Posts Tagged SSCB
Hindu cihatçılığı
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 08/05/2025
Hindistan Pakistan’ın Keşmir bölgesine füze saldırısı düzenleyerek riskli bir “sınırlı savaş” başlattı. Pakistan Hindistan’a bağlı Keşmir bölgesine topçu misillemesi yaparak, savaşın sınırlı kalmasını istediğini ortaya koydu. Umarım böyle olur ve iki nükleer güç daha fazla ileri gitmez.
1945’ten bu yana Keşmir nedeniyle defalarca karşı karşıya gelen iki ülke, Anglo-Sakson bakiyesi sorunun girdabı içinde ne yazık ki…
İngiltere, sömürgeci ve işgalci politikalarıyla etkisi bugün de süren sorunlar bıraktı; Filistin meselesi, Kıbrıs meselesi, Kürt meselesi, Keşmir meselesi… Anglo-Sakson İngiltere’nin sorunlarını devralan Anglo-Sakson ABD de bu sorunları emperyalist ihtiyaçlarına göre kullandı.
Yeni bir dünya, işte bu tür sorunları çözebilmek için ihtiyaç en başta.
Pakistan’daki CIA örgütleri
Bu kez “sınırlı savaş” 22 Nisan’da 26 kişinin ölümüne yol açan terör saldırısıyla tetiklendi. Saldırıyı Leşker-i Tayyibe örgütünün bir kolu olan Direniş Hareketi üstlendi. Hindistan ise doğrudan Pakistan‘ı sorumlu ilan etti.
Pakistan suçlamaları reddetti ve uluslararası soruşturma açılmasını istedi ancak Hindistan kabul etmedi.
Evet, Pakistan’da böyle yüzlerce örgüt var ama bunların Pakistan devletinin doğrudan kumandası altında olduğunu iddia etmek güç. Doğru, bir dönem Pakistan istihbaratı üzerinden pek çok örgütü yönlendirdiler ama o örgütler aslında Pakistan istihbaratından çok ABD istihbaratının kontrolündeydi. Çünkü bu örgütler, ABD’nin yeşil kuşak projesi kapsamında SSCB’ye karşı Pakistan’da eğitip, Afganistan’da harekete geçirdiği örgütlerdi.
Pakistan: ”Cihat, Batı kaynaklı”
Hindistan’ın iddialarının aksine, aslında bu örgütlerin asıl hedefi Pakistan’dır. Son bir yılda bu örgütler Pakistan’daki Çin tesislerine saldırdı, İran’a saldırdı ve Hindistan’a saldırdı. Yani bu örgütler Pakistan’ın komşularıyla ilişkilerini sabote etmeye çalışıyor aslında.
Nitekim Hindistan’a düzenlenen saldırının ardından Pakistan Savunma Bakanı Muhammed Asıf çok net ortaya koydu; “ABD’nin bölge politikaları nedeniyle terörün mağduruyuz” dedi, “Pakistan’ın geçmişte SSCB’ye karşı Afganistan savaşına katılarak ABD adına cihatçıları eğitmek ve yerleştirmek için bir üs haline gelmesi hataydı” dedi, “Batı tarafından icat edilen cihat kavramı, Pakistan toplumunun dokusunu değiştirdi ve bugünkü sorunlara zemin hazırladı” dedi (cumhuriyet.com.tr, 28.4.2025).
Modi’nin iç politika hedefi
Ancak Hindistan tüm bunları görmezden geldi ve riskli bir “sınırlı savaş” başlattı. Çünkü Hindistan Başbakanı Modi için bu savaş, iç politikayı pekiştirme amaçlı dış basınçtır.
“Hindu milliyetçiliği” adı altında “Hindu cihatçılığı” yapan Bharatiya Janata Partisi lideri Narendra Modi, ülkenin adını da Bharat yapmaya çalışıyor. Ülkedeki Müslümanların, azınlık grupların, kast sistemine göre daha altta olanların çareyi Komünistlerin yönettiği eyaletlere kaçmakta bulduğu ağır bir süreç yaşanıyor Hindistan’da…
İşte Modi’nin terör saldırısını bahane ederek Pakistan’a riskli “sınırlı savaş” açması, bu iç politikasının bir uzantısıdır.
Modi’nin fırsatçılığı
Hindistan Dışişleri Bakanı Vikram Misri, Sindoor Operasyonu adını verdikleri bu saldırıyı “terör saldırısını önleme” ve “Hindistan’a gönderilmesi muhtemel teröristleri etkisiz hale getirme” amaçlı diye tarif etti.
“Önleyici vuruş”, jeopolitikçiliğin ürettiği ve sürekli savaş riski doğuran bir yöntem; Alman emperyalizminden ABD emperyalizmine geçti, Bush bir doktrin olarak Irak’ta uyguladı, Şaron ve Netanyahu Filistin’de uyguladı, şimdi Modi bunu Pakistan’da uygulamak istiyor.
Rusya’nın Ukrayna’da Atlantik’le boğuştuğu, Çin’in ABD’nin açtığı ticaret savaşıyla uğraştığı bir süreçte Modi, Pakistan üzerinden içeride Hindu cihatçılığını pekiştirmeye çalışıyor.
Ama eski dünyaya ait bu anlayışlar, yeni dünyanın doğum sancılarını artırıyor son tahlilde…
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
8 Mayıs 2025
Avrupa’yı Nazilerden kim kurtardı?
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 10/06/2024
II. Dünya Savaşı, emperyalistler arasındaki savaş boyutuyla I. Dünya Savaşı’nın devamıdır. Hatta İngiliz-Fransız emperyalizmi, çelişmeyi kapitalizm ile sosyalizm arasında bir çatışmaya dönüştürme stratejisi gereği, başta Nazi saldırganlığını Sovyetler Birliği’nin üstüne sürme politikasını uyguladılar.
Emperyalistlerin niyetlerini doğru saptayan SSCB, Almanya ile ekonomik anlaşma yaparak, kendisini hedef alması kaçınılmaz saldırıya karşı hazırlık yapmak üzere zaman kazanma taktiği uyguladı.
Almanya 1 Eylül 1939’da Polonya’ya saldırdığında bile, İngiltere-Fransa ikilisinin Avrupa’nın kapitalist başkentlerini hedef alan Nazileri ilk sosyalist devletin üzerine sürebilme hayali devam ediyordu. Ve ne acı ki o hayalin faturasını işgale uğrayan Avrupa’nın halkları ödedi.
Hitler’le anlaşma aradılar
Fransız Komünist Partisi Genel Sekreteri Maurice Thorez bu gerçeği şu sözleriyle ortaya koyuyordu: “Bizim yöneticilerimiz Hitler’i öfkelendirmek istemedi. Onlar, Hitler’in Sovyetler Birliği’ne saldıracağı gün kendisiyle gizlice anlaşacakları ümidini besliyordu.”
İngiltere ve Fransa’nın bu tutumu, savaş sonrası Nürnberg Duruşması kayıtlarına da geçti. Alman General Alfred Jodl şöyle diyordu: “Batıdaki 110 Fransız ve İngiliz tümeni, 23 Alman tümeni karşısında tamamen eylemsiz kaldıkları için biz bir savaş felaketinden kurtulmuş olduk.”
İngiliz General Bernard Montgomery de anılarında belirtiyordu: “Almanya Polonya’yı yuttuğunda Fransa ve İngiltere’nin kılı kıpardamamıştı.” Çünkü o süreçte özellikle Fransa’da kimi siyasetçiler hâlâ Hitler’le bir anlaşma arıyordu.
ABD de Hitler’in Polonya’yı yutmasından beş gün sonra “tarafsızlık politikası” uygulayacağını ilan ediyordu. Sonuç olarak Hitler bu durumu, 1940’ın başına kadar “barış manevraları” ile kullanarak zaman kazanıyor, konumunu güçlendiriyordu.
ABD ikinci cepheyi geciktirdi
Bu uzun girişi şundan yaptık: ABD ve Fransa liderleri, Avrupa’yı Nazilerden kurtardığı iddiasıyla Normandiya Çıkarması’nın 80. yılını kutluyor. Oysa Avrupa’yı Nazilerden kurtaran Normandiya Çıkarması değildir, milyonlarca emekçisinin canı pahasıha Sovyetler Birliği’dir!
Yukarıda özetlediğimiz sürecin devamında Naziler, 22 Haziran 1941’de Barbarossa Harekatı ile SSCB’ye saldırdı ve Moskova önlerine kadar geldi. Sovyet emekçilerinin büyük direnişi ve ardından 2 Şubat 1943’te Alman birliklerinin Stalingrad’da teslim oluşuyla II. Dünya Savaşı’nın gidişatı değişmeye başladı. Sonrasında Almanlar adım adım önce SSCB’den ardından Doğu Avrupa’dan çıkarıldı.
Savaş boyunca SSCB lideri Stalin, ABD ve İngiltere’den Avrupa’da bir “ikinci cephe” açmalarını istedi. Ancak ABD ve İngiltere ağırdan aldı, çünkü Nazileri geriletmeye başlayan komünistlerin güç kaybetmesini istiyorlardı. İşte bu nedenle ikinci cepheyi ancak Haziran 1944’te açtılar. ABD’li General Dwight Eisenhower komutasında Amerikan ve İngiliz birlikleri Fransa sahillerinden Normandiya Çıkarması’nı yaptılar. Çünkü daha fazla gecikirseler, Almanya’ya kadar dayanmış olan SSCB güçleri Avrupa’nın diğer ucundan çıkabilirdi!
Avrupa’yı Sovyet emekçiler kurtardı
Sonuç olarak Nazi hükümet merkezi Berlin 2 Mayıs 1945’te kente giren Sovyet birliklerine, batıdaki kuvvetleri 7 Mayıs’ta, doğudaki kuvvetleri 9 Mayıs’ta teslim oldu.
Normandiya Çıkarması’nın gecikmesinin faturasını bedenleriyle milyonlarca Sovyet emekçisi ödedi. Ama 80 yıl sonra “Avrupa’yı Nazilerden kurtardık” diye kaymağını emperyalistler yemeye çalışıyor. Üstelik tıpkı Amerikan şirketlerinin savaşın ilk dönemi boyunca Nazilerle ticareti sürdürmesindeki ikiyüzlülük gibi, şimdi de Normandiya Çıkarması’nı Ukrayna’ya desteğe dönüştürmeye çalışıyorlar.
Unutulmamalı: Bolşevikler 1917’de Çarlık Rusya’sını yıkıp ilk sosyalist devleti inşa etmeye başladığında, Avrupalı emperyalistler bir süre Kızıl Ordu’ya karşı Beyaz Ordu’yu destekleyerek sosyalistleri ezmeye çalıştı. İngiltere 1924’te, ABD ise 1933’te SSCB’yi tanıyabildi.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
10 Haziran 2024
PUTİN: MİLLİ KİMLİĞİN GARANTİSİ SSCB’YDİ
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 22/09/2013
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, “küçük halkların milli kimliklerini korumak için Sovyetler Birliği’nin deneyimlerini kullanmaktan yana olduğunu” açıkladı. (Rusya’nın Sesi, 19 Eylül 2013)
Rus karar organı yetkililerini, yabancı siyaset bilimcileri ve bilim adamlarıyla buluşturan Valday Kulübü’nde konuşan Putin, SSCB’deki uygulamaları geri getirmekten de bahsetti: “Sovyetler döneminde bu konuya özenle yaklaşıldığını büyük bir ilgiyle öğrendim. Neredeyse her küçük halk, kendi matbuatına sahipti, diller ve milli edebiyatlar korunuyordu. Bu anlamda çoğu eski uygulamaları geri getirip kullanmamız gerekiyor.”
Putin, ülkesine “halklar hapishanesi” yaftası yapıştırılmasına da itiraz ederek “Rusya’da yüzyıllar boyunca en küçük bir halk bile kaybolmadı. Hepsi, iç bağımsızlık ve kültürel kimlikle birlikte tarihi mekânını korudu.” şeklinde konuştu.
SOSYALİZM’DE KİMLİKLER KORUNUR
Putin’in küçük halkları ve milli kimlikleri korumak için SSCB’yi örnek gösteren sözleri, önemli tarihsel tezleri içermektedir. O tezler, aynı zamanda Kürt meselesinin de çözümüne işaret etmektedir.
1. Tez: Emperyalizm çağında sınıf, millettir!
Kapitalizm çağında sınıflar burjuvazi ve proletaryadır. Çelişme ise ikisi arasındadır; burjuvazinin sermayesi ile proletaryanın emeği arasında…
Emperyalizm çağında ise proletaryadan başlayarak milli burjuvaziye kadar uzanan tüm katmanlar, tek bir sınıftır, yani millettir. Çelişme ise ezen milletler ile ezilen milletler arasındadır.
2. Tez: Sosyalizm milli kimlikleri zorla yok etmez, milliyetlerin gönüllü kaynaşmasını esas alır.
3. Tez: Küçük halklar ve milli kimlikler, en iyi sosyalist sistem içinde korunur.
ABD SSCB’yi yeşil kuşakla çevreleme stratejisine geçtiğinde, en çok kullandığı propaganda SSCB’nin zorla milliyetleri ortadan kaldırdığı ve halkların dinlerini yaşamasına engel olduğuydu. Gladyo’nun denetimindeki NATO Türkçüleri de, Sol’u halk içinde itibarsızlaştırmak için sık sık bu propagandaya sarılırdı.
SSCB dağıldıktan sonra görüldü ki, Orta Asya Türkleri başta olmak üzere SSCB içindeki tüm halklar kimliklerini korumuştu!
DEVRİM BİRLEŞTİRİR
4. Tez: Devrim birleştirir, karşı devrim böler.
Bolşevik Partisi’nin geniş Asya topraklarında yaptığı devrim, halkları birleştirmiştir. Revizyonizmle kapitalizme geri dönüşün başlaması ve son olarak Gorbaçov’la simgeleşen karşı devrim ise geniş Asya’daki halkları bölmüştür.
Türkiye’de de benzeri olmuştur. 1914-1923 Cumhuriyet devrimi, Türk ve Kürt’ü birleştirmiştir. Ancak sonraki yıllarda adım adım gelişen karşı devrim, Türk ile Kürt’ü ayırmaya başlamıştır.
5. Tez: Birlikte örgütlenme devrime, ayrı örgütlenme karşı devrime götürür.
Bolşevik Partisi içinde çok çeşitli halklar vardı. Örneğin Parti’nin bir numarası Lenin Tatar, iki numarası Stalin de Gürcü’ydü.
Türkiye’de de Türk ve Kürt Solu’nun birlikte örgütlendiği 60’lar ve 70’lerin ilk yarısı, devrimci bir sürece, Kürtlerin ayrı örgütlenmeye geçtiği sonraki yıllar ise karşı devrimci bir sürece dönüştü.
AYRILIKÇILIK, EMPERYALİZMLE İŞBİRLİĞİNE GÖTÜRÜR
6. Tez: Zayıf halkların, ayrılıkçı silahlı mücadelesi emperyalizmle işbirliğine götürür.
Lenin’e göre ezilen ve gelişen ülkelerdeki “zayıf halklar”, bulunduğu ülkenin halklarıyla birleşmeden silahlı mücadeleye kalkışırsa, emperyalizme sığınmaya mecbur kalır.
Nitekim Türkiye’deki Kürk milliyetçiliği de ABD emperyalizmine sığınmış ve 25 yıldır onun kanatları altında bölücülük yapmıştır.
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
22 Eylül 2013