Posts Tagged Kürt Açılımı

WASHINGTON AÇILIMI

Özgür Gündem’den Veysi Sarısözen ve Taraf’tan Emre Uslu haklı sorular sormuşlar:

Sarısözen özetle şöyle diyor: “Kandil ‘geri çekilmeyi durdurduğu zaman’ ve İmralı, ‘AKP Kandil’e başka yol bırakmadı’ dediği zaman Erdoğan ve hükümet ‘görüşmelerin ipi kopar’ demedi. Ama Demirtaş konuşunca Erdoğan “görüşmelerin ipi kopar” dedi!” (Özgür Gündem, 16 Ekim 2013)

Sarısözen ortada bir tuhaflık olduğunu şu sözlerle resmediyor: “Silah görüşmenin iplerini koparmaya yol açmıyor, ama mesaj görüşmenin iplerini tarumar ediyor.”

Sarısözen yazısını, şu dikkat çeken “eleştiriyle” bitiriyor: “Siz ‘pakete yetmez’ derseniz, hükümet de size, ‘gerillanın susması yetmez, BDP de sussun’ der işte.

MİT’İN HER YAZDIRDIĞI YANLIŞ ÇIKTI

Emre Uslu ise sadece hükümetin değil, MİT’in de sesi olarak nitelediği Yeni Şafak Ankara Temsilcisi Abdülkadir Selvi’nin Açılım süresince yazdıklarını anımsatmış. (Taraf, 16 Ekim 2013)

Selvi’ye göre, daha doğrusu MİT ve AKP’ye göre Açılım üç aşamalıydı: 1. PKK’nın Türkiye sınırları dışına çekilmesi aşaması. 2. Demokratikleşme süreci aşaması. 3. Silah bırakma ve normalleşme süreci aşaması.

Selvi, 27 Şubat 2013’te bu anlaşma nedeniyle Cemil Bayık’ın PKK’den tasfiye edileceğini, 6 Mayıs 2013’te de tarafların müzakerede, kamuoyunun bildiğinden bir ay daha ileride olduğunu yazmıştı.

Uslu, tüm bunları yazdıktan ve her yazdığı yanlış çıktıktan sonra Selvi’nin önceki gün köşesinden Cemil Bayık’ın mesajlarına yer vermesini ve sürecin sıkıntılı olduğunu dile getirmesini köşesine taşımış ve ortaya çıkan tabloyla eğlenmiş. Uslu, “PKK barış değil, taktik ateşkes peşinde” diye yazdığı için Selvi ve benzeri seslerin kendisini “savaşçı” ilan ettiğini de özellikle anımsatmış.

Uslu sonuç olarak da hükümetin yanlış yaptığını, çünkü bu açılım sürecinin PKK’yi büyüttüğünü belirtmiş.

AÇILIM’IN HEDEFİ ZATEN PKK’Yİ BÜYÜTMEK

Ne Veysi Sarısözen’in “Siz ‘pakete yetmez’ derseniz, hükümet de size, ‘gerillanın susması yetmez, BDP de sussun’ der işte.” demesi, ne de Emre Uslu’nun “süreç PKK’yi büyüttü” saptaması aslında gerçeği yansıtıyor.

Zira Erdoğan-Öcalan ortaklığı üzerinden yürütülen Açılım’ın hedefi ne ülkeye demokrasi getirmekti, ne de PKK’yi bitirmek!

Açılım’a “Ankara merkezli” bakılınca haliyle taraflardan biri Açılım’dan “demokrasi”, diğeri de PKK’nin küçülmesini bekliyor.

Ancak Kürt Açılımı Ankara merkezli değil, Washington merkezlidir! Bu nedenle de Açılım ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi ile ilgilidir, Irak’ın kuzeyini Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e açarak Kürt Koridoru oluşturma hedefiyle ilgilidir, Diyarbakır’ı BOP’un merkezi hedefi yapma ilanıyla ilgilidir…

Bu hedefler, haliyle PKK’yi büyütecek ve daha kullanışlı bir enstrüman haline getirecektir!

KÜRT AÇILIMI DEMOKRASİ DEĞİL, FAŞİZM GETİRİR

Kürt Açılımı, Türklerin ya da Kürtlerin değil, Türkiye’nin, Irak’ın ve Suriye’nin de değil, fakat bir tek ABD’nin ve işbirlikçisi enstrümanların çıkarlarına yaramaktadır!

Kürt Açılımı, Ankara Açılımı yerine Washington Açılımı olduğu için de, Türkiye’ye demokrasi değil, daha otokrat bir rejim getirecektir. Nitekim son bir aydır “demokratikleşme paketinin” gölgesinde çıkarılan yasa ve yönetmelikler, ancak faşist bir düzende uygulanabilecek türdendir!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
17 Ekim 2013

, , , , ,

Yorum bırakın

ABD’NİN ÜÇ KÜRT AÇILIMI

PKK lideri Cemil Bayık’ın “Geri çekilmeyi durduruyoruz” sözleri AKP-PKK işbirliğinin ve “Kürt Açılımının” bittiği şeklinde yorumlandı. Ardından PKK liderlerinden Remzi Kartal’ın, “Açılımdan biz kârlı çıktık” demesi, biten bir sürecin muhasebesi gibi algılandı.

Peki, öyle mi? Bugün bu soruya yanıt arayacağız.

Öncelikle belirtelim. Remzi Kartal’ın “Açılımdan biz kârlı çıktık” demesi bir doğruya, ama eksik bir doğruya işaret etmektedir. PKK’nin AKP’ye göre Açılımdan daha kârlı çıktığı doğrudur ama ABD’nin hem AKP’den, hem de PKK’den daha kârlı olduğu en doğrusudur. Çünkü alt yüklenicilerin kârlarının toplamı ana yükleyicinin hanesine yazılacaktır ve her halükarda ABD, enstrümanlarından daha kârlıdır.

Bu gerçek, bir başka gerçeğe daha işaret eder. Açılımı AKP ya da PKK başlatmadığı için AKP ya da PKK bitiremez. Kim bitirebilir? Açılımın ana yüklenicisi olan ABD; zira açılımı o başlatmıştır.

Peki, ABD Açılımı ne zaman başlattı? İnceleyelim:

ABD’NİN IRAK ÜZERİNDEN 1. AÇILIMI

Bu Açılım, 1986 yılında Pentagon’un iki numarası olan William Taft’ın “Kürt dosyasını” Turgut Özal’a getirmesiyle başlar. Özal dosyayı kabul eder ama dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Üruğ, Taft’la görüşmeyerek dosyayı Türk Ordusu adına reddeder.

ABD bu ilk Açılımda atılımı, Irak’a saldırarak yaptı. Sonuçları ise Irak’ın kuzeyinde, 1991’de bir kukla devletçiğin filizlenmesidir.

Çekiç Güç’ün 17 Nisan 1991’de Irak’ın kuzeyine girmesiyle kurulan devletçik, 1992’de parlamentoya kavuştu ve 1996 yılına kadar iyice serpildi. TSK’nin Türk hükümetlerine rağmen bu devletçiğe yaptığı Çelik Harekâtı gibi müdahaleler ise devletçiğin resmiyet kazanmasını engelledi.

ABD’NİN IRAK ÜZERİNDEN 2. AÇILIMI

Bu Açılım, aslında 1998 Washington sürecinde Barzani’nin TSK denetiminden çıkarılmasıyla başladı ve 1999’da Türkiye’ye dayatılan ABD’nin Yeni Kürt Planı ile uygulamaya geçti. Plan Pentagon tarafından Alan Makovsky başkanlığındaki bir ekibe hazırlatıldı, ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright’ın onayı ve ABD Başkanı Bill Clinton’un parafı ile yürürlüğe girdi.

ABD bu ikinci Açılımda atılımı, 2003’te Irak’ı işgal ederek yaptı. Bu süreçte Irak fiilen üçe bölündü ve Washington, Erbil merkezli Kürt Devleti’ni adım adım Bağdat’tan kopardı.

Ancak Irak’ın 2004’te ABD’ye direnmeye başlaması, 2006’da Hizbullah’ın İsrail’i yenmesi, 2008’de Rusya’nın Gürcistan’a saldırması ve 2008’de ekonomik krizin patlaması ABD’yi planlarını tamamlamaktan alıkoydu. Washington adım adım Ortadoğu’dan çekildi ve kalan işlerini taşeronlarına bıraktı.

ABD’NİN SURİYE ÜZERİNDEN 3. AÇILIMI

Bu Açılım, 2009’da Abdullah Gül’ün “çok güzel şeyler olacak” demesiyle başlatıldı. Ankara, Bağdat, Şam ve Beyrut’la bir Ortadoğu Birliği kurarak, Büyük Kürt devletinin yollarını döşeyecekti.

Ancak Ortadoğu’da halk hareketleri başladı ve plan değiştirilmek zorunda kaldı. Suriye, Büyük Kürdistan’a silahla mecbur bırakılacaktı.

2011’de başlatılan Atlantik saldırısının merkezinde ABD’nin Kürt Koridoru planı vardı. ABD, Irak’ın kuzeyindeki devletçiğini Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e açmaya çalışacaktı. Bu planın aktörleri Erdoğan ve Öcalan’dı. Paranın kaynağı ise Katar ve Suudi Arabistan…

İşte AKP’nin Türkiye’de bir “Kürt Açılımı” başlatması ve Öcalan’la Suriye merkezli bir ortaklığa soyunmasının sebebi bu üçüncü Açılımdır. Öcalan’ın PKK’ye İran, Irak ve Suriye’de yeni görev alanları çizmesi bu nedenledir.

ABD’NİN TÜRKİYE ÜZERİNDEN 4. AÇILIMI

Kısaca özetlediğimiz gibi Açılımların sahibi ABD’dir ve AKP ile PKK Açılımın alt yüklenicileridir. Dolayısıyla ABD’ye rağmen süreci bitirmeleri mümkün değildir.

Ancak ABD’nin Açılımını Türkiye’nin, hele de komşularıyla birleşen Türkiye’nin bitirebileceğini özellikle vurgulayalım. Hatta bitirmek zorunda olduğunun da altını çizelim.

Zira ABD’nin dördüncü Açılımı Türkiye üzerinden olacaktır ve Irak’ın kuzeyindeki yapı Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e açıldıktan sonra Türkiye’ye doğru genişleyecek ve Diyarbakır merkezli olarak Büyük Kürdistan kurulacaktır!

O nedenle Türkiye’nin ve bölgenin savunma hattı bugün Suriye’dedir.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
10 Eylül 2013

, , , , ,

Yorum bırakın

AKP-PKK BALAYI BİTİYOR MU?

Gerek Başbakan Erdoğan’ın açıklamaları gerekse hükümete yakın isimlerin medyadaki analizleri, son dönemde aslında bir yanılsama olan şu sonucu doğurdu: “AKP ile PKK arasındaki balayı bitiyor. PKK, AKP’ye verdiği sözleri yerine getirmiyor, çekilmiyor. AKP de PKK’ye verdiği sözleri yerine getirmiyor, 2. aşamaya geçmiyor.”

Bu yanılsamayla doğrudan ilgili bir başka yanılsama da bazı ulusalcı çevrelerden yayılıyor: “Genel af ilan ederek hem Ergenekoncuları, hem de Apo’yu serbest bırakacaklar.”

Gelin bu Pazar, bu iki yanılsamayı masaya yatıralım:

PYP: AKP’YLE KARŞILIKLI GÜVEN OLUŞTU

Başbakan Erdoğan, daha önce yüzde 15 diye açıkladığı PKK’nin çekilmesini bu kez yüzde 20’ye çıkardı ve ekledi: “Çocuk, yaşlı, kadın yüzde 20 gibi bir durum. Bunun dışında çıkma diye bir şey söz konusu değil. Zaten silah bırakmış değiller. Saldırırım diyene karşı bu ülkenin güvenlik güçleri de herhalde hoş geldin demeyecek.” (Bugün, 17 Ağustos 2013)

Salt bu sözlere bakılırsa, AKP ile PKK’nin balayının kötü gittiği elbette iddia edilebilir. Peki ya gerçekler?

Gerçeği en iyi yansıtan açıklama ise son bir ayda AKP’nin iki kez ağırladığı Suriye PKK’sinin lideri Salih Müslim’den geldi. PYD Eş Başkanı Müslim “karşılıklı güven oluştu” diyor! (Gündem, 17 Ağustos 2013) Müslim ayrıca ekliyor: “Ortadoğu yeniden yapılanıyor. Biz kendi kendimizi yönetmeye karar verdik.”

Aslında kritik cümle budur. ABD, Ortadoğu’yu yeniden dizayn etmeye çalışıyor ve bu sürecin iki temel aktörü de AKP ile PKK’dir. Yani Erdoğan ile Öcalan, birbirlerini sevdikleri için değil, Washington istediği için masadalar! Ve Washington’un istediği zamana kadar da ilişkileri sürecektir!

Ya da Türkiye’de bir iktidar değişikliği o ilişkilerin tümüne bir son verecektir! (Ki bu daha olasıdır.)

ERDOĞAN HAZMETTİRMEYE ÇALIŞIYOR

AKP’nin varlık sebebi, TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in açık bir şekilde ifade ettiği gibi Kürt Açılımı’dır. (Hürriyet, 13 Kasım 2009)

Peki, nedir Kürt Açılımı? ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi içerisinde Diyarbakır merkezli Büyük Kürdistan’ı kurmaktır! Barzani’nin Irak Kürdistanı’nı, parçalanacak Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e açmak ve Türkiye’ye doğru genişletmektir.

34 yerde BOP Eş Başkanı olduğunu söyleyen Erdoğan’ın Bush ile görüşmesinden hemen sonra ekranlardan “ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi içerisinde Diyarbakır’ı bir merkez yapacağız” demesi bu planı en net şekilde tarif etmektedir. (Kanal D, 14 Şubat 2004)

Dolayısıyla AKP’nin de PKK’nin de “balayını ABD’ye rağmen bitirme” iradesi yoktur! Peki, Erdoğan’ın açıklamaları ne anlama geliyor o zaman? Yanıtı kendisi versin: “Açılımı hazmettire hazmettire sürdüreceğiz!” (Milliyet, 25 Eylül 2009)

YA SİLİVRİ, YA DA İMRALI BOŞALACAK

Peki ya af meselesi? AKP sırf Öcalan’ı serbest bırakabilmek için Ergenekonculara genel af mı getirecek?

Bakın şu saptama da çok önemlidir: AKP’nin varlık sebebi Kürt Açılımı olduğu gibi, Kürt Açılımı’nın da dayanağı Ergenekon soruşturmasaydı. AKP kalemşorlarının da yazdığı gibi Ergenekon soruşturması olmasaydı, Kürt Açılımı başlatılamazdı!

Yani hem Ergenekoncuların, hem de Öcalan’ın serbest olduğu bir Türkiye olamaz! Silivri’nin boşaldığı bir Türkiye’de Öcalan serbest kalamaz!

Ki Öcalan, şu anda Silivri zindanları yurtseverlerle dolu olduğu için zaten serbesttir. Evet, aslında serbesttir: İstediği BDP’liyi ayağına çağırmakta, Kandil’e ve Avrupa’ya elden mektup göndermekte, PKK’yi oturduğu yerden yönetmekte, ABD’nin Erdoğan’a verdiği iktidarı paylaşmakta, zaman zaman Bursa’ya gitmekte, yatla Marmara’da gezmekte ve özel görüşmeler yapmakta, Irak ve Suriye’nin iç işlerine karışmakta, talimatlarıyla hem Türkiye’de hem de komşu ülkelerde eylemler yaptırmaktadır!

Sonuç olarak AKP ile PKK’nin kaderi ortaktır ve iki örgüt birbirine muhtaçtır. AKP ile PKK’nin balayı, ne kendi iradeleriyle ne de ABD’nin isteğiyle biter. Bu balayı, bu ortaklık, bir tek Türk milletinin iradesiyle son bulabilir. Türk milleti ülkesini böldürmemek için, ABD’nin bu iki örgüt üzerindeki denetimini yıkarak bu ortaklığa bir son verecektir!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
18 Ağustos 2013

, , , ,

Yorum bırakın

ERDOĞAN TIKANDI, AÇILIM BİTTİ

BOP Eş Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, ABD’nin önüne koyduğu bir numaralı görevi şu sözlerle tarif etmişti: “Diyarbakır’ı ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi içerisinde bir merkez yapacağız.” (Kanal D, 14 Şubat 2004)

Diyarbakır nasıl merkez olacaktı? ABD Irak’ı iki kere işgal ederek Erbil merkezli bir devletçik kurmuştu zaten. AKP, ABD adına Suriye’de Esad’ı yıkarak, Kamışlı merkezli ikinci bir devletçiğe aracılık edecek, ardından Erbil ile Kamışlı birleşerek, Kürdistan Akdeniz’e açılmış olacaktı. Sonra bu yapı ile “demokratik özerklik” ilan edilen Türkiye’deki parça birleşecek, ortaya Diyarbakır merkezli Büyük Kürdistan çıkacaktı.

Bu projenin gerçekleşebilmesi için AKP’nin hem içeride hem de dışarıda yapması gereken ödevleri vardı. İçeride PKK’yle masaya oturmak ve Kürt Açılımı yapmak gibi… Dışarıda Suriye’ye terör ihraç etmek, Kuzey Irak’ı himaye etmek, Sünni mezhepçiliği üzerinden İran’ı kuşatmak ve yalnızlaştırmak, Ortadoğu’ya “model” olarak İhvan diktatörlükleri kurmak…

Erdoğan ve kurmayları, bu projeyi AKP tabanına yutturabilmek için Osmanlıcılık oynadılar. Davutoğlu “100 yıl sonra yeniden buluşmak” diyerek anlatıyordu projeyi… Elbette Osmanlıcı değillerdi; Neo-Osmanlıcı’ydılar, yani BOP’çu!

Erdoğan’ın bu projedeki iş arkadaşları şu isimlerden oluşuyordu: Türkiye’den Öcalan ve Fethullah Gülen. Irak’tan Allawi, Haşimi, Barzani ve Karayılan. Suriye’den El Hatip ve Salih Müslim. Mısır’dan Muhammed Mursi. Katar’dan El Tani. Lübnan’dan Hariri.

Erdoğan önce Bush’un “stratejik ortağı” olarak, ardından da Obama’nın “model ortağı” olarak bu ekipten ve işlerden sorumluydu. Yani Erdoğan Atlantik cephesinin Ortadoğu koordinatörüydü.

Peki, şimdi durum ne?

IRAK’TA BARZANİ SAF DEĞİŞTİRDİ

Atlantik cephesi, Irak’ta Allawi’yi başbakan yapmaya çalıştı. Hatta kabine üyeleri Ankara’da Davutoğlu’nun evinde belirlendi. Ama güçleri yetmedi. Irak’ta Maliki kazandı. Erdoğan ve ekibi daha sonra Haşimi üzerinden Irak’ta saray darbesine soyundu. Ancak Talabani’nin de katkısıyla oyunları bozuldu, maskeleri düştü. Son olarak Erbil’i Bağdat’tan koparma hamlesine soyundular ve fakat yine başaramadılar!

Maliki “Irak’ın birliğini yeniden oluşturmak” için gerekirse silaha başvuracağını Dicle Ordusu kurarak Barzani’ye gösterdi. Moskova ise Suriye’ye peşmerge sevk eden Barzani’yi açık bir şekilde tehdit etti. Ve Barzani mecburen saf değiştirdi.

Maliki ve Barzani’nin hafta sonu Bağdat’ta bir araya gelmesi, hem Irak’ın birliği demekti hem de Esad’ın doğu cephesinin rahatlaması demekti. Ama hepsinden önemlisi Erdoğan’ın yenilgisi demekti!

SURİYE KURTULUŞ SAVAŞINI KAZANIYOR

2 yıl önce AKP hükümetinin 15 gün ömür biçtiği Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad bugün çok daha güçlü. Birkaç ay önce Obama’nın zorlamasıyla Erdoğan ve Netenyahu Suriye hedefli olarak barışmış ve Esad kuzeyden sonra güneyden de kuşatılmıştı.

İsrail Golan tepeleri üzerinden ve hava uçuşlarıyla saldırıya geçmiş, güney cephesinin doğu kanadında ise ABD ile Ürdün küçük manevralar yaparak hazırlıklara başlamıştı. Güney cephesinin gerisindeki Mısır ise son olarak Esad’a karşı cihat ilan etmişti!

Önce Hizbullah’ın devreye girerek İsrail’i yavaşlatması, ardından da Mısır’da Mursi’nin devrilmesi güney cephesini dağıttı! Ürdün de kısa bir süre içerisinde pozisyon değiştirecektir.

Doğu cephesindeki son durumu Irak konusunda işlemiştik. Esas cephe ise AKP’nin abandığı kuzey cephesiydi. Üç dört ay önce Şam’ın dış mahallelerine kadar inebilmiş olan teröristler bu süreç içerisinde adım adım kuzeye sürüldü. Suriye devleti önce Halep’i sonra da Homs’u teröristlerden temizledi ve sınıra doğru ilerlemeyi sürdürüyor. Koltuğunu koruma manevralarıyla uğraşan Erdoğan’ın ise Esad’a karşı hamle yapacak hali yok!

Davutoğlu’nun koordine ettiği SUKO ve Özgür Suriye Ordusu’nun “Ramazan’da ateşkes” çağrısı yapmak zorunda kalması, bu cephedeki durumu en açık şekilde ortaya koyuyor!

ABD KAYBETTİ, ERDOĞAN KAYBETTİ, PKK KAYBETTİ

Peki, tüm bunlar ne anlamına mı geliyor?

1. ABD’nin Büyük Kürdistan projesi çöktü. Basra’dan Doğu Akdeniz’e Kürt Koridoru kurmak hayal oldu.

2. Barzani’yi yanında tutamayan, Esad’ı deviremeyen, Mursi’yi iktidar yapamayan AKP hükümeti, bölgede yalnızlaştı. Erdoğan’ın yönettiği Türkiye, tüm komşularıyla ve hatta komşularının komşularıyla sorunlu hale geldi.

Peki, şimdi ne olacak? Esad güçlenince yeniden “üçüncü yol” diyerek Suriye’de pozisyon değiştiren PKK, benzerini Türkiye’de de yapabileceğinin sinyalini verdi. Murat Karayılan’ın yerine Cemil Bayık’ın geçmesi bu nedenle önemli.

Gezi eylemleri PKK-BDP içinde yeni bir tartışma başlattı; müzakere yürüttükleri AKP, masadan her an düşebilirdi… Bu nedenle “Açılım tıkandı” diyerek AKP’yi somut adımlar atmaya zorluyorlar. AKP düşmeden, yeni kazanımlar peşindeler.

Ama Türkiye artık şu gerçeği yaşamaktadır: Tıkanan Açılım değil, aslında Erdoğan’ın gücüdür; daha doğrusu Erdoğan’a o gücü veren ABD’dir!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
11 Temmuz 2013

, , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

AÇILIMDAN BEYAZ KÜRTLERE: KÜSİAD

Öcalan’ın 1999’da Türkiye’ye teslim edilmesi iki önemli gelişmeye neden oldu: Birincisi Irak Kürdistanı’nın kurulmasının önündeki Türkiye direncinin zayıflamasıydı. İkincisi de Amerikancılığın Türk devleti içerisinde yeniden kuvvet kazanmasıydı.

İşte ABD bu iki kazanımın üzerinden Erbil merkezli Kürdistan’ın kuruluşunu hızlandırdı; üstelik Türkiye’yi de işe katarak!

KÜRDİSTAN TV’DEN GÜLEN OKULLARINA

Örneğin, Kürdistan TV kuruldu. Teknik donanımı Turkish Daily News gazetesinin sahibi, Turgut Özal’ın manevi oğlu ve Tansu Çiller’in danışmanı İlnur Çevik tarafından sağlanan Kürdistan TV, Şubat 1999’da yayına başladı.

Ekim 1998’de Zaho’da Pentagon tarafından TSK’nin desteğiyle kurulan Askeri Akademi’nin çalışmaları hızlandırıldı. Akademide Pentagon’un Özel Savaş subayları ile 40 Türk Özel Kuvvetler Komutanlığı personeli çalışıyordu. Peşmerge subay, zaman zaman eğitim için Silopi’deki Tugay’a getiriliyordu. Peşmergelerin bir bölümünün maaşını da Türkiye ödüyordu. Hatta bir süre sonra peşmerge başına 60 dolar olan maaşın 100 dolara çıkarılması için Barzani Ankara’yla pazarlığa bile tutuştu.

Beyaz Saray’ın aktardığı paralarla İngilizce ve Kürtçe eğitim veren okullar kuruldu. Bağdat’taki Kürt öğretim üyeleri Erbil’deki Selahaddin Üniversitesi’ne çekildi. Türkiye’den de pek çok öğrenci, yıllar içinde burslu olarak Selahaddin Üniversitesi’nde okudu. İlerleyen yıllarda Fethullah Gülen de, ABD’nin teşvikiyle Barzani’yle anlaşıp Kürdistan’da ilkokuldan üniversiteye kadar eğitim kurumları hayata geçirdi.

KİT’İ MİT KURDU

Türk Telekom’un verdiği teknik destekle Irak Kürdistanı’nın telefon haberleşme sistemi kuruldu. Savaş öncesi var olan telefon şebekesi onarılarak, haberleşme yaygın hale getirildi.

CIA’nın Kasım 1998’de temelini attığı Kürdistan İstihbarat Teşkilatı (KİT), hızla organize edildi ve geliştirildi. KDP ve KYB üyelerinden oluşturulan KİT personelinin bir bölümü İsrail’in başkenti Tel Aviv’deki CIA merkez üssünde, bir bölümü de Türkiye’de MİT bünyesinde kurslardan geçirildi.

Kürdistan’ın emniyet örgütü de yine Türk Emniyet Genel Müdürlüğü örnek alınarak oluşturuldu. Asayişi ve trafiği denetleyen birimler meydana getirildi. Askeri üniformaya benzeyen resmi üniformalar hazırlandı, resmi araçlar tahsis edildi.

Kürdistan’ın yargı sistemi de hızla oluşturuldu.

KÜSİAD, KÜRTCELL, COLA KURDA

Tüm bunlar Irak Kürdistanı’nın inşası içindi…

Şimdi Irak Kürdistan’ın Suriye’nin kuzeyinden Doğu Akdeniz’e açılması ve Türkiye’ye doğru genişletilmesi aşamasındayız. İşte Erdoğan’ın 2005’teki Diyarbakır açılımı, 2009’daki Kürt açılımı ve 2013’deki Büyük Kürdistan açılımı bu proje içindir.

2009’daki Kürt açılımı Kürtçe TV’yi, Kürtçe kursları, Kürtçe savunma hakkını doğurdu… Ya 2013’te başlayan Büyük Kürdistan açılımı?

Wall Street Journal’dan öğreniyoruz ki, Kürt Sanayici ve İşadamları Derneği yani KÜSİAD faaliyete geçmek üzere!

Selahaddin Çölçınar 2009’da Kürt açılımı başlayınca Türk Patent Enstitüsü’ne (TPE) başvurmuş ve bu ismi tescillemiş. 2013’te Büyük Kürdistan açılımı başlayınca da 20 işadamıyla birlikte İstanbul merkezli derneği hayata geçirmek üzere Valilik ve Emniyet’e başvurmuş.

Yine Wall Street Journal’dan öğrendiğimize göre TPE Bijicell ve Kürdicell’in başvurusunu da onaylamış. Ayrıca Kürtcell ve Cola Kurda da izin bekliyormuş.

BÖLME VE PARÇALAMA AÇILIMI

Böylece Erdoğan-Öcalan ortaklığından beyaz Kürtlere KÜSİAD,  zenci Kürtlere ise tarikat mensupluğu ve İslamcılık düşmüş oldu!

Bir de Washington’un TÜSİAD ve KÜSİAD’ı buluşturduğu ortak nokta var tabii: Ortadoğu’da kurşun olmak!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
3 Nisan 2013

, , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

‘KÜRT KORİDORU’ AÇILIMI

AKP’nin Yeni Kürt Açılımı’nın yine Kürt yurttaşlarımızla doğrudan bir ilgisi yok. Erdoğan bir yandan Washington’un verdiği esas görev için, bir yandan da Türk tipi Başkanlık sistemi öncesi ayağına dolanacak en önemli konu olduğu için yeniden Kürt Açılımı başlattı.

2009’daki Kürt Açılımı da aslında Kuzey Irak açılımıydı ve ABD Başkanı Barrack Obama’nın TBMM’deki konuşmasında “Kürt sorununu çözün” talimatı vermesi üzerine başlatılmıştı. Irak’tan çekilmeye hazırlanan ABD’nin alt işleri öyle gerektiriyordu. Türkiye kendi Kürt sorunu varken Kuzey Irak’ı himaye etmekte zorlanabilirdi.

Ya bugün?

Yeni Kürt Açılımı, bugün de Kürt Koridoru Açılımı’dır!

Kürt Koridoru ise Irak’ın kuzeyindeki yapıyı, Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e açma işidir.

PARÇA PARÇA KÜRDİSTAN

Bakın ABD’nin Kürt planlarında kilit rol alan isimlerden Henri Barkey, The American Interest’de yayımlanan ve “Suriye krizi ve Irak’ın geleceği” başlığı taşıyan uzun makalesinde ne diyor:

Suriyeli Kürtler Esad sonrasında Irak Bölgesel Kürt Yönetimine benzer şekilde kayda değer bir özerklik kazandıkları takdirde iki Kürt bölgesi bir miktar öz yönetime sahip olacaklar ve şüphe yok ki bir yere kadar eşgüdüm halinde hareket edeceklerdir. Türkiye ve İran üzerindeki özendirici etkisini kuşatıp sınırlandırmak güç olacak. Türkiyeli Kürtler, merkezi yönetim gücünün Türkiye’deki tüm bölgelere dağıtılmasını çoktan talep ettiler. Uzun zamandır uykuda olan İranlı Kürt oluşumlar da uykudan kalkma işaretleri veriyorlar.

Barkey ABD’nin nihai hedefini açıkça sergilemiş. Ancak Batı Asya, artık ABD’nin planlarını kolayca gerçekleştireceği bir zemin değil!

Öyle ki, hem ABD’nin stratejik ve taktik araçları içinde kırılmalar ortaya çıkıyor hem de kimi aktörüler bölge kuvvetlerine doğru meylediyor.

KYB’DEN ‘ERDOĞAN TUZAĞI’ UYARISI

Yeni Kürt Açılımı’nın kodları biraz da bu değişimde gizli…

Son günlerde iyice belirginleşen bu değişiklikler, iki önemli açıklamaya yansıdı:

1. Celal Talabani’nin partisi KYB’nin Merkez Komitesi Genel Sekreteri Adil Murad, “Türk tuzağına düşmemek için Maliki’yle diyalog şart” uyarısı yapıyor. Murad, hamlelerinde ötürü Tayyip Erdoğan’ı eskinin İran şahına benzetiyor ve uyarıyor: “Yine ihanete uğramamak için uyanık olmalıyız.”

Adil Murad’ın açıklamaları, Irak’ın bütünlüğünden yana konumlanma işaretleri veren Talabani’nin pozisyonunu daha da netleştiriyor.

‘MALİKİ-BARZANİ DİYALOGU ŞART’

2. Irak parlamentosunun Kürt milletvekillerinden Mahmud Osman’ın şu dört mesajı, Kürt eksenli gelişmelerle ilgili tarafların pozisyonunu anlamamızı sağlıyor:

Mahmud Osman öncelikle Suriye sınırını kapatan Barzani’yi uyarıyor: “Saddam zulmünden kaçarken ne Türkiye, ne İran ve ne de Suriye kapılarını kapatmamıştı. Bu devletler sınırlarını Kürtlere kapatmazken, Kürdün Kürde sınırını kapatması doğru değil.”

Osman, ABD’yi de eleştiriyor: “ABD güçleri daha Irak’tayken yapıcı bir tavır sergilemediler, bu yüzden onlardan bir şey beklemek saflık olur. Irak’ın iç sorunları pek umurlarında değil.”

Mahmud Osman, “Başbakan Erdoğan’ın Kürt sorunu çözme gibi bir niyeti de yok. Söyledikleri kandırmacadır.” diyor.

Osman, Bağdat ile Erbil arasındaki sorun için de “her iki taraf da bu tablodan sorumludur” diyor ve ekliyor: “Umarım 2013 yılında bu durum değişir, her iki yönetim de diyalog yoluyla anlaşmazlıklarını giderir. Kriz askeri değil, siyasidir, bu yüzden de siyasilerin konuyu ciddi ele alması gerekir.”

YENİ SÜREÇ

Dolayısıyla ABD’nin “Büyük Kürdistan” planları içinde rol alan kuvvetlerin, bölgesel güçlerin inisiyatif kazanmasıyla birlikte “kararsız” davranabileceği, bölge kuvvetlerine meyledebileceği ve hatta bölünmeler yaşayabileceği bir sürece girmiş bulunuyoruz.

Yani şartlar AKP için 2009’dan daha da zordur!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
3 Ocak 2013

, , , , , , , , , ,

1 Yorum

KÜRTÇÜLÜĞÜN KAYNAĞI

Yeniçağ yazarı Servet Avcı’nın 29 Temmuz tarihli “Türkiye solunun ‘Kürtçü’ ihaneti” başlıklı yazısında ele aldığı iddia, zaman zaman milliyetçi çevrelerde dile getirilir.

Avcı’nın iddiası özetle şöyle: “Türkiyeli sosyalist hareketlerin içinde yer alana kadar etkisi son derece sınırlı olan ayrılıkçı  gelenek, sosyalist hareketle birlikte farklı bir karakter ve ivme kazanmıştır… Türkiye solunun içinde gelişim evresini tamamlayan bölücüler, özellikle 1974’ten sonra kendi adlarıyla ortaya çıkmaya başladılar…”

Avcı yazısını şu iddiasıyla noktalamış: “Basında, haktan yana gözüküp, bölücü tezlere doğrudan ya da dolaylı destek olanları teşhis ederek diyoruz ki, maalesef  Türk komünistinin dönüp dolaşıp geldiği yer ‘Kürtçü’ dükkanıdır!..” (Yeniçağ, 29 Temmuz 2012)

Servet Avcı neredeyse Kürtçülükle mücadelenin yolunun, sol’la mücadeleden geçtiğini iddia edecek!

SOLCULUK, AYRILIKÇILIĞIN PANZEHİRİDİR

Ülkedeki her olumsuzluğu sol’a yüklemeye kalkmak, bunu yapabilmek için de mantığı rafa kaldırmak, sanırız sağcılığın genlerinde var. Yoksa bir tez, “Şeyh Sait, ayaklanmadan önce TKP üyesi miydi?” gibi saçma bir soruyla bile bu kadar kolay yıkılmazdı!

Peki, gerçek ne?

Gerçek tam tersidir! Avcı’nın belirttiği tarihteki Kürt kökenli solcular, sol’dan ayrıştıkça Kürtçüleştiler, ayrılıkçı hareketler kurdular…

Türk ve Kürt’ün birlikte solculuk yaptığı, aynı çatı altında örgütlendiği 60’larda, hatta 70’lerin ilk birkaç yılında bölücülük gibi bir sorun var mıydı? Ayrılıkçılık tersine, 12 Mart’ta sol’a darbe vurulmasının ardından ve Türk ile Kürt’ün ayrı örgütlenmeye itildiği süreçte başladı… Bölücülük de, sol’un ezildiği 80’lerde büyük atağına kalktı!

Kürtçülüğün kaynağı sol değil, ABD güdümlü iki askeri darbe ve resmi-sivil faşist uygulamalardır!

Bir Türk milliyetçisinin Kürtçülüğün kaynağını solculuk sanması, o nedenle en çok ABD emperyalizmini ve bölücüleri memnun eder! Zira bu süreçten ders çıkaramayan, Türk ve Kürt’ün birlikte örgütlenmesinin bölücülüğün panzehiri olduğunu saptayamayan türden Türk milliyetçilerinin varlığı, Kürt milliyetçilerinin varlığının da garantisidir!

AKP BÖLÜCÜLÜĞÜ 4’LE ÇARPTI

Kürtçülüğün kaynağını yanlış yerde arayan Servet Avcı’ya, önemli bir anketin sonuçlarını anımsatalım.

Yalçın Doğan’dan öğendik: “Kürtlerin yüzde 23’ü ‘bağımsız Kürt devleti kurulmasından’ yana. Hemen hemen her beş Kürt’ten biri bağımsız devlet istiyor. Oysa, üç yıl önce bağımsız Kürt Devleti isteyenlerin oranı yüzde 6. Üç yılda yüzde 6’dan yüzde 23’e yükseliyor. Asıl düşündürücü olan bu.” (Hürriyet, 28 Temmuz 2012)

Araştırmanın bir bölümünü daha önce Kadri Gürsel’den öğrenmiştik. Örneğin Kürtlerin yüzde 56’sı artık “özerklik” istiyordu. Oysa bu oran üç yıl önce, 2009’da yüzde 21’di! (Milliyet, 2 Temmuz 2012)

Peki, üç yılda bağımsız Kürt devleti kurulmasını isteyen Kürt sayısı nasıl dört kat artıyor? Özerklik isteyenlerin oranı nasıl üç kat artıyor? Servet Avcı işte asıl buna kafa yormalıdır. Zira bu sorunun yanıtı, bir milli devlet olan Türkiye’nin geleceğini ilgilendiriyor!

Ülkeyi bu noktaya sol değil AKP’nin Kürt Açılımı getirmiştir. Açılım’dan önce her 100 Kürt’ten sadece 6’sı “bağımsız Kürt devleti” derken, şimdi bu sayı 23’e çıkmıştır. AKP bölücülüğü 4’le çarpmıştır!

Yani Kürt Açılımı, tam da bu ankette ortaya çıkan sonucu yaratmak içindi…

O nedenle gerçek Türk milliyetçilerinin görevi, dünün solculuk düşmanlığına heveslenmek değil, ABD ve AKP’yle mücadele etmektir!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
7 Ağustos 2012

, ,

Yorum bırakın

ERGENEKON TERTİBİNDEKİ KÜRDİSTAN HEDEFİ

Henri Barkey, “Türkiye, Suriye’deki Kürdistan’a da kendini alıştırmaya başlasın” ana fikirli söyleşisinde, aynı zamanda Ergenekon tertibi ile ABD’nin Büyük Kürdistan hedefi arasındaki bağı ortaya koydu.

İşte Barkey’in o cümlesi: “AKP’nin en önemli başarılarından biri 2007’de askerlerin gücü azaldıktan sonra politik açıdan Kuzey Irak’taki Kürt devleti ile Türkiye arasındaki ilişkiyi resmileştirmesiydi.” (Akşam, 30-31 Temmuz 2012)

Türk Silahlı Kuvvetleri neden hedef alınmış yani? Kürt Devleti’ni Türkiye’ye kabul ettirmek için!

ERDOĞAN’IN AKIL HOCASI

Barkey’in bu sözlerini bir itiraf ya da üçüncü tarafın tespiti olarak görmemek lazım. Zira Barkey, birinci taraftır ve icraatın sahibi olarak söylemektedir.

Henri Barkey, Büyük Kürdistan’ın iki mimarından biridir; diğeri CIA’nın Türkiye istasyon şefi Graham Fuller’dir. İkili aynı projenin mimarı olarak, birlikte aynı kitaplara, aynı raporlara, aynı operasyonlara imza atmıştır!

Henri Barkey, aynı zamanda Tayyip Erdoğan’ı yönlendiren 7 Amerikalıdan biridir. Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül’le “teklifsiz bir şekilde ve sık sık görüşen” Barkey, bir konferansta “AKP liderleriyle anlaşarak Türk Ordusu’nu kafeslediklerini” de söylemişti.

ERGENEKON’LA MÜCADELE AÇILIMI

Ergenekon tertibi ile ABD-AKP’nin Kürt Açılımı arasındaki ilişkinin kanıtı, ifşaatı, itirafı sayısız çokluktadır; hem de ilk ağızlardan… Bir kaçını anımsayalım:

Kürt Açılımı’nı dosya yapan “Stratejik Boyut” dergisi Prof. Dr. Doğu Ergil’e soruyor: “Demokratik Açılım şartlarının oluşmasında Ergenekon soruşturmasının bir etkisi var mı? Ergenekon soruşturması başlamasaydı hükümet demokratik açılım sürecini yine de başlatır mıydı?” Açılım’ın etkili isimlerinden Ergil’in yanıtı net: “Başlatamazdı. Başlatsa bile sonuç alamazdı.”

Polis-yazar Önder Aytaç da, aynı dosyada Kürt Açılımı’nı, “Ergenekon ile sonuna kadar mücadele açılımı” olarak niteliyordu.

Dosyaya makale yazan Din ve Hürriyet Araştırmaları Merkezi Direktörü Doç. Dr. Bilal Sambur da Kürt Açılımı’nın İttihatçılıkla mücadele olduğunu savunuyordu: “Kürt Açılımı ya da Demokratik Açılım’la Türkiye tarihinde belki de ilk kez, ülkemizi tekleştirici, baskıcı ve devleti çeteleştirmeyi meşru hale getirmiş olan İttihat ve Terakki zihniyetinin tahakkümünden kurtulabileceği bir yola girmiştir.”

BAAS’IN KÖKLERİNDE İTTİATÇILIK VAR

Kürt Açılımı’nı İttihat ve Terakki karşıtlığı olarak sunmaları anlamlı… Nitekim AKP’nin Baas düşmanlığının gerisinde de İttihat ve Terakki düşmanlığı mevcuttur.

Bugünlerde başta Mehmet Metiner olmak üzere kimi AKP’lilerin Suriye’ye emperyalist müdahaleye karşı çıkanları “Ergenekoncu-Baasçı zihniyet” diye nitelemeleri bundandır. Zira 1940 yılında kurulan Baas’ın ilk üyeleri, 25 yıl önce Osmanlı Ordusu’nda askerdi, çoğu İttihat ve Terakkiciydi…

Kemalizm’in de, Baasçılık’ın da tarihsel kökeni İttihat ve Terakki’ye dayanmaktadır. Hatta İttihat ve Terakki’nin gelişip güncellenerek Türklerde Kemalizm’e, Araplarda Baasçılık’a dönüştüğünü söyleyebiliriz!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
2 Ağustos 2012

, , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

ADIM ADIM FEDERASYON – 2

Dün başladığımız “adım adım federasyon” sürecini anımsatmayı, bugün de sürdürüyoruz. Dün eyalet sistemi tartışmalarını, AKP’nin hukuki alt yapı hazırlıklarını anımsatmış ve ABD’nin Irak’a her iki saldırısının da gerçek hedefini saptamıştık. Devam ediyoruz:

 

TANIMA AŞAMASI ve KÜRT AÇILIMI

Artık yeni bir aşamaya geçilecekti. Türkiye Kürdistan’ı resmi olarak tanıyacaktı. Ahmet Davutoğlu bu dönemin işaretini iki yıl önceden vermiş ve “Kürt yönetimini tanımaya hazır olduklarını” söylemişti. (Ruşen Çakır, Vatan, 10 Şubat 2007)

Bu adımı Cumhurbaşkanı Gül atıyor ve öncelikle 8 Mart 2009 günü Tahran yolunda Kürt Açılımı’nı başlatıyordu.

Gül ardından 23 Mat 2009’da ama şimdilik Bağdat’ta, Irak Kürdistanı Başbakanı Neçirvan Barzani ile resmi görüşme yapıyordu. Gül’ün uçakta Irak’ın kuzeyini “Kürdistan” diye tanımlaması bir ilkti. Öyle ki, Neçirvan BarzaniGül, Kürdistan’ı tanıdı” diyerek meselenin esasını ortaya koyuyordu. (NTV, 26 Mart 2009)

ERBİL AÇILIMI

Yeni adım, Türk hükümetinin Irak Kürdistanı başkenti Erbil’i ziyareti olacaktı. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Erbil’de “Ortadoğu’yu yeniden inşa etmeliyiz. Dağlar bizi ayırmayacak, birleştirecek” diyordu. (Fikret Bila, Milliyet, 31 Ekim 2009) Ki Davutoğlu zaten 2001 tarihli “stratejik derinlik” kitabında, Kuzey Irak’ın Türkiye ile bütünleşmesini istediğini belirtiyordu.

Ardından Türk devleti Erbil’de konsolosluk açtı.

Davutoğlu, bir yandan Türk büyük sermayesine, TÜSİAD’a da mesaj veriyor ve “Sınırlar aşılmalı, Türkiye Kuzey Irak’la bütünleşmeli” diyordu. (Görüş, sayı 63, Ağustos 2010)

Bu arada Gül’ün sözleriyle Kürdistan’ı tanıyan Türk devleti, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun 14 Temmuz 2010 tarihli bir yazışmasıyla da, Kürdistan’ı resmi bir belgeye geçirmiş, yani Kürdistan’ı resmileştirmiş oluyordu.

OSLO MUTABAKATI

Bu arada AKP’nin 2005’te Emre Taner üzerinden başlattığı PKK’yle görüşmeler, 2009’da Öcalan protokolleriyle ve Oslo mutabakatıyla zirve yaptı.

Başbakan’ın özel temsilcisi Hakan Fidan, PKK yöneticilerine Erdoğan ile Öcalan’ın yüzde 95 anlaştıklarını söylüyordu.

Artık geriye, mutabakatı uygulamak kalıyordu.

FEDERAL MECLİS, FEDERAL KONSEY

Yüzde 95’lik mutabakatın gereği uygulanacak, kalan yüzde 5’in kavgasıyla da kamuoyu oyalanacaktı.

Başbakan Erdoğan, 12 Eylül 2010 halk oylamasının akşamı partisinin balkonundan “biz ne istiyoruz” diye soruyor ve şu yanıtı veriyordu: “Batı ülkelerini şöyle bir gözden geçirin, orada hep bunları göreceksiniz, federal meclisi göreceksiniz, federal konseyi göreceksiniz.”

12 Haziran 2011 seçimleriyle de artık yeni bir aşamaya geçiliyordu. “Yeni Anayasa” hazırlanacak, yeni yönetim modeline yani “başkanlık sistemine” geçilecek ve yeni Türkiye yani “Federal Türkiye” kurulacaktı!

İlk iş olarak da daha önce TBMM’den geçirdikleri kalkınma ajansları yasasını ilerletmeleri ve bir Kalkınma Bakanlığı kurmaları oldu. Bu bakanlığa bağlı 25 kalkınma ajansı, aslında 25 eyaletli yeni Türkiye’ydi!

Erdoğan, daha 2004 yılında eyalet sistemi ile başkanlık sistemi arasındaki doğal bağı kuruyordu zaten: “Başkanlık sistemi, eyalet sistemi olmadan üstü kaval, altı şişhane olur.” (Kanal D, Teke Tek, 16 Şubat 2004)

TEK YOL

İşte Cumhuriyet’i böyle yıkmış ve Türkiye’yi adım adım federasyona bu yollardan getirmişlerdir ve şimdi ilana hazırlanmaktadırlar.

Devrim, tarihsel olarak bu yüzden zorunludur ve tek yoldur.

NOT: İki günde özetlediğimiz bu tarihi sürecin tüm ayrıntıları için Kaynak Yayınları’ndan çıkan “Büyük Kürdistan” ve “Hükümet – PKK görüşmeleri” isimli kitaplarımızı inceleyebilirsiniz.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
26 Mayıs 2012

, , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

NEVRUZ RESTLEŞMESİNİN NEDENİ

Daha düne kadar, koluna bir de asker takarak lastikten atlayan AKP, bugün neden Nevruz yasakçılığına soyundu?

PKK ile masaya oturan, Öcalan’la protokol müzakeresi yapan, Habur’dan giren PKK’lilere selam duran, askerinin sınır ötesi operasyonuna engel olan AKP’nin bu yılki Nevruz takıntısı, haliyle kafalarda soru işareti yarattı.

AKP – PKK İÇİN “BARIŞ” MASASI

Doğrudan söyleyelim: Taraflar, “barış masasına” oturmak için, önce kavga ediyorlar!

“Barış masası”ndan kastımız, ABD’nin “yeni Türkiye”yi taraflara bölüştürme masasıdır. Ve o masada “barış” yapılabilmesi için kavganın büyük olması gerekir; daha doğrusu, kamuoyunun buna ikna edilmesi istenmektedir.

Masada “yeni Türkiye” için “yeni anayasa” vardır, başkanlık sistemi vardır, 2. Açılım vardır, demokratik özerklik vardır, KCK’lilere ve hatta Öcalan’a af vardır…

İşte bu yıl ki Nevruz, AKP – PKK görüşmelerine yeniden başlayabilmek için kullanılmıştır.

Hem de göstere göstere…

Anımsayalım:

KARŞILIKLI PASLAŞMALAR

PKK’nin iki numarası Murat Karayılan 13 Mart’ta yaptığı açıklamada Nevruz’u “isyanın zafere ulaştığı gün” olarak nitelemişti. Öyle olması için de önce kitleselleşmesi gerekliydi. Kitleselleşmesi için de Kürtlerin tahrik edilmesi ve bayramın yasaklanması gerekirdi…

Oysa geçen yıllarda Nevruz kavgasız, gürültüsüz, üstelik 21 Mart dışındaki günlerde de kutlanmıştı.

Ancak AKP bu kez yasakladı! Hem de örneğin valiliğin önceden izin verdiği kimi illerde doğrudan İçişleri Bakanlığı’nın talimatıyla…

Böylece AKP, tam da PKK’nin istediği ortamı sağlamış oldu. Üç gündür izliyoruz o sahneleri…

Bir yanda yumruklanan Ahmet Türk, bir yanda öldürülen Polis! Tam da Türk ve Kürt’ü karşı karşıya getirecek, düşmanlık yaratacak sahneler…

Nitekim Karayılan önceki gün yaptığı açıklamada AKP’nin pasına gol vuruşu denedi: “Halkımız Nevruz’u çıkışın başlangıcı yapmalı. Onların sistemini reddediyoruz. Askere gitmeyi, Türkçe konuşmayı, vergi vermeyi artık sonlandırmalıyız.”

İşte “barış masası” bu pazarlıkların yeri olacak!

PKK’NİN NEVRUZ KARTI

PKK elbette Nevruz’u kullanacaktır, Nevruz’dan “bahar hamlesi” yaratmaya çalışacaktır. Ancak bu hamlenin yanıtı, Nevruz’u kitlelere yasaklamak olamaz. Bu yasağın, tersine PKK’ye koz verdiği ortadadır.

Sadece PKK’nin değil, Barzani’nin de o kitleden yararlanmaya çalıştığını anımsayınız. Öyle ki, geçen yıllarda kimi Nevruz’larda Barzani posteri, Öcalan posterinden daha fazlaydı!

Ve elbette PKK’nin etkilediği kimi kesimlerin bugün “Türk ve Kürt birliğinin” tam karşısında konumlandığı da ortadadır. Derdi birlik olan siyasetçi, Nevruz kadar, Afganistan’da şehit düşen askerlerimizin töreninde de saf tutardı! O askerlerimizin neden ABD taşeronu olarak Afganistan’a gönderildiğinin hesabı da, en iyi böyle sorulur zaten.

TÜRK ve KÜRT’ÜN SORUMLULUĞU

Türk’ü Kürt’ten, Kürt’ü Türk’ten ayırmaya yönelik hamleler daha da artacak. Şu üç günlük Nevruz olayları sonrasında kafalarda nasıl bölünüldüğü, gelen mesajlardan bile görülmektedir.

Ankara, Bağdat’ın hatasını yapmamalı. Bağdat Kürt’ü kaybettiği gün aslında ABD’ye yenilmişti.

Elbette Kürt Türk’e sırtını dönmemelidir. Ama daha önemlisi Kürt Türk’e sırtını dönüp gitmeye kalksa bile, Türk Kürt’ü omzundan tutup, “gidemezsin” demelidir.

Mustafa Kemal ve Diyap Ağa olma sorumluluğu, sırtımızdadır!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
22 Mart 2012

, , , , , ,

Yorum bırakın

%d blogcu bunu beğendi: