Posts Tagged Kuzey Irak

KÜRDİSTAN’I KİM KORUYACAK: TSK MI, NATO MU?

Erdoğan’ın Toronto’da ABD Başkanı Obama ile yaptığı görüşmeden sonra “Kuzey Irak’a NATO” çağrısında bulunmasının ardından yeni bir öneri daha geldi.

“Çuvalcı komutan” olarak bilinen Irak’taki ABD güçlerinin komutanı Ray Odierno, “Kuzey Irak’a BM Barış güçlerinin konuşlandırılabileceğini” söyledi.

Erdoğan’ın NATO çağrısı ile ABD’nin BM Barış gücü çağrısı arasında Washington odaklı bir paralellik, daha doğrusu bir bütünlük var. Yani NATO ve BM önerilerinin iki ayrı düzlemde tek bir anlamı var. Bu düzlemlerden birincisi ABD’nin Kuzey Irak Planı düzlemidir; ikincisi de ABD’nin yenilgi ve geri çekilme düzlemidir.

1.. “ABD’NİN KUZEY IRAK PLANI” DÜZLEMİNDE NATO/BM ÇAĞRISI

Erdoğan’ın Kuzey Irak’a NATO çağrısının bir hükümet çağrısı olmadığının, bir devlet politikası haline getirildikten sonra yapıldığının altını çizelim öncelikle.

Konu önce Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ tarafında 21 Haziran’daki İpekyolu 2010 – General ve Amiral Semineri’nin açılış konuşmasında dile getirilmişti: “NATO’nun sadece coğrafi alanın sınırları içerisinde hareket etmekle yetinmeyip üye ülkelerin kolektif güvenlik çıkarlarının tehdit altında olduğu bölgelerde de aktif olması gerekmektedir”.

Ardında yapılan 24 Haziran tarihli MGK toplantısında da gündeme geldiği anlaşılan konu, Erdoğan tarafından 28 Haziran’da Toronto’da bir çağrıya dönüştürülmüştü.

“Kuzey Irak’a NATO çağrısı” konusu daha önce de gündeme gelmişti. O zamanki öneriyi daha etraflı aşağıda inceleyeceğiz ama yeri gelmişken belirterek geçelim: O tarihte Başbakan Erdoğan’ın dış politika başdanışmanı olan Ahmet Davutoğlu, “Kuzey Irak’a NATO askeri gönderilmesine karşı olduklarını” söylemişti. (Yeni Şafak, 10.2.2007)

HOLBROOKE PLANI

Bu konudaki ilk somut öneri, ABD’nin şimdiki Afganistan-Pakistan Özel Temsilcisi Richard Holbrooke tarafından 2006 yılında yapıldı. NATO’nun Riga Zirvesi öncesinde “NATO’nun yeniden keşfi” başlıklı bir rapor hazırlayan Holbrooke, “Türkiye’nin Kuzey Irak’ı işgal etmesi olasılığını önlemenin en iyi yolunun bölgeye NATO gücü konuşlandırmak olduğunu” savunmuştu! (Hürriyet, 21 Kasım 2006)

Holbrooke’un Alman Marshall Fonu Yöneticisi Ronald D. Asmus’la birlikte kaleme aldığı raporda Kuzey Irak’a yerleştirilecek NATO askerlerinin yararları şöyle sıralanmıştı: “Türkiye’de Güneydoğu’ya sürekli saldırılarda bulunan PKK terör örgütünün ortadan kaldırılması için Kuzey Irak’ın işgalinden açıkça söz edenler var. Bu riski azaltmanın en iyi yolu Kuzey Irak’a NATO gücü konuşlandırmak. Böyle bir konuşlandırma diğer bazı amaçlara da (hangi amaçlar? – YN) hizmet edebilir. Kürt liderlerle yapılacak bir anlaşma PKK’yı sınırlandırır. Bu, Türkiye’nin askeri operasyonunu önlemenin en iyi yoludur. İkinci olarak NATO askerleri Irak’taki iç savaşın hala barış içinde olan, istikrarlı ve yarı demokratik parçasına, Kuzey Irak’a yayılmasını önler”.

NATO gücünün ayrıca gerektiğinde ülkenin diğer bölgelerinde kullanılmak üzere tutulabileceği belirtilen raporda, benzer operasyonların Kuveyt’ten yapılmasının daha zor olacağına dikkat çekilmiş. Raporda, Irak’ın kuzeyine yerleştirilecek NATO gücünün son yararı olarak, “ABD Başkanı Bush’a Irak’ı tamamıyla gözden çıkarmadığı yolunda siyasal bahane sağlaması” sayıldı.

Ne kadar açık değil mi? Somutlarsak, Holbrooke ve Asmus “birincisi Türkiye’nin Kürdistan’ı imha etmek üzere Kuzey Irak’a girmesini engellemek için, ikincisi Arapların Kürdistan’a saldırısını engellemek için, üçüncüsü ABD’nin Kürdistan üzerinden bölge ülkelerine saldırabilmesi için, dördüncüsü de bölgede bulunma bahanesini sürdürebilmek için” NATO’nun Kuzey Irak’a yerleştirilmesini savunuyor!

NATO zirvesi için hazırlanan bu plan, bir başka gerçeği daha somut olarak göstermektedir. ABD, “Türkiye Kuzey Irak’a girmesin diye NATO’yu Kuzey Irak’a sokmayı” planladığına göre, NATO ve Türkiye’nin amaçları, hedefleri birbirinin tamamen zıddıdır. Dolayısıyla ABD ile Türkiye’nin de ulusal çıkarları tamamen karşı karşıyadır.

TSK’NIN KUZEY IRAK’A GİRMESİ ABD İÇİN EN BÜYÜK TEHDİTDİR

Dikkat edilirse ABD Planı’ndaki ilk madde en önemli maddedir ve diğer üç maddenin gerçekleşebilmesi bu maddeye bağlıdır! ABD, TSK’nın bölgeye (ama bu hedefle) girmesini kendisine yönelik en önemli tehdit olarak algılamaktadır. Öyle ki, ABD Türk Ordusu’nun Kuzey Irak’taki bir Tugay’lık mevcudiyetini ortadan kaldırabilmek için çatışmayı da göze alarak, 11 Türk askerinin başına çuval geçirmişti.

ABD ile Türkiye arasında adı konulmayan ama 20 yıldır süren bir “Kuzey Irak Savaşı” yaşanmaktadır. 2002 bu savaşın Ankara aleyhine Washington lehine dönüşen ikinci dönemidir.

O dönemde Türkiye bu tehdit karşısında iki devlet politikası belirlemişti. Birincisi uluslararası ölçekte “Irak’ın toprak bütünlüğünü ve siyasal birliğini” savunmak; ikincisi de ABD’den önce bölgeye girmekti!

2003’te ABD’nin Irak’ı işgal edeceğinin belirmesi, Türk Devleti’ni 2002 sonbaharında “Irak’ın kuzeyini işgal” planına sevketti. Böylece ABD’den önce bir oldubittiyle bölgeye girilecek ve ABD’nin Kukla Devleti’ne engel olunacaktı. Üstelik “işgal” Irak’ın toprak bütünlüğünü doğrudan savunduğundan, bölge ülkelerinden de tepki görmeyecekti. Bu konuda da gerekli anlaşmalar yapılmıştı.

Genelkurmay Başkanı Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun görev süresinin uzatılması tartışmaları da tamamen bu planla ilgiliydi. ABD “Ecevit hükümetini düşürerek, Türk Ordusu’na darbe yaparak ve AKP’yi iktidara taşıyarak” Türkiye’nin bu planını boşa çıkardı!

ABD’nin çok tartışılan 1 Mart tezkeresi de tamamen bununla ilgiliydi. ABD kuzeyden cephe adı altında, aslında kukla devletle Türk Ordusu arasına girmeyi hesaplıyordu. Böylece Kukla Devleti Türk Ordusu karşısında doğrudan muhafaza edebilecekti.

Tam bu noktada şu gerçeğin altını çizelim: ABD, Türk Ordusu’nun bölgedeki varlığına, kukla devleti imha hedefi olmadığı takdirde, her zaman evet demiştir. TSK Türkiye adına değil de ABD adına her zaman bölgede görev yapabilir! Kukla Devlet’e karşı olmayan hatta İran’a karşı Kukla Devleti savunacak bir TSK, ABD’nin her zaman bölgede görmek istediği bir ordudur! ABD 90’ların ortalarında itibaren “hizadan çıktığı” tespitini yaptığı TSK’ya karşı 2002’den beri boşuna tertip ve operasyon yapmıyor! Ergenekon tertibinin birinci amacı Türk Ordusu’nun Kukla Devlet direncini kırmaktır! ABD’nin PKK’yı kimi zaman “havuç” kimi zaman sopa “olarak” kullanmasının da nedeni budur!

Sonuç olarak, Erdoğan’ın ve General Odierno’nun 4 yıl sonra “NATO ya da BM askeri” çağrısı yapması, Holbrooke’un 4 yıl önceki planlamasıyla tam uyumludur.

2.. “ABD’NİN GERİ ÇEKİLMESİ” DÜZLEMİNDE NATO/BM ÇAĞRISI

Özellikle General Odierno’nun çağrısı, meselenin bir diğer yüzü olan ABD’nin yenilgi içine girmesi ve bununla doğru orantılı olarak geri çekilme-kuvvet azaltma takvimi uygulamasıyla ilgilidir. Gerek Irak’taki gerekse Afganistan’daki yenilgisinden bir çıkış aramakta olan ABD, uluslararası koalisyon oluşturabilmeyi güçlü bir seçenek olarak değerlendirmektedir.

ABD, geri çekilirken boşalttığı alanın “ikna” edebilirse TSK tarafından, “ikna” edemezse NATO/BM askerleri tarafından doldurulmasını savunmaktadır.

Denklemden görülebileceği gibi aslında konu yine dönüp dolaşıp TSK’ya endekslenmektedir. NATO ve BM askeri önerisi, -tıpkı PKK gibi- TSK’nın Kukla Devlet direncini kırmakta bir sopa vazifesi görmektedir.

Çünkü Kukla Devlet’in yaşayabilmesi Türkiye’ye, yani Türk Ordusu’na bağlıdır. Kukla Devlet Türkiye’ye doğru girebildiği, konfederal bir yapı oluşabildiği, yani Büyük Ortadoğu’nun bir “alt-bölgesel düzlemi” geliştirilebildiği oranda ABD hedefini başaracaktır.

Ancak, ABD’nin “21. Yüzyılı Amerikan yüzyılı” yapabilme hedefi, Orta Asya’dan başlayarak püskürtülmektedir.

MEHMET ALİ GÜLLER

, , , ,

Yorum bırakın

ABD AFGANİSTAN’DAN KUZEY IRAK’A ÇEKİLECEK

Bush’dan sonra Obama da yenildi. Bush Irak merkezli BOP ile 8 yıl idare ederken, Obama Afganistan-Pakistan merkezli revize BOP ile ancak 1.5 yıl dayanabildi! Ve ABD Irak merkezli eski BOP mevzilerine geri çekilme hazırlığına başladı.

AFGANİSTAN’DAKİ DURUM ABD’Lİ KOMUTANI BAYILTTI

Haziran ayı, ABD’nin Afganistan stratejisi açısından çok önemli gelişmelere sahne oldu. 8 yıllık Afganistan işgali artık yenilgiyle sonuçlanıyor. ABD, bir yandan geri çekilme takvimini uygulamaya başladı bir yandan da son bir umutla komutan değişikliğine gitti! “Obama’nın Afganistan Stratejisi çözülüyor” diyen Washington Post, sivil-ordu anlaşmazlığının had safhada olduğuna dikkat çekiyor. (Washington Post, 24 Haziran 2010)

Gelin 2 hafta öncesine dönelim ve ABD’li komutanın Senato’da bayılmasıyla başlayan süreci kısaca hatırlayalım.

ABD Merkez Kuvvetler Komutanı General David Petraeus, 15 Haziran günü, Senato Silahlı Kuvvetler Komitesi’nde, Afganistan savaşı ile ilgili ifade verirken bayıldı. Petraeus, Obama yönetiminin Temmuz 2011’i Afganistan’dan çekilme tarihi olarak belirlemesiyle ilgili gerçekleştirilen oturumda hem Demokrat hem de Cumhuriyetçi senatörlerin yoğun baskısı altında kaldı. Petraeus’u sıkıntıya sokan soru şuydu: “Obama yönetiminin çekilme takvimi çözüme katkıda bulunuyor mu yoksa ABD’nin işi sonuna kadar götürme konusundaki güvenini zedeleyerek operasyona zarar mı veriyor?”

Petraeus’un bu soruya verdiği yanıt her iki partiden senatörleri de memnun etmedi: “Başkan’ın önümüzdeki yıl Afganistan’daki asker sayısını azaltma emrinin iki amacı var. Birincisi Başkan’ın ülkeye gönderdiği ek askerlerin, sivil uzmanların ve paranın altını çizmek, ikincisi de bir acil durum mesajı göndermek”.

Senatörler ise Afganistan’a 30 bin ek asker gönderilmesi kararını desteklediklerini ancak çekilme takvimi konusunda kaygılı olduklarını belirttiler. (Hürriyet, 16 Haziran 2010)

ABD AFGANİSTAN’DA KAYBETTİ

Afganistan’daki işler, Petraus’un bayılmasına neden olacak kadar kötüye gidiyor. ABD, Afganistan merkezli BOP çerçevesinde hiçbir hedefine ulaşamadığı gibi önemli mevzileri de kaybetti.

1.. ABD, Afganistan’da AB ve NATO desteği almayı umuyordu. Obama böylece Bush döneminde çiğnenen transatlantik ilişkileri de onarmayı hesaplıyordu. Ancak AB ve NATO üyeleri Washington’un istediği desteği vermediler ve Kabil’in dışına çıkamayan ABD’nin çaresizliğini seyrettiler. ABD’nin askeri gücüne en çok ihtiyaç duyduğu ülke olan Türkiye de, AKP hükümetinin açık desteğine rağmen TSK’nın direnç göstermesi nedeniyle Afganistan’a muharip asker göndermedi.

2.. Obama yönetimi, en başında silip süpürmeyi hedeflediği Taliban’la, askeri yenilgiler tattıkça pazarlık etme noktasına geldi. Dahası ABD Ordusu tarafından hazırlanan bir rapora göre, Washington –farkında olmadan- Taliban’a haraç veriyordu! Rapora göre, ABD tarafından Afgan nakliye şirketlerine verilen 2 milyar dolardan fazla para, güvenlik garantisi karşılığı Taliban’a gitmişti! (Hürriyet, 22 Haziran 2010)

Zaten Obama, Aralık 2009’da belirlenen yeni Afganistan stratejisini, “Taliban’ın Afgan hükümetini devirebilme kapasitesine ulaşabilmesini önleme” gibi çok geri bir mevzide çizmişti.

3. ABD askeri, yönetimin uygulamalarına kazan kaldırmaya başladı. ABD’nin Afganistan’daki güçlerinin komutanı Orgeneral Stanley McChyrstal’in Obama yönetimiyle alay ettiği basına yansıdı. Roling Stone dergisi, McChrystal’in, Obama yönetiminin önemli isimleriyle yaşadığı sorunları ve emrindeki askerleri bile kendi stratejisinin savaşı kazandıracağına ikna edemediğini yazdı. Dergi, Orgeneral McChrystal’in Obama ile Oval Ofis’teki daha ilk görüşmesinde hayal kırıklığına uğradığını belirtti.

Bu gelişmeler üzerine Obama Amerikan yönetimi içinde çok önemli bir mevki olan Afganistan komutanını azletti ve yerine ABD Merkez Komutanı olan Petreus’u atadı! Washington Post gelişmeyi “Obama’nın Afganistan’daki son umudu Petreus” diye duyurdu!

Petreus’un ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden ile geri çekilme takvimi konunda çatıştığını anımsatalım. Ayrıca kurtarıcı olarak umut beslenen Petraeus’un, merkez komutanı olarak, Afganistan Komutanı McChrystal’in harekat planını imzaladığını da vurgulayalım. Dolayısıyla bir askeri mucize boşuna beklenmiş olacak. Hele Afganistan stratejisi açısından olmazsa olmaz durumdaki Manas askeri üssünün geleceğinin belirsizliğini de, bu gelişmelere eklersek…

ABD KIRKIZİSTAN’DA DA KAYBETTİ

4.. ABD’nin “Lale Devrimi” ile iş başına getirdiği Bakiyev, yenildi ve kaçtı! Washington’daki politika üreticileri “ABD’nin Orta Asya’yı kaybettiği” gerçeğinde birleşiyorlar ve en çok “Kırgızistan’ın Rusyalaşması” kavramını kullanıyorlar!

5.. ABD için Kırgızistan demek Manas üssü demek. Manas üssü demek Afganistan savaşının karargâhı, lojistik üssü, ikmal üssü, her şeyi demek. İşte ABD her şey anlamına gelen bu üssü de tamamen kaybetme noktasına geldi.

Şanghay İşbirliği Örgütü’nün Astana Zirvesi’nde aldığı kararla, Amerikan askeri varlığının çekilme tarihinin belirlenmesini istemesi ve bu istek doğrultusunda,  ABD’nin Özbekistan’daki Hanabad Askeri Üssü’nü boşaltmak zorunda kalması, ABD planları açısından Manas’ı tek ve en önemli yapmıştı.

ABD, KUZEY IRAK’A ÇEKİLECEK

ABD’nin bu yenilgisi, Obama Yönetimi’ni haliyle geri çekilme takvimi yapmaya itti. Ve işte General Petraeus’un bayılmasına neden olan soruların temelinde de Temmuz 2011 diye belirlenen bu geri çekilme takvimi vardı.

Ancak ABD’nin geri çekileceği adres elbette Amerika kıtası olmayacak. ABD Emperyalist devleti geri çekilip, bir önceki mevzide aktif savunmaya geçecek. İşte o adres Kuzey Irak merkezli Ortadoğu’dur.

Kuşkusuz bu durum Rusya ve Çin’in de işine gelmiştir. Moskova ve Pekin yönetimi, ABD’nin yanı başındaki Kırgızistan’da, Afganistan’da olmasındansa, daha uzakta, Irak’ın kuzeyinde, Ortadoğu’da olmasını yeğlemiştir. Hem böylece ABD Ortadoğu bataklığında daha çok güç kaybedecek hatta Türkiye ile, Suriye ile, İran ile dişleri sökülecektir! İran konusunda BM Güvenlik Konseyi katında oluşan kısmi uyumun bir nedeni de işte bu konsensüstür.

ABD YENİLGİSİ TÜRKİYE’YE NASIL YANSIYACAK?

Peki ABD’nin Temmuz 2011’i Afganistan’dan geri çekilme takvimi ilan etmesi ve Kuzey Irak merkezli Ortadoğu’ya geri çekilecek olması Türkiye’ye nasıl yansıyacak?

BOP eşbaşkanlığı görevini sürdüren AKP’nin, “Ortadoğu Birliği”ni ilan etmesi, “Kuzey Irak’la tam ekonomik entegrasyon” anlaşması yapması ve artan PKK saldırıları karşısında “sınırın kaydırılmasını” tartışmaya açması Türkiye’ye neler getirecek, neler götürecek?

“Ilımlı İslam” iktidarı Irak’In kuzeyindeki Kukla Devleti Türkiye’ye himaye ettirebilecek mi; Türkiye’ye konfederal sistemi ve en sonunda “sınır değişikliğini” kabul ettirebilecek mi? Yoksa parçalanma sürecine uygun yeni bir aktör mü aranacak?

Washington, 2011 Temmuz’una kadar “ılımlı İslam” iktidarıyla devam edip, sonrasında “ılımlı ulusalcılarla” iktidar arayışına mı girecek?

Bu soruların yanıtlarına da önümüzdeki süreçte mercek tutacağız…

Ancak son tahlilde, eşbaşkanlık da (AKP), tarihin yasası gereği, başkanlığın (ABD) yenilgisini paylaşacak!

MEHMET ALİ GÜLLER

, , ,

Yorum bırakın

PKK YENİDEN YAPILANDIRILIYOR

Türkiye, ABD ve Irak arasında oluşturulan üçlü mekanizmanın 4. ana komite toplantısı iki bölüm halinde tamamlandı. İlki geçen yıl yapılan toplantılara Türkiye geniş bir heyetle katıldı. İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın başkanlık ettiği heyette Genelkurmay Başkanlığı’ndan Tümgeneral Erdal Öztürk, Emniyet Genel Müdür Oğuz Kağan Köksal, MİT Müsteşarlığı’ndan yetkililer, Dışişleri Bakanlığı Dış Güvenlik Müdürü Aydın Sezgin, Dışişleri Bakanlığı Irak Genel Müdür Yardımcısı Yunus Demirer ve Türkiye’nin Bağdat Büyükelçisi Murat Özçelik yer aldı.

Bu seferki toplantının birinci bölümün Bağdat’ta, ikinci bölümünün ise Erbil’de düzenlenmesi dikkat çekiciydi. Erbil toplantısı, mekanizmanın üçlü yerine dörtlüye çıkarıldığının yani Türkiye, ABD ve Irak’a Kürdistan’ın da eklendiğinin en somut işaretiydi.

Ki toplantının ikinci bölümü için Bağdat’tan Erbil’e geçen İçişleri Bakanı Beşir Atalay, mevkidaşı Kerim Sincari tarafından karşılandı; hem bölgesel yönetimin başkanı Mesut Barzani ile hem de bölgesel yönetimin başbakanı Berham Salih ile görüştü.

Böylece iktidarın “Kürt açılımı”nın aslında K.Irak açılımı daha doğrusu “ABD Kürdistanı” açılımı olduğu da bir kez daha teyid edilmiş oldu.

İçişleri Bakanı Atalay toplantılarla ilgili verdiği bilgilerde özetle şunları söyledi: “PKK’nın tasfiyesine yönelik Türkiye, Irak ve ABD’nin ortak mücadelesine önemli katkıları olacak yeni somut tedbirler ve kararlar alındı. Bir yol haritası çıkarılmıştır. Her 3 ülke de PKK’nın tasfiyesine yönelik adımların yoğunlaştırılması konusunda kararlılıklarını bir kere daha vurgulamışlardır”

Toplantılardan çıkan sonuç Türk basınına, “PKK’nın korktuğu başına geliyor”, “PKK’nın tasfiyesi için artık yol haritası var” şeklindeki başlıklarla yansıdı.

Peki gerçekten PKK tasfiye mi ediliyor? Daha doğrusu PKK’nın tasfiye edilmesi gerçekten isteniyor mu?

Bu soruya yanıt vermeden önce, Bakan Atalay’dan bir gün önce Erbil’e yapılan bir başka ziyarete daha dikkat çekelim.

Başbakan Erdoğan, Kürt Açılımı Koordinatör Bakanı Beşir Atalay’dan önce, AKP milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat’ı Erbil’e gönderdi. Görüşmede Fırat’ın Barzani’ye, açılım konusunda Erdoğan’ın ciddi olduğunu söylediği ve bugüne kadar atılan adımları tek tek anlattığı ve atılacak yeni adımlar hakkında da bilgi verdiği belirtildi. Barzani’nin, açılıma destek isteyen Fırat’ın taleplerine olumlu yanıt verdiği ve “Son dönemde yaşanan olayların bir daha tekrarlanmamasını umut ediyoruz. Açılım sürecini destekleyeceğiz. Sonuçta da şuan yürütülen politika kazanacak” temennisinde bulunduğu ifade edildi.

Sorumuza yeniden dönelim: Gerçekten PKK tasfiye mi ediliyor?

Yanıt elbette “hayır”dır!

Olan bitenin PKK’nın tasfiyesiyle hiçbir ilgisi yoktur. Tam tersine, ABD, PKK’yı yeni dönem için yeniden yapılandırmaktadır. ABD, Türkiye’nin başına 35 yıldır bela ettiği bir kozdan neden vazgeçsin? Ki bu koz ABD’nin derin desteğiyle politik ihtiyaca göre Türkiye’yi, zaman zaman da İran’ı hedef alırken…

PKK’nın tasfiyesi değil, “ulusal ayrışma” için siyasallaşması hedeflenmektedir. Bunun için de sadece güneydoğuda değil İstanbul, Adana, Mersin gibi yan yana yaşanılan şehirlerde “kalkışma”ya teşvik edilmektedir.

35 yıllık terörle mücadele süresince Türk ve Kürt, mahallesinde, okulunda, işinde karşı karşıya gelmemişti; ancak açılımla birlikte artık iki halk arasına kan da girdi. İşte PKK’nın yeniden yapılandırılması budur. İstenen, tam da Muş Bulanık’ta, 2 yurttaşımızın hayatını kaybetmesidir; araya kanın girmesidir.

Nitekim, tarihi fırsat denilen 2009 biterken, açılımdan en çok kazanan Abdullah Öcalan olmuştur; daha doğrusu Öcalan’ı “Mandela” yapmanın koşullarını hazırlayan ABD olmuştur.

Zeminin oluşması için de bir yandan “Kuzey Irak ile Güneydoğu Anadolu’nun bölgesel entegrasyon” çalışmaları sürdürülmektedir. ABD’nin daha Irak’ı işgal etmeden Ankara’ya dayattığı bölgesel entegrasyon artık gazetelerde eski MİT müsteşarlarına söyletilmektedir.

Türkiye, tarihi bir yol ayrımına gelmiştir.

MEHMET ALİ GÜLLER

, ,

Yorum bırakın

ERDOĞAN, ERBİL’E KONSOLOSLUK YERİNE BAŞKONSOLOSLUK AÇACAK!

Başbakan Erdoğan, Erbil’e başkonsolosluk açacaklarını ilan etti. Başbakan’ın ilanı birkaç nedenle büyük önem taşıyor.

Öncelikle, herkes Erbil’e “konsolosluk” açarken, bir tek AKP hükümeti “başkonsolosluk” açıyor. Bunun özel bir anlamı var!

Cumhurbaşkanı Gül’ün “Kürdistan”ı ilk defa telaffuz etmesinin üzerinden geçen bu 6 ay içinde, Ankara adım adım ABD’nin “Kukla Devlet”ini tanımayı sürdürdü. Barzani’ye “devlet” başkanı sıfatı verildi; “bölge hükümeti” ile resmi görüşmeler yapıldı! Bir yandan da “Kürt açılımı” yapılarak, ABD’nin “Türkiye himayesinde Kürdistan” planı için içeride taşlar döşendi.

Bu arada Başbakan’ın “başkonsolosluk” ilanının yeni olmadığının da altını çizelim. Başbakan Erdoğan, iktidarı öncesinde Atlantik ötesinden tasarlanan bir sürecin aşamalarını adım adım uygulamakla mükellef! (Ki eşbaşkanı olduğunu övgüyle dile getirdiği BOP, bunu gerektiriyor)

Örneğin, Ankara’nın Erbil’e  “baş” konsolosluk  açacağı aslında 7 yıl önce saptandı; geçen yıl da tebliğ edildi:

Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık Haşimi, Bağdat Büyükelçimiz Derya Kanbay’ı 17 Mart 2008 günü makamında kabul eder ve Türkiye’nin Basra ve Erbil’de konsolosluk açmak istemesinden büyük memnuniyet duyduklarını söyler! (19 Mart 2008 günlü gazeteler)

Ki bu beyanın iki hafta öncesinde Talabani, Irak Cumhurbaşkanı sıfatıyla Cumhurbaşkanı Gül’ü ziyaret etmiş ve plan yürürlülüğe konmuştu!

Öte yandan Başbakan Erdoğan’ın Erbil’e “baş”konsolosluk açma ilanlı konuşmasında, “Kuzey Irak yönetimiyle de irtibatlarımızı çok farklı bir şekilde geliştireceğiz” dediğinin altını özellikle çizelim ve 5 yıl öncesine dönelim:

“ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi içerisinde Diyarbakır’ı bir merkez yapacağız” (15 Şubat 2004, Kanal D, Teke Tek)

Erbil’e “baş”konsolosluk açacağını ilan eden Başbakan Erdoğan, eşbaşkanı da olduğu ABD’nin Büyük Ortadoğu Planı içerisinde Diyarbakır’ı acaba nereye merkez yapacak?

MEHMET ALİ GÜLLER

,

Yorum bırakın

DAVUTOĞLU 2001’DE YAZDI: ‘KUZEY IRAK, TÜRKİYE’YLE BÜTÜNLEŞMELİ’

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Dergisi
6 Eylül 2009

“Kürt açılımı” projesinin “yerli mi, yabancı mı” olduğu tartışmaları, AKP’yi mahkemelik yaptı. “Kürt açılımı” projesinin ABD projesi olduğu ve Gül’ün mesajıyla değil, çok öncesinden başladığına ilişkin pek çok kanıt mevcut.

İşte bunlardan biri de Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun 2001 yılında yazdığı “Stratejik Derinlik” kitabıdır.

Dış politikamızın hangi görüşlere emanet edildiğini görmek bakımından da önem arzeden kitabın ilgili bölümünün başlığı “Küresel ve Bölgesel Dengeler Açısından Kürt Meselesi, Kuzey Irak ve Türkiye”

Dışişleri Bakanı Davutoğlu, 17 sayfalık bölümünde özetle ve döne döne tek şeyi savunuyor. Davutoğlu’na göre, Irak’ın kuzeyi, Türkiye’ye bağlanmalı!

“Kuzey Irak, Türkiye’yle bütünleşecek”!

Davutoğlu, makalesinin girişinde Kuzey Irak’ın önemini analiz ettikten hemen sonra, şu tarihi! saptamayı yapıyor:

“Geçiş bölgesi açısından bu derece önemli bir konuma sahip olan bu coğrafyanın bir iç jeopolitik bütünlük oluşturamamasının en önemli sebebi doğrudan bir deniz bağlantısının olmayışıdır. Bu da bu coğrafyanın deniz bağlantısı olan bir bölge ülkesi ile bütünleşmesini kaçınılmaz kılmaktadır.” (Sayfa 438)

Yani, Bakan Davutoğlu, ABD’nin uzun yıllardır Türkiye’ye dayattığı ancak TSK’ya kabul ettiremediği “Türkiye himayesinde Kürdistan” planını dile getiriyor. Ve ekliyor:

“Küresel ölçekli büyük bir gücün güvenlik garantisi bile bu coğrafyanın bağımsız bir jeopolitik alan oluşturması için yeterli olamaz” (Sayfa 438)

Yani Bakan Davutoğlu, “ABD’nin garantisi bile Kürdistan’ın bağımsızlığını güvenceye alamaz” diyor. Ve sürdürüyor:

“Bunun farkında olan büyük güçler de bölgesel güçler ile olan ilişkilerinde bu olguyu önemli bir parametre olarak gündemde tutmaktadır.” (Sayfa 438)

Yani Bakan Davutoğlu’na göre ABD, Türkiye ile ilişkisinde bu durumu göz önünde bulundurmaktadır.

“Irak’ın parçalanması kaçınılmaz”!

Dışişleri Bakanı Davutoğlu, daha ABD’nin Irak işgalinden bile önce, gayet yalın bir halde, Irak’ın parçalanması gerektiğini yazıyor:

“Artık kronikleşen iki belirsizlik alanı olan Filistin ve Irak’ın siyasi egemenlik alanı ile ilgili net düzenlemeler yapılmaksızın Ortadoğu’da cari uluslararası hukuk sınırları ile de facto durum arasındaki gerilimin giderilmesi mümkün değildir.” (Sayfa 442)

“… egemenlik alanı ile bölünmüşlük arasında hassas bir dengede gidip gelen Irak’ın statüsü ile birlikte Güney ve Kuzey Irak’ta bu belirsizlik döneminde ortaya çıkan statüsüz yapıların geleceğinin netleşmesidir.” (Sayfa 442)

Bu arada Ahmet Davutoğlu’nun bu satırları, 2001 yılından önce yazdığının altını çizelim! İlk baskısı Nisan 2001’de yapılan “Stratejik Derinlik” kitabı piyasaya çıktığında ne “11 Eylül” yaşanmıştı, ne de ABD Irak’a saldırmıştı!

Davutoğlu konjonktürü de zaten şöyle tarif ediyor:

“Körfez savaşı sonrasında Saddam’ı iktidardan indirerek Irak’ın uluslararası hukuk ile tanımlanmış sınırları içinde yeni bir rejim oluşturamayan ABD önderliğindeki sistemik güçler, Irak’ın gücünü, sınırlarına dokunmaksızın budama yolunu tercih etmişler ve 36. Paralelin kuzeyi ile 32. Paralelin güneyindeki de facto bir durum ortaya çıkarmışlardır. Böylece Irak’ın hukuki gücü ile fiili gücü arasında bir fark doğmuş ve Saddam’ın tamamıyla kırılamayan siyasi ve askeri gücü BM kararları ile bu iki paralel arasında sınırlandırılmaya çalışılmıştır.”(Sayfa 442-443)

Türkiye’nin resmi politikasının “Irak’ın toprak bütünlüğü ve siyasal birliğinin korunması” şeklinde kayda geçirildiği bir dönemde, Davutoğlu açıkça “Irak’ın parçalanması”na taraf olmakta ve kuzey parçasının da Türkiye’ye bağlanmasını talep etmektedir!

“ABD’nin Ortadoğu Hesabı”

Bakan Davutoğlu, küresel ölçekli gücüne her sayfasında övgüler dizdiği ABD’nin “stratejik hesabı”nı da ilan etmektedir:

“ABD’nin gerek Kuzey Irak’taki belirsizlik ve iç çekişmelerdeki gerekse Irak’ı fiilen üçe bölen statükodaki uzun dönemli stratejik hesabı ve prensibi açıktır: Bölgeyi mümkün olduğunca daha küçük ölçekli birimlere indirerek bölgesel güç temerküzü gerçekleştirebilecek ülkelerin sayısını azaltmak ve bu küçük ölçekli birimlerin iç çekişme ve ittifaklarını kullanarak müdahil pozisyonunu sürdürebilmek.” (Sayfa 443)

Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) kapsamında sınırları değiştirilecek 22 ülkenin masaya yatırıldığı 2001 yılında bunları yazan Davutoğlu’na göre, acaba Irak dışında “küçük ölçekli birimlere indirilecek” diğer bölgesel güçler kimlerdir?

Türkiye’nin rolü

Davutoğlu, kitabının ilgili bölümünün sonuna doğru, ABD’nin “Türkiye himayesinde Kürdistan” planını bir kez daha ve farklı argümanlarla pazarlamaktadır:

“Bugün parçalanmış görünen ve bu parçalanmışlık içinde bölge üzerinde hesap kuran büyük güçlerce istismara açık bir yumuşak karın oluşturan ‘Kürt jeopolitiği’ uzun dönemde aidiyet hissini en yoğun bir şekilde yaşadığı bölgesel bir güç ile bütünleşme süreci içine görecektir. Uzun dönemde meselenin odak noktası bölge halkının aidiyet hissini pekiştiren bir kader birliği meşruiyeti ile çözümlenecektir” (Sayfa 448-449)

Yani Bakan Davutoğlu’na göre, Türkiye-İran-Irak ve Suriye’ye dağılmış olan Kürtler, aidiyet duygusunu en kuvvetli hissedecekleri ülkeyle (?) eni sonu birleşecekler. Tabi bu birleşme sırasında diğer üç ülke de bölünmüş olacak!

Üstelik Bakan Davutoğlu’na göre “Türkiye, Kürt nüfus barındıran diğer bölge ülkelerine göre önemli avantajlarına sahiptir”! (Sayfa 449)

“Büyük Teorisyen” olarak sunulan, müthiş “domino teorisi” (bölgedeki iyi bir gelişmeyi iyi gelişmeler, kötü bir gelişmeyi kötü gelişmeler izler!!!) en çok satan ABD gazetelerine konu olan Davutoğlu, 2001 yılında işte bunları yazıyor.

DAVUTOĞLU’NA GÖRE TÜRKİYE:
“ABD’nin maliyetlerini düşürecek, riskini azaltacak ittifak”

Davutoğlu’nun 2001 yılında çıkan “Startejik Derinlik” isimli kitabında yaptığı Türkiye-Orta Asya ilişkileri analizleri de ABD’nin politikalarıyla uyum içindedir. Davutoğlu’nun çizdiği strateji, Eski ABD Başkanı Clinton’un Türkiye’yi “Avrasya’ya açılan anahtar” şeklindeki nitelendirmesine uygundur.

Davutoğlu, “Avrasya Güç Denkleminde Orta Asya Politikası” başlıklı bölümde, öncelikle Avrasya’nın ABD için önemini analiz etmektedir:

“Avrasya’dan kopuk bir strateji ABD’yi küresel bir güç olmaktan uzaklaştırırken, her alanda müdahil olmak son derece maliyetli ve riski yüksek bir jandarma rolünü beraber getirecektir. Bu iki uç arasında, riski azaltan ve stratejik etkinliği artıran optimum çözüm arayışı ABD yetkililerini Avrasya dengelerinin nabzını tutabilen bir diplomasi geliştirmeye ve jeopolitik geçiş alanlarında doğrudan ya da ittifaklar aracılığıyla sürdürülecek kontrol mekanizmaları kurmaya yöneltmektedir.”(Sayfa 471)

Davutoğlu, ilerleyen sayfalarda, ABD’nin maliyetlerini düşürecek, riskini azaltacak ittifakını açıklayacaktır:

“Bu gereklilik Türkiye gibi jeopolitik, jeokültürel ve jeoekonomik açıdan güçlü ve derinlikli Avrasya bağlantısına sahip bölge güçlerine ABD açısından önemli stratejik aktörler konumu kazandırmaktadır.” (Sayfa 472)

“ABD’nin Türkiye’yi Avrasya dengelerinde önemli bir bölgesel stratejik partner olarak görmesi ve bu doğrultudaki senaryoların yaygın bir şekilde kullanılması, yeni konjonktürde Asya dengelerine küresel bir aktörün desteğini alarak girme temayülü içindeki Türkiye’de de genellikle uygun bir stratejik seçenek olarak görülmüştür.” (Sayfa 493)

“… Türkiye ise özellikle başta ABD olmak üzere uluslararası sistemik güçlerin desteğini alarak bölgeye nüfuz etmeye yönelen stratejiler geliştirdiler.” (Sayfa 496)

“Orta Asya Türkiye’nin derinlemesine bir Asya stratejisi oluşturmasının anahtarı konumundadır. Türkiye bir yandan ABD ve AB gibi Asya dışı ülkelerle girdiği ilişkileri Asya içinde kullanabilme becerisini göstermek, diğer yandan Asya-içi dengelerdeki değişmeleri sürekli takip ederek bu bölgede bir blok karşısında yalnız kalmayacak aktif bir diplomasi takip etmek zorundadır.”

DAVUTOĞLU TÜRKİYE AÇISINDAN BOP’U ÇİZİYOR:

“Kafkaslar, Doğu Anadolu ve Kuzey Irak bütünlüğü”

Davutoğlu’nun Kafkaslar analizi de ABD analizleriyle örtüşmektedir. Kafkaslardan Kuzey Irak’a uzanan bir stratejik hat çizen Davutoğlu, “bütünleşme”den bahsetmektedir. ABD de Büyük Ortadoğu Projesi içerisinde “Büyük İsrail, Kürdistan ve Büyük Ermenistan”la aynı hattı çiziyor! İşte Davutoğlu’nun Türkiye’yi komşularla düşman edecekyaklaşımları:

“Unutulmamalıdır ki, Kafkaslar, Doğu Anadolu ve Körfez-Doğu Akdeniz hattını kapsayan Kuzey Ortadoğu jeopolitik olarak; Azeri petrolü, Doğu Anadolu’nun su kaynakları ve Kuzey Irak petrolleri de jeoekonomik olarak bir bütünlük arzetmektedirler.” (Sayfa 128)

“Soğuk Savaş döneminin küresel kutuplaşmalarından kaynaklanan bölgesel suni ayrım çizgileri etkisini kaybettikçe Kafkaslar, Doğu Anadolu ve Kuzey Irak arasındaki stratejik bağımlılık giderek artmış ve bu bölgeler üzerindeki stratejik çatışmanın yoğunlaşmasına yol açmıştır. Zengin petrol alanlarını barındıran Bakü ve Kuzey Irak/Körfez petrol alanları ve bu iki alan arasında kalan Ortadoğu’nun can damarları olan su bölgelerinin oluşturduğu GAP ekonomik alanı ekonomi-politik stratejisinin birbirine kaçınılmaz olarak bağımlı kıldığı bölgelerdir. Yakın bir gelecekte bu bölgeleri birbirinden herhangi bir şekilde ayrı düşünmek mümkün olamayacaktır. Jeoekonomik açıdan Irak petrol boru hattı, Bakü petrol boru hattı ve GAP projesi, gelecekleri bir diğerinin başarısına bağlı projelerdir.” (Sayfa 128-129)

Görüldüğü gibi “Kürt açılımı”nın da, “Ermeni açılımı”nın da esbabı mucizesi ABD’nin bölgesel hesaplarıdır! AKP’nin sırasıyla gündeme getirdiği Kürt ve Ermeni açılımları işte bu perspektiften okunduğunda anlam kazanıyor ve ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi içerisinde yer buluyor!

,

Yorum bırakın

DAVUTOĞLU VE KÜRT MESELESİ

AKP’nin “Kürt açılımı” ile birlikte her ne kadar Koordinatör sıfatıyla İçişleri Bakanı Beşir Atalay ön plana çıktıysa da, konuyla ilgili en önemli isim, kuşkusuz, AKP’nin iktidara geldiği günden bu yana dış politikasına hükmeden isimlerden Ahmet Davutoğlu’dur.

Davutoğlu, Kürt Meselesini, Stratejik Derinlik isimli kitabının, “Küresel ve Bölgesel Dengeler Açısından Kürt Meselesi, Kuzey Irak ve Türkiye” başlıklı bölümünde ele almış.

Dışişleri Bakanı Davutoğlu, 17 sayfalık bölümünde özetle ve döne döne tek şeyi savunuyor. Davutoğlu’na göre, Irak’ın kuzeyi, Türkiye’ye bağlanmalı!

“Kuzey Irak, Türkiye’yle bütünleşecek”!

Davutoğlu, makalesinin girişinde Kuzey Irak’ın önemini analiz ettikten hemen sonra, şu tarihi! saptamayı yapıyor:

“Geçiş bölgesi açısından bu derece önemli bir konuma sahip olan bu coğrafyanın bir iç jeopolitik bütünlük oluşturamamasının en önemli sebebi doğrudan bir deniz bağlantısının olmayışıdır. Bu da bu coğrafyanın deniz bağlantısı olan bir bölge ülkesi ile bütünleşmesini kaçınılmaz kılmaktadır.” (Sayfa 438)

Yani, Bakan Davutoğlu, ABD’nin uzun yıllardır Türkiye’ye dayattığı ancak TSK’ya kabul ettiremediği “Türkiye himayesinde Kürdistan” planını dile getiriyor. Ve ekliyor:

“Küresel ölçekli büyük bir gücün güvenlik garantisi bile bu coğrafyanın bağımsız bir jeopolitik alan oluşturması için yeterli olamaz” (Sayfa 438)

Yani Bakan Davutoğlu, “ABD’nin garantisi bile Kürdistan’ın bağımsızlığını güvenceye alamaz” diyor. Ve sürdürüyor:

“Bunun farkında olan büyük güçler de bölgesel güçler ile olan ilişkilerinde bu olguyu önemli bir parametre olarak gündemde tutmaktadır.” (Sayfa 438)

Yani Bakan Davutoğlu’na göre ABD, Türkiye ile ilişkisinde bu durumu göz önünde bulundurmaktadır.

“Irak’ın parçalanması kaçınılmaz”!

Dışişleri Bakanı Davutoğlu, daha ABD’nin Irak işgalinden bile önce, gayet yalın bir halde, Irak’ın parçalanması gerektiğini yazıyor:

“Artık kronikleşen iki belirsizlik alanı olan Filistin ve Irak’ın siyasi egemenlik alanı ile ilgili net düzenlemeler yapılmaksızın Ortadoğu’da cari uluslararası hukuk sınırları ile de facto durum arasındaki gerilimin giderilmesi mümkün değildir.” (Sayfa 442)

“… egemenlik alanı ile bölünmüşlük arasında hassas bir dengede gidip gelen Irak’ın statüsü ile birlikte Güney ve Kuzey Irak’ta bu belirsizlik döneminde ortaya çıkan statüsüz yapıların geleceğinin netleşmesidir.” (Sayfa 442)

Bu arada Ahmet Davutoğlu’nun bu satırları, 2001 yılından önce yazdığının altını çizelim! İlk baskısı Nisan 2001’de yapılan “Stratejik Derinlik” kitabı piyasaya çıktığında ne “11 Eylül” yaşanmıştı, ne de ABD Irak’a saldırmıştı!

Türkiye’nin resmi politikasının “Irak’ın toprak bütünlüğü ve siyasal birliğinin korunması” şeklinde kayda geçirildiği bir dönemde, Davutoğlu açıkça “Irak’ın parçalanması”na taraf olmakta ve kuzey parçasının da Türkiye’ye bağlanmasını talep etmektedir!

“ABD’nin Ortadoğu Hesabı”

Bakan Davutoğlu, küresel ölçekli gücüne her sayfasında övgüler dizdiği ABD’nin “stratejik hesabı”nı da ilan etmektedir:

“ABD’nin gerek Kuzey Irak’taki belirsizlik ve iç çekişmelerdeki gerekse Irak’ı fiilen üçe bölen statükodaki uzun dönemli stratejik hesabı ve prensibi açıktır: Bölgeyi mümkün olduğunca daha küçük ölçekli birimlere indirerek bölgesel güç temerküzü gerçekleştirebilecek ülkelerin sayısını azaltmak ve bu küçük ölçekli birimlerin iç çekişme ve ittifaklarını kullanarak müdahil pozisyonunu sürdürebilmek.” (Sayfa 443)

Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) kapsamında sınırları değiştirilecek 22 ülkenin masaya yatırıldığı 2001 yılında bunları yazan Davutoğlu’na göre, acaba Irak dışında “küçük ölçekli birimlere indirilecek” diğer bölgesel güçler kimlerdir?

Türkiye’nin rolü

Davutoğlu, kitabının ilgili bölümünün sonuna doğru, ABD’nin “Türkiye himayesinde Kürdistan” planını bir kez daha ve farklı argümanlarla pazarlamaktadır:

“Bugün parçalanmış görünen ve bu parçalanmışlık içinde bölge üzerinde hesap kuran büyük güçlerce istismara açık bir yumuşak karın oluşturan ‘Kürt jeopolitiği’ uzun dönemde aidiyet hissini en yoğun bir şekilde yaşadığı bölgesel bir güç ile bütünleşme süreci içine görecektir. Uzun dönemde meselenin odak noktası bölge halkının aidiyet hissini pekiştiren bir kader birliği meşruiyeti ile çözümlenecektir” (Sayfa 448-449)

Yani Bakan Davutoğlu’na göre, Türkiye-İran-Irak ve Suriye’ye dağılmış olan Kürtler, aidiyet duygusunu en kuvvetli hissedecekleri ülkeyle (?) eni sonu birleşecekler. Tabi bu birleşme sırasında diğer üç ülke de bölünmüş olacak!

Üstelik Bakan Davutoğlu’na göre “Türkiye, Kürt nüfus barındıran diğer bölge ülkelerine göre önemli avantajlarına sahiptir”! (Sayfa 449)

“Büyük Teorisyen” olarak sunulan, müthiş “domino teorisi” (bölgedeki iyi bir gelişmeyi iyi gelişmeler, kötü bir gelişmeyi kötü gelişmeler izler!!!) en çok satan ABD gazetelerine konu olan Davutoğlu, 2001 yılında işte bunları yazıyor.

Dışişleri Bakanı olarak atanan Davutoğlu’nun kitabı ve görüşleri, “ ‘Kürt açılımı’ yerli mi, yabancı mı” tartışmalarına da ışık tutuyor. Dış politikamızın hangi görüşlere emanet edildiğini görmek bakımından önem arzeden kitabı, önümüzdeki günlerde de ele almayı sürdüreceğiz.

MEHMET ALİ GÜLLER

, ,

Yorum bırakın

GÜL GÜVENCE VERDİ: NABUCCO İMZALANACAK – TÜRKİYE’YE BORU BEKÇİLİĞİ GÖREVİ

Ankara ziyaretinde Türkiye’yle model ortaklık kavramını ilan eden Obama, Gül’den Nabucco Projesi’ni de onaylamasını istemişti. Gül, Obama’nın talebini yerine getirdi! Prag Zirvesi’nde varılan anlaşma gereği, Nabucco Projesi  25 Haziran’da imzalanacak. AB’ye göre bu anlaşmayla “Rus boyunduruğu kırıldı”. Öte yandan Türkiye, model ortaklık gereği, Kuzey Irak petrollerinin geçişine de onay verdi. Böylece Ankara, ABD’nin dayattığı “enerji koridoru” olma misyonunu yerine getirmiş oldu.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Dergisi
Sayı: 1139
17 Mayıs 2009

ABD Devlet Başkanı Barrack Obama’nın Nisan başındaki Türkiye ziyareti sırasında dile getirdiği “model ortaklık” ilişkisinin parametrelerinden biri olan “Enerji güvenliğinin sağlanması ve Hazar petrol ve doğalgazı ile Kuzey Irak petrol ve doğalgazının uluslararası piyasalara ulaştırılması” konusunda önemli bir adım atıldı: Nabucco Doğalgaz Boru Hattı Anlaşması 25 Haziran’da Ankara’da imzalanacak!

AB’nin bir yıldır bastırdığı ancak Ankara’nın çekinceleri nedeniyle üzerinde mutabık kalınamayan Nabucco Doğalgaz Boru Hattı Anlaşması, Washignton’un baskısıyla yürürlüğe giriyor. Obama, Türkiye ziyareti sırasında konuyu gündeme getirmişti.

AB: “TÜRKİYE İKNA EDİLDİ”

10 Mayıs 2009 tarihli İngiliz The Guardian gazetesi, anlaşmayı şu ifadelerle duyurdu: “Türk gaz anlaşması Rus boyunduruğunu kırdı”, “Avrupa ve dünya dengelerini değiştirecek proje için Türkiye ikna edildi”.

The Guardian, Türkiye’nin doğu sınırından Avusturya’ya kadar uzanacak, 9 milyar Avro’luk Nabucco hattının Rus şirketi Gazprom’un kontrolü dışındaki gazın Avrupa’ya ulaştırılmasının başlıca rotasının olacağını belirttiği haberinde şu ifadeyi kullandı: “Ancak plan, boruhattı transit anlaşmasına ilişkin olarak AB ile Türkiye arasındaki anlaşmazlık nedeniyle tıkanmıştı. Boru hattının yarısından fazlası Türkiye’den geçecek böylece Türkiye, Avrupa’nın enerji sağlamasında bekçi haline gelecek”

Görüşmeleri bir yıldır süren Nabucco projesi için Türkiye hem vergi almayı hem de geçen doğalgazı yüzde 15 indirimli almayı talep ediyordu. Ancak Guardian’a konuşan bir AB yetkilisine göre Ankara bu taleplerden vazgeçmiş: AB yetkilisi “Türkler isteklerimizi kabul etti. Herhangi bir koşul yok” dedi.

GÜL, AB’YE GÜVENCE VERDİ

The Guardian tıkanıklığın, Abdullah Gül’ün katıldığı Prag Zirvesi’nde aşıldığını belirtti. Gazeteye konuşan bir AB yetkilisine göre Abdullah Gül, AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso‘ya anlaşmanın birkaç hafta içinde imzalanacağı güvencesini verdi.

Anlaşmanın dünya dengelerini değiştireceğini yazan The Guardian, projenin önemini şu rakamlara dayandırıyor: “Avrupa, yıllık doğalgaz ihtiyacının 3’te birini, yani yaklaşık 140 milyar metreküpünü Rusya’dan ithal ederek karşılıyor. Güney koridoru olarak anılan Nabucco ve 2 ayrı doğalgaz boru hattı projesi, 2020 yılında Rusya’yı by-pass ederek yılda 60 milyar metreküp doğalgaz pompalayacak”.

ABD, AB’NİN ELİNİ RAHATLATACAK

Peki AB’yi rahatlatacak bir anlaşma için ABD neden devreye girdi ve Ankara’ya neden dayatmada bulundu?

Bu sorunun yanıtı, ABD’nin Avrasya hesabında ve inşa etmeye başladığı Yeni Nato’da gizli.

ABD’nin dünyaya hakimiyet için çizdiği rota özetle şöyle: Rusya ve Çin’i kuşatmak ve bölgeye uzanmak için AB ile geleneksel transatlantik ilişkilerin yeniden kurulması, Avrasya’ya kilit görevi gören Türkiye’nin model ortaklık ile kazanılması ve Rusya’yla çatışma konularında ısrar edilmemesi-beklenmesi-devreye başka ilişkiler sürülmesi.

ABD, AB ile geleneksel transatlantik ilişkileri kurmak için öncelikle AB’nin Rusya’ya bağımlı hale gelen enerji meselesinde Almanya’nın elini rahatlatmayı düşünüyor. Gül’ün Ermenistan açılımı ile başlayan süreç ve Azerbaycan’ın “ikna” edilmesi, Nabucco Projesi’ni de anlaşma noktasına getirmiştir!

KUZEY IRAK PETROLLERİNİN GEÇİŞİNE ONAY

Öte yandan Ankara, Kuzey Irak petrollerinin Türkiye üzerinden geçişine de onay vermiş gözüküyor. ABD’nin bastırmasıyla, bu konuda da Washington-Ankara-Erbil hattında mutabakat sağlandığı belirtiliyor.

Kuzey Irak Petrol ve Tabii Kaynaklar Bakanı Aşiti Heyrami, haftasonu yaptığı açıklamada, Türkiye üzerinden ham petrol ihracatını Haziran ayında başlatacaklarını açıkladı!

10 Mayıs tarihli Wall Street Journal gazetesine konuşan Irak Petrol Bakanlığı sözcüsü Asım Cihat ise, “Irak Hükümeti petrol borularının (Kuzey Irak) Bölge Hükümetinin Petrol ihracatı için kullanmasına izin vermemiştir” dedi.

Gül’ün “2009’da Kürt meselesinde önemli şeyler olacak” demesi, “Kürdistan” nitelemesi, Hasan Cemal üzerinden yürütülen “diplomasi”, “PKK’nın tasfiyesi karşılığında Barzani yönetimini tanıma” girişimleri, Kuzey Irak petrollerinin batıya taşınma projesini de anlaşma noktasına getirmiştir!

, ,

Yorum bırakın

YASEMİN ÇONGAR’A YAZILARINI WOLFOWITZ YAZDIRIYOR

“MİLLİYET’İN WASHİNTON TEMSİLCİSİ” YA DA “WASHİNGTON’UN MİLLİYET TEMSİLCİSİ”

Yasemin Çongar’a yazılarını Wolfowitz yazdırıyor

Milliyet’in Washington muhabiri Yasemin Çongar’a yazılarını, Amerikan Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz dikte ettiriyor. Çongar’ın köşesindeki son ABD tehdidi ise şöyle: “AB’den tarih alma çabası sayesinde, Türkiye’yi yakasından tutabiliyor, Kuzey Irak’a müdahale etmesini engelleyebiliyoruz”. Çongar, bir arkadaşına gönderdiği e-postada ise, Amerika’daki bazı Türk gazetecileri Türkiye adına çalışmakla suçluyor!

MEHMET ALİ GÜLLER
Aydınlık Dergisi
26 Eylül 2004

Milliyet’in Washington muhabiri Yasemin Çongar’a yazılarını, Amerikan Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz dikte ettiriyor. Çongar’ın bu özelliğini bilen Amerika’daki diğer bazı Türk gazeteciler, onu, “Milliyet’in Washington temsilcisi” yerine “Washington’un Milliyet temsilcisi” olarak tanımlıyorlar. Çongar, “Amerika’nın Türkiye’yi AB kapısına bağlama” taktiğini de, yıllar sonra ve bu kez Amerikalıların ağzından tehdit şeklinde aktarıyor: “AB’den tarih alma çabası sayesinde, Türkiye’yi yakasından tutabiliyor, Kuzey Irak’a müdahale etmesini engelleyebiliyoruz”. Ve Çongar, bir arkadaşına gönderdiği e-postada, Amerika’daki bazı Türk gazetecileri Türkiye adına çalışmakla suçluoyr ve TSK’nın uşağı şeklinde tanımlıyor.

ÇONGAR VE GÜL AYNI DİLDEN KONUŞUYOR

Yasemin Çongar’ın özellikle Amerika’nın Telafer’deki Türkmen kıyımı ile ilgili yazıları dikkat çekti, tepki doğurdu, nefret uyandırdı.

Çongar, 13 Eylül 2003 tarihli yazısında, ABD’nin Türkmen kıyımını perdelemek için haberleri “iddia ve komplo” olarak değerlendirdi. “Tel Afer’de ne oluyor?” başlıklı yazısında “Kamuoyuna tek kaynaklı ve kışkırtıcı haber-yorumlarla pompalamak, sonuçları da, sorumluluğu da çok ağır olabilecek bir hata. Resme çok yönlü bakabilmek zorundayız” diyerek “gazetecilik” dersi veren Çongar, yazısında “objektifliğini”, Pentagon’dan bir üst düzey yetkilinin açıklamalarına yer vererek getiriyor!

Çongar, Wolfowitz adına yazdığı yazıda, tıpkı Dışişleri Bakanı Abdullah Gül gibi aynı şeyleri savunuyor!:

“Sivil halka yönelik bir Amerikan harekatı yok; harekat Tel Afer halkına değil, Tel Afer’deki Türkmenler Şii ve Mukteda El Sadr grubuna bağlı; Operasyonda Suriye’den ve Felluce’den gelen terörist gruplar hedef alınıyor…”

Tüm bu açıklamaları Pentagon’dan bir üst düzey yetkiliye dayandıran Yasemin Çongar, tek bir Tel Aferli Türkmene, Irak Türkmen Cephesi’nin Ankara ya da Washington temsilcisine sormaya gerek duymadan “objektif gazetecilik” yapıyor. Çongar, üstelik sıkılmadan, Türkmenleri kaynak gösteren haberleri de “tek kaynaklı ve kışkırtıcı haber-yorumlar” şeklinde değerlendiriyor.

WOLFOWİTZ-FEİTH GRUBU

17 Eylül’de, Çongar’ı  en iyi tanıyan çevreler, yani Amerika’daki bazı Türk gazetecilerinin kurduğu “Washington haber forum” yetkilileri, bir Pentagon askeri yetkilisiyle yaptıkları görüşmenin ardından önemli bir gerçeği ortaya çıkardılar. Buna göre, Çongar’ın konuştuğunu belirttiği Pentagon üst düzey yetkilisi, Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz! “Washington haber forum” yetkilileri, Çongar’a yazılarını, Wolfowitz’in dikte ettirdiğini vurguluyorlar. Türk gazetecilerin görüştüğü Pentagon askeri yetkilisi, “Türkiye’deki bazı gazeteciler ile iyi ilişki kuran Paul Wolfowitz – Douglas Feith gurubunun, Türk basınındaki muhbirleri vasıtası ile istediklerini yazdırdığını” belirtiyor.

‘ABD TÜRKİYE’Yİ YAKASINDAN TUTUYOR’

Çongar, 20 Eylül tarihli, “Tel Afer’le başlamadı, bitmiyor” başlıklı makalesinde ise hep söylediğimiz, “Amerika’nın Türkiye’yi AB kapısına bağlama” taktiğini, yıllar sonra ve bu kez Amerikalıların ağzından tehdit şeklinde aktarıyor: “AB’den tarih alma çabası sayesinde, Türkiye’yi yakasından tutabiliyor, Kuzey Irak’a müdahale etmesini engelleyebiliyoruz”

İşte Çongar’ın yazısındaki ilgili bölüm:

“17 Eylül’de Washington’da, Almanya’nın Friedrich Ebert Vakfı ile ABD merkezli Alman Marshall Fonu tarafından düzenlenen konferansta Türkiye tartışılırken, konu Irak’a da geldi.
Almanya’nın Washington Büyükelçisi Wolfgang Ischinger, ABD’deki başkanlık seçimi kampanyasında etkin bir kişinin kendisine söylediklerini, Bush’un mu, Kerry’nin mi ekibinden olduğunu saklı tutarak, özetle şöyle aktardı: ‘AB’den tarih alma çabası sayesinde, Türkiye’yi yakasından tutabiliyor, Kuzey Irak’a müdahale etmesini engelleyebiliyoruz.’”

TÜRKİYE ADINA ÇALIŞMAK SUÇ!

Milliyet’in Washington Temsilcisi Yasemin Çongar, gerçek yüzünü, bir kez de Aydınlık’a ulaştırılan 30 Temmuz 2004 tarihli şu e-postasıyla gösterdi:

“Bu arada ben Washington haber grubuna yazmıyorum. Bazı moderatörleri, Türkiye’ye çalışan insanlar, bunlar Türkiye’de askerin uşakları, Amerika ve İsrail’e karşı, askerin kışkırttığı tipler. Yani en azından bunu buradaki kaç adam doğruladı bana. O yüzden hiçbir şekilde, yanıt yazmıyorum oraya, ya da görüş belirtmiyorum. Siz de dikkatli olun. Bunu mümkün olduğunca arkadaşlarınıza bildirin”

Evet, Çongar’ın 30 Temmuz 2004 tarihli, elimize ulaştırılan bu e-postası her şeyi tüm çıplaklığıyla sergiliyor. Türk gazetecileri, Türkiye adına çalışmakla suçlayan Çongar, onları TSK’nın uşağı, TSK adına ABD ve İsrail’e karşı kışkırtılan tipler olarak tanımlıyor.

, ,

Yorum bırakın

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın