Posts Tagged Türk
Çözümün önündeki iki engel
Posted by Mehmet Ali Güller in Politika Yazıları on 30/08/2025
Açılıma karşı olduğunu söyleyeni hemen sıkıştırmaya çalışıyorlar: “Barışa karşı mısın yani?”, “PKK silah bırakmasın mı yani?”
Açılıma karşı olmak, barışa karşı olmak anlamına elbette gelmiyor, hele PKK’nin silah bırakmasından memnun olmamak anlamına hiç gelmiyor. Bu tür propagandalar, açılımcıların üçkağıtçılığıdır.
Peki açılıma neden karşıyım?
1) Aynı aktörler, beşinci (2007-2009, 2010-2011, 2012, 2013-2015, 2025) kez açılım yapıyor. Farklı sonuç alınması olası mı? Problemin kaynaklarının probleme çözüm bulması olası mı?
2) İktidarın meselesi hiçbir zaman Kürt sorununa çözüm olmadı. Tersine, açılımlar taktik amaçlarla yapıldığı için, hatta daha büyük sorunlar doğurdu. (Son açılımın sonucundaki hendek savaşını anımsayın.)
3) İktidarın açılımcılığı, sorun çözmenin değil, iktidarını sağlamlaştırmanın, Türkiye’yi ABD’nin Ortadoğu düzeniyle uyumlaştırarak dış desteği sürdürebilmenin aracıydı. İktidarın açılımcılığı, aynı zamanda ulusal-devleti aşındırmada müttefik cephesi inşa etme taktiğiydi.
Açılımın ABD’nin yeni düzeniyle ilgisi
4) Son açılım ise içeride yeniden cumhurbaşkanı olabilmenin yolunu açabilme ve dışarıda ABD’nin yeni Ortadoğu düzeninden pay alabilmenin yoludur.
İsrail’in Filistin, Lübnan, Suriye ve İran’a saldırdığı ve Suriye’de Esad rejiminin yıkıldığı zeminde, ABD yeni bir Ortadoğu düzeni inşa etmeye çalışıyor. İsrail merkezli bu düzenin temel hedefi İran’dır. ABD ve İsrail, İran’ı Azerbaycan-Ermenistan hattı üzerinden kuzeyden, Türk-Kürt-Arap ittifakı ile batısından kuşatmak istemektedir.
İktidarın açılımı Türk-Kürt-Arap söylemiyle, Safeviye karşı Yavuz-Kürt İdris ittifakına atıfla, Suriye’deki gelişmelere paralel şekilde ve içeride Kürt ve Alevi cumhurbaşkanı yardımcıları gibi Lübnanvari bir idari yöntem alıştırmasıyla ele alıyor olması, esasa işaret etmektedir.
Kısacası açılımın aktörlerinin esas amacı, ABD’nin İsrail hegemonyasında yeni Ortadoğu düzeni inşasına uygun şekilde hazırlanmaktır.
Türk ve Kürt ırkçılığı
Bu köşede sürece dair yazılar yazdım, Youtube kanalımda geniş yayınlar yaptım. Aynı yazıya, aynı yayına iki uçtan gelen “zıt suçlamalar”, çözümün önündeki iki engel grubun kim olduğuna işaret ediyor.
Örneğin kendimi “Kürt kökenli Türk vatandaşı” diye tanımlamama Kürt ırkçısı “Kürt kökenli diye bir şey yok, ya Kürtsün, ye değilsin” diye, Türk ırkçısı da “Kürt kökenli diye bir şey yok, bu ülkede yaşıyorsan Türksün” diye tepki gösteriyor. Yani “Kürt kökenli Türk vatandaşlığım” Kürt ırkçısını da Türk ırkçısını da rahatsız ediyor.
Boy, budun, klan, kavim, kabile, etnisite, ulus tarihsel olarak çeşitli toplum düzenleri içindeki sosyolojik kategorilerdir. Çağımızın ana sosyolojik kategorisi ulustur. Hatta feodalite aşılırken, devrimlerle önce ulusal devletler kurulmuş; uluslar onu izlemiştir. (Massimo d’Azeglio’nun “İtalya’yı yarattık, şimdi de İtalyanları yaratmalıyız” sözü, bu tarihselliğin özüdür)
Ulusal devletler inşa olurken, tarihsel, toplumsal, ekonomik vb. nedenlerle, içlerindeki en büyük/güçlü/ileri olan etnik grup, ulusal devlete rengini vermiştir. Örneğin Frankların Fransa’ya rengini vermesi, diğer etnik grupların Fransız olmasını engellememiştir. Çünkü ulusal kimlikler, siyasal ve kültürel kimliktir, çatı kimliktir, etnik kimlik değildir.
Bizim coğrafyamızda da Türk etnik grubu tarihsel nedenlerle Türk devrimine rengini vermiştir. Buna ah vah etmenin bir anlamı yok. Türk, Kürt, Çerkes başta 24 etnisite, Türk ulusal kimliği adı altında birleşmiştir. (Şartlar başka türlü olsaydı, devrime Kürtler rengini verseydi, “Türk kökenli Kürt vatandaşı” olunacaktı bugün örneğin.)
Bu konuları tartışmayı sürdüreceğiz ama kısa bir izin istiyorum. Bugünden itibaren 15 kişilik bir gazeteci grubu olarak Çin’in Xinjiang-Uygur Özerk Bölgesine bir inceleme gezisi yapacağız. Xinjiang-Uygur Özerk Bölgesi hükümetinin davetlisi olarak, Çin’in İstanbul Başkonsolosluğu, Türkiye-Çin Dostluk Vakfı ve Yeni Dünya Araştırmaları Merkezi koordinasyonunda yapacağımız bu gezi, gündemimiz açısından da yararlı bir gözlem olacaktır.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
30 Ağustos 2025
Devlet-PKK barışı
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 12/07/2025
Türk basınının önemli bir kısmında olay şöyle resmedildi: 1984’te, Eruh-Şemdinli baskınlarıyla terör saldırılarına başlayan PKK, 11 Temmuz’da silah bırakarak “Türk-Kürt barışının” önünü açtı!
Oysa bu doğru değil.
Resmi devlet belgelerinde de sıkça yapıldığı üzere PKK’yi 1984’e pozisyonlamak, PKK’nin 1984 öncesinde, özellikle 70’lerin ikinci yarısında Türkiye’nin doğusunda Türk ve Kürt sosyalistleri katletmesini, bölgeden sosyalist örgütleri tasfiye etmesini perdelemek anlamına geliyor.
Bugünü “Türk-Kürt barışı” diye sunmak ise ilkinden daha vahim bir hataya neden oluyor. Türk ile Kürt savaşmadı ki barışsın! Yarım yüzyıl süren teröre rağmen, aynı şehirdeki, aynı mahalledeki, aynı apartmandaki Türk ile Kürt birbirine düşman olmadı. (Dünyada daha azıyla iç savaş yaşanmış ülkeler var.)
Dolayısıyla bu bir Türk-Kürt barışı değildir, devlet-PKK barışıdır.
Öcalan’ın 2013’teki talimatı
30 PKK’linin silah bırakması ve devamında 30 kişilik gruplar halinde sıra sıra diğerlerinin de silah bırakacak olması, meselenin esası açısından bir anlam ifade etmiyor. Zira PKK’nin ana gövdesi, geride kalan yıllar içinde adım adım Suriye’ye geçti; PKK PYD/YPG’leşti, SDG’leşti.
Öcalan, önceki açılım sürecinde, 2013’te, Türk devlet yetkilisinin önünde, Sırrı Süreyya Önder’le talimat iletiyor Kandil’e. “Artık asıl mücadele alanı Suriye’nin kuzeyidir” diyor Öcalan, “örgüt oraya geçsin” diyor…
Ve Sırrı Süreyya Önder, daha sonraki bir görüşmede talimatın sonucunu aktarıyor Öcalan’a: “Sizin Suriye hakkında serzenişlerinizi Kandil’le paylaştık. (…) Şu anda on bin, on beş bin arasında bir gücün orada bulunduğunu, bunu çok kısa bir zaman içerisinde yirmi binli rakamlara doğru evirebileceklerini aktardılar.”
Öcalan yanıt olarak şöyle diyor: “Otuz bin de olabilir, kırk bin de olabilir.” (Abdullah Öcalan, İmralı Notları, s.68).
Ve oluyor. 70 bin kişilik bir güçten bahsediyor Öcalan aylar sonraki bir başka görüşmede.
Erdoğan ve Öcalan’ın kırmızı çizgileri
Kaldı ki o açılımın kesintiye uğramasının nedeni de esas olarak Suriye’nin kuzeyidir. Yine devlet yetkilisinin önünde yapılan heyet-Öcalan görüşmelerinden aktarayım.
Sırrı Süreyya Önder, Başbakan Erdoğan’la görüşmelerini iletiyor Öcalan’a. Şöyle demiş Erdoğan: “Tek bir kırmızı çizgim var. O da Suriye’dir. Orada Kuzey Irak benzeri bir yapılanmaya asla izin vermeyeceğim.”
Öcalan’ın yanıtı ise şöyle: “(Sinirlenerek) Sen de ona söyle. Biz de merkezi Suriye devleti içinde Kürtleri asla eritmeyeceğiz. Bu da bizim kırmızı çizgimizdir.” (İmralı Notları, s.179)
Bu durumda sormamız gerekiyor: İdlib’de ABD ve Türkiye destekli gruplar, 27 Ekim’de başlayacakları Şam’a yürüyüşün son hazırlıklarını yaparken, ve Bahçeli 1 Ekim’de DEM’lilerle tokalaşıp ardından 22 Ekim’de “Öcalan gelsin TBMM’de konuşsun” diyerek bu süreci başlatırken, Erdoğan mı yoksa Öcalan mı kırmızı çizgisinden taviz veriyordu?
Perdenin arkası
Evet, PKK’nin silah bırakmasına elbette aklı başında hiç kimse itiraz edemez. Ama perdenin önünde gösterilenle yetinmeyip, perdenin arkasında aslında ne olduğunu sorgulamak geleceğimiz açısından, Türk-Kürt birliği açısından çok önemlidir. Üç gün önce “siyaset yapan HDP/DEM’e” bile tahammül edemeyen, partilerini kapatmaya çalışan, milletvekillerini TBMM’den kovmak isteyen Cumhur İttifakı ne oldu da üç gün sonra 180 derece pozisyon değiştirdi? Bunu sorgulamak, her açılımdan sonra ortaya çıkan yeni “düşmanlıkları” önlemenin gereklerindendir.
Dış gelişmeleri içeride kullanarak iktidarını sağlamlaştıranların ve bunu yeni müttefiklerle devleti ve rejimi dönüştürmekte kullananların hesaplarını çözümleyebilmektir esas olan. Bu nedenle bu yazıyı, lütfen “Yeni Ortadoğu için yeni PKK” başlıklı önceki yazımla birlikte okuyunuz.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
12 Temmuz 2025
TÜRKLERİN TARİHİ: ARASIZ KAYNAŞMA
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 15/12/2013
Osmanlı Ordusu’nda 5. Ordu Kurmay Başkanlığı yapan Alman subay Franz Carl Endres’in “İttihat Terakki ve Osmanlılar” kitabında, Doğu Perinçek’in başlattığı “Türk ırkı var mı?” tartışmasına katkı sunacak bilgiler var.
Bugün kitaptaki bu ilgili bölümü dikkatinize sunuyoruz:
TÜRK SÜREKLİ BAŞKA MİLLETLERLE KARIŞTI
“Önce şu tespit yapılmalı: Bugün Türk adıyla işaret ettiğimiz, binlerce yıl sayısız milletle karışma yoluyla ari özellikleri kaybolan büyük Türk soyudur.
“Osmanlı tipi olağanüstü fazla karışım gösterir.
“Saf Türk tipi, yalnızca dünya tarih dalgalarının en az dokunduğu ilk halk dallarında kalmıştır. Bunlar bugün hâlâ bin yıllar öncesindeki gibi steplerde yaşayan, ilk zamanlardaki gibi yemekleri, içecekleri ve aynı adetleri olan göçebe Kırgızlardır.
“Yabancı kadınlarla evlenme imkânı olmayan Kırgızlar soylarına tamamen sadık kalmıştır.
“Türkiye’de sadece çok az insanda görülen en eski Türk tipi, tıknaz, kısa, kalın, kuvvetli kemikli vücut yapısı ihtiva eder. Büyük basık şekilli bir kafaya Moğol kesimli küçük kara gözler yerleşmiştir. Basık bir alın altında basık bir burun çıkıntısı vardır. Sakal gür değildir, saç rengi siyahtan kahverengiye, deri rengi sarımtraktan sarıya değişir.
“Moğollar bu tipten biraz daha kesin görünümle ayrılır, öyle ki sade Moğol’u tasvir etmek için bu sıfatların önüne bir ‘çok’ daha eklenir.
OSMANLI KARIŞIMDAN KÂRLI ÇIKTI
“Kuran inananlara eş seçiminde ırk sınırlaması getirmediğinden modern Osmanlı bu orijinal tipten çok uzaklaşmıştır. Osmanlıların Anadolu’da görünmeye başlamasından itibaren –o zamanki Kırgız tiplilerin- Ermeni, Arap, Rum, Yahudi, Güney İslav gibi belli bazı sınırlar içinde bütün milletlerden kadınlarla sürekli karışma olmuştur. Bu, bugün Türk dünyasında Moğol’dan çok, Yahudilerin güzel, badem gözlerinin görülmesine, ince, uzun boylu ari kökeni açığa vuran Osmanlılara veya Rumların karakteristik büyük burunlarını taşıyan insanlara rastlanmasına, nihayet, ‘Türk özelliği’ ile etnografik olarak hiç ilgisi olmamasına rağmen gür sakalın Osmanlı özelliği olmasına neden olmuştur.
“Osmanlılar bu insani karışımdan şüphesiz karlı çıkmıştır.
“Bugün Türkiye’ye biraz yabancıymış gibi gelen bu Moğol tipler, ırk karışımıyla gelen tip değişimine karşı en eski ırkın son görünen direnişidir.
“Her atlasta ‘köken ırk’ın oturduğu yerleri bulabiliriz. Köken ırkın yeri, Angara’nın ve Yenisey’in, Ob ve Irtiç’in kaynak ve kaynağına yakın bölgesidir. Yani 80 ve 100 derece boylam ve 45-55 derece enlemle sınırlanmıştır.
KAVİMLER GÖÇÜNÜN ETKİSİ
“İlk zamanlarda iki kavimler göçü yaşandı.
“Çin kaynaklarına göre, mavi gözlü ve sarışın komşuların yerlerinden atıldıktan sonra bir kavim, yani tahminen Finliler, kuzey batı yönünde Tobol’a dek ilerlemiş, sonra da Volga’ya dek yayılmışlardır.
“İkinci bir kavim iki kolda ilerlemiştir. Bir kolu güneydoğu yönünde Tiyenşan Dağları ve bugünkü Urmutçi Şehri üzerinden Lob Çölü’ne doğru, diğer kol güneybatı yönünde Aral Gölü’nün, Hazar Denizi’nin ve Karadeniz’in kuzey kıyısına doğru ilerlemiştir.
“Almanlar için ilginç gelebilecek benzer bir çalışma da, İskitlerin ve Saksonların, belki de Parthların da Türk olabileceğidir. Hunlar ise şüphe götürmeyecek şekilde Türk’tür. Dil izleri Avarların, Bulgarların ve Hazaraların da böyle olduğunu tahmin ettirmektedir. Yalnızca Alanlar ve Roksolanlarda bir delil bulunamamıştır.”
NUH’A DAYANAN KÖKEN
Güray Beken’in Dharma Yayınları için çevirdiği kitapta, Nuh’a dayanan “Moğol geleneğine göre Türklerin kökeni” haritası ile “Dil ağacı” da var. Ayrıca Franz Carl Endres “İttihat Terakki ve Osmanlılar” adlı kitabında, görev yaptığı tarihte Osmanlılardaki etnik haritayı da çıkarmış, nüfusların ayrıntılı dökümünü yapmıştır.
Peki, biz ne düşünüyoruz? Türk ırkı var mı? Ya da başka ırklar var mı? Yasin Aktay’a neden bu kadar tepki oldu? Yarın da bu sorulara yanıt vereceğiz…
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
15 Aralık 2013