaklığını ilan etmiş oluyor.

Öcalan’ın bu tutanaktan önce basına yansıyan sözlerinde, bir tek Ulusalcı ve Ergenekoncu yapının bu ortaklığa engel olabileceğine dikkat çekmesi önemlidir ve not edilmelidir. Zira Öcalan, asıl cepheleşmeyi resmetmektedir: Yani Erdoğan ve Öcalan o tarafta, Doğu Perinçek ve Çetin Doğan bu tarafta!

4. Başbakan Erdoğan “Dikkat ederseniz ben bu alanda çok konuşmak istemiyorum. Ama BDP’liler maalesef ellerine verilen o notlarla ilgili hemen açıklamalar yaptılar, yapıyorlar.” diyor. Yani Başbakan Erdoğan, BDP’yi, Öcalan’la yaptığı mutabakatını bozmaya çalışmakla suçluyor ama aynı zamanda Öcalan’la ortaklığını itiraf ediyor.

5. Öcalan’ın sık sık Fethullah Gülen’i hedef alması kimseyi yanıltmasın zira hep birlikte Atlantik cephesindedirler. Ancak Öcalan şu aşamada Fethullah Gülen karşıtı sözleriyle Erdoğan’a “ondan boşalttığın yere talibim” mesajı vermektedir!

AKP, ÖCALAN’A KALKAN OLDU

6. AKP’nin ileri gelenlerinden Ömer Çelik, tutanaktaki ifadeleri Öcalan’a konduramıyor olmalı ki, “aktaranların spekülasyonu” diyor! Çelik’in muhalefetten gelen eleştirilere karşı “tutanak resmi belge değil ki” diye savunma yapması ise 10 yıldır iktidarda da olsalar, bir türlü devlet ciddiyeti öğrenemediklerini göstermektedir!

7. Erdoğan’ın siyasi danışmanı Yalçın Akdoğan da, Öcalan’ın tepki çeken ifadelerine şu sözlerle kalkan oluyor: “Öcalan, asıl mesajının önüne ve arkasına bir şeyler ekleyerek denge arıyor.”

Akdoğan ayrıca bu notları sızdıranların “Öcalan’ı boşa düşürmek istediklerini” söylüyor.

8. AKP Diyarbakır Milletvekili Galip EnsarioğluÖcalan’ın sorumlu davrandığını” belirterek PKK’yi uyarıyor: “İleri boyutta makul şeyleri söylemeye BDP ve PKK yetkili değil.” Ensarioğlu görev dağılımını da açıklıyor: “PKK savaşla, BDP muhalefetle yetkilendirilmiştir, çözüm ve makul öneriler için yetkilendirilmemişlerdir. Bunu ancak Öcalan söyler.”

Bu sözlerden Öcalan’ın AKP Eşbaşkanı olarak milletvekilleri içinde bir taban oluşturduğunu anlıyoruz!

PKK’NİN BÖLGESEL ROLÜ

9. Müzakere Tutanağının kanımca en önemli kodu, PKK’ye bundan sonrası için çizilen roldür. “Kandil karamsar” diyen Öcalan’ın “Çekilirsek gerilla biter görüşüne katılmıyorum. Suriye var, İran var.” demesi ibretliktir.

Öcalan bu sözlerle birincisi PKK’nin aslında silah bırakmayacağını, ikincisi bölgede İran ve Suriye’ye karşı kullanılacağını, üçüncüsü de örgütün ABD’nin bir kartı olduğunu ve onun ihtiyaçlarına göre değerlendirileceğini belirtmiş oluyor!

Bu itiraf Erdoğan ile Öcalan’ın barışı değil, savaşı görüştüğünü belgelemektedir!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
2 Mart 2013

, , , , , , ,

Yorum bırakın

DAVUTOĞLU TASFİYE Mİ EDİLDİ?

Dolmabahçe fotoğrafı aslında çok şey anlatıyor. 3 Türk ile 3 Rus yetkilinin müzakere görüntüsünden bahsediyoruz… Bu tip heyetler arası görüşmelerde her yetkili kendi mevkidaşının karşısında yer alır. O fotoğrafta ise farklıydı…

Tamam, Putin’in karşısında Erdoğan oturuyordu ama Rusya Dışişleri Bakanı’nın karşısında Ömer Çelik, Putin’in dış politika danışmanının karşısında ise Ahmet Davutoğlu oturuyordu!

Yoksa hükümette adı konmamış bir görev değişikliği mi vardı? Ahmet Davutoğlu danışmanlığa dönmüş, Ömer Çelik de Dışişleri Bakanı mı olmuştu?

ÖMER ÇELİK DENETÇİ Mİ?

Bu tablo aslında bir süredir sergileniyor… AKP Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik, yurt dışı gezilerinde Erdoğan’a Dışişleri Bakanı gibi eşlik ediyor! Ya da Davutoğlu’nun gezilerinde Ömer Çelik mutlaka yer alıyor! Denetçi gibi…

Ufuk Ötesi’ni düzenli izleyen okurlarımız, Suriye konusunda son dönemde AKP içinde bir kırılma yaşandığını, Erdoğan ile Davutoğlu-Gül arasında farklılıklar belirdiğini, Erdoğan’ın Suriye sahnesinden çekilmek için İran ve Rusya ile müzakerelere yeşil ışık yaktığını anımsayacaklardır…

İşte bu fotoğraf, anlatmaya çalıştığımız ayrışmayı sergiliyor.

ANKARA-MOSKOVA HATTINA ABD SABOTAJI

Bakın bir ayrışma olduğunu başka nasıl anlıyoruz:

Dikkat ettiyseniz Erdoğan ile Putin’in buluşması aşağı yukarı her gazeteye olumlu yansıdı. Manşetlerde Erdoğan ile Putin’in Suriye konusunda birbirlerine yaklaştığına dikkat çekildi. Kimi gazeteciler konumları gereği Erdoğan’ın Putin’e değil, Putin’in Erdoğan’a yaklaştığını iddia ettiyseler de, ortada bir yakınlaşma vardı nihayetinde!

Tüm gazeteler Suriye konusunda Türkiye ile Rusya arasındaki görüş farklılığı makasının daraldığını saptıyordu. Başlıklar da öyle…

Peki, ideolojik bir araç işlevi olan ünlü Amerika’nın Sesi nasıl verdi bu haberi? İnternet sitelerindeki manşetlerinde başlık şöyleydi: “Putin ve Erdoğan, Suriye konusunda uzlaşamadı!

Bu manşet hem Moskova’dan kalkan Suriye uçağının CIA istihbaratıyla neden zorla Ankara’ya indirildiğini açıklıyor, hem de “füze yerine elektrik teçhizatı çıkan” operasyonun neden Ankara-Moskova hattında soğutulduğunu açıkılıyor!

MOSKOVA’NIN ANKARA’YA TEKLİFİ

Putin basın toplantısında çok açık bir şekilde ”Suriye’de pozisyonlarımız aynı ama hangi metotları kullanacağımız konusunda farklılık var” dedi. Bu söz tescilli Amerikancı gazeteciler tarafından her ne kadar “Esad’ın sandalyesini kim tekmeleyecek” şeklinde sunulduysa da, Ankara ile Moskova’nın “pozisyon yakınlaşması” içinde bulunduklarını dünyaya ilan etmesi çok önemli!

Nitekim Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, 23 Kasım’da Moskova’da yaptığı basın toplantısında çok önemli bir bilgi vermişti: “Biz, Ankara ve Şam arasında doğrudan diyalogun kurulmasını teklif ettik. Maalesef, teklif henüz yerine getirilmedi, ama halen yürürlükte.

Erdoğan ve Putin’in 3 Aralık’taki buluşmasında işte bu teklif de konuşuldu. Nitekim önce Putin “Görüşmede yeni görüşler dile getirildi” dedi, ardından da Erdoğan şu sözlerle tamamladı: “Komşumuz Suriye’de barış ve istikrarın yeniden tesis edilmesi, hiç kuşkusuz hem ülkemiz hem de bölge için hayati bir öneme sahiptir. (…) Suriye’de akan kanın bir an önce durmasını istiyoruz. Dışişleri bakanlarımız bu konuda daha yoğun bir çalışma yolunda adımlar atacaktır.

Peki, daha önce Suriye politikası nedeniyle “Rusya’nın cezalandırılmasını” isteyen Davutoğlu, Erdoğan’ın işaret ettiği bu çalışmayı yürütebilir mi? Ya da Lavrov’un karşısında Davutoğlu yerine Ömer Çelik’in oturmasının sebebi bu mu?

ERDOĞAN PATRİOT’U BASINDAN ÖĞRENDİ!

Suriye konusunda yaşanan bu değişikliğin nedenlerinin başında kuşkusuz “Kürt koridoru” geliyor. Son dönemde Washington’dan Ankara’ya gelen “Suriyeli Kürtlerle anlaşın” baskısı, Suriye sahnesinden çekilme arayışlarını hızlandırdı!

İşte NATO ve Patriot meselesi de aslında bu arayışa Washington’un yanıtıdır. ABD ve Davutoğlu, Patriotlarla Türkiye’yi sahnede kalmaya mecbur etmeye çalışıyor.

Erdoğan ile Davutoğlu’nun basına yansıyan “Patriot istendi, istenmedi” tartışması da bu nedenledir. Türkiye Cumhuriyet Başbakanı, ülkesinin NATO’dan resmen Patriot istediğini basından öğrenmişti!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
5 Aralık 2012

, , , , , ,

Yorum bırakın

KOMŞULARLA SIFIR SORUN, ATATÜRK İLKESİYMİŞ!

Bekir Coşkun, önceki gün organ karışıklığıyla ilgili enfes bir yazı yazdı.

Organlarını karıştıran adamın, tedaviden sonra hangi organın nerede olduğunu bilmesi ve kafasını göstererek “eee… Buna döt derler” diyerek övünmesi, derslerle dolu…

Bekir Coşkun’un bu çağda hâlâ bu fıkra üzerinden mesaj vermek durumunda kalması, elbette onun suçu değil! Nitekim her gün Bekir Coşkun’u haklı çıkaran örneklerle karşılaşıyoruz.

ATATÜRK’Ü DÜŞMANLARI BİLE ANLAMIŞKEN…

Örneğin BDP’li milletvekili Sırrı Süreyya Önder, Atatürk’ün “yurtta barış, dünyada barış” sözlerinden ne anladığını TBMM kürsüsünden şöyle açıklıyor: “Bu söz barışın değil, teslimiyetin ve acziyetin ifadesidir.”

Durumu daha da vahim kılan ise Sırrı Süreyya Önder’in bu yorumu, Suriye’ye saldırıyı savunurken “Büyük Atatürk”e yaslanan AKP milletvekili Ömer Çelik’e karşı söylemesidir!

Yani karışan sadece organlar değildir!

DİYAP AĞA’YA İHANET

Sırrı Süreyya Önder’in “O söz bir barış havariliği değildir. Bunu herkes yanlış biliyor.” diyerek başladığı konuşması burada kalsaydı, “cehalet” der geçerdik. Ancak Sırrı Süreyya Önder’in şu sözleri, cehaletten öte tarihe ihanet içinde olduğunu göstermektedir:

“Biz yutta sulhu istiyoruz, cihanda sulhu istiyoruz değil, o bir teslimiyetin ve acziyetin ifadesidir. Bu Misak’ı Milli’den vazgeçme durumunun formüle edilmiş biçimidir. Biz yani Hatay’la, Suriye’yle, Irak’la, Musul’la bütün taahhüt ve taleplerimizden vazgeçiyoruzun Atatürkçesidir.”

Sırı Süreyya Önder bu sözleriyle sadece tarihe değil, Diyap Ağa’ya da ihanet etmiştir!

ATATÜRK TESLİM OLMADI, TESLİM ALDI!

Atatürk’ün teslimiyetçi olduğu saçmalığı, en az irticacıların Atatürk’ü İngiliz ajanı diye suçlamaya kalkması kadar saçmadır, yalandır, haincedir!

İrticacıların türbanı savunmak için “keşke İngilizler bizi yönetseydi” diyebilmesinde bile bir mantık bulunabilir ama ayrılıkçı Kürtçülerin Atatürk’ü teslimiyetçi diye suçlamasında en ufak bir mantık bulunamaz!

Hadi İngilizlerin Mondros’unu, Sevr’ini kimin imzaladığını unuttunuz… Bari 17 Kasım 1922 günü İngiliz zırhlısı Malaya ile kaçanın Vahdettin olduğunu hatırlayın!

DAVUTOĞLU’NUN ATATÜRK YORUMU

Ömer Çelik’in “Büyük Atatürk” demesine gelince…

Ne zaman kamuoyunun geçit vermeyeceği Atlantik görevlerine soyunsalar, akıllarına Atatürk gelir. Milletin Atatürk sevgisini ABD görevleri için kullanırlar…

Kenan Evren’in de Kemalizm’i, “Yüce Atatürk” diye diye tasfiye ettiği belleklerdedir.

Tıpkı Ömer Çelik gibi Ahmet Davutoğlu da ABD’nin Suriye görevi için Atatürk’e yaslanmak zorunda kalıyor.

MHP Milletvekili Lütfü Türkkan, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’na “Suriye’de tutuklu 49 Türk istihbaratçı” iddiasını sordu geçenlerde. Yanıtta ilginç bir ayrıntı vardı:

“Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan bu yana dış politikamızın temel dayanağını oluşturan ‘yurtta barış, dünyada barışanlayışımız, gerek bunun günümüze yansıması olarak dile getirdiğimiz ‘komşularla sıfır sorun’ ilkesi, Türkiye’nin etrafında bir barış, istikrar, güvenlik ve refah kuşağı oluşturulmasını hedeflemektedir. Suriye’deki gelişmeler de bu mercekten izlenmektedir.”

Meğer Davutoğlu’nun “komşularla sıfır sorun” ilkesi, Atatürk’ün “yurtta barış, dünyada barış” ilkesinin günümüze yansımız haliymiş!

AKP’nin takîyecilikte sınır tanımadığını da böylece öğrenmiş olduk!

Ama daha önemlisi, mecbur kaldıklarında Atatürk’ün komşularla barış istemesini bile sömürmekten, Suriye’ye saldırı ve Kuzey Irak’ı himaye gibi görevlerine alet etmekten geri durmayacaklarını görmüş olduk!

ATATÜRK KARŞITI CEPHE

AKP ve BDP el ele önce Atatürk’ün Cumhuriyetini yıktılar, şimdi de Cumhuriyetçilerin içindeki Atatürk’e saldırıyorlar!

Atatürk’ün partisi CHP ise Yeni Türkiye’nin Yeni Anayasası için kendini yeniliyor!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
28 Nisan 2012

, , , , , ,

Yorum bırakın

RICCIARDONE’NİN ULUDERE ŞİFRELERİ

Gazetelerin Ankara Temsilcileriyle buluşan ABD’nin Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone, Uludere konusunda bazı açıklamalar yaptı. Gazetelerin “Uludere’ye dâhil olmadık”, “Uludere istihbaratını biz vermedik” diye başlık attığı görüşmelerin bütününden aslında başka anlamlar çıkıyor.

Ricciardone’nin şifrelerini çözeceğiz ancak önce bu konudaki iki farklı görüşü anımsatalım:

Resmi açıklamaya göre istihbaratın kaynağı belli değil. Genelkurmay Heron görüntülerini inceliyor. Hükümet tüm imkânlarını seferber ederek olayı çözmeye çalışıyor.

Aydınlık ise Uludere istihbaratın kaynağının ABD olduğunu ve ilk bombayı F-16’lardan 18 dakika önce predatörün attığını yazdı.

Şimdi gelelim şifrelere…

‘HEDEF BELİRLENMESİNE DÂHİL DEĞİLİZ’

1. Ricciardone’ye önce “34 vatandaşımızın yaşamını yitirdiği Uludere’de bir istihbarat zaafı oldu mu?” diye soruyorlar.

Ricciardone’nin yanıtı şöyle: “Bizim bu olayla bir ilgimiz olmamıştır. Hedef belirlenmesinde bizim bir dâhilimiz olmaz. İstihbarat toplanması konusunda ise bu tür ortamlarda kimsenin mükemmel istihbaratı yoktur.

Yani aslında Ricciardone, “istihbaratı biz verdik ama siz bombaladınız” demiş oluyor.

Nitekim Ricciardone’nin şu sözleri bunu teyit ediyor: “Biz PKK’ya karşı istihbarat desteği sağlıyoruz. Fakat hedef belirleme tamamıyla Türkiye’ye bağlı bir konudur. Türkiye, hedef belirlerken kendi yeteneklerini kullanıyor.”

HERON DEĞİL PREDATÖR!

2. Ricciardone’nin “Uludere’de predatör görüntüleri var mı?” sorusuna verdiği yanıt da ilk şifreyi doğruluyor:

“Biz operasyonel istihbarat detaylarıyla ilgili yorum yapmayız. Amerika’nın spesifik katılımları var. İstihbarat diye bakmayın. Biz predatörlerle ilgili istihbarat veriyoruz. Ama bu askeri sırdır. Bunu sizin askerlerinizin güvenliği için yapıyoruz. O nedenle söyleyemem.”

Bu arada Ricciardone’nin ikinci şifresi, Heron’un değil, Predatör’ün istihbarat sağladığını doğrulamış oluyor.

Bu bilgi de, Heron görüntülerinin incelenmesinin neden bir türlü bitirilemediğini de ortaya koyuyor.

ORG. ÖZEL’İN ŞİFRESİ

3. “PKK’ye karşı istihbarat desteği sağlıyoruz” diyen ABD’nin Ankara Büyükelçisi Ricciardone, söyleşinin başka bir yerinde ise “Türkiye’nin sınır ötesi operasyonlarıyla hiçbir ilgimiz yok.” diyor.

Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Özel’in, 5 Ocak günü Milliyet’ten Fikret Bila’ya yazılı söyledikleri, Ricciardone’yi yalanlıyor.

Org. Özel, İncirlik’te konuşlu 4 predatörün 23 Kasım 2011’den beri faaliyette olduğunu ama sadece Irak’ın kuzeyinden istihbarat sağladığını belirtmişti. Org. Özel, Bila’ya, ayrıca Uludere olayının sınır ötesinde, yani Irak’ın kuzeyinde gerçekleştiğini vurgulamıştı!

SEFERBER EDİLEN İMKANLAR YETERSİZ Mİ?

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, hafta içi grup konuşmasında Uludure’ye değinmiş ve şöyle söylemişti: “Aradan geçen bir ay içinde Uludere’ye samimiyetsizlikle yaklaşanlar meseleyi unutup kenara çekilirken, biz meseleyi takip ediyoruz. Biz Uludere’de yaşananların aydınlatılması için imkânlarımızı seferber ediyoruz.

İnsan merak ediyor elbette, seferber edilen bunca imkâna rağmen, 34 köylünün bombalanmasına neden olan istihbaratı kimin verdiği neden bulunamıyor?

ABD-AKP AYNI NOKTADA DURUYOR

4. Aslında yanıt yine Ricciardone’nin şifresinde gizli. Ricciardone, Uludere’de 34 yurttaşımızın bombalanmasından sonra, 3 Ocak’ta AKP Genel Başkan Yarımcısı Ömer Çelik’le bir araya geliyor ve çıkışta basına Uludere’yle ilgili şu açıklamayı yapıyor:

Bu konuda Türk hükümetinin durduğu noktada duruyoruz. Şu anda paylaşımlarla ilgili bilgi vermek doğru olmaz. Terörle mücadele sürecektir.”

Kişiler ya da kurumlar, yorumlanabilecek bir konuda ya da bir politikada aynı noktada durabilirler elbette. Ancak, bir olgu konusunda aynı noktada nasıl durulabilir?

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
28 Ocak 2011

, , , , ,

Yorum bırakın

AKP, PARTİ DE DEĞİLMİŞ!

Okurlar haklı olarak soruyorlar: Aynı anda İsrail’le, Yunanistan’la, Kıbrıs Rum Kesimi’yle, Suriye’yle, İran’la, Irak’la, Ermenistan’la hatta Azerbaycan’la sorunlu olmak akıl işi mi?

Kestirmeden söyleyelim: Akıldan ziyade çaresizliğin eseri! Ama AKP hükümetinden ziyade, ABD’nin çaresizliğinin eseri…

Çünkü AKP’nin dış politikası bağımsız değil ve Atlantik’e çıpalı.

Bağımsız olmadığı için de “NATO’nun Libya’da ne işi var” deyip, NATO’nun Libya’ya saldırısına Türkiye’yi karargâh yaparlar; Anders Fogh Rasmussen’e itiraz edip, sonra NATO Genel Sekreterliği’ni onaylarlar; Beşar Esad’a “kardeşim” deyip, sonra diktatör ilan ederler; İsrail’e diklenip, sonra İran’a karşı İsrail’e kalkan olurlar vs.

ABD ise üretmeyen ekonomisiyle, bölgede inisiyatifi kaybetmesiyle, dünya liderliğini sürdüremeyeceği gerçeğiyle ve en önemlisi
askeri başarısızlıkları nedeniyle çaresiz durumda!

SAVAŞA KİMİN İHTİYACI VAR?

Dolayısıyla ABD gibi projesinin eşbaşkanlığı da bu çaresizliği paylaşıyor. Çok değil daha üç ay önce yüzde 50 oy almış bir partinin,
şimdiden patlak lastikli kamyon görüntüsü vermesi başka nasıl açıklanır?

O yüzden Obama kadar Erdoğan’ın da savaşa ihtiyacı var; iktidarı için…

Hükümetin çaresizlikten kaynaklı savruk politikaları, üyelerinin sözlerine de yansıyor. Son 10 günde söylenilen şu sözlere bakınız:

HÜKÜMETİN PKK ÇARESİZLİĞİ

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, BM’de düzenlenen Terörizmle Uluslararası Mücadele Sempozyumu’nda yaptığı konumada Avrupa’ya şöyle seslendi: “PKK’nin faaliyetleri tolere edilmemeli.”

Avrupa, PKK ile görüştüğü ortaya çıkan AKP hükümetinin bu sözlerini acaba ne kadar ciddiye aldı!?

“PKK ile MİT değil hükümet görüştü” diyenlere yanıt vermeye çalışan Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, “Başbakanlık Müsteşar yardımcısı sıfatıyla bu toplantıya katılıyor olması, onun (Hakan Fidan) Başbakanlıkla ilgili olduğunu göstermez” dedi.

Peki Arınç’ın Başbakan Yardımcısı olması, Başbakanlıkla ilgili olduğunu gösterir mi bu durumda?

GAF DEĞİL ZİHNİYET

AKP’li Burhan Kuzu BDP’nin Diyarbakır’da toplanmasını Kuvva-i Milliye’ye benzetti: “Osmanlı’dan kopup Ankara’ya gelen Atatürk ve arkadaşları Kuvva-i Milliye ruhunu oluşturmuşlardı. Sanki onun bir benzerini yapıyorlar gibi bir halleri var. Ama bu mantık ve bu yöntemle olayı çözemezler. Bir de onların Diyarbakır’da çok fazla kalacaklarına inanmıyorum. Ben öyle tahmin ediyorum ki 1 Ekim’de gelecekler.”

İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin ise vatandaşlarını “tane” hesabıyla sayıyor artık. Bakan Şahin, Ankara’daki patlama sonrası şöyle bilgilendiriyordu kamuoyunu: “3 adet maalesef vatandaşımızın patlamadan dolayı can kaybına maruz kaldığı bilgisi var.”

AKP’nin Genel Başkan Yardımcısı ve Adana milletvekili Ömer Çelik ise liderinin Suriye’yi iç mesele görmesiyle yetinmemiş olmalı ki şöyle tweet yazıyordu New York’tan: “Filistin, Doğu Türkistan, Kerkük, Bosna; bizim için Ankara, Istanbul, Adana, Erzurum, Diyabakır gibidir.”

AKP NEDİR?

Doğu Perinçek önceki gün yazdı ve AKP’nin aslında hükümet olmadığını ortaya koydu. Muhtemelen Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in sözleri Silivri zindanına ulaşmadı. Ulaşsaydı, AKP “parti de değilmiş” diyecekti kuşkusuz!

Çünkü Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’e, AKP’nin İngiltere’de bulunan  hangi partiye benzediği sorulduğunda evlere şenlik şu yanıtı veriyordu: “Muhafazakarız, liberaliz ve sosyalistiz.

AKP’nin aslında “hiçbir şey” olduğu, bundan daha güzel özetlenemezdi herhalde!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
25 Eylül 2011

, , , , , , ,

Yorum bırakın

ÖMER ÇELİK’E YANIT

Başbakan Erdoğan’ın gezisine katılan AKP milletvekili ve Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik Tunus’tan soruyor: “Sarkozy niçin Tunus’a gelmiyor da, Libya’ya gidiyor?

Çelik, twitter’dan sorduğu sorusuna yine twitter’dan sorulu yanıt veriyor: “Sarkozy Libya’da muhalifleri tutarken, Tunus’ta neden statükoyu tutuyor? Cevaba bile gerek yok.

SURİYE’DE SİLAH, TUNUS’TA SANDIK TEMENNİSİ

Ömer Çelik’in verdiği yanlış yanıtı şimdilik bir kenara bırakıp, doğru sorusuna katkı sunan bir başka soruyu da biz soralım:

Başbakan Erdoğan, Libya’da silahlı isyancılara maddi yardımda bulunurken, Suriye’deki muhaliflerden Beşar Esad rejimini yıkmasını isterken, neden Tunus’ta “devrimler, kanla değil seçim sandığıyla gerçekleşmeli” diye konuştu?

Hem Çelik’in sorusunun yanıtı hem de Erdoğan’ın Tunus’ta “sandık” vurgusu yapmasının nedeni ortadadır: Çünkü Tunus başka, Suriye ve Libya başkadır!

Daha da genişleterek söyleyecek olursak, Mısır, Tunus, Ürdün, Bahreyn, Yemen başkadır, İran, Libya ve Suriye başkadır.

Bunu maalesef Türkiye’deki bazı kesimler de göremiyor ve yukarıda sıraladığımız tüm ülkelerdeki gelişmeleri ABD’nin eseri sayıyor. Ama Sarkozy görüyor!

Ömer Çelik de Sarkozy’nin ne gördüğünü anlayamadığı için soruyu doğru soruyor ama yanlış yanıtlıyor. Sarkozy’nin “Libya’da muhalifleri tutarken, Tunus’ta statükoyu tutmasının” nedeni, iki ülkedeki gelişmelerin farklı cephelerin eseri olmasındandır.

Kaldı ki Çelik’in “statüko” dediği Tunus’ta da yönetim, 1 yıllıktır; 30 yıllık Zeynel Abidin Bin Ali’nin devrilmesinden sonra kurulmuştur.

LİBYA VE TUNUS FARKI

Gelelim farka…

1.) Mısır, Tunus, Ürdün, Yemen ve Bahreyn ABD’nin nüfuz alanlarıdır. Libya ve Suriye ise ABD karşıtıdır.

2.) ABD Tunus’ta “hazırlıksız yakalandı”, Mısır’da da önce Mübarek’i savundu, ardından yıkılmasını engelleyemeyeceğini gördüğünde de, “Mübarek’i verip, rejimi kurtarma” çizgisi izledi. Bu çizgi, Mısır’daki halk hareketinde iniş çıkışlara, geri çekilmelere, uzlaşmalara neden oldu.

İsrail, en önemli müttefiki olan Mübarek’in savunulabilmesi için yoğun uğraş verdi.

ABD Yemen ve Bahreyn’deki muhalefeti ise kanla durdurmaya çalıştı. Örneğin Bahreyn’de halk ayağa kalktıkça, ABD Suudi Arabistan askerlerini bu ülkeye sürdü, hâlâ da sürüyor!

Yemen’de ve Bahreyn’de ölen insan sayısı, NATO müdahalesi öncesi Libya’da ölen insan sayısından çok daha fazladır! Buna rağmen Batı’nın Yemen’de ve Bahreyn’de değil de, Libya’da “insan hakkı” araması öğreticidir!

ABD’NİN SÜRECE AKP’Lİ MÜDAHALESİ

3.) Colombia Üniversitesi’nden Prof. Richard Bulliet’in de söylediği gibi “Mısır’ı kaybeden ABD, bölgede çözülmeye başlar.

İşte ABD bu gerçek nedeniyle hızla bölgedeki en önemli müttefiki olan AKP’yi devreye soktu. Ve 2010 Ocak ve Şubat aylarında Tunus ve Mısır’da gelişen halk hareketlerinden sonra, 14 Mart’ta İstanbul’da “değişim liderleri zirvesi” düzenledi. Zirvede AKP üzerinden “sürece müdahale” kararı alındı.

ABD bu tarihten sonra, kendi nüfuz alanlarındaki gelişmeleri frenleyebilmek için nüfuz alanı dışındaki ülkeleri karıştırma hamlesine soyundu. Ve İran, Suriye ile Libya’da kalkışmalar başlattı. Ki hem Suriye’de hem de İran’da, belli gruplar 2003 yılından beri kışkırtılıyordu.

Güçlü bir devlet olan İran bu son kalkışmayı hızla bastırırken, Libya bastırmakta zorlandı. Ve kalkışma büyüdükçe emperyalizmin müdahalesine “gerekçe” oluştu!

Suriye’de de benzer bir “gerekçenin” yaratılmasına çalışılıyor: Erdoğan’ın durduk yere Suriye’de “Alevi-Sünni çatışmasından kaygı duyması” anlamlıdır.

Dolayısıyla AKP’liler, Sarkozy’nin neden Tunus’a gidemediğini sorgulamaktansa, Erdoğan’ın neden Suriye’ye gidemediğini sorgulamalılar!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
18 Eylül 2011 

, , , , ,

Yorum bırakın

DEMOKARTİK ÖZERKLİK KİTAPÇIĞI 2 YIL ÖNCE TBMM’DE DAĞITILMIŞTI

Demokratik Toplum Kongresi’nin “özerklik” ilanı konusunda hükümet değil ama AKP nihayet bir açıklama yaptı. AKP’li Ömer Çelik, “bu tartışmalar Türkiye için suikast girişimidir” (1) dedi.

Kuşkusuz bu açıklama, “Kürt Açılımı”nı başlatan AKP’nin genel yönelimine hiç de uymuyordu. Ne de olsa, AKP, “bölgelerde yerel hükümetler kurma” zemini oluşturan Kamu Yönetimi Temel Kanunu’nu 15 Temmuz 2004 tarihinde TBMM’den geçirmişti. Dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, AKP’nin yasasını “Türkiye’ye suikast” gibi değerlendirmiş ve veto etmişti.

Tabi, “proje” Washington merkezli olduğundan, AKP eline geçen ilk fırsatta, yeniden hamle yaptı: AKP, Türkiye’yi 12 eyalete bölen Kalkınma Ajansları Yasası’nı 25 Ocak 2006 tarihinde TBMM’den geçirdi.

Kaldı ki AKP, projeye hukuki zemin sağlamak üzere, 4 Haziran 2003 tarihinde “Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi” ile “Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi” başlıklı “BM İkiz Sözleşmeleri”ni TBMM’de zaten onaylamıştı!

Erdoğan’ın daha o tarihlerde “Diyarbakır’ı ABD’nin Büyük Ortadoğu projesi içinde bir merkez yapma” (2) taahhüdünde bulunması, aynı proje gereğidir.

İşte Ömer Çelik’in bugün “suikast” diye tanımladığı “demokratik özerklik”, aslında AKP hükümetinin bir numaralı ev ödeviydi.  AKP ile BDP’yi, PKK’yı “Kürt Açılımı”nda birleştiren de bu ödevdi.

AKP’nin DTK’nın “özerklik” ilanına, “suikast” gibi çok ağır bir ifadeyle karşı çıkması, esas olarak, 2011 Haziran seçimleriyle ilgilidir. Hükümet, seçimlere bu kadar az zaman kala, riske girmek istememektedir. Başbakan Erdoğan, “demokratik özerklik” esaslı federasyon anayasasını da, zaten “yeni anayasa seçim sonrası” diyerek rafa kaldırmıştı.

Yani AKP’nin “suikast” açıklaması sadece taktikseldir. Çünkü “demokratik özerklik” zaten yeni de değildir!

Anayasa Mahkemesi’nin kapattığı Demokratik Toplum Partisi DTP’nin, zaten kongre kararıydı!

Demokratik Toplum Kongresi, 24 Ekim 2007 tarihinde “demokratik özerklik projesi”ni kabul etmiş; Demokratik Toplum Partisi DTP de, Kasım 2007’deki 2. Olağan Kongresi’nde, projeyi, “siyasi tutum belgesi” olarak tüzüğüne sokmuştu!

Hatta, DTP milletvekilleri, projeyi Türkçe, Kürtçe ve İngilizce kitapçık şekliden bastırıp, TBMM’de de dağıtmıştı! (3)

O gün, Meclis çatısı altında yapılan bu rezalete suskun kalan hükümetin ve AKP’nin, bugün çıkıp “suikast” demesi, seçim taktiğidir, takiyedir ama her şeyden önce hafızaya hakarettir!

MEHMET ALİ GÜLLER

1.. www.hurriyet.com.tr, 23 Aralık 2010
2.. Kanal D, Teke Tek, 16 Şubat 2004
3.. Hürriyet, 29 Ekim 2008

, ,

Yorum bırakın

%d blogcu bunu beğendi: