Posts Tagged Tansu Çiller

ÜÇÜNCÜ TÜRK – AMERİKAN SAVAŞI

Em. Tümg. Alaettin Parmaksız, kitabını da yazmıştı. Yani, ABD’nin Türkiye’yi nihai düşman görmesi TSK’nin bilgisi dâhilindedir. Ve aslında ABD Türkiye’ye savaşı daha 1991’de ilan etmişti. Bugün üçüncü Türk – Amerikan Savaşı yaşanmaktadır:

BİRİNCİ SAVAŞ

ABD’nin 1991’de Irak’a saldırısı, sonuçları açısından değerlendirilirse aslında Türkiye’ye açılmış bir savaştı. Irak’ın kuzeyinde kurulacak ikinci bir İsrail (Kuzey Irak) bu savaşın ana cephesiydi. Birinci Türk – Amerikan savaşının can alıcı çarpışmaları şunlardı:

ABD, Muavenet Zırhlısı’nı vurdu: ABD, 2 Ekim 1992 günü Ege’deki fiili ateş bölümü olmayan bir ortak asker tatbikatta, ateş düğmesi çok kademeli olmasına rağmen “yanlışlıklı” Türk zırhlısı Muavenet’i vurdu ve 5 askerimizi şehit etti.

Em. Albay Erdal Sarızeybey, Muavenet’in Eşref Bitlis’e gözdağı vermek için batırıldığını belirtmişti. Bitlis, ABD’nin Kürdistan Projesi’ni bozmak için 3 Ekim 1992 günü, yani Muavenet’in vurulmasından bir gün sonra, Irak’ın kuzeyine harekât düzenleyen komutandır.

Eşref Bitlis Katledildi: Jandarma Genel Komutanı Org. Eşref Bitlis, 17 Şubat 1993 günü uçağına yapılan bir sabotajla katledildi. Hem ABD – PKK ilişkisini, hem de ABD’nin Çekiç Güç’le Irak’ın kuzeyinde kukla bir devlet kurmaya çalıştığını saptayan ve buna engel olmaya çalışan Eşref Bitlis, Pentagon’un baş düşmanıydı!

Birinci Türk – Amerikan savaşının bu döneminde Uğur Mumcu başta olmak üzere aydınlarımız katledilmiş ve Sivas katliamı yaşanmıştı.

Çelik Harekâtı: Türk Ordusu, Birinci Savaş’ın ilk dönemine yanıtı Çelik Harekâtı ile başlattı. 35 bin kişilik Türk Ordusu, ABD’nin ikinci İsrail’ine girdi. Başbakan Tansu Çiller’den habersiz başlatılan harekât sonunda, Washington 5 bin CIA peşmergesini Guam adasına çekmek durumunda kaldı. ABD’nin bu harekâtı engellemek için Gazi Mahallesi’nde Alevi – Sünni çatışması tezgâhladığını da anımsatalım.

28 Şubat: Birinci Türk – Amerikan Savaşı’nın ikinci döneminin bir diğer önemli hamlesi de 28 Şubat 1997’de ABD’ye meydan okunmasıdır. 28 Şubat Türkiye’nin “haçlı irtica”ya karşı hamlesi ve Atlantik’ten bölgesine ve Avrasya’ya yönelmesinin bir adımıdır. Bu döneme girilirken ABD “Türk Ordusunun hizadan çıktığını” tespit etmiştir.

Birinci Türk Amerikan Savaşı sonucunda Türkiye, ABD’nin hamlelerine yanıt vermiş ve Kuzey Irak’a yerleşmiştir!

İKİNCİ SAVAŞ

Binyılın Meydan Okuması: ABD, Türkiye’ye ikinci savaşı 2001 yılında ilan etti. Ekonomik krizle felç edilen Türk ekonomisi sayesinde ABD hızla yeni araçlarını devreye soktu: TSK’ye Hilmi Özköz darbesi yapıldı ve 3 Kasım 2002’de sandıktan AKP çıkartıldı.

Önüne Türk Ordusu’nu Kuzey Irak’tan atma hedefi koyan ABD, Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun “28 Şubat bin yıl sürecek” kararlılığına Nevada’da “binyılın meydan okuması” tatbikatı ile karşılık verdi.

Türk askerine çuval geçirilmesi: Çıkmayan 1 Mart tezkeresinin intikamını almak ve Türk Tugayı’nı Kuzey Irak’tan atmak için hamle yapan ABD, 4 Temmuz 2003 günü TSK’nin Süleymaniye’deki karargâhına girerek Türk askerlerini esir aldı, başlarına çuval geçirdi. Erdoğan – Özkök ikilisi hem verilecek tepkiyi yumuşattı hem de adım adım Türk Tugayı’nı Kuzey Irak’tan geri çekti. Türk askeri 2003 -2007 yıllarında bölgeden çekildikçe PKK büyüdü, ikinci İsrail yani Barzanistan konumunu sağlama aldı.

Ergenekon Operasyonu: Hilmi Özkök’ün 2002’de TSK’ye darbesiyle başlatılan Ergenekon operasyonu, fiilen 2007 yılında TSK ve İşçi Partisi’ni hedef alarak genişletildi. Türkiye’nin bağımsızlığı için mücadele veren siyasetçilerle, Türk Ordusu’nun millici ve Avrasyacı komutanları, sözde darbe yapacakları iddiasıyla dalga dalga tutuklandı.

Kürt Açılımı: ABD 2009 yılında AKP’ye “Kürt Açılımı” görevi verdi. Böylece Kuzey Irak cephesi fiilen Güney Doğu Anadolu’ya açılmış oldu! Bu dönemde Türk Ordusu’na sınır ötesi operasyon yasaklandı.

ÜÇÜNCÜ SAVAŞ:

Üçüncü Türk – Amerikan savaşının ana hedefi artık doğrudan Türkiye’dir!

Füze radarı: AKP üzerinden Kürecik’e İran ve Rusya’yı hedef alan füze radarı kuran ABD, böylece Türkiye’yi bu ülkelerle de karşı karşıya getirmiş oldu.

ABD – İsrail tatbikatı: Şubat 2012’de ABD ile İsrail ortak bir tatbikat yaptı. Tatbikatta sanki İran’dan yönelmiş gibi bir Sparrow füzesi atılarak hem İsrail’deki hem de Kürecik’teki radarın çalışması kontrol edilmiş oldu. Ayrıca iki radar arasında veri alışverişi yapıldı.

ABD – İsrail – Yunanistan tatbikatı: Kıbrıs açıklarında geçen hafta başlayan ve 5 Nisan’a kadar sürecek ABD – İsrail – Yunanistan tatbikatında, Türkiye düşman ülke! Tatbikat, İsrail ve Güney Kıbrıs’ın ortak doğalgaz platformunu hedef alacak Türk Hava Kuvvetleri’ni bertaraf etmeyi amaçlıyor. Tatbikatın senaryosuna göre Türk savaş uçakları, Kürecik’teki radarla izlenecek ve ABD gemisinden ateşlenecek füzelerle vurulacak!

Üçüncü Türk – Amerikan Savaşı’yla başarılmak istenenler ise sırasıyla şunlar: İçeride: Yeni Anayasa, Başkanlık Sistemi, Demokratik Özerk Kürdistan ve Yeni Türkiye, yani Türk – Kürt Federasyonu! Dışarıda: Suriye’ye savaş, Kuzey Irak’ın Kuzey Suriye ile birleştirilmesi ve Akdeniz’e açılması, İran’a savaş.

Ancak uyaralım: Hem bölge hem de Türkiye’nin hamle sırasıdır artık!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
4 Nisan 2012

, , , , , ,

4 Yorum

MİT OLAYI VE GLADYO’DA ÇATLAK

Fethullah Gülen’in cemaatine “Bir kere daha kefeni yırtıp, bir kere daha yeniden gömlek giyin” demesiyle yeni bir boyut kazanan AKP – Cemaat mücadelesinin sebebi nedir?

Erdoğan’ın, partisine Atlantik ilişkileri sağlayan Fethullah Gülen’e yargıyı, emniyeti ve mülki idareyi sunması, Cemaate yeterli gelmedi mi?

ABD içindeki Ortadoğu stratejisi çatışmasıyla ve ABD ile İsrail arasındaki çelişmelerle, Erdoğan ile Gülen arasındaki çelişmelerde paralellik var mı? İnceleyelim:

İLK ÇATIŞMA: MAVİ MARMARA OLAYI

AKP ile Cemaat arasında giderek sertleşen mücadelenin başlangıcı Mavi Marmara olayıdır.

9 yurttaşımızı yitirdiğimiz, İsrail’in Gazze’ye gitmek isteyen Mavi Marmara gemisine yaptığı askeri müdahale Erdoğan ile Gülen’i karşı karşıya getirmişti.

Erdoğan İsrail’i “devlet terörü” yapmakla suçlarken, Fethullah Gülen Wall Street Journal’e yaptığı açıklamada, İsrail’le uzlaşılmamasını eleştirmiş ve AKP’nin yol verdiği İHH’nın İsrail’in onayı olmadan yola çıkmasını “otoriteye başkaldırı” olarak nitelemişti.

O gün genel medyanın üzerinde çok durmadığı bu farklı tutum, giderek derinleşecekti…

ABRAMOWİTZ, ERDOĞAN’I HEDEF ALDI

AKP ile Cemaat arasında çelişmelerin derinleştiği bu son dönemde, ABD’den ilginç bir çıkış gelmişti.

Erdoğan’ı bulunduğu makamlara çıkaran isimlerden eski ABD Büyükelçisi Morton Abramotiwz, Hürriyet’te, Başbakan’ı tiranlıkla suçlamıştı!

EYMÜR’ÜN ROLÜ

Gözaltına alınan ve açıklamalarına “resmiyet” kazandırılan eski MİT’çi Mehmet Eymür, ifadesinde, eski Başbakan Tansu Çiller’in MOSSAD’la görüştüğünü ifşa etti. Bu aynı zamanda Türk Gladyo’sunun açığa düşürülmesiydi.

Kâşif Kozinoğlu, şüpheli ölümünden önce Aydınlık’a gönderdiği notlarında, Eymür’ün, Gülen’in 50 bin dolar maaşlı adamı olduğunu belirtmişti!

MOSSAD’IN HAKAN FİDAN’A TEPKİSİ

Erdoğan’ın 26 Mayıs 2010’da MİT Müsteşarı olarak atadığı Hakan Fidan’ı bu makama çok önceden hazırladığı belliydi.

Fidan daha 2008 yılında Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nda Türkiye temsilcisiyken, İran’ın barışçıl amaçlarla nükleer program geliştirme hakkına sahip olduğunu söylemiş ve İsrail’in tepkisini çekmişti.

İsrail, Türkiye ile İran arasındaki “uranyum takası” anlaşmasının mimarı olarak da Hakan Fidan’ı görüyordu.

Fidan MİT Müsteşarı olduğunda, Haaretz gazetesi, onun Davutoğlu ile birlikte Mavi Marmara olayını planladığını ve Türkiye’nin İran’la ilişkilerini geliştirmesinde rol aldığını yazarak, İsrail’in hoşnutsuzluğunu dile getirdi.

Hoşnutsuzluğun boyutu, İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak’ın 1 Ağustos 2010’daki sözlerinde dana net görülüyordu: “İran destekçisi bir adam Türkiye MOSSAD’ının başına atandı. Onların elinde önemli miktarda sırrımız var. Son iki aydaki izlenimimiz, bu sırları İran’a açabilecekleri şeklinde.”

OSLO GÖRÜŞMESİ

Başbakan Erdoğan’ın özel temsilcisi olarak PKK ile masaya oturan Hakan Fidan’ın Oslo’daki görüşme ses kaydı internete düşmüştü.

Hem MİT hem de PKK, görüşmeyi sızdırmadığını açıklamıştı!

ULUDERE OLAYI

Uludere’de 34 yurttaşımızın yanlışlıkla bombalanması olayında cemaat yazarları, ilk andan itibaren istihbaratın kaynağının MİT olduğunu savunarak, bu kurumu hedef aldı.

Oysa gerçek başkaydı. Aydınlık, istihbaratın kaynağının ABD olduğunu ve ABD Predatörünün, Türk F-16’larından 18 dakika önce ilk bombayı attığını ortaya çıkardı. Bu haber, halen yalanlanmadı!

SURİYE’YE MÜDAHALE SIKINTISI

Çeşitli olgularla açıklamaya çalıştığımız bu çatlağın giderek derinleşmesi, ABD’nin ve dolayısıyla Türkiye’nin İran ve Suriye politikalarıyla ve Irak’ın kuzeyindeki yapının geleceğiyle doğrudan ilgili…

ABD’nin Suriye’ye sokmak istediği Türkiye’nin kararsızlığı, Ankara’nın sıkışması kavgayı büyütüyor.

Bu kavgayı incelemeyi sürdüreceğiz…

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
13 Şubat 2012

, , , , , , , ,

Yorum bırakın

ERBAKAN DA ERGENEKONCU OLURDU

“Türkiye’nin sorunlarının çözümü, ABD kıskacından kurtulmaya bağlıdır.”

Bu sözler, eski Adalet Bakanı, Saadet Partisi Genel İdare Kurulu üyesi Av. İsmail Müftüoğlu’na ait.

Müftüoğlu, önceki gün Ulusal Kanal’daki Ufuk Ötesi programımızın konuğuydu. Kendisiyle iki saate yakın süren program boyunca dış politikadan, AKP’nin nasıl kurulduğuna dair pek çok konuda konuştuk. Ancak programdaki en önemli saptama, işte bu cümleydi…

ABD’ye karşı olduğunu program boyunca her fırsatta dile getiren eski Adalet Bakanı İsmail Müftüoğlu, AB’ye de karşı olduğunu, AB’nin bir sömürü düzeni olduğunu vurguladı.

ERGENEKON SORUŞTURMASININ ARKASINDA ABD VAR

İsmail Müftüoğlu, yürütülmekte olan Ergenekon soruşturmasının arkasında ABD’nin olduğunu özellikle vurguladı.

Müftüoğlu’na göre soruşturmayla tutuklanan şahsiyetlerin hemen hepsinin bazı ortak özellikleri vardı:

Türkiye’yi büyük bir badireye sokacak olan 1 Mart tezkeresine itiraz etmişlerdi, hatta tezkerenin geçmesini bizzat engellemişlerdi… Hemen hepsi ABD karşıtıydı… Pek çoğu, Türkiye’nin NATO’dan çıkmasını istiyordu…

Eski Adalet Bakanı İsmail Müftüoğlu, Kıbrıs davasının büyük kahramanı Rauf Denktaş’ın bile adının bu soruşturmaya karıştırıldığına dikkat çekti.

Ancak Müftüoğlu’nun en çarpıcı sözleri ise Necmettin Erbakan’la ilgiliydi. Müftüoğlu’na göre yaşasaydı ve sağlık durumları o zaman elverseydi, Erbakan da Ergenekoncu ilan edilebilirdi… Müftüoğlu’na göre, bu ihtimalin dayanağı, Erbakan’ın milli duruşuydu!

ÇİLLER – BİR ANLAŞMASI

Saadet Partisi Genel İdare Kurulu üyesi İsmail Müftüoğlu, 23 Şubat 1996 tarihinde imzalanan Türkiye – İsrail Askeri işbirliği anlaşmasının yürürlükte olduğunu; ABD’nin de füze kalkanı ile yürürlükteki bu anlaşmayı onayladığını belirtti.

Müftüoğlu, yürürlükteki bu anlaşmanın Tansu Çiller – Çevik Bir ikilisinin eseri olduğu belirtti.

YANDAŞ BASININ YALANLARI

Geçen haftalarda Saadet Partisi heyeti olarak Suriye’ye gittiklerini hatırlatan İsmail Müftüoğlu, ilginç bir anekdot anlattı. Humus’da, kendilerini izleyen bir Türk gazetesinin muhabiri, Müftüoğlu namaz kılarken, İstanbul’a haber geçer. Telefonda, her yerin yandığını, Suriyeli askerlerin muhaliflere ateş açtığını vs. anlatır.

Namazını bitiren Müftüoğlu, muhabire serzenişte bulunur, “ayıp değil mi, neden yalan söylüyorsun, bak ortalık güllük gülistanlık” der. Muhabirin yanıtı ibretliktir: “Patronum böyle haber istiyor!”

ERDOĞAN’A ABRAMOWİTZ YOL VERDİ

AKP’nin kuruluşuna ve eski öğrencilerine de değinen İsmail Müftüoğlu, Erdoğan’ın başbakanlığa gelişi sürecinde önemli bir isme, dönemin ABD büyükelçisi Morton Abromowitz’e de değindi.

Müftüoğlu, Abramowitz’in Erdoğan’la, daha Refah Partisi İstanbul İl Başkanı’yken temasa geçtiğini belirtti.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
29 Ocak 2012

, , , , , , ,

Yorum bırakın

KKTC’Yİ TANITMAYANLAR

Eski AKP milletvekili Fevzi İşbaşaran’ın Denktaş’ın arkasından söyledikleri, son 10 yılda uğradığımız kültürel erozyonun bir göstergesi oldu. Kuşkusuz Denktaş’ı hedef alan bu seviyedeki sözler, Başbakan Erdoğan’ın Denktaş için söylediği “o adam bitmiştir” düşmanlığının bir yansımasıdır.

Eski AKP’li milletvekili İşbaşaran’ın Denktaş’ı darbecilikle suçlaması da, KKTC kurucu Cumhurbaşkanı’nı Ergenekon soruşturmasında hedef alan merkezle uyum içinde olduklarını gösterir.

AMERİKANCI YÖNETİMLERİN ORTAK SESİ

Biz o sözlerdeki başka bir gerçeği sorgulayacağız bugün.

Eski AKP’li vekilin şu sözleri Türkiye’deki Amerikancı yönetimlerin ortak tutumudur: “KKTC, Genel Kurmay’ın ilan ettiği bir devlettir. Zaten devlet olarak tanıyan da yok.”

Bu sözler sadece İşbaşaran’ın değil, Özal’ın, Çiller’in ve de Tayip Erdoğan – Abdullah Gül ikilisinin sözleridir.

Bu sözler Annancıların sözleridir!

TANIMAYA KALKANLARA ENGEL OLDULAR

Bu Amerikancı yönetimler, aynı zamanda KKTC’nin tanınmasının önünde “engel” olanlardır.

Dikkat edin, “KKTC’nin tanınması için çalışmadılar” demiyorum, “KKTC’nin tanınmasına engel oldular” diyorum.

Azerbaycan’ın, Pakistan’ın ve Bangladeş’in çeşitli dönemlerde KKTC’yi tanıma isteğinin önüne geçip, “Aman durun, böyle bir şey yapmayın. Bizi de ABD ile karşı karşıya sakın getirmeyin” dediler.

ÖZAL DÖNEMİ

Özal’ın dönemiyle başlayalım.

Tarih 1987. KKTC Dışişleri Bakanı Kenan Atakol, KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın talimatıyla beş ülkeye yönelik bir tanınma ziyaretine çıkıyor. Atakol, Maldiv Adaları, Birleşik Arap Emirlikleri, Umman Sultanlığı, Pakistan ve Bangladeş’i ziyaret ediyor.

19 Ocak 1987 tarihli Cumhuriyet gazetesinden devam edelim:

“Türkiye’nin ayrıca, açıkça KKTC’nin tanınması talebiyle sahneye çıkmayacağı, ancak uzun dönemde tanıma sürecini açacak olan ‘eşit muamele’ kavramını ortaya atacağı belirtiliyor. Ancak, açıkça KKTC’nin tanınmasını istememekle birlikte, Türkiye’nin İslam ülkelerinin KKTC ile kültürel, ticari ve sportif alanlarda temas etmeleri yolunda bir çağrının bildiride yer almasını arzuladığı anlaşılıyor. Türkiye’nin Kıbrıs konusundaki beklentilerini düşük tutmasının iki nedeni var: 1. Türk tarafı BM Genel Sekreteri’nin hazırladığı son belgeyi kabul ederek Rumların bu öneriyi reddetmiş olmasının ışığında uluslararası alanda avantajlı bir konuma geçti. Tanınma konusunda bir karar çıkartılması, Türk tarafının BM Genel Sekreteri’nin yürüttüğü süreçten ayrıldığı şeklinde görülebilir ve dolayısıyla avantajlı durumunu yitirmesine yol açabilir. 2. Türkiye’nin KKTC’nin tanınması konusunda zirveden bir karar çıkartabilmesi için İslam zirvesinde yeterli siyasi desteği toplayabilmesi güç gözüküyor. Türkiye, istediğini elde edemeyerek zirvede prestij kaybına uğramak istemiyor.”

AKP DÖNEMİ

Tarih 2004. Türkiye yine Rumların reddettiği bir BM Genel Sekreteri planı sonrasında uluslararası bir avantaj elde etti. Daha doğrusu Türkiye’yi yönetenler Türk milletine böyle söyledi. Ve Türkiye yine bu avantajı kaybetmemek için, değil tanınma, ambargoların kaldırılması için bile uğraşmadı!

Tarih 2005. Türkiye bu kez İslam Konferansı Örgütü’nün genel sekreteri oldu. 18 yıl önce zirvede prestij kaybetmemek adına KKTC’nin tanınması girişiminde bulunmayan Türkiye, prestiji elde etti ama hâlâ bir girişimde bulunmadı!

Bulunmadığı gibi, geçen bu yıllar içinde KKTC’yi tanımaya kalkan ülkeleri durdurdu, engel oldu!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
17 Ocak 2012

, , , , ,

1 Yorum

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın