Posts Tagged CIA

MADEM CIA KARIŞTIRDI, ‘ONE MİNUTE’ DEYİN!

Türkiye’den sonra Brezilya’da da protesto eylemlerinin başlaması, AKP kurmaylarını sevindirdi. Yeni Şafak’tan Sabah’a kadar tüm yandaş basın, aynı hikâyeye sarıldı:

“Türkiye ve Brezilya IMF’ye borçlarını ödedi. Küresel sermaye, bu iki ülkenin gelişmesinden çok rahatsız, faiz lobisi aynı anda harekete geçti. Washington Türkiye’nin bölgesinde büyümesini ve genişlemesini istemiyor. ABD, CIA üzerinden iki ülkeyi de karıştırdı. CIA belirlediği eylem biçimleriyle gençliği harekete geçirdi. Ağaç eylemi de duran adam eylemi de CIA’nın broşüründe yer alan eylem biçimleri.”

AKP’nin kalemşorları bu saçmalıklara itiraz edenleri “büyük resmi göremeyen ahmaklar” olarak niteliyor!

Peki, gerçekte büyük resim ne?

ERDOĞAN OBAMA’YA REST ÇEKSİN!

AKP’nin yönettiği Türkiye, NATO üyesidir ve Batı’nın bölgedeki ağır topudur. Pentagon adına Afganistan’dadır, Lübnan’dadır. CIA adına Libya’ya saldıran Haçlı Koalisyonuna dâhil olmuştur ve şu anda da Atlantik adına Suriye’de üstü örtülü savaş sürdürmektedir.

AKP’nin lideri Tayyip Erdoğan, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanıdır, Irak’ta Mehmetçiğe çuval geçiren Amerikan askerlerinin sağlığına duacıdır, kendi ülkesinin Genelkurmay Başkanı’yla arasını yapması için Neo-Con Paul Wolfowitz’den aracı olmasını talep etmiştir, Bush’un stratejik Obama’nın da model ortağıdır. Hatta “sesini özleyecek” kadar Obama’ya yakındır!

Protestoların CIA eseri olduğunu iddia edenler, daha bir ay önce Obama ile Erdoğan’ın “yağmurda beraber ıslanmasını” manşet yaptılar, o fotoğrafın iki müttefikin derin dostluğu olduğunu analiz ettiler.

Tüm bunlara rağmen Gezi eylemlerinin CIA eylemi olduğunu savunanlar için basit bir test vardır: Erdoğan Obama’ya “one minute” desin!

AKP’NİN EYLEMLERİ CIA EYLEMİ

Hilal Kaplan’dan Nihal Bengisu Karaca’ya kadar birçok AKP kalemşoru, “duran adam” eyleminin sosyal medyada büyük yankı uyandırdığı gece, milletin karşısına bir “belge” getirdiler ve bu eylemin CIA eylemi olduğunu savundular. Belgelerine göre CIA 198 eylem şekli belirlemişti ve “duran adam” da işte madde 163’de açık açık yazıyordu!

Anlaşılan bu arkadaşlar “ellerinin altında hazır tuttukları” bu kâğıt parçasını tam olarak okumamışlardı… Zira madde 20’ye göre dua ve ibadet de CIA eylemiydi, madde 41’a göre Hac yolculukları da; madde 58’e göre aforoz etme de CIA eylemiydi, madde 159’a göre oruç tutmak da…

Daha doğrusu hemen her şey bu listeye göre CIA eylemiydi ve en müthişi de madde 69’daki “topluca ortadan kaybolma” eylemiydi…

Hayır, şimdilik kimse ortadan kaybolmamıştı ama halkın eylemlerine düşmanlık yapanlarda yine de zekâ ve ahlakı arıyorduk!

Zira o listede yer alanların en az yarısını bu arkadaşlar 28 Şubat’ta uygulamıştı!

ERDOĞAN ÇAPULCU DEDİ, ROUSSEFF GURUR DUYDU 

ABD hem Türkiye’yi hem de Brezilya’yı hedef aldığına göre her iki ülkenin de lideri benzer tepki vermeli, değil mi? Bakalım:

Erdoğan eylemci gençlere çapulcu, alkolik, sidikli, boklu gibi seviyesiz yakıştırmalar yaptı. Yetinmedi “aynı yerden emir aldıkları için ulusalcılarla bölücülerin kardeşlik yaptığını, faşistlerle sosyalistlerin muhabbeti artırdığını, sözde dindarlarla din düşmanlarının Gezi’de ittifak yaptığını” iddia etti! Herkes aynı yerden emir almıştı ama nedense o yerin Türkiye temsilcisi kendisiydi!

Peki ya Brezilya Devlet Başkanı Başkanı Dilma Rousseff neler söyledi? Protestocularla gurur duyduğunu belirten Rousseff,  “Gösterilerin boyutu demokrasimizin enerjisini gösterdi” dedi!

Yani iki lider arasında 180 derece fark vardı!

Her neyse, uzatmayalım ve şu kadarını söyleyerek bitirelim: CIA’yı Taksim’de arayacağınıza, bakanlıklarda arayın ki memlekete bir hayrınız olsun!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
20 Haziran 2013

, , , , , , ,

Yorum bırakın

TERÖR, GİZLİ SERVİS FAALİYETİDİR

Londra’dan sonra Paris’te de üniformalı bir asker saldırıya uğradı. 35 yaşlarında, uzun boylu ve geleneksel Arap kıyafetli olduğu söylenen erkek saldırganın elindeki bir maket bıçağıyla devriye gezen askere arkadan yaklaştığı ve boynunu kestiği belirtiliyor.

Birkaç gün önce de Londra’da Michael Adebolajo isimli saldırgan, elindeki satırla bir askeri öldürmüş, üstelik yakalanma kaygısı duymadan eylemini filme çektirmişti. Video tüm dünyada yoğun paylaşıldı.

Boston saldırısını da aynı kulvarda sayabilir miyiz? Henüz kanıtlanamayan iddiaya göre Çeçen Tsarnayev kardeşler, 15 Nisan’da Boston Maratonu’na bombalı saldırı düzenlemiş, üç kişinin ölümüne 260 kişinin de yaralanmasına neden olmuşlardı.

YENİ BİR TERÖRİZM TÜRÜ MÜ?

Fransız Liberation gazetesi konuyu manşetine taşıdı ve şu değerlendirmeyi yaptı: “Dünyada özellikle İslam adına cinayet işleyen, yalnız başına hareket eden, internet üzerinden radikalleşen ve yakınlarının yardımı ile silah temin eden yeni bir terörizm türü ve ‘yalnız kurtlar’ fenomeni doğuyor.”

Gazeteye konuşan Sorbone Üniversitesi Profesörü Jean Pierre Filiu, “Asıl kâbus, yalnız kurtların internetle birleşmesi ve internet siteleri üzerinden dünyanın öbür ucundaki cihatçı örgütle her gün temasa geçebiliyor olması” diyor.

Terör uzmanı soruşturma hâkimi Marc Trevidiç ise “Bu yeni tarz terörizm adliye ve polis ile halledilecek bir boyutun ötesinde bir büyüklüktedir. Gençlerimizin bir bölümü radikal İslam tarafından ele geçirilmiş durumda.” diyor.

Boston saldırısı sonrasında konu ABD’de de çokça tartışılmıştı. 10 yıldır ABD’de eğitim gören Tsarnayev kardeşlerin nasıl böyle bir saldırı düzenleyebildiği sorgulandı. ABD eğitim sistemi, bu gençleri 10 yılda neden sisteme entegre edememişti?

SALDIRGANLARIN CIA, MI5 BAĞLANTILARI

Peki, gerçekten de internet üzerinden örgütlenen yeni tür bir radikal İslamcı terör dalgasıyla mı karşı karşıyayız?

Böylesi bir genellemede bulunmak Liberation için kolaysa da bizim için oldukça zor. Zira hem Boston hem de Londra saldırılarında bazı tuhaflıklar var.

Örneğin Boston saldırganları olduğu iddia edilen Tsarnayev kardeşlerin biri çatışmada öldürüldü, diğeri ise gırtlağından vurularak konuşamaz hale getirildi! İki kardeşin arkadaşı ve zanlı adayı olarak FBI’nın sorguladığı bir başka genç ise sorgu sırasında öldürüldü! FBI, gencin kendilerine saldırdığı için vurulduğunu açıkladı!

Daha da ilginci, Tsarnayev kardeşlerin yengesi, ünlü CIA ajanı Graham Fuller’in kızı çıktı! Amca Ruslan Tsarnayev, ABD’nin Rusya’ya karşı Çeçen kartını kullandığı 90’lı yıllarda ABD’nin bu tip kirli işlerini yapan yardım kuruluşu USAID’e danışmanlık yapmış. Bu sırada da, CIA’nın eski Ankara istasyon şefi olan Graham Fuller’in kızı ile evlenmiş!

Londra’daki satırlı saldırganın durumu da ilginç, zira İngiliz gizli servisi MI5’in Michael Adebolajo’ya bu saldırıdan 6 ay önce iş teklif ettiği ortaya çıktı!

TERÖR ÖRGÜTÜ, İSTİHBARAT ÖRGÜTÜNÜN UZANTISIDIR

İlla bir genelleme yapacaksak, genel olarak terörün, özel olarak da “radikal İslamcı terörün” Batılı istihbarat servisleriyle mutlaka bağlantılı olduğunu söyleyebiliriz. İstihbarat örgütlerinin başka devletlere karşı kurduğu, desteklediği ve büyüttüğü ama o sorun ortadan kalktıktan sonra, kontrolden çıkan terör örgütlerinin en ünlüsü kuşkusuz El Kaide’dir. CIA-Usame Bin Ladin ilişkisi üzerine çok şey yazıldı, çizildi.

Aynı yöntem şimdi de devam ediyor. Örneğin Suriye’de desteklenen pek çok terörist grup var. ABD kimisini kendisi için ileride tehlikeli olur diye ayrı tutmaya çalışsa da, onun ayrı tuttuğunu başka bir ülke yanında tutabilmektedir!

Türkiye’ye karşı PKK, Rusya’ya karşı Çeçen örgütleri, Çin’e karşı Sincian örgütleri, İran’a karşı Halkın Mücahitleri, Suriye’ye karşı Müslüman Kardeşler, Selefiler, Libya’ya karşı El-Kaide… Listeyi uzatabiliriz.

Bu tip ilişkiler, hukuk dışı yöntemler kuşkusuz etki-tepki prensibi gereği karşılığını buluyor. Ya rakip devletler de aynı yöntemi uyguluyor, ya da kullanılan bu örgütlerin içinden, kontrol edilemeyen hücreler çıkıyor.

Devletler hem içerdeki mücadeleyi, hem de dış ilişkilerini, konvansiyonel savaşa gerek kalmadan, bu tip örgütleri kullanan istihbarat kurumlarının mücadelesiyle yürütüyor.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
27 Mayıs 2013

, , , , , , , , ,

Yorum bırakın

ARINÇ’TA EMİNE ERDOĞAN’IN KASETİ Mİ VAR?

Başlıktaki soruyu Ergenekon davasında dinlenen 31 gizli tanıktan birinin iddiası nedeniyle sorduk. Madem Ergenekon’un hâkimleri ciddiye alıp da bunları dinliyor, bugünlük biz de kulak verelim…

27 Temmuz 2012 günü dinlenen Yıldız kod isimli gizli tanık anlatıyor: “Papa Türkiye’ye geldiği gün, Bülent Arınç Emine Hanım ile Ergün Poyraz’ı buluşturmuş, Emine Hanım demiş ki, ‘Niçin bizle uğraşıyorsun, biz sana ne yaptık’ demiş… Pardon Bülent Arınç buluşturmamış, Bülent Arınç’ta bu kaset varmış… Bülent Arınç’ın bildiği isimler çekmişler, bu benim mantığım. Tayyip’i yıkacağını, bu kasetle Tayyip’i yıkacağını…

İşin ilginç yanı, gizli tanık Yıldız, sözlerinin devamında tertibi de aslında ifşa ediyor: “Bakın duyduğumu ben yazdırdım. Polis sadece isim söyledi, Bülent Arınç, Emine Erdoğan dedi… Çünkü biliyorlar.

Hâkim “Emniyet nasıl biliyor?” diye soruyor. Yıldız’ın yanıtı: “O Türk polisinin gücü işte.”

Tek başına bu sözler bile Ergenekon tertibini, tertipte Emniyet içindeki F Tipi yapının rolünü ortaya koymaya yetiyor!

GİZLİ TANIK TERÖRÜ

Bu çarpıcı sözleri, Ergenekon davasının kıdemli sanıklarından Hikmet Çiçek’in son kitabından alıntıladım. Yılların usta gazetecisi Hikmet Çiçek, Ergenekon davasında dinlenen 31 gizli tanığı kitaplaştırdı. Kaynak Yayınları’ndan çıkan “Ergenekon Tertibinde Gizli Tanıklar” isimli bu kitap, biz gazeteciler için bir hazine!

Cinayet, uyuşturucu kaçakçılığı, gasp, tecavüz, adam yaralama, adam kaçırma, dolandırıcılık, fuhuş hükümlüsü gibi “saygın” mesleklere sahip bu gizli tanıklar içinde PKK, Dev-Sol ve Hizbullah itirafçıları da var.

Hikmet Çiçek bu gizli tanıkların anlattıklarını yazarken, aslında tam bir gizli tanık terörüyle karşı karşıya bulunduğumuzu da sergilemiş oluyor.

MİT: ERDOĞAN’IN HESAPLARINI CIA’YA ARINÇ VERDİ

Son olarak Fethullah Gülen’le görüşen Bülent Arınç’la ilgili bu iddia önemli.

Zira Cemaati “devlet içinde devlet” olarak nitelendiren Tayyip Erdoğan da biliyor ki, kendisini dinleme olanağına sahip tek yapı Fethullah Gülen’in Emniyet’in TEM ve İstihbarat birimlerine yerleşmiş çocuklarıdır. Nitekim dinlendiği ortaya çıkınca ilk iş olarak polis korumalarının tamamını değiştirdi.

Bülent Arınç’ın adı bu tip işlere ilk kez karışmıyor tabii… Örneğin Ergenekon sanığı olarak Silivri’de yatarken şüpheli bir şekilde ölen MİT’in üst düzey yöneticisi Kâşif Kozinoğlu, Tayyip Erdoğan’ın gizli hesap bilgilerini CIA’ya Arınç’ın verdiğini iddia etmişti!

DENİZ YILDIRIM: ERDOĞAN’I KİM DİNLEYEBİLİR?

Bülent Arınç faslını burada kapatıyor ve bu kez Hikmet Çiçek’in koğuş arkadaşı Deniz Yıldırım’a kulak veriyoruz. Erdoğan’ın kasetlerini haberleştirdiği için Ergenekon’da yargılanan Aydınlık Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Deniz Yıldırım, önceki gün son savunmasını yaptı.

Yıldırım, Çiçek’in kitaplaştırdığı 31 gizli tanığın ifadeleri dışında, dinlenen tüm tanıkların, yani 157 kişinin ifadelerini de incelemişti. 10 bin sayfayı aşkın ifadelerden çıkardığı sonuçları son savunmasında özetledi. Biz sadece 157 tanığın da varlığı iddia edilen Ergenekon örgütüne dair tek bir somut şey söyleyemediğini, en fazla “görmedim, bilmiyorum, sadece duydum” diyebildiklerini köşemize alalım.

Yıldırım savunmasının ikinci bölümünde üç önemli saptamayı dile getirdi:

1. Deniz Yıldırım, savcının mütalaasında da görüldüğü gibi, sadece 4 konuşmayı yayımladığı için yargılanıyordu.

2. Ancak Yıldırım’ın yayımladığı 4 konuşma da, basın savcılarının açtığı davalar nedeniyle yargılanmıştı fakat tamamı beraat etmişti. Suç bulunmamış, tersine gerekçeli kararda da belirtildiği gibi kamu yararı bulunmuştu!

3. Üstelik mahkemede tanık olarak dinlenen Vatan Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Tayfun Devecioğlu,  Yıldırım’ım yayımladığı görüşmelerin Aydınlık gibi diğer gazetelere de gönderildiğini açıklamıştı. Üstelik Vatan ve Haber Türk, bunları kısmen haberleştirmişti.

Savcıların iddialarını tek tek çürüten Deniz Yıldırım savunmasının sonunda haklı olarak mahkeme heyetine soruyordu: “Erdoğan’ı kim dinleyebilir?

Yanıtı da yine kendisi veriyordu: “Başbakan Erdoğan’ı ben dinlemedim, dinleyemem de… Erdoğan’ı sadece en yakınındakiler dinleyebilir!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
26 Mayıs 2013

, , , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

CIA-MOSSAD BOMBASI VE AKP’NİN SORUMSUZLUĞU

Hatay-Reyhanlı’da 45 yurttaşımızı katleden bombalı terör saldırısından sonra ekranlara fırlayanlar yine zamanlamaya dikkat çekti, yine Türkiye’nin büyümesini hazmedemeyenleri adres gösterdi… Hatta “Banyas katliamını kim yaptıysa, Reyhanlı’daki saldırıyı da o yaptı” diyenler bile oldu.

Oysa ilk dakikalarda hükümet henüz adres konusunda anlaşmamıştı: Başbakan Erdoğan saldırıyı PKK’nin geri çekilmesiyle irtibatlandırıyor, adresi “çözüm sürecini hazmedemeyenler” diye açıklıyordu. Adalet ve İçişleri Bakanları ise saldırıyı doğrudan Suriye’ye bağlıyordu.

Sonradan topluca, Suriye istihbarat örgütü El Muhaberat’ın yönlendirmesiyle THKP-C Acilciler’in yapmış olabileceğinde birleştiler.

F4’ümüzün hâlâ nasıl düşürüldüğünü, neyle vurulduğunu saptayamayanların Reyhanlı saldırısının adresini bir kaç saat içinde belirlemesi, haliyle gayriciddi görünüyor.

Her neyse, umarız gerçek adres saptanır ve 45 yurttaşımızı katledenlerden hesap sorulur!

SALDIRI KİME YARIYOR?

Bu tip saldırılarda bizi adrese götürecek ilk soru, saldırının kime yaradığıdır.

İçeride Batı destekli silahlı teröristlerle uğraşan, güneyinde İsrail’in yeni bir cephe açtığı Şam yönetimi, neden üçüncü bir cephe açmak istesin? Türkiye’nin Suriye’ye savaş açmasını Esad değil, Esad karşıtları istiyor!

Daha geniş ölçekte bakarsak eğer, ABD’nin Suriye’ye müdahale etmesini en çok İsrail istiyor! Zira ABD’nin bölgede olması, İsrail’in güvenliğinin garantisidir. ABD içinde de bu konuda tam bir ikiye yarılma durumu söz konusu. ABD devlet aygıtının bir bölümü Suriye’ye müdahaleyi açıkça savunuyor, istiyor ve hatta Obama yönetimini buna mecbur etmeye çalışıyor!

ABD içindeki bu müdahaleci kesimle İsrail devleti, şu anda omuz omuza çalışmaktadır. İsrail’in İran’ı kışkırtan ve ABD’yi müdahaleye mecbur etmeye yönelik Suriye hava harekâtları, Esad’ın kimyasal silah kullandığına dair üretilen yalanlar bu ortak çalışmanın eseridir.

SALDIRININ ZAMANLAMASI

Saldırının adresini doğru tespit edebilmemizi sağlayacak ikinci parametre ise saldırının zamanlamasıdır. Nedense medyada zamanlama açısından öncelik, Erdoğan’ın Washington ziyaretine verildi.

Oysa asıl zamanlama, ABD’nin geri adımlar atarak ilk kez Suriye konusunda Rusya’nın çizgisine geldiğini ilan etmesi ve Cenevre Bildirisi’ni esas alacak bir çözüm için ay sonunda bir konferans toplamakta anlaşmasıydı.

Dolayısıyla “kimin işine yarıyor” ve “saldırının zamanlaması” incelemelerinden çıkacak sonuç şudur: Reyhanlı’da bomba patlatanların hedefi, ABD’yi ve dolayısıyla Türkiye’yi Suriye’ye müdahaleye zorlamak ve Washington-Moskova uzlaşmasını baltalamaktır! Bu durumda bombaları patlatanlar CIA-MOSSAD’dır.

DÜŞMANLIK YAPAN, FELAKET ÜRETİR

Ancak saldırının kaynağının CIA-MOSSAD olması, AKP Hükümeti’nin sorumluluğunu azaltmaz.

Artık AKP Hükümeti’ni destekleyenler şu sorulara dürüstçe yanıt vermelidir: Erdoğan-Davutoğlu ikilisi Esad’ı devirmek istemese, Başbakan “Suriye iç işimizdir” demese, Hükümet Şam yönetimine karşı savaşanların sırtını ovmasa, gece Suriye topraklarında terör estirenleri gündüz Türk topraklarında dinlendirmese, El Kaide üyelerinin sınırdan silahlı geçişlerine yol vermese, her gün açık açık bu ülkeyi hedef almasa, Reyhanlı’da bombalar patlar mıydı?

Kimse kendini kandırmasın. Türkiye’nin 900 km’lik Suriye sınırını El Kaide-PKK-ÖSO üçlüsünün fiili kontrolüne bırakan bu dış politika değişmezse, daha büyük felaketlerle karşılaşırız.

Üstelik tehlike adım adım, göstere göstere geldi: Kilometrelerce uzakta önce F4’ümüz NATO yemi yapılarak düşürüldü. Sonra sınıra 20 km’den Akçakale’ye toplar düştü. Ardından sınıra dayanıldı ve Cilvegözü Sınır Kapısı’nda bomba patlatıldı. Ve sonunda sınırdan içeride girilip Reyhanlı’da bomba patlatıldı!

Tüm bunlara rağmen AKP Hükümeti hâlâ “Ortadoğu’da sınırlar anlamsızlaşacak”, “Türkiye Kürtlerle büyüyecek”, “Yüzyıllık parantezi kapatarak yeniden buluşacağız” diyorsa ve medyadaki sözcüleri açık açık “Osmanlı Birleşik Devletleri” yazıları döşeniyorsa, artık ülke güvenliği AKP Hükümeti’nin değil, milletin sorumluğuna geçmiştir!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
13 Mayıs 2013

, , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

ERDOĞAN CIA OPERASYONUNUN NERESİNDE?

ABD Büyükelçiliği’ne bombalı intihar saldırısı yapıldığı 1 Şubat günü, Milliyet’in manşetinde dikkat çekici bir haber vardı: Usame Bin Ladin’in damadı Süleyman Ebu Geyt, CIA’nin verdiği bilgiyle Ankara’da bir otelde yakalanmıştı.

Habere göre Ebu Geyt, 11 Eylül olayları sırasında El Kaide’nin sözcüsüydü ve olaydan sonra kayıplara karışmıştı. Sonradan İran’da özel bir kampta saklandığı öğrenilmişti. Ancak İran Ebu Geyt’i bu yılın başında kamptan çıkarmış ve sınır dışı etmişti. Bin Ladin’in damadı sahte Suudi Arabistan pasaportuyla Türkiye’ye giriş yapmıştı. CIA bu bilgileri MİT’le paylaşmış ve Ebu Geyt’i Ankara’da yakalatmıştı.

Milliyet’ten Fikret Bila, ABD Büyükelçiliği’ne saldırı sonrası CNNTürk’te katıldığı canlı yayında, Ebu Geyt’in aslında beş gün önce yani 26 Ocak’ta yakalandığını söylüyordu.

İRAN EBU GEYT’İ TESLİM Mİ ETTİ?

Bu operasyonla ilgili, günler sonra 18 Şubat’ta, Abdülkadir Selvi’nin Yeni Şafak’taki köşesinde resmi kurum kaynaklı olduğu anlaşılan çarpıcı iddialar yayınlandı. İranlı bir ajan Ebu Geyt’i Türkiye’ye getirmiş ve yakalandığı operasyon günü ortadan kaybolmuştu. Ayrıca ABD, Ebu Geyt daha İran’dan çıkmadan önce Türkiye’yle istihbaratı paylaşmıştı.

Selvi bu çarpıcı iddialara dayanarak ortaya şu imalı soruyu atıyordu: “İran, Bin Ladin’in damadını Amerika’ya İran’da teslim etmek istemedi, Türkiye’den almasının önünü mü açtı?”

Selvi “Acem oyunu” vurgulu yazısında, ayrıca Ebu Geyt’in sorgusunda itiraf ettiği çok çarpıcı bir bilgiyi de okurlarıyla paylaştı. Bin Ladin’in damadı, 11 Eylül saldırısı için Amerika’nın önlerini açtığını söylüyordu!

İran’ın rolünü de, Ebu Geyt’in bu itirafı yapıp yapmadığını bilemiyoruz ama bu süreçte basına servis edilen bir kaç haberde, Bin Ladin’in damadının CIA’ya kesinlikle teslim edilmeyeceğinin öne çıkarılmasını anlamlı bulduk. Büyük olasılıkla bu haberler, bir süre sonra yapılacak CIA’ya paket servisinin perdesiydi…

OPERASYONDAKİ ‘KUVEYT’ YALANI

Nihayet beklenen(!) haber 7 Mart günü bu kez Hürriyet’in manşetinden geldi. Ebu Geyt, Kuveyt’e verilmesi için Ürdün’e teslim edilmiş ancak CIA bir operasyonla Bin Ladin’in damadına Ürdün’de el koymuştu! Haberde Ebu Geyt’in ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin geldiği gün Ürdün’e verildiği belirtiliyordu.

Kuşkusuz sorulacak çok soru var ama biz şu tek soruyla yetinelim. Amaç Ebu Geyt’i Kuveyt’e vermekse, neden doğrudan değil de Ürdün’ün aracılığına ihtiyaç duyuldu. Türkiye’nin Kuveyt’le diplomatik ilişkisi yok mu?

Yanıt ortada… AKP Hükümeti Ortadoğu politikaları nedeniyle teslimatı Türkiye’den değil, üçüncü bir ülke üzerinden yapmayı siyaseten daha az maliyetli bulmuştu!

AKP HÜKÜMETİNİN ONAYI

Hükümete en yakın gazete olan Yeni Şafak’ın Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül, bu operasyonla ilgili ilginç bir makale yazdı dün. Karagül, “Ürdün Kralı ne zaman Türkiye’ye gelse, bölgede umulmadık şeyler olur” dedi.

Karagül’e göre, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ile Ürdün Kralı Abdullah aynı zamana gelen Türkiye ziyaretlerinde bu paketleme işlemini bağlamışlardı. Karagül Ebu Geyt’in, Kerry’nin geldiği gün Ürdün’e gönderildiğini, Kral’ın geldiği gün de Ürdün’de CIA’ya teslim edildiğini belirtti.

İbrahim Karagül, Kral Abdullah’ın operasyondaki rolünü şu sözlerle saptıyor: “Ürdün Kralı bu tür örtülü operasyonları çok iyi bilir. Bölgede oynadığı tek rol de neredeyse budur. Bakmayın öyle gözyaşları döktüğüne; bölge genelindeki bazı örtülü operasyonlarda, ABD-İngiliz ve İsrail istihbaratıyla bağlantılı konularda her zaman gerekenden fazla yardımsever olmuştur.”

Şimdi asıl konuya geliyoruz. Karagül, her ne kadar Kerry ile Kral Abdullah’ın anlaşmasını sanki Türkiye’den habersiz yapmışlar gibi sunmaya çalıştıysa da, böyle bir operasyonun Ankara’nın onayı olmadan gerçekleşemeyeceğini hemen herkes saptar!

Ankara’nın elindeki El Kaide yöneticisi, Ankara’nın onayı olmadan CIA’ya teslim edilmek üzere Ürdün’e gönderilemez. Ankara’daki onay makamı da Ergenekon olmadığına göre, açık ki Erdoğan hükümeti operasyondan haberdardır.

O nedenle bitirirken mecburen soruyoruz: Ebu Geyt’i CIA’ya teslim eden Kral Abdullah Yeni Şafak’a göre örtülü operasyon görevlisi ise Ebu Geyt’i Kral Abdullah’a teslim eden Erdoğan bu operasyonun neresindedir?

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
9 Mart 2013

, , , , , , , ,

Yorum bırakın

CIA’NIN TÜRKİSTAN KARTI

Geçenlerde bu köşede Menderes hükümetinin Türkiye tarihinde nasıl bir rol oynadığını anlatırken, usta gazeteci Lütfü Akdoğan’ın anılarından bahsetmiştik. Akdoğan, “Krallar ve Başkanlarla 50 yıl” isimli üç ciltlik anılarında, ünlü Hint lider Cavaharlal Nehru’nun Fatin Rüştü Zorlu’ya dair söylediklerini aktarmıştı.

Bağlantısızlar Hareketi’nin liderlerinden Nehru, Türkiye Dışişleri Bakanı Zorlu’nun ve Menderes hükümetinin bölgedeki Amerikancı politikalarından şikâyet etmektedir: “Amerikan, İngiliz ve Rus hegemonyasından bütün milletlerin kurtarılması lazımdır. Türkiye Dışişleri bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun 18-24 Nisan 1955 tarihlerindeki Bandung Konferansı’nda İngiltere ve Amerika’yı nasıl savunduğunu ve onların nasıl avukatlığını yaptığını size daha önceki bir görüşmemiz sırasında anlatmıştım. O Konferans’ta Kıbrıs Rumlarının lideri Makarios, toplantının yapıldığı binanın koridorlarında mahalle kavgası çıkarmıştı. Bunun yanı sıra, Türkiye de Bandung Konferansı’nı baltalamak için birçok ülkeye baskı yapmıştı. Kısacası Türkiye, İngiltere ve Amerika’nın yapamadığını çok iyi bir şekilde başarmıştı.

CIA’NIN BANDUNG’DAKİ ROLÜ

Eski MİT mensubu Enver Altaylı, “Ruzi Nazar: CIA’nın Türk Casusu” isimli yeni çıkan kitabında hocasının kimi anılarını yazar. Rus Kızıl Ordusu’ndan Nazi’lere oradan da CIA’ya katılan ve 12 yıl boyunca Türkiye’de CIA yetkilisi olarak görev yaparak MİT’i CIA’ya bağlayan Ruzi Nazar, meğer Bandung Konferansı’nın baltalanması için Zorlu’yla birlikte uğraşanlardanmış…

Bağlantısızlar Hareketi’nin bir parçası olarak düzenlenen ve Asya ile Afrika’da sömürge olmaktan kurtulmuş ülkeleri bir araya getiren bu konferansın amacı, emperyalist Batı ülkelerine baskı yaparak diğer sömürge ülkelerinin de boyunduruktan kurtulmasını sağlamaktır.

Ancak CIA yetkilisi Ruzi Nazar, “Türkistan gözlemci delegesi” sıfatıyla katılarak Konferansı baltalamayı planlamaktadır. Eski Senatör olan ABD’nin Filipinler Büyükelçisi Homer Ferguson’a görevini şu sözlerle açıklar: “Konferansta ABD’nin Avrupa’daki müttefiklerinin Asya ve Afrika’da hâlâ sömürgelere sahip oldukları belirtilecek ve müttefiklerimiz kınanacak. Biz ise Rusya ve Çin’in sömürgeci olduğunu konferans gündemine almaya çalışacağız.”

Ancak gözlemci üyelerin konuşma ve oy kullanma hakkı yoktur. Nazar, Hint lider Nehru ve Mısır’ın efsane lideri Cemalabdül Nasır ile Çin Halk Cumhuriyeti Başbakanı Çu En Lay’ın önderlik yaptığı konferansın kimi üyelerine baskı uygular. Son koz olarak da Konferans’ın düzenlendiği yerin tam karşısındaki bir otelde basın toplantısı yapar. Yanına Türkiye’den gelen ve ünlü Şeyh Şamil’in torunu olan Kuzey Kafkasyalı Seyit Şamil’i de alan Ruzi Nazar, Moskova ve Pekin’i Türkistan’a baskı yapmakla suçlar!

ZORLU, ABD ADINA 3. DÜNYA ÜLKELERİNİ TEHDİT ETTİ

Ruzi Nazar anılarında Nehru’nun Lütfü Akdoğan’a aktardığı bilgileri de doğrular. Gerçekten de Fatin Rüştü Zorlu, İngiltere ve ABD’nin avukatlığını yapmıştır Konferans’ta.

Nazar’ın anlatımlarına göre Zorlu Bandung’da tarafsızlığın ve bağlantısızlığın yanlış olduğunu savunmuş, yanına Irak, Pakistan ve Seylan’ı alarak oluşturduğu blok ile Konferans’ı açıkça baltalamaya çalışmıştır. Zorlu daha acısı, Çin, Hindistan, Mısır ve Endonezya’nın liderliğini yaptığı bağlantısız ülkeleri, ABD’ye destek vermedikleri takdirde Rusya’nın yayılmasına hizmet etmekle suçlamıştır!

İlginç olanı Ruzi Nazar’ın, Fatin Rüştü Zorlu’ya kendisine açık ilgi ve aleni destek göstermemesini, bunun Moskova’ya koz verebileceğini söylemesidir!

CIA’NIN TÜRKİSTAN FAALİYETİ

Ruzi Nazar’ın anıları sadece Türkiye’deki faaliyetlerine ışık tutmuyor; ayrıca ABD’nin SSCB’yi kuşatmak için İslamcıları, Çin’e baskı yapmak için de Türkistanlı ayrılıkçıları nasıl kullandığını belgeliyor!

Türkistan dergilerinin CIA’nın kontrolünde olduğu, Türkistan Enstitüleri’ni CIA’nın kurduğu, Türkistan derneklerini CIA’nın yönlendirdiği gerçeği, eminiz bu meseleyi yeniden düşünmenizi sağlayacaktır.

Bitirirken belirtelim: Asıl meselemiz, CIA’nın elinden hem Türk hem de Kürt kartlarını almaktır!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
3 Mart 2013

, , , , , , , , , , , , , ,

1 Yorum

AMERİKAN İSLAMCILARI

ABD’nin İran’ı “günümüzün Marks’ı” diye, İran’ın da Tayyip Erdoğan ve AKP’yi “Amerikan İslamcısı” diye nitelemesi çok önemli iki saptamadır.

Birinci saptama, kendisini “İslam Cumhuriyeti” olarak tanımlayan bir ülkenin ne denli anti-emperyalist olabileceğini, ikinci saptama ise İslamcıların, bölgede emperyalizmin en önemli aracı da olabileceğini ortaya koymaktadır.

İslamcı akımların emperyalizmle ilişkisinin bu kadar birbirine zıt olabilmesi ve emperyalist ABD’nin Müslüman Irak’ı, Afganistan’ı, Libya’yı işgal etmesine, Suriye’ye savaş açmasına İslamcıların neden sessiz kaldığı hatta bir bölümünün açık destek verdiği ayrıca incelenmelidir.

Biz bugün Başbakan Erdoğan’ın neden Amerikan İslamcısı ilan edildiği üzerinde duracağız.

ERDOĞAN – MÜSLÜMAN KARDEŞLER İLİŞKİSİ

Gerçi sorumuzun yanıtı ortadadır. Erdoğan’ın neredeyse tüm politikaları ABD yararınadır ve Washington adınadır. Ama Tahran’dan AKP’ye yöneltilen geçmişteki itirazlarla birleştirilince, meselenin bir de Erdoğan – Müslüman Kardeşler MK ilişkisi olduğu görülmektedir.

Ufuk Ötesi okurları anımsayacaklardır. Biz de 1 Ekim 2011 tarihli “Erdoğan’ın savaş çıkartacak teklifi” başlıklı yazımızda bu ilişkiye değinmiştik. Okumayanlar için kısaca anımsatalım. Erdoğan Beşar Esad’a, kabinenin dörtte birine MK üyelerini almasını istemişti, karşılığında da ayaklanmanın bastırılmasında Şam’a yardımcı olma sözü vermişti.

Çünkü MK örgütünün Türkiye’deki lideri Gazi Mısırlı, Erdoğan’ın arkadaşıydı ve MÜSİAD Yüksek İstişare Heyeti üyesiydi. MK’nin ikinci önemli adamı Cemalettin Kerim de hem MÜSİAD üyesiydi hem de Mazlum-Der ile İHH’nin faaliyet sponsoruydu.

Suriye’nin Ankara Büyükelçisi Nidal Kabalan’ın verdiği bilgiye göre, Suriye Cumhurbaşkanı 2009’da İstanbul’a geldiğinde Erdoğan Gazi Mısırlı’yı Esad’la tanıştırmış ve ondan arkadaşının faaliyetlerine yardımcı olmasını istemişti!

Erdoğan-MK ilişkisi geçmişe dayanıyor. Örneğin İçişleri Bakanlığı Mülkiye Müfettişleri raporunda ve DGM hazırlık soruşturması raporunda, MK’nin Ürdün sorumlusu Mohammed Ashmawey ile Mısır sorumlusu Hasan Huvaydi’nin bir otelde gizlice Tayyip Erdoğan’la görüştüğü bilgisi var.

Daha da geriye gidersek tabi, Erdoğan’ın 70’li yıllarda MK’nin kolu olan Dünya Müslüman Gençlik Birliği WAMY üyesi olduğu bilgisiyle karşılaşıyoruz. Örneğin 90’larda MK’nin sözcüsü olan Kemal Helbavi, Erdoğan, Rabbani ve Enver İbrahim gibi isimlerle burada tanıştığını söylüyor ve “Hepimiz işe WAMY’de başladık” diyor!

Jöntürk isimli internet sitesinde yayımlanan şu tablo, yazdıklarımızdan daha fazlasını içermesi bakımından önemlidir:

 

SAİD RAMAZAN CIA’YE ELEMAN KAYDEDİLDİ!

MK’nin Mısır’da “Özgürlük ve Adalet Partisi” ismiyle iktidar olması, ABD’nin bir halk hareketi karşısında “Mübarek’i verip, rejimi kurtarma” stratejisinin sonucudur. ABD, çok eskiye dayanan MK çalışmasıyla bu örgütün bir kanadını “Amerikan İslamcısı” yapmayı başarmıştır.

Jöntürk internet sitesi bu konuda da dikkat çekici bir bilgi sunuyor. 1928 yılında Hasan El Benna tarafından kurulan örgütün 1950’lerde Benna’nın damadı Said Ramazan aracılığıyla en azından bir kanadının CIA güdümüne sokulduğu anlaşılıyor.

Said Ramazan MK’yi etkinleştirmek ve Kahire’ye karşı kalkan bulmak için 1953 yılında Washington’a gidiyor ve ABD Başkanı Dwight Eisenhower ile görüşüyor.

 

Sağ başta elinde kâğıt olan Said Ramazan, emperyalizmin desteğini aradığı 4 yılın sonunda, 1957 yılında CIA ajanı Robert Dreher tarafından “şirket”e eleman olarak kaydediliyor!

Nitekim Washington o yıllarda Sol ve Arap Milliyetçiliğine karşı İslamcı akımları kullanmayı planlıyor.

ABD Türkiye’de de Fethullah Gülen gibi isimlere Komünizmle Mücadele Dernekleri kurdurarak ve kimi İslamcı kesimleri Kanlı Pazarlarda kullanarak Sol’la ve Kemalizm’le mücadele etmiştir!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
27 Aralık 2012

, , , , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

CIA BAŞKANI’NIN İSKENDERUN SIRRI

Amerikan devleti içindeki çarpışmanın göstergesi olan CIA Başkanı David Petraeus’un istifasıyla ilgili gündeme gelen nedenlerin başında, onun Bingazi’deki saldırıyı “izlemekle” yetinmesi geliyordu…

Gerçekte CIA üssü olan Bingazi’deki büyükelçilik binasına Müslümanlara hakaret eden bir film gerekçe gösterilerek saldırı düzenlenmiş, ABD Büyükelçisi Chris Stevens ile 3 diplomat ölmüştü! Hatta bir iddiaya göre film protestosu bahaneydi ve organize bir saldırıyla CIA üssünden belge çalınmış, adam kurtarılmıştı!

Petraeus, 15 Kasım’da Kongre İstihbarat Komitesi’ne CIA Başkanı olarak bu konuda ifade vermeden birkaç gün önce evlilik dışı ilişkisini gerekçe göstererek istifa etti! Ancak istifanın üzerinden ortaya saçılanların önemi nedeniyle, Petraus Komite’ye eski başkan olarak ifade vermek durumunda kaldı.

ABD basınına yansıdığına göre Petraeus, başından beri saldırının “bir terör saldırısı” olduğunu ve saldırganların El Kaide bağlantılı olduğunu raporlarında belirttiğini savundu. Petraeus, Beyaz Saray’ın ilk açıklamalarında “terörist” yerine “aşırı gruplar” ifadesinin neden yer aldığını bilmediğini söyledi.

Bu “aşırı grup” ile “terörist” farkının neden ön plana çıkarıldığı önemli. ABD Kongresi’nin bunun üzerinde neden durduğunu anlamamızı sağlayacak bazı olguları ve iddiaları inceleyelim.

STEVENS’IN SON YEMEĞİ

İngiliz Sunday Times gazetesi, 11 Eylül’de saat 21:30’da öldürülen ABD Büyükelçisi Chris Stevens’ın o akşamki yemeğini bir Türk diplomatla yediğini yazdı. Sunday Times’ın 15 Eylül tarihli bu haberi 17 Eylül’de Sabah gazetesinde “son yemeğini Türk diplomatla yemiş” başlığıyla duyuruldu.

Jöntürk haber sitesi ise 14 Kasım’da yeni bir iddia ortaya attı ve Chris Stevens’le öldürülmeden bir saat önce görüşen bu Türk diplomatın, Türkiye’nin Bingazi Konsolosu Ali Sait Akın olduğunu haber yaptı.

Jöntürk, iddiaya kaynak olan ABD’li yetkililerin, görüşmenin olağan olmadığına dikkat çektiklerini belirtiyor.

Peki, o görüşme neden olağan değildi?

Anlatacağız ama Chris Stevens’ın Suriye’ye silah sevkiyatında kilit bir isim olduğu bilgisinin son dönemde bazı haber sitelerinde yer aldığını özellikle belirtelim.

LİBYA’DAN GÖNDERİLEN 400 TON KARGO

Aydınlık, 21 Ağustos’ta “İnsani yardım gemisiyle Libya’dan militan getirdiler” başlığıyla çok önemli bir haber yapmıştı. Aydınlık’a göre El Entisar isimli bir gemi Libya’dan İskenderun’a gelmiş ve gemiden inen 24 militan bir otele yerleşmişti. Aydınlık bu 24 militanın Suriye’ye geçmeyi konuştuklarını yerel kaynaklara dayandırarak duyurmuştu.

Ancak olay 24 militandan çok daha önemliymiş.

14 Ekim tarihli Times of London’da yer alan ve ABD Kongre raporuna dayandırılan bir haberde, Libya bandıralı El Entisar adlı geminin 400 ton kargoyla İskenderun limanına demirlediği belirtiliyordu. Gemide karadan havaya uçaksavar füzeleri, RPG’ler ve MANPAD tipi füzeler olduğu iddia ediliyordu. Silahlar Suriyeli muhalifler içindi.

Haberde, 400 ton kargo ile Suriye’ye şimdiye kadarki en büyük silah sevkiyatının gerçekleştiği belirtiliyordu.

Oysa resmi açıklamaya göre, gemide İHH aracılığıyla temin edilen tıbbi malzeme vardı!

PETRAEUS GELDİ, YÜK BOŞLADI

İskenderun yerel basınında çıkan 22 Eylül tarihli bir habere göre “yolcular inmiş ama yük boşaltılmamıştı”, çünkü Ankara’dan izin bekleniyordu.

Jöntürk’e göre günlerce bekleyen gemi, 6 Eylül’de yasal izin alıyordu!

Tam burada, CIA Başkanı David Petraeus’un 2 Eylül’de “Suriye ve terörle mücadele” gündemiyle Türkiye’ye geldiğini anımsatalım. İlginçtir, Petraeus, 6 ay önce 12 Mart’ta da Türkiye’ye gelmişti!

KONSOLOSA VERİLEN GÖREV

Ancak bu silah sevkiyatı Rusya’nın tepkisini çekiyordu.

Jöntürk’ün iddiasına göre Başbakan Erdoğan, Moskova’nın tepkisi üzerine, Bingazi Konsolosu Ali Sait Akın’ın ABD’lilerle görüşmesini istiyordu.

İşte Chris Stevens’ın ölümünden sonra haber olan “son yemek” iddiaya göre bu görüşmeydi!

MOSKOVA’DAN KALKAN UÇAK

Bitirirken bir olayı daha anımsatmalıyız. Bu olaydan bir ay sonra, 10 Ekim’de Moskova’dan kalkan bir Suriye yolcu uçağı, “füze var” istihbaratı üzerine zorla Ankara’ya indirildi. İstihbaratın kaynağı ise CIA’ydı!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
19 Kasım 2012

, , , , , , ,

1 Yorum

ULUDERE İSTİHBARATINI KÜRTAJCI DOKTORLAR VERDİ

Başbakan Erdoğan’ın “her kürtaj bir Uludere’dir” sözleri büyük ilgi çekti. Başbakan Erdoğan’ın sezaryene karşı çıkmasını yerinde buluyoruz ancak kürtaj ile Uludere arasında bağ kurmasını, en iyimser ifadeyle, İdris Naim Şahin’e verilmiş, “her alanda en iyi benim” mesajı olarak anlıyoruz!

Yalnız mesele kürtaj ile Uludere bağı kurularak kapanmayacak gibi anlaşılıyor. Zira Uludere’yi Suriye’ye, kürtajı da Ergenekon’a bağlamaları yakındır!

KÜRT SORUNU BİTMİŞ!

Erdoğan’ın o konuşması, haliyle bu tarihe geçecek saptaması üzerinden konuşuldu hep. Ancak o konuşmada bizi daha çok ilgilendiren, Erdoğan’ın “Kürt sorunu bitmiştir” demesiydi.

Oysa PKK’nin saldırılarını, üstelik yeni bir tarzla tırmandırması, Erdoğan’ın iddiasıyla çelişiyor. Ya da Hakan Fidan’ın Oslo müzakerelerinde belirttiği üzere, Erdoğan ile Öcalan yüzde 95 mutabıktır ve Başbakan buna dayanaraktan kesin konuşmaktadır.

CIA – MOSSAD TARZI

PKK’nin Kayseri Pınarbaşı Emniyet Müdürlüğü’nde patlattığı bomba, kuşkusuz yeni bir saldırı tarzına işaret ediyor. Nitekim Mehmet Faraç 10 gün önce uyarmış ve bu yeniliğe dikkat çekmişti.

PKK’nin Muş – Varto’da bir astsubayı sırtından vurması, Hakkâri’de işçi öldürmesi bu tarz değişikliğinin başka işaretleridir. Öte yandan PKK, devlet görevlilerini hatta AKP’li yöneticileri de kaçırmaktadır.

Öncelikle saptayalım: Bu tip eylemler, CIA – MOSSAD tarzıdır!

Ve hem PKK’yi kimin kontrol ettiğini ortaya koymaktadır hem de bu eylemlerle asıl neyin amaçlandığını…

MÜZAKEREDE EL GÜÇLENDİRME HAMLESİ

PKK’nin bu yeni tarzı ile saldırılarını yükseltmesi zamanlaması bakımından önemlidir ve öncelikle “acaba PKK hükümeti yeniden masaya mı oturtmaya çalışıyor?” diye düşündürtmektedir.

Ancak birincisi Başbakan Erdoğan’ın son dönemde sık sık “terörle mücadele, siyasetle müzakere” mesajı vermesi, ikincisi bir AKP’li milletvekili üzerinden “PKK’ye genel af meselesinin” gündeme getirilerek kamuoyu tepkisinin ölçülmesi ve üçüncüsü de hükümete yakın kimi kalemlerin iki aydır PKK’yle müzakerenin yeniden başladığını belirtmeleri, bu saldırılara başka bir anlam yüklüyor.

Açık ki, PKK müzakere masasında elini bu saldırılarla güçlü tutmaya çalışıyor! Yeni Anayasa’da, Yeni Türkiye’de yer istiyor.

ABD BU İŞİN NERESİNDE?

Ancak hükümet PKK saldırılarını başka türlü görmek istiyor, daha doğrusu başka türlü yorumlanmasını istiyor. Örneğin İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, Kayseri’deki bombalı saldırıyı düzenleyen teröristlerin Suriye’den giriş yaptığını, sınır ötesi bağlantıları tespit ettiklerini açıkladı.

Sanki PKK bugüne kadar Kayseri’de ikamet ediyordu da, sınır dışından giriş yapması o yüzden şaşırttı! Şahin’in açıklamalarının “canlı bombalar Suriye’den” başlığıyla verilmesi, zaten asıl niyeti ortaya koyuyor.

PKK Kandil’de, Kandil Kuzey Irak’ta, Kuzey Irak Barzani kontrolünde, Barzani Ankara’da, Gül ve Erdoğan’ın kanatları altında, Ankara Washington kontrolünde… Ama Suriye’ye saldırmak isteyenler, PKK’yi Beşar Esad’ın yönettiğinde ısrarlı!

O nedenle elbette “her kürtaj bir Uludere’dir!”

Ki zaten Uludere istihbaratını da kürtajcı doktorlar vermiştir!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
28 Mayıs 2012

, , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

CIA AJANLARI SIKIŞTI

Irak’ta ve Afganistan’da yenilen, güneyde Latin Amerika bloğunun, Pasifik’te Çin’in ve Ortadoğu’da Rusya ile İran’ın baskısı altında olan ABD, siyaseten girdiği gerileme döneminde sadece askeri yenilgiler almıyor!

ABD’nin meşhur CIA’sı da bu gerilemenin ağır kayıplarını yaşıyor.

İRAN, CASUS UÇAĞI ELE GEÇİRDİ

ABD’nin “en son yüksek teknoloji” ürünü olan süper casus uçağı RQ-170 Sentinel uçağı İran tarafından ele geçirildi. ABD önce bu gerçeği sakladı, sonra Afganistan’da görevde olan bir casus uçağıyla irtibatın kesildiğini duyurdu.

Peki, uçak nerede ele geçirilmişti? Afganistan hava sahasında mı, yoksa İran hava sahasında mı? ABD bir türlü resmi açıklama yapamıyordu. Zira yanıt Afganistan olsa, ABD işgali altındaki topraklarda İran’a yenilmiş olurdu.

Eğer yanıt İran hava sahası olsa, bu hem uluslararası anlaşmalara aykırılık oluşturacak, hem de yine ağır yenilgi anlamına gelecekti.

Üstelik birkaç gün sonra İran’ın sergilediği RQ-170 Sentinel, yara da almamıştı. Acaba İran, elektronik casusluk yoluyla Sentinel’i ele mi geçirmişti? Bu üstüne bir de teknolojik yenilgi demekti.

Gerçek ortadaydı ve gizlenemezdi. ABD Başkanı Barack Obama, yenilgiyi kabul etti ve uçağı İran’dan resmen istedi.

İran Dışişleri’nin yanıtı anlamlıydı: “Obama, İran hava sahasının ve uluslararası yasaların ihlal edildiğini, casusluk operasyonları yürütülmüş olduğunu ve İran’ın iç işlerine müdahale edildiğini unutmuş görünüyor. Özür dilemek ve yaptıkları ihlalleri kabul etmek yerine, uçaklarını geri istiyorlar.”

İran Savunma Bakanı General Ahmet Vahidi son noktayı koydu: “ABD’nin avlanan casusluk uçağı İran’a aittir.”

Bu arada ABD’nin Somali operasyonundaki bir MQ-9 tipi insansız hava aracı da (predatör) Şeyseller üzerinde düştü.

TAHRAN, 12 CIA AJANI YAKALADI

İran, ABD’nin casus uçağından önce de, bir CIA şebekesini çökertti.

Şebeke, suikast düzenlemek ve çeşitli devlet birimlerindeki gizli belgeleri ifşa etmek üzere organize olmuştu.

İran İstihbarat Başkanı Haydar Moslahi, İran aleyhinde casusluk yapan 12 kişinin tutuklandığını, bu kişilerin CIA’ya çalıştıklarını belirtti.

HIZBULLAH, 10 CIA AJANI YAKALADI

İran gibi Hizbullah da CIA şebekesi çökertti. Dahası Hizbullah, 10 kişilik CIA ekibinin kimliklerini de kamuoyuna açıkladı.

Hizbullah sözcüsü içinde kadınların da olduğu şebekenin “devlet memurları, güvenlik personeli ve askeri personel ile din adamları, bankacılar ve akademisyenlerden oluştuğunu” belirtti.

CIA sözcüsü Jennifer Youngblood, El Manar’da açıklanan isimlerin gerçekten CIA çalışanı olup olmadığı konusunda bir açıklama yapmayı reddetti.

İran ve Lübnan’da ağır yenilgiler alan CIA, diğer bölge ülkelerinde de kan kaybedecek gibi görünüyor. Zira CIA adına çalışan yerel isimler, bir zamanlar birlikte çalıştıkları isimleri açığa düşürmeye başladılar bile! Hem de Türkiye’de…

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
16 Aralık 2011

, ,

1 Yorum

%d blogcu bunu beğendi: