Posts Tagged Lenin
KAPİTALİZMİN SON AŞAMASI
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 15/04/2013
Lenin, kapitalizmin en yüksek aşamasını “emperyalizm” diye nitelemişti.
20. yüzyıl emperyalizm çağıydı ve çelişme emperyalist devletler ile milli devletler arasındaydı. Emperyalist devlet, bir milli devlete savaş açıyor ve kaynaklarına el koyuyordu. Bu dönemin kendine has bir hukuku vardı.
20. yüzyılın sonuna yaklaşılırken “küreselleşme” çağına girildi. Yeni emperyalizm ya da neo-liberalizm denilen küreselleşmecilikte, milli devletler sadece işgal edilmiyor, etnik ve dini unsurları üzerinden bölünüyor ve parçalanıyordu. Denilebilir ki, bu dönemde bile yine de bir hukuk vardı. ABD, örneğin Yugoslavya’yı parçalamak ya da Irak’ı bölmek için yine de BM içinde bir “meşruiyet” arıyordu.
ABD KRİZE TAMPON ARIYOR
21. yüzyılın ilk on yılının ardından dünya yeni bir çağa girdi! Emperyalizm, “gasp, hırsızlık, mafya eylemi” gibi kavramları bile aratır nitelikte yeni bir soyguna yöneldi.
Offshore ya da kıyı bankacılığından bahsediyoruz…
Kıyı bankalarında 32 trilyon parası olan 130 bin kişinin deşifre edilmesi operasyonundan yani…
Böylesi bir operasyonun tek bir nedeni var: Emperyalist ABD, kendi yarattığı dünya çapındaki “yer altı cennetini” talana hazırlanıyor. Böylece 2008’de başlayan ve bir türlü çözemediği krize tampon yapmış olacak!
EN BÜYÜK HIRSIZ
Kıyı bankacılığı emperyalist kapitalizmin bir icadıydı. Ülkesinin milli kaynaklarını soyanların, parayı hukukun yani verginin dışına çıkarmasının adıydı.
Yani paranın, milli devletlerden emperyalist sisteme kaçırılmasıydı.
Emperyalist ABD, işte bu kaçırttığı paraya artık el koymanın peşindedir.
Yani “en büyük hırsız benim” diye meydan okumaktadır!
ABD KRİZİ SAVAŞLA AŞAMIYOR
Peki neden?
ABD buna mecburdur. Zira krizden çıkmasının öncelikli yolu savaştan geçiyor. Ancak ABD artık savaşı göze alamıyor.
İki kutuplu dünyada diğer kutba rağmen milli devletlere savaş açabilen, 1990-2005 yılları arasındaki tek kutuplu dönemde ise hiç tereddütsüz savaş açabilen ABD, artık bu yöntemi uygulayamayacağı bir dünyayla karşı karşıya… Zira dünya artık çok merkezli dönüyor!
Ve dünyanın ağrılık merkezi yani siyasi ve ekonomik merkezi Asya-Pasifik’e kayıyor.
Böyle bir dünyada savaş artık ABD için başvurulacak bir yöntem olmaktan gün geçtikçe uzaklaşıyor. ABD devlet aygıtına yön verenlerde “kabuğa çekilme” görüşünün baskın hale geldiğini bu köşede daha önce birkaç kez işlemiştik.
İşte ABD, krizi savaşla aşamayınca “büyük soyguna” yöneldi.
Ancak belirtelim: Savaş açamayacağı için bu yönteme başvuran ABD, savaşa kapı açmış oluyor!
Almanya merkezli AB’nin Kıbrıs’ta Rus paralarına el koymaya kalkması ve karşılığında Angela Merkel’in çıplak fotolarının basına servis edilmesi “savaş uyarısı” taşıyan ciddi bir işarettir.
SİSTEMİN İFLASI
Sistem tıkanmıştır ve artık “kapitalizmin son aşamasına” girilmiştir.
Mesele “büyük patlama” olmadan bu çürümüş sistemi tarihe gömebilmektir!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
15 Nisan 2013
DUGİN: TÜRKİYE CUMHURİYET YIKILIYOR
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 02/02/2013
Uluslararası Avrasya Hareketi lideri Aleksandr Dugin, “Yeni Osmanlıcılık Türkiye’yi felakete götürüyor” başlıklı bir makale yayınladı.
Dünya Bülteni’nin Rusçadan çevirdiği makaledeki görüşler ve uyarılar, Başbakan Erdoğan’ın “AB yerine Şangay İşbirliği Örgütü üyeliği” açıklamasını yaptığı şu günlerde Ankara için oldukça önem kazanıyor.
TURANCILIK VE CENAAT OKULLARI CIA PROJESİ
Jeopolitik uzmanı Aleksandr Dugin’in makalesi aynı zamanda Türk-Rus ilişkilerinin tarihsel seyrinin de bir özetini içeriyor:
1. Dugin’e göre 19. Yüzyıldaki Osmanlı ve Rus İmparatorluğu ilişkisi, tam da Konstantin Leontyev’in şu saptaması gibiydi: “Aslında bu iki imparatorluğun ortak hareket etmesi gerekiyordu. Çünkü her ikisini de imha etmeye çalışan Batı ülkelerine karşı ancak birlikte mukavemet gösterebilirlerdi.”
Ancak Osmanlı ve Rus İmparatorlukları ne zaman ittifaka yönelseler, İngiltere ve Fransa karşı çıkıyor, bu durum iki devleti sürekli rekabet ortamına sokuyordu.
2. Dugin’e göre 20. Yüzyıla girilirken Leontyev haklı çıktı ve Lenin’in Sovyet Rusya’sı ile Atatürk’ün ulusal Türkiye’si önemli bir ittifaka girdi. Öyle ki, Kafkasya sınırlarını bile birlikte çizdiler.
3. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye bir tercih yapmak zorunda kaldı ve Stalin’in işgalinden endişe duyarak Batıya yöneldi. Dugin bu endişenin gerçekçi olup olmadığını bugün tartışmanın yersiz olduğunu söylüyor ve sonuçta Türkiye’nin yarım yüzyıl sürecek bir şekilde Atlantik Cephesi’nde konumlandığını belirtiyor.
Dugin, Turancılık projesinin de bu ilişkiyle başladığına dikkat çekiyor ve projenin sahibinin CIA olduğunu vurguluyor. Hedef Türk istihbaratının SSCB içinde yer alan Orta Asya Türk halkları üzerindeki etkisini artırmayı öngörüyor.
Dugin ayrıca, Fethullah Gülen’in okullarını yaygınlaştırma projesinin de, bu politikayı gerçekleştirmenin bir parçası olduğunu önemle belirtiyor.
4. Dugin’e göre, 1990’dan sonra ABD ile İsrail’in Ortadoğu politikaları, Türkiye’nin çıkarlarına aykırı gelişmeye başladı. Bu süreçte Ankara ile Moskova, birbirlerine karşı olmanın faydasız olduğunu saptayarak yakınlaşmaya başladı.
Dugin, Avrasya Projesi’nin de bu süreçte gündeme geldiğini ve Türk askeri yetkililerinin projeyi gündeme taşıdığını belirtiyor. Bu, ABD’den uzaklaşmak ve hatta NATO’dan bile çıkmak anlamına geliyordu.
Türkiye bu yeni gelişmelerle 21. Yüzyıla girdi.
ERGENEKON’UN SENARYOSUNU ABD YAZDI
5. Peki ABD ne yaptı? Doğrudan Dugin’in sözleriyle aktaralım: “Amerikalılar işlerin kötüye gittiğini anladıkları zaman, yani Türkiye’yi kaybettiklerini gördüklerinde Kürt faktörü ve Ermeni soykırım iddialarının ABD ve Avrupa meclislerinde tanınabileceğine dair iddiaları gündeme taşıdı. Ergenekon davası konusu gündeme taşındı ve Türk askeri yöneticilerini Avrasyacılık anlaşmasına katılmakla suçladılar. Güya onlar darbe yapmak için hazırlık yapmaktaydı.”
Dugin, “darbe suçlamasının” Avrasyacılık düşüncesine karşı bir eylem olduğunu, senaryoyu da Amerikalıların yazdığını belirtiyor: “Neticede Türk askeri yöneticileri gözaltına alındı. Bazıları da görevlerini kaybetti. Böylece ABD tekrar Türkiye ve Erdoğan iktidarı üzerinde etkili olmayı başardı.”
Dugin ABD’nin ipleri eline aldığı bu süreçte yeni bir projenin ortaya çıktığını belirtiyor: “Yeni proje Turancılık ideolojisini hatırlatmaktaydı. Ancak Osmanlıcılık politikası veya Yeni Osmanlıcılık politikası olarak isimlendirildi.”
Dugin Türkiye’nin bu Amerikan projesi ile Rusya ve İran karşıtlığına sürüklendiğini, ayrıca Şam yönetimini devirme operasyonunda görevlendirildiğini belirtiyor.
TEL YOL AVRASYACILIK
Dugin, Yeni Osmanlıcılık projesinin olası sonucu konusunda Ankara’yı uyarıyor: “Türkiye cumhuriyeti yıkılabilir. Laik milliyetçiler, Kemalistler, cumhuriyetçiler ve azınlık olan dini gruplar arasında iç savaş yaşanabilir. Bu Türkiye’nin etnik kimliğini kaybetmesi anlamına gelir.”
Peki, Dugin ne öneriyor?
“Türkiye yıkım, bölünme, çatışma, kan, düzensizlik ve kaosla karşı karşıya kalabilir. Bunların yaşanmaması için bir hayal ürünü olan ve ülkeyi çıkmaza götürecek Yeni Osmanlıcılık düşüncesinden vazgeçilmeli. Kemalist sınırlar içerisinde Türkiye’yi muhafaza etmenin tek yolu Avrasyacılık düşüncesidir.”
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
2 Şubat 2013
SOROS’UN KOÇ’BAŞI
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 19/01/2013
Mustafa Koç’un AKP-PKK görüşmeleri için “silahla çözemedik, müzakereyle barışalım” demesi “milli devletten vazgeçelim” demektir ve birkaç bakımdan önemlidir:
TÜSİAD, MİLLİ DEĞİLDİR
1. TÜSİAD’ın milli burjuva karakterinin olmadığı bir kez daha ortaya çıkmıştır. Çünkü milli devlet, öncelikle millet egemenliğine, milli ekonomiye (pazara), milli burjuvaya ve milli orduya dayanır.
Milli burjuva milli devletinden vazgeçmez; milli devletten vazgeçen burjuva, kompradordur! Yani uluslararası burjuvazinin yerel temsilcisidir ve emperyalizmin taşeronudur!
2. TÜSİAD milli devletin karşısındadır. Bunu birincisi 24 Ocak 1980 kararlarıyla yani milli devletin milli ekonomisini serbest piyasa ekonomisiyle bütünleştirerek ve küresel şirketlere açarak; ikincisi de Türkiye’yi AB sürecine sokarak fazlasıyla göstermiştir.
KÜRT SORUNU TÜSİAD’IN ESERİDİR
3. Koç’un açıklaması bir yönüyle de itiraftır çünkü Kürt sorununun müsebbibi kendileridir. Kürt’ü yok sayan, Kürt’e “kart kurt” diyen, Kürt’ü topraksız bırakıp ağaya mecbur eden, Kürt’ü sopayla terbiye etmeye kalkan ve Kürt’e Kürt olmayı yasaklayan kendileridir!
Kürt sorununu yaratan etkenlerin başında gelen toprak reformunun yapılamamasının müsebbibi de kendileridir.
TÜSİAD 1971’de kurulduysa da kökleri toprak reformuna direnen CHP’nin gerici kanadına dayanmaktadır. O kanat Kemalist Devlet’in arasız devrimlerle ilerlemesinin önüne geçmiş, ortaçağ kuvvetleri olan şeyh ve ağalarla birleşerek Demokrat Parti’yi kurmuştur. Ve sonunda da Türk devletini NATO süreciyle ABD’ye çıpalamıştır!
TÜRK ORDUSU TÜSİAD İÇİN ‘İHRAÇ MALIDIR’
4. Türkiye’yi Atlantik cephesine sokan TÜSİAD, o tarihten beri Soros’un Koçbaşı’dır. Soros için “en iyi ihraç malı” olan Mehmetçik, TÜSİAD için de öyledir.
TÜSİAD programının dört uygulayıcısı olan Menderes, Özal, Çiller ve Erdoğan yönetimindeki Türkiye ise ABD’nin bölgedeki jandarmasıdır: Kore’de, Somali’de, Bosna’da, Irak’ta, Afganistan’da, Lübnan’da, Libya’da, şimdi de Suriye’de…
5. Mustafa Koç’un sözleri kimlerin aynı cephede yer aldığının anlaşılması bakımından önemlidir. TÜSİAD’ın “barış” anonslu müzakere sürecinin başına geçmesi, projenin Amerikan yapımı olduğunu göstermektedir fakat daha önemlisi başta solcular olmak üzere çeşitli kesimlere kimin kuyruğuna takıldıklarını görme fırsatı vermektedir!
Çünkü TÜSAD’ın koçbaşı olduğu bir proje “devletlere bağımsızlık, milletlere kurtuluş ve halklara devrim” getirmez! TÜSİAD’ın başını çektiği programlar kendilerine kâr, gericilere özgürlük, halklara ise esaret getirir. TÜSİAD’ın programları o nedenle dün ancak 12 Eylül darbesiyle uygulanabildi, bugün de AK faşizmle uygulanabiliyor!
KÜRESELLEŞME DEĞİL MİLLİ DEVLETLER KAZANIYOR
6. ABD, küreselleşme programı ile milli devletleri hedef almıştır. Ancak o program sadece 20 yıl sürebilmiştir. Milli devletler direnmiştir.
Bu direnişin en somut örneği Irak’tır. 1. Dünya Savaşı sonrasında İngiltere’nin çıkarına göre kurulan bu Arap devleti, asıl şimdi “milli devlet” olmaktadır ve bu ülkede yaşayanlar, Iraklılaşarak yurttaş olmaktadır!
Böylesi bir süreçte Türk milli devletinin tasfiye olacağını sanmak, aldanmaktır!
KÜRESELLEŞMEYE KARŞI BÖLGESELLEŞME
7. Öcalan, basına yansıyan sözlerinde “ulus devletçiliği aştığını” söylemekte ve “ulusun kendisinin son birkaç yüzyılın en boş gerçeği olduğunu”, “ulus devlet modelinin toplumlar için bir kafes olduğunu” savunmaktadır.
Bu sözler basında her ne kadar PKK’nin Kürt devleti hedefinden vazgeçtiği şeklinde yorumlandıysa da, daha önemli olanı, Öcalan’ın bu sözlerle aslında Türkiye’nin üniter ve milli devlet yapısını AKP’yle müzakere ettiğini ortaya koymasıdır!
Ancak çağımız hâlâ emperyalizm çağıdır ve Lenin’in “ezen-ezilen”, Mustafa Kemal’in de “zalimler-mazlumlar” diyerek tarif ettiği çelişme sürmektedir. Bu nedenle de Mao’nun saptadığı “devletler bağımsızlık, milletler kurtuluş, halklar devrim istiyor” denklemi hâlâ geçerlidir.
Üstelik şartlar devletlerin, milletlerin ve halkların şimdi daha çok lehinedir. Ve milli devletler, milli devlet mevziisinin de ilerisinden, çok daha güçlü savunulabilir. Milli devletlerin “küreselleşme” saldırısına karşı geliştirdiği “bölgeselleşme” çözümü, bizim için daha da yakıcı ihtiyaçtır, çözümdür!
Türkiye, İran, Irak ve Suriye’nin Batı Asya Birliği içinde bölgeselleşerek emperyalizme direnmesi, en başta Kürtlerin lehinedir!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
19 Ocak 2013
GAZETECİLERE NOTLAR
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 13/10/2012
Ergenekon davasındaki bir gazeteci tanıklığı, Aydınlık Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Deniz Yıldırım’ın 3 yıldır boşuna boşuna esir tutulduğunu ortaya koydu.
Bu cümlenin yanlış anlaşılmaması için belirtelim elbette: Bizim Deniz ve diğerleri, tüm Silivri esirleri, bu tanıklıktan önce de zaten haksız ve hukuksuz esir tutuluyorlardı…
TAYFUN DEVECİOĞLU
Bizim Deniz, Başbakan Erdoğan’ın kasetlerini yayınlamaktan yatıyor. Tarih elbette bu kasetleri yayınlamayı değil tersine kasetin konusunu mahkum edecek, o ayrı… Ancak Ergenekon davasında tanıklık yapan Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Tayfun Devecioğlu, o kasetlerin kendilerinde de olduğunu, zaten tüm basına e-postayla servis edildiğini, o dönem yayın yönetmenliğini yaptığı Vatan gazetesinin de bu kasetleri haber yaptığını ancak içeriğini yayınlamadığını anlattı.
Bu tanıklık, o kasetleri basın açıklamasıyla duyuran İşçi Partisi yöneticilerini de, o basın açıklamasını haber yapan Aydınlık ve Ulusal Kanal yöneticilerini, bir kez daha aklamış oluyor!
Meslektaşımız Tayfun Devecioğlu, bu açıklamayı daha önce yaptı mı? Ben duymadım… Keşke daha önce de yapsaydı!
ASLI AYDINTAŞBAŞ
Daha önce yapsaydı demişken…
İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in Silivri’de tutuklu olmasının en büyük kanıtı(!) kendisine ait olduğu iddia edilen Ergenekon belgeleriydi… Perinçek 5 yıldır o bozuk Türkçeyle yazılmış çapsız metnin kendisine ait olamayacağını anlatıyor, metni kendisiyle röportaj yapan gazeteci Aslı Aydıntaşbaş’ın verdiğini söylüyor…
Geçenlerde Perinçek, Aydıntaşbaş’ı davaya tanık olarak getirtti. Aydıntaşbaş belgede kendi el yazısıyla notları olduğu için “o belgeyi ben verdim” demek durumunda kaldı.
Yukarıdaki soruyu bu kez daha vurgulu sormak durumundayım: Ey Aslı Aydıntaşbaş, Türk basınının en militarist kalemi, Suriye’ye savaş ilan eden gazeteci… Neden 5 yıldır çıkıp da “o belgeyi Perinçek’e ben verdim” demedin?
ŞAMİL TAYYAR
Militarizmden bahsetmişken…
Aslı Aydıntaşbaş’la bu alanda yarışan isimlerden biri de gazeteci-milletvekili Şamil Tayyar.
Tayyar, “3 saatte Şam’a varırız” diyor ve Şam’ı Şam’il yapma rüyası görüyor! DSP adaylığından AKP yandaşlığına geçiş hızına göre yapıldığı anlaşılan bu hız hesabı, onun artık “ben buldum, patladı gitti” diyen atıcılar kralı Seyyar Tayyar’ı da geçtiğini gösteriyor!
SELÇUK ÖZDAĞ
Gazetecilikten, daha doğrusu Vakit’ten TBMM’ye transfer olanlardan biri de AKP Manisa Milletvekili Selçuk Özdağ…
Özdağ, “Nazım Hikmet’in naaşı Kurtuluş Savaşı topraklarını kirletir” başlıklı yazısını da koyduğu “Vakitsiz Yazılar” kitabını Meclis’te dağıtmış…
Bakalım, Kurtuluş Savaşı Destanı’nı yazan Nazım’ın naaşını diline dolayan Özdağ’ın Meclis’i kirletmesine ses çıkarılacak mı?
AHMET ŞIK
Bir sözümüz de gazeteci Ahmet Şık’a… Kendisi de Ergenekon tertibiyle bir süre esir kalan Şık, hiç de şık olmayan bir işe imza atmış…
Taraf gazetesini eleştiren Ahmet Şık, meseleyi ne yapıp edip Aydınlık gazetesine getirmiş ve her ikisini de aynı kefeye koyma gafletine düşmüş.
Bu özel yeteneğinin üzerinde durmayacağım ama şimdilik şu kadarıyla yetinelim. Yolu Aydınlık’tan geçmiş Cengiz Çandar, Halil Berktay, Oral Çalışlar ve Alper Görmüş üzerinden Aydınlık’a saldırmak hem şık değil, hem ahlaki değil, hem akıl işi değil, hem de doğru değil…
ORAL ÇALIŞLAR
Oral Çalışlar demişken…
Ustamız Hasan Yalçın aramızda olsaydı, Çalışlar’ın şu yazısından kesin müthiş bir teori çıkarırdı. Bizim çapımız yetmez, naçizane şu kadarını söyleyeyim: Dönmek sadece onur gibi, şeref gibi kavramları değil, doğrudan zekâyı da etkiliyormuş!
Aksi takdirde Çalışlar, Lenin ile Erdoğan arasında nasıl bir ilişki kurabilirdi ki?! Zira parayla yazdırsan, yazılmaz!
Bakın Çalışlar dünkü köşesinde ne diyor: “Lenin’e ait ve çokça kullandığımız bir deyim vardı: ‘Devrim yolu Nevski Bulvarı gibi düz ve engebesiz değildir.’ AK Parti’nin Kürt Sorunu’yla ilişkisi, demokrasi konusundaki tercihleri de çok inişli çıkışlı bir yol izliyor.”
AKP yandaşlığına Lenin’i referans gösterebilmek, en çapsızına nasip oldu!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
13 Ekim 2012
LENİN: CUMHURİYET KAHRAMANI
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 06/11/2011
CHP’li Bornova Belediyesi “Cumhuriyet kahramanları Bornova’da” isimli bir belgesel fotoğraf sergisi düzenlemiş. Belediyenin davet afişinde Vladimir Lenin’in de fotoğrafı var.
Zaman gazetesi kıyameti koparmış; “Lenin nasıl Cumhuriyet kahramanı ilan edilir”, “Lenin nasıl Atatürk’le aynı kefeye konur” diye… Sanırsın, Atatürk karşıtlığı başka gazetelerde sergileniyor!
LENİN’İN SİLAHLARI
Zaman’ın milyonlarca insanı katleden kişi olarak tanıttığı Lenin’in Cumhuriyetimize katkısı yadsınamaz: Kurtuluş Savaşı’nda 37 bin tüfek, 44 bin fişek, 324 makineli tüfek, 66 top, 200 bin top mermisi ve 11 top kaması… Cumhuriyet’in inşası sırasında pek çok kurumun inşasına, fabrikanın kurulumuna insan, malzeme ve para kaynağı…
SSCB’nin ve Lenin’in Cumhuriyet’e katkıları haliyle bu köşeye sığmaz. Şöyle özetleyelim: Kemalist Devrim, Bolşevik Devrimi’ne, Bolşevik Devrimi de Kemalist Devrim’e çok şey borçludur!
Çanakkale Savaşı Rusya’da Bolşevik Devrimi’nin koşullarının oluşmasına katkı yapmıştır; Kurtuluş Savaşı Bolşevik Devrimi’nin düşmanlarını güneyde durdurmuştur; Atatürk Türkiye’si Bolşevik Devrimi’nin barış cephesi olmuştur.
Bolşevik Devrimi de, Doğu cephesini ortadan kaldırarak, Kuvayı Milliye’nin Batı cephesine yığınak yapmasına olanak yaratmıştır ve Batı’nın abandığı Anadolu’ya doğuda nefes borusu açmıştır vs.
KOMÜNİZM PROPAGANDASIYMIŞ!
Zaman gazetesinin bu gerçeği çarpıtarak Lenin’e saldırmasını anlayabiliyoruz. Ancak gazetenin demeç aldığı AKP’nin Bornova İlçe Başkanı Hüseyin Özkan’ın sırf Lenin düşmanlığı yapabilmek için Atatürk’e ve İsmet İnönü’ye sarılmasını anlayamıyoruz.
Zira “Atatürk ve Lenin aynı kefeye konamaz, Cumhuriyet kahramanı Atatürk ve İsmet İnönü’dür” diyen Hüseyin Özkan, en azından partisinin genel başkanının İnönü ile Hitler’i aynı kefeye koyduğunu biliyor olmalı!
Gazetenin demeç aldığı “tarihçi-yazar” Ozan Semerci’nin, “CHP komünizm propagandası yapıyor” demesinin ise hiç üstünde durmuyor, sadece tarihçiliğimize tebesssüm ediyoruz.
ATLANTİK MİLLİYETÇİLİĞİ
MHP’nin Bornova İlçe Başkanı Ünal Kutluhan ise sergiye sert tepki göstermiş ve konuyu belediye meclisinde gündeme getireceğini belirtmiş. Kutluhan MHP’nin tarihsel misyonunu da sergileyen şu sözleri dile getirmiş:
“Atatürk ile Lenin’in yan yana koyulmasına izin vermeyeceğiz. Lenin‘in, Cumhuriyet’imizin kahramanlarıyla ne ilgisi var? Bunu kabul etmemiz mümkün değil.”
İşte MHP’nin tarihi misyonu ve milliyetçiliğinin türü budur! Atlantik milliyetçiliği, Atatürk ve Lenin’i ayırma milliyetçiliğidir. Atlantik milliyetçiliği, emperyalizmin isteği doğrultusunda geçmişte SSCB’ye şimdi de Rusya’ya ve Avrasyacılığa düşmanlık yapmanın adıdır!
Atlantik Türkçülüğü, kökleri NATO’culukta olduğundan, 68’lerde “bağımsız Türkiye” diyenlere saldırabilmiştir!
Ve kökleri NATO’culukta olan Atlantik Türkçülüğü, o nedenle Türkiye’nin bağımsızlığını bırakıp, AB’ye aday üyeliğe saplanabilmekte, şimdi de AKP ile “uzlaşma komisyonunda” buluşup, “Türksüz” anayasa yapımına ortaklık edebilmektedir!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
6 Kasım 2011