Posts Tagged Öcalan

PKK YOLSUZLUK OPERASYONUNA NASIL BAKIYOR?

Yolsuzluk operasyonu sonrası gelişmelere bakıldığında görülecektir ki, Erdoğan’ın en sıkı müttefiki Öcalan ve PKK’dir!

Nitekim BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş meseleye nasıl baktıklarını açıkça ortaya koydu: “Yolsuzluk operasyonu çözüm sürecini bozar.” (Vatan, Hüseyin Yayman, 26 Aralık 2013)

Zaten BDP’ye göre sadece yolsuzluk operasyonunu değil, AKP aleyhine olan her şey çözüm sürecini bozacaktır. Haklılardır!

Zira AKP ile PKK’nin “çözüm süreci” dediği süreç, Türkiye’nin çözülmesi sürecidir ve Erdoğan ve AKP yıkılırsa, çözülme duracaktır!

O nedenle PKK sadece yolsuzluk operasyonu ile sallanan hükümete destek olmuyor, ona yol bile gösteriyor. Örneğin PKK’nin iki numaralı ismi Cemil Bayık, AKP’nin yolsuzluk operasyonundan kurtulmasının tek yolunun Kürt sorununu çözmesinden geçtiğini açıkladı. (Hürriyet, 20 Aralık 2013)

OSLO’DAKİ AYRIŞMA

Gelin bir saptama yaparak durumu netleştirelim: Aslında AKP, PKK ve Cemaat Oslo sürecine kadar ortaktı! Gladyo’nun bu üç bileşeni de Büyük Kürdistan planına uygun hareket ediyordu. Oslo’da ortaklık bozuldu. Cemaat ile AKP-PKK ayrı düştüler.

Ortaklığın bozulmasının nedeni Cemaatin ABD’nin Büyük Kürdistan planından ayrılması değildi kuşkusuz…

Oslo süreci, Cemaatin Güneydoğu’yu tamamen PKK’ye bırakması yönünde geliştiği için ayrışma yaşandı. Cemaat uzun zamandır Güneydoğu’ya yatırım yapıyordu ve bölgede “Saidi Nursicilik’in ve Gülenizm’in” egemen olmasını istiyordu.

İşte bu ayrışmayla birlikte Oslo mutabakatı satır satır sızdırıldı. Peki, kim sızdırmıştı? Cemaat PKK’yi, PKK de Cemaati suçladı hep.

Kimin sızdırdığı artık daha da somuttur.

PKK’NİN AKP’YE GEZİ’DE VERDİĞİ DESTEK

Oslo’daki bu ayrışma sonrasında AKP ile PKK birbirine daha da sıkı sarıldı. Zaten ikisi de Cumhuriyet’in çözülmesini arzulama açısından birbiriyle yarışır durumdaydı.

AKP ile PKK’nin birbirine yapışması, bir siyasi ittifakın ötesinde bir durumdu. Örneğin Öcalan, MİT Müsteşarı Hakan Fidan üzerinden Erdoğan’a yönelecek bir tehlikeye karşı kendisini kalkan yapabiliyordu: “Süreci esastan bozan güç kim diye baktım. Savcının 7 Şubat MİT’e darbesi. Ben bir darbeyi sezdim. Cezaevi müdürüne ‘MİT Müsteşarı Hakan Bey’i yalnız bırakmamak gerekir’ dedim. Sözlü, yazılı iletişime geçtim, 5 ay önce tekrar kanal açıldı, diyalog başladı.” (Milliyet, 28 Şubat 2013)

Öcalan, Paris’te 3 PKK’li kadının öldürülmesini de “7 Şubat darbesi devam ediyor” diyerek değerlendirdi, Haziran Halk Hareketini de “7 Şubat’ın devamı” şeklinde yorumladı.

Dahası, Haziran Halk Hareketi’nin Erdoğan’ı yıkabileceği görüldüğü anda, AKP’ye can simidi attı. “Taksim’i ulusalcılara bırakmayın” diyerek örgütüne hedef gösterdi.

Çünkü BDP ilk günden itibaren Gezi eylemlerini tıpkı AKP gibi, bir darbe girişimi olarak okumuş ve daha 1 Haziran’da BDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken, parti olarak eylemlerde yer almayacaklarını ilan etmişti. Öyle ki, Başbakan Vekili olan Bülent Arınç, kendisine canlı yayında teşekkür etmişti.

GLADYO PARÇALANIYOR, ÇÖZÜLME SÜRECİ SONA ERİYOR

Özetle Erdoğan ile Öcalan, AKP ile PKK birbirine herkesten çok muhtaçtır. Birinin olmaması, diğerinin Türkiye’ye dair planı uygulayamamasına yol açar.

BDP’nin normal zamanlarda “muhalefet” yapması fakat en kritik zamanlarda AKP’ye destek çıkması, bundandır.

PKK de bilmektedir ki, çözüm süreci denilen çözülme süreci, en iyi Erdoğan’la uygulanır. İmralı ve Kandil o nedenle “Erdoğan’sız AKP” projelerine de karşı çıkmaktadır.

Ancak Türkiye artık yeni bir rotaya girmiştir ve o rotada Galdyo’nun üç çocuğu olan AKP, PKK ve Cemaat yoktur. Dolayısıyla yeni rotada çözülme değil, birleşme yaşanacaktır.

AKP ile PKK ortaklığının milletimizi ayrıştırdığı süreç, Gladyo parçalanırken, sona ermektedir!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
29 Aralık 2013

, , , , ,

1 Yorum

ÖCALAN’IN ARAÇSAL DEĞERİ BİTTİ

Aydınlık’ın “İşte İmralı’daki Apo” yazı dizisi çok öğretici. Sadece Abdullah Öcalan’ın 1999’dan 2013’e nasıl değiştiğini anlamamızı sağlamıyor, aynı zamanda onun varlık nedenini de ortaya koyuyor!

Gelin bugün Öcalan’ın siyasi tarihine kısa bir göz atalım:

ÖCALAN’IN İLK MİT BAĞI

Gazeteci Avni Özgürel, Bakaa’da görüştüğü sırada Öcalan’a, kendisini 1966-1967 yıllarında Fikir Ajansı’ndan anımsadığını söyler. Öcalan’ın yanıtı çarpıcıdır: “Doğru hatırlıyorsun. Ama ben bunları bir müddet sonra açıklayacağım.” Refik Korkut’un yönetimindeki Fikir Ajansı, aslında MİT’in bir yan kuruluşudur.

Bu ilişki orada kalmaz. Örneğin Öcalan 1972’de SBF’de Şafak Bildirisi dağıtmaktan bir grup öğrenciyle birlikte gözaltına alınmış, fakat MİT’in devreye girmesinden sonra Askeri Savcı Baki Tuğ, Öcalan’la ilgili görüşünü duruşmada değiştirmiştir. Öcalan böylece serbest kalmıştır.

Abdullah Öcalan’ın 24 Mayıs 1978’de evlendiği Kesire Yıldırım’ın MİT’le bağlantılı olduğu artık biliniyor. Öcalan ve Kesire Yıldırım’ı evlendikten üç ay sonra Ankara’dan Diyarbakır’a götüren isim ise ordudan ayrılma Pilot Necati’ydi.

Öcalan yıllar sonra bu ilişkileri, “MİT’i kullandım” diyerek açıklamaya çalışmıştır.

ÖCALAN FİDAN’A KALKAN!

Ancak Öcalan’ın MİT’i değil, MİT’in Öcalan’ı kullandığı ortadadır. Nitekim Öcalan artık “konumuna araçsal bir değer biçilmesini anlamlandırdığını” söylemektedir. (Özgür Gündem, 18 Ağustos 2013)

Çünkü Öcalan, 2005’ten itibaren de yine MİT’in denetimine girmiş, MİT’in aracı olmuştur! Önce Emre Taner’in, ardından da Hakan Fidan’ın…

Hatta Cemaat’in 7 Şubat operasyonu ile MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı tutuklamaya kalkması üzerine Cezaevi Müdürü’ne “Hakan Bey’i yalnız bırakmamak gerekir” demiş ve “araçsal konumunu” yükseltmiştir!

ELDEN ELE DOLAŞAN ARAÇSAL KONUM

Aslında Öcalan’ın siyasi tarihini incelemek, aynı zamanda kimin aracı olduğunu belirlemektir. Zira Öcalan “araçsal konumunu” sürekli yükselen kuvvetlere göre tayin etmektedir.

Örneğin MİT’ten sonra, Suriye’ye geçince Muhaberat’ın aracı olmuştur. 1991’den sonra ise CIA’nın aracı olmaya terfi etmiştir.

1991’den önce kendisine yapılan “ABD emperyalizminin denetimine girme” uyarıları, artık daha anlamlı ve öğreticidir! O uyarılar sadece Kürtler için değil, bugün daha iyi görülmektedir ki, aslında tüm bölge için hayatiydi!

Ancak Öcalan’ın değeri “araçsal konumunu” sürekli yükseltebilmesine bağlıdır ve o bölge ile birlikte olmak yerine, bölgeyi işgale gelen ABD’ye taşeron olmayı yeğlemiştir. Solculuk maskesini de o nedenle atmak durumunda kalmıştır.

AÇILIM’IN ORTAK BÖLENLERİ

1999-2004 yılları arasında İmralı’da TSK’nin denetiminde olması ise onu yeniden ve tam tersi bir çizgiye itmiştir. Öcalan bu kez “araçsal konumunu” Türk Ordusu’na ve onun bölge merkezli dış politikasına göre uyarlamıştır.

Artık Atatürk’ü öven, Kürt isyanlarının bastırılması gerektiğini savunan, Şeyh Sait’i İngiliz ajanı ilan eden, Kürt kimliği talebini gereksiz ve yararsız bulan, birlik mesajları veren bir Öcalan portresi vardır karşımızda…

Sonrasında ise yine yükselen kuvvetin aracı olmayı seçmiştir. AKP, ABD’nin desteğinde Cumhuriyet mevzilerini tek tek ele geçirirken, Öcalan da yeni sürece uyum göstermiş ve bu kez kendisini Erdoğan ile MİT müsteşarlarının kontrolüne bırakmıştır!

Dahası Öcalan yazdığı özel bir mektupla, açıkça Erdoğan’a biat etmiştir. Erdoğan ile Fidan’ın denetiminde Açılım Süreci’nin ortak böleni olmuştur!

ARAÇSIZ ÇÖZÜM DÖNEMİ

Tüm bu özet tablo şu iki gerçeğe işaret etmektedir:

1) Öcalan, zora göre konumlanır ve kuvvetlinin denetimine çabucak girer.

2) Öcalan’ın ABD ve AKP nezdindeki araçsal konumu, şu anda Açılım Süreci adı altında Türkiye’nin parçalanması için kullanılmaktadır.

Türkiye’nin birliği ve Kürtlerin gerçek anlamda özgürlüğü, öncelikle Öcalan’ın araçsal konumunun ortadan kaldırılmasından geçmektedir. Kürt halkını Öcalan’dan, Türk milletini Erdoğan’dan kurtarmak, yeniden birliğin formülüdür.

İşte Aydınlık bu yazı dizisiyle, enstrümansız çözümü, yani asıl çözümü, yani birlikçi çözümü Türkiye’nin gündemine getirmiştir.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
18 Aralık 2013

,

Yorum bırakın

DİYARBAKIR’DA BOP NİKAHI

Biz bu satırları yazmaya başladığımızda İbrahim Tatlıses ile Şivan Perver’in düeti bitmiş, Mesut Barzani ile Tayyip Erdoğan kürsüden kardeş olduklarını henüz ilan etmişti. Esas görüşmeyi, yani dün saat 18:00’de yapılacak görüşmenin içeriğini, o nedenle yarına bırakıyoruz.

Bugün sizlere Diyarbakır’da düzenlenen ilk “şovla” ilgili notlarımızı aktarıyoruz. Tabi kimi meslektaşlarımızın yorumlarını da ekleyerek…

ERDOĞAN ‘ÖCALAN’A ÖZGÜRLÜK’ MESAJI VERDİ

1. Değerli meslektaşım Cansu Yiğit’in dikkatini çekmiş: Meğer Barzani taraftarları Diyarbakır’da Kürtçe, PKK ve BDP ise Türkçe pankartlar asmışlar!

2. Erdoğan’ın kürsünden “dağdakiler inecek”, “hapishaneler boşalacak” sözleri gazeteciler arasında “Öcalan’a verilen özgürlük sözünü tutuyor” şeklinde yorumlandı.

3. İbrahim Tatlıses ve Şivan Perver kürsüde megri (ağlama) diyerek düet yaparken, başta Emine Erdoğan ve Bülent Arınç olmak üzere neredeyse tüm protokol ağlıyordu.

4. Barzani ve taraftarları Erdoğan’ın mitinginde Diyarbakır’da baş tacı edilirken ve Erdoğan Barzani’yi kürsüde kardeş ilan ederken, İstanbul’da dördüncü ameliyatına giren Berkin için toplananlar yine “düşman” ilan ediliyor ve gazlanıp, coplanıyordu…

ERDOĞAN KÜRDİSTAN’I SELAMLADI

5. Hürriyet’in deneyimli diplomasi muhabiri Uğur Ergan haklı olarak genç meslektaşlarını sosyal medyadan uyarıyordu: “Ohhooo. Ne kardeşim Esadlar, Malikiler, Ahmedinejadlar duyduk. 1 yıla kalmaz MEsEd BErzEni, ŞivEn Perver (soyadından şanslı) olur.”

6. Başbakan Erdoğan, Mesut Barzani’yi Irak Kürdistanı’nın başkanı olarak niteleyerek bu ifadeyi ilk kez kullanmış oldu. Daha önce Abdullah Gül Kürt Açılımı’nı başlattığında, uçakta gazetecilerle söyleşirken, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da Erbil’de başkonsolosluk açılması gündeme geldiğinde “Kürdistan” ismini kullanmıştı.

‘TÜRKİYE HİMAYESİNDE KÜRDİSTAN’ YÜRÜRLÜKTE!

7. Barzani kürsüden “çözüm sürecini destekliyoruz” diyerek Erdoğan-Öcalan mutabakatına desteğini ilan etti. Barzani’nin Erdoğan’a desteği, “Öcalan’a başbakan yardımcılığının, Barzani’ye de koordinatör vali yakıştırılmasına” neden oldu.

8. Erdoğan konuşmasında PKK’yi Diyarbakırlılara şikâyet etti: “Farklılıklara tahammül edemeyenler bu bölgeye refah getiremezler. Kendileri gibi düşünmeyenlere kast edenlere bölgeye demokrasi getiremezler.”

9. Barzani kürsüden Erdoğan’a seslenerek “yeni bir tarih oluşturma zamanı gelmiştir” dedi.

Erdoğan’ın yanıtı da şiir gibiydi, düet gibiydi: “100 yıl önce sınırları cetvelle çizmişlerdi. Bize sınır çizemezler. Geleceğimize sınır çizemezler. Erbil, Diyarbakır’ın kardeşidir.”

Tüm bu tumturaklı laflar, aslında ABD’nin “Türkiye himayesinde Kürdistan” projesinin maskesiydi!

ERDĞAN’IN BAĞDAT YALANI

10. Başbakan Erdoğan Diyarbakır ile Erbil’in kardeşliğine vurgu yaparken, bir de şöyle dedi: “Bağdat, Basra bombalanırken, Diyarbakır, Uşak, Adana kardeşleriyle birlikte gözyaşı döktü.

Oysa Bağdat ve Basra bombalanırken, Erdoğan Amerikan uçaklarına Türkiye’nin hava sahasını açıyordu.  Hatta Bağdat’ı bombalayan Amerikan askerlerinin sağlığına duacı olduğunu söylüyordu.

Dün Bağdat’ı bombalayan Amerikan askerlerinin sağlığına duacı olan Erdoğan’ın, bugün kürsünden Bağdat’ın vurulmasına ağladığını söylemesi ne kadar gerçekse, Erdoğan’ın Diyarbakır’da Türk-Kürt kardeşliğinden bahsetmesi de o kadar gerçektir!

11. Değerli meslektaşım Gamze Çınlar da, Diyarbakır’daki bu şovu, düeti, 400 çiftin evlendirilmesini, ağlamaları, genel af sözlerini, Kürdistancılığı,  “Diyarbakır’da BOP nikahı” olarak niteledi.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
17 Kasım 2013

, , , , , , , ,

Yorum bırakın

PKK’NİN YENİ HEDEFİ: İRAN

İran-PKK ateşkesi sona mı erdi?

PKK’nin İran kolu PJAK’a bakılırsa, İran 25 Ekim 2013’ta iki PJAK üyesini idam ederek ateşkesi bozan taraf oldu. PJAK da bu iki idam üzerine İran hedeflerine saldırılar düzenledi.

Peki, aslında olan ne? Gerçekten ateşkes bozuldu mu? Ateşkesi bozan kim? İran’ın hedefi ne?

PKK: İRAN AKP-İMRALI GÖRÜŞMESİNDEN RAHATSIZ

Gelin önce PJAK’ın konuyu nasıl ele aldığına bakalım. BBC Türkçe servisinin, PKK ve PJAK yetkilileriyle bu konuda yaptığı görüşmeye göz atalım:

PJAK’ın Genel Başkanı Hacı Ahmedi,  “İran’ın Kürt siyasi mahkûmları idam ederek 2011’den beri geçerli olan ateşkesi çiğnediğini ve son idamların Türkiye’ye yakınlaşma mesajı olduğunu” söylüyor. Ahmedi Türkiye’ye mesajın ne olduğunu da açıklamış: “İran, Türkiye’nin PKK lideri Abdullah Öcalan’la görüşmelerinden rahatsız ve bunu bozmak istiyor.”

Kongra-Gel Başkanı Remzi Kartal da idamları İran’ın Türkiye’ye mesajı şeklinde yorumluyor. Kartal’a göre mesaj şu: “Ortadoğu’da, özellikle de Suriye’de ortak hareket edelim.”

İRAN SURİYE’DE ÖZERKLİĞİ DESTEKLER Mİ?

Hem PJAK hem de Kongral-Gel İran’ın PKK’yi hedef alarak Türkiye’ye yakınlaşma mesajı vermeye çalıştığını söylüyor. İran’ın AKP-PKK görüşmelerinden rahatsız olduğunu savunuyor.

Bu açıklamalar, MİT kaynaklı bazı haberlerle de uyumlu gözüyor. Örneğin Yeni Şafak İran istihbarat şefi Kasım Süleymani’nin son dokuz ayda PKK yönetimiyle altı kez görüştüğünü, Tahran’ın PKK’den Türkiye’yle ateşkesini bozmasını istediğini, karşılığında da “Suriye’de özerk yönetimi destekleriz” mesajı verdiğini yazdı.

SURİYE’NİN BİRLİĞİNİ KİM SAVUNUYOR?

Gelin hep birlikte akıl yürütelim:

1. PJAK Genel Başkanı’na göre İran PJAK’la ateşkesi bozdu çünkü Türkiye’nin Öcalan’la başlattığı süreçten rahatsız.

Tahran Ankara ile PKK’nin yakınlaşmasından rahatsızsa, ki olabilir, hatta görüşme süreci baltalansın istiyorsa, neden PJAK’a saldırsın ve ateşkesi bozsun?

2. Yeni Şafak’ın iddia ettiği gibi Tahran, Türkiye-PKK ateşkesinden rahatsızsa, ki olabilir, bunun bozulmasının karşılığı Suriye’de özerk yönetimin desteklenmesi olabilir mi? Suriye’nin bölünmesi ABD’nin mi, Ankara’nın mı, yoksa Tahran’ın mı hedefi?

BARKEY: PJAK ATEŞKESİ BOZACAK

Bakın aslında Tahran’ın 25 Ekim’de iki PJAK’lıyı idam etmesiyle başlamış bir sorun değil bu gelişme. Her ne kadar Türkiye’de ve Batı basınında İran’ın idamlarıyla başlayan bir süreçmiş gibi tartışılsa da, gerçek başka.

Zira ateşkes Ekim’den önce, Ağustos ayı sonunda fiilen bozulmuş durumda. Nitekim o tarihten itibaren PJAK’ın çeşitli saldırılar yaptığı görülüyor. En son 11 Ekim’de, yani idamlardan iki hafta önce, PJAK Baneh’te saldırı düzenliyor ve beş Devrim Muhafızını öldürüyor.

Peki neden?

Yanıtı Kürdistan’ın mimarlarından Henri Barkey Ağustos ayında veriyor: “Türkiye’deki Kürtler çözüm sürecinde bir şeyler elde ediyorlar, Suriye’deki Kürtler ayaklanıyor, Kuzey Irak’taki Kürtler otonomi kazanmış… Geriye kim kaldı? İran. PJAK’ın şu anda İranlılarla ateşkesi var ama bu ateşkes devam etmeyebilir.” (Akşam, 5 Ağustos 2013)

Yoruma gerek var mı?

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
10 Kasım 2013

, , , , , ,

1 Yorum

HAKAN FİDAN PROJESİ OLARAK HDP

Abdullah Öcalan’ın İmralı tutanaklarında yer alan şu sözleri, MİT-Öcalan ilişkisinin en somut ifadesidir: “Süreci esastan bozan güç kim diye baktım. Savcının 7 Şubat MİT’e darbesi. Ben bir darbeyi sezdim. Cezaevi müdürüne ‘MİT Müsteşarı Hakan Bey’i yalnız bırakmamak gerekir’ dedim. Sözlü, yazılı iletişime geçtim, 5 ay önce tekrar kanal açıldı, diyalog başladı.” (Milliyet, 28 Şubat 2013)

Öcalan’ın Hakan Fidan’a destek olması hem PKK hem de MİT açısından ibretliktir ve daha önemlisi, Öcalan’ın Erdoğan’a yazdığı biat mektubuyla birlikte değerlendirildiğinde, PKK tarihi için kritik bir dönemeçtir.

Artık açıkça saptayabiliriz: İmralı’dan çıkan her siyasi mesaj, bir Hakan Fidan mesajıdır. Onun talebi dâhilinde ve AKP’nin ihtiyaçları doğrultusundadır.

BDP, ÖCALAN’IN EMRİNE DİRENDİ

HDP için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Doğrudur, BDP’den HDP’yi kurmasını isteyen Öcalan’dır, ama projenin sahibi Hakan Fidan’dır.

Öcalan, kendisini 21 Temmuz’da ziyaret eden Selahattin Demirtaş ve Pervin Buldan’la PKK ve BDP’ye şu mesajı gönderir: “Gidin tartışın benim önerimi; bir kısmınız orada, bir kısmınız burada olmasın, yerel seçimde BDP’li milletvekilleri HDP’ye geçsin.” (Radikal, 1 Ağustos 2013)

Ancak hem PKK hem de BDP içinde Öcalan’ın, daha doğrusu Hakan Fidan’ın HDP projesine karşı çıkanlar olur. Hatta BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, “Doğu’da BDP ile gireceğimiz kesin ama Batı’da BDP mi olur, HDP mi olur, henüz kararlaştırmadık” der. (ANF, 1 Ağustos 2013)

Netice: Öcalan’ın “hepiniz HDP’ye geçin ve HDP’yle seçime girin” emri dinlenmez. Demirtaş yönetimi, “Seçimlere Doğu’da BDP, Batı’da HDP ile girilecek” orta yolunu bulur.

PKK VE BDP’DE İÇ ÇARPIŞMA

Bu süreçte hem PKK’de hem de BDP’de çatlaklar oluşur.

Öcalan, PKK içinde Cemil Bayık’ın Murat Karayılan’ın yerine geçmesine direnemeyeceği için mecbur kalmıştır. Zira Bayık, Karayılan’ın uyum gösterdiği MİT-Öcalan sürecine mesafeli duran kesimdendir.

BDP içinde de çarpışma yaşanır. Demirtaş’ın adayların belirlenmesi noktasında PKK’nin bir kanadı ve Parti Meclisi ile karşı karşıya gelmesi, kongre çağrısının reddedilmesi ve istifasının konuşulması parti için kritik bir dönemeçtir.

HDP’NİN DÖRT HEDEFİ

Peki, Fidan ve Öcalan’ın “BDP’yi Türkiyelileştirerek HDP’ye aktarma” projesi aslında nedir? Neyi hedeflemektedir?

1. HDP projesi, aslında Erdoğan’ın Gezi’yi bölme ve etkisizleştirme projesidir.

Halk hareketine karşı Öcalan’ı devreye sokan MİT, ona “Taksim’i ulusalcılara bırakmayın” çağrısı yaptırmış ve PKK ile BDP’yi, soğuk durdukları Gezi’ye yönlendirmişti. Erdoğan, Apo posterleriyle meydanı bölmeyi ve Türk bayraklı büyük kitleyi alandan soğutmayı hedeflemişti.

Halk hareketi yeniden canlanacağı için proje yürürlüktedir. Nitekim Eylül ayında eşzamanlı olarak İmralı, Kandil ve BDP, Gezi’ye ve Gezi’deki geniş kitleye göz kırpmıştır.

2. MİT bu projeyle, Haziran Halk Hareketi’ne katılarak devrimcileşen büyük kitlenin doğal yatağına akmasını önlemeyi ve kitleyi en sonunda etkisizleştirecek sahte yataklara kanalize etmeyi hedeflemiştir. O kitlenin önüne “alın size sol” denilerek sahte bir havuz konulmuştur.

3. MİT’in “BDP artı Türk Solu” şeklinde projelendirdiği HDP’nin bir diğer hedefi de CHP’dir. Nitekim HDP Kongresi’nden sonra yerel seçimlerde İstanbul’da CHP-BDP ittifakı olabileceği dillendirilmiştir.

Hiçbir gerçekliği olmayan bu sözde ittifak ile CHP’nin devrimci, solcu, Kemalist kesimleri hedef alınmıştır. CHP’nin devrimci kanadının sistem için tehlikeli olabilecek bir ittifaka, örneğin İşçi Partisi ile bir ittifaka soyunmasındansa, BDP ile ittifak söylentileri içinde eritilmesi, tipik bir Gladyo operasyonudur.

4. Erdoğan ve MİT bir taşla bir kaç kuş vurmayı planlamaktadır. HDP ile Türk Solu’nu yutmayı, CHP’nin devrimci kesimlerini oyalamayı ve Halk Hareketini etkisizleştirmeyi hedefleyen MİT, aynı zamanda son tahlilde kanatlarını kırarak PKK’yi de daha biat eder hale getirmeyi planlamaktadır.

Doğuda güçlü ve Batı’da AKP’ye dalgakıran olacak bir PKK, Erdoğan için en önemli müttefiktir!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
31 Ekim 2013

, , , , , , , , ,

3 Yorum

BARZANİ-PKK ÇATIŞMASININ NEDENİ

ABD’nin bölgedeki ağırlığının güm geçtikçe zayıflaması ve başta Suriye olmak üzere Ortadoğu’nun önemli sorunlarında bölge inisiyatifinin gelişmesi, Washington’un aktörleri açısından bir merkezkaç eğilim yaratmaya başladı.

O aktörlerin bir kısmı merkezkaç etkisiyle bölgeye doğru yanaşma eğilimi gösterirken, bir kısmı da tamamen savrularak aktörlükten enstrümanlığa “terfi” etmektedir!

Son günlerde bölgesel Kürt sorunu bağlamında gelişen ve Kürt örgütlerini karşı karşıya getiren gelişmeler, işte bu merkezkaç eğilim nedeniyledir. İnceleyelim:

KÜRT SORUNU MERKEZLİ GELİŞMELER

1. Son iki yıldır AKP’nin himayesine girerek adım adım Bağdat’tan uzaklaşan Mesut Barzani, son olarak Irak Başbakanı Nuri El Maliki’yle anlaşma yoluna girdi. Zira artık ABD yoktu ve Maliki, Irak’ı birleştiriyordu. Maliki’nin Dicle Ordusu ile Barzani’ye “ezerim” mesajı vermesi, Erbil’i Ankara etkisinden çıkarıp, yeniden Bağdat’a yönlendirdi!

2. Barzani, Erbil’de toplanacak Ulusal Kürt Konferansı ikinci kez erteledi.

3. Suriye’deki Kürt örgütleri bölündü. Barzani’nin etkisindeki Suriye KDP’si, Suriye Kürtleri Ulusal Meclisi’nde ayrıldı. KDP’nin gerekçesi, Meclis’in İstanbul’da SUK ile anlaşmasıydı.

4. Erbil’de toplanan dört Suriye Kürt Partisi, Barzani’nin denetiminde birleşti.

5. Kuzey Irak’ta yapılan seçimlerde Barzani’nin partisi KDP’nin oyları arttı. 10 yıldır Kuzey Irak’ta faaliyet yürüten PKK’nin partisi PÇDK ise sadece üç bin küsur oy alabildi!

6. Erbil’de toplanacak Ulusal Kürt Konferansı’nın yapılamayacağı yönünde işaretler ortaya çıktı. Son olarak Kemal Burkay, bir araya geldiği Barzani’nin görüşünü açıkladı: Erbil, PKK’nin amaçları doğrultusunda gerçekleşecek Konferans’a izin vermeyecekti.

7. Barzani, Suriye PKK’si olan PYD’nin başı Salih Müslim’i Kuzey Irak’a sokmadı!

8. Erdoğan, yakın zamana kadar provokatör dediği ve Allawi-Haşimi ikilisine dayanarak yıkmaya çalıştığı Irak Başbakanı Nuri El Maliki’ye el uzattı. Erdoğan, diplomat kökenli milletvekili Volkan Bozkır’ı Bağdat’a göndererek, Maliki’yi Ankara’ya davet etti.

9. Öcalan’ın MİT üzerinden Erdoğan’a biat etmesiyle başlatılan AKP-PKK müzakereleri, hem Öcalan ile PKK’nin bir kanadını karşı karşıya getirdi hem de BDP’de kırılmalar yarattı. Bu süreçte Cemil Bayık en tepe yönetici oldu ve Öcalan’ın tersine bazı eğilimler gösterdi. Öcalan’ın seçimlere BDP yerine HDP ile girilmesini istemesi, BDP’yi böldü. Parti, “doğuda BDP, batıda HDP ile seçime girme” orta yolunu seçti. Selahattin Demirtaş’ın istifa hamlesi, Parti Meclisi’nin resti gibi etkenler ve hatta Altan Tan gibi BDP milletvekillerinin HDP’yi kadük ilan etmesi gibi çıkışlar, kırılmanın daha da derinleşebileceğine işaret ediyor.

ERDOĞAN, AYAKTA KALMAYA ÇALIŞIYOR

Peki, tüm bu gelişmeler ne anlama geliyor?

1. ABD’nin zayıflaması, Mesut Barzani’yi bölgeye yönelmeye itti. Barzani, Washington-Ankara hattına sırtını tamamen dönmedi fakat Bağdat’a doğru yanaştı.

2. Barzani bölgeselleşirken, Öcalan daha da Atlantikçileşti. İki yapı arasındaki çelişmeler arttı.

3. ABD’nin Suriye konusunda savaşsız çözüme mecbur kalarak Moskova’nın yol haritasına sarılması, Suriye’deki taşeronları olan Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan’ı zor durumda bıraktı. Katar manevralarla Suriye politikasını yumuşatmaya başladı. Suudi Arabistan ise ABD’ye rağmen eski pozisyonunu koruyacağını ve muhalefet üzerinden Esad’ı yıkmaya çalışacağını ilan etti. AKP ise Suriye konusunda Katar ile Suudi Arabistan arasında bir yerde kalarak durumunu korumaya çalışıyor.

4. Erdoğan, durumu korumayı esas alan bu çizgisini Irak’ta da uygulamak istiyor. Açık ki, Volkan Bozkır’ı Maliki’ye göndermesi, Ahmet Davutoğlu-Hakan Fidan ikilisiyle özdeşleşen çizginin tam karşısındadır. Erdoğan’ın, Davutoğlu-Fidan çizgisinin uçuruma sürüklediği hükümetini ve partisini koruyabilmek için, kendisini bölgeci adımlar atmaya teşvik eden kuvvetlere kulak açmış olduğu anlaşılıyor.

Bölge güçlenirken bölgeye el uzatmak, bakalım Erdoğan’ı ayakta tutabilecek mi?

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
25 Ekim 2013

, , , , , , , ,

Yorum bırakın

BDP’NİN İŞARET ETTİĞİ ÇÖZÜM

Haziran Halk Hareketi’nin ortaya koyduğu gerçeklerden en önemlisi, AKP ile BDP’nin nesnel olarak aynı cephede olduğu gerçeğiydi.

ATLANTİK MÜTTEFİKLERİ: AKP-BDP

Gezi Erdoğan’ı silkelemeye başlayınca, Öcalan “Taksim’i ulusalcılara bırakmayın” talimatı vererek PKK-BDP’yi alanlara yönlendirmiş, PKK de Öcalan posterlerini Türk bayraklarının içine sokmaya çalışmıştı.

Erdoğan da İmralı’nın yaptığı bu yardımı değerlendirmek üzere her gün ekranlara çıkmış ve “bölücü örgüt bayraklarıyla Türk bayrağını yan yana getirmeyi nasıl içinize sindirdiniz” diyerek, kamuoyunu yanıltmaya çalışmıştı. Öcalan’la müzakere yürüten, tabelalardan TC’yi, gönderden bayrağı indirmeye çalışan Erdoğan’ın Taksim’deki “orantısız zekâyı” aşamayan bu psikolojik savaş malzemesi, haliyle başbakanlığın elinde patladı!

AKP ile BDP’nin aynı cephede olduğunun son kanıtı ise Sırrı Süreyya Önder’in açıkça “İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni CHP kazanacağına, AKP kazansın” deme noktasına gelmiş olmasıdır! (Ahmet Hakan, Hürriyet, 20 Ekim 2013)

Cephe o kadar belirginleşmiştir ki, PKK her gün yurdun bir köşesinde şehitlik açarken, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da artık PKK-PYD’ye taziyede bulunabilmektedir. (Taraf, 20 Ekim 2013)

BDP: CHP, MHP, İP AYNI TARAFTA

AKP ile BDP’nin aynı cephede bulunduğu gerçeği, bağımsızlık mücadelesinin yönünü ve bileşenlerini saptamak bakımından hayatidir. Nitekim Atlantik Cephesi’nin AKP ve BDP kuvvetleri, o bileşenleri saptamaktadır!

Örneğin Almanya-Köln’de düzenlenen “Taksim ve Sonrası” konferansında konuşan BDP Eş Başkan Yardımcısı Meral Danış BeştaşCHP, MHP ve İşçi Partisi ile aynı tarafta yer alıyor” diyor. (ANF, 20 Ekim 2013)

Üstelik Beştaş bu sözleri konferansın bir diğer konuşmacısı olan CHP’li Sezgin Tanrıkulu’nun kendi partisini eleştirmesine katkı olarak yapıyor. Zira Tanrıkulu CHP’ye yeni bir kimlik kazandırma çabasında olduklarını, ancak bunu becerip beceremeyeceklerini henüz bilmediklerini söyleyerek, üstü kapalı şekilde CHP’deki ulusalcılığı yok etmeye çalıştıklarını dile getirmiş oluyor.

BDP’NİN IRKÇILIĞI

Ama Tanrıkulu ve benzerlerinin CHP’yi dönüştürmesi bile BDP’ye yetmiyor ve Köln’deki konferansta ona şöyle soruyorlar: “CHP’nin Türkiye dış politikasının ulusal güvenlik çerçevesinde ele alınmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?”

Her tarafından cehalet ve kör bir ırkçılık akan bu sorunun sahipleri, üstelik CHP’nin MHP ve İşçi Partisi ile aynı tarafta olduğunu saptadıktan sonra “biz ırkçılarla yan yana olmayız” diyebiliyorlar.

Ancak bunu diyen BDP Eş Başkan Yardımcısı Meral Danış Beştaş’ın asıl kendisi öyle bir Türk karşıtı ırkçılık anlayışına saplanmış ki, Erdoğan’ı konuşmasında ısrarla “Türk Başbakanı Erdoğan” diye nitelemektedir! Trajik olan ise Erdoğan’ın ulusalcı kesimlerin tepkisine rağmen ısrarla kendisini Türk diye nitelememesidir.

BDP’de ırkçılık öyle bir boyuta gelmiş ki, Türkiye’nin Atlantikçi yönetimler altında fiilen 20 yıldır Kuzey Irak’taki otonom yapıyı inşa etmesi bile Beştaş’ın kafasında “Türkiye Güney Kürdistan’ı (Kuzey Irak’ı) ekonomik olarak işgal etmiştir” şekline bürünebilmiştir!

ATLANTİK CEPHESİ, TÜRKİYE CEPHESİ

BDP Eş Başkan Yardımcısı’nın ırkçılıklarıyla köşeyi doldurmadan artık esasa gelelim.

Danış’ın kabaca yaptığı saptamayı, Erdoğan daha inceltilmiş olarak ve bileşenleri birbirine düşürmek amaçlı yapmaktadır sık sık: İşçi Partisi’nin sol parmağıyla CHP’yi, sağ parmağıyla MHP’yi idare ettiğini söylemektedir.

Türkiye’nin yurt savunması cephesindeki kuvvetlerinin parmak hesabı yapacak durumu yoktur. Nesnel olarak artık iki cephe vardır: Atlantik kuvvetleri olarak AKP-BDP cephesi ile Türkiye kuvvetleri olarak CHP-MHP-İşçi Partisi cephesi.

Ağır bir mücadeleyle geçecek 2014 yılında, herkes bu gerçeğe göre konumlanmak zorundadır! Aksi, bölünmüş Türkiye sonucudur!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
21 Ekim 2013

, , , , , , , ,

Yorum bırakın

YA ERGENEON OLMASAYDI?

Bugün tarihi bir gün.

Birinci önemi şundan: 2001’de başlayan ve 2007’de uygulanan Ergenekon tertibinde kritik bir dönemece gelindi. Özel Görevli Mahkeme kararını verecek.

İkinci önemi şundan: Türk milleti 5 Ağustos’ta Silivri’de kendi kararını ilan edecek!

Bugün siz bu satırları okurken, Özel Görevli Mahkeme ile Türk milletinin kararı tarih önünde mücadele ediyor olacak! O mücadeleyi daha sonra yazacağız.

Gelin bugün şu soruya dayanarak tersine bir tarih okuması yapalım: “Ya Ergenekon davası olmasaydı, bugün kim nerede olurdu? Bu tertip uygulanmasa Türkiye nerede olurdu?”

ERDOĞAN TORUN BÜYÜTÜRDÜ

1. AKP Hükümeti’nin 11 yılı olmazdı! Bu partiyi Cumhuriyet karşıtı odak ilan edebilen Anayasa Mahkemesi, korkmadan gereğini de yapabilirdi! Kapatılmış ve yöneticileri bu kapatma kararı nedeniyle siyasetten men edilmiş AKP, yeniden iktidar olamazdı.

Abdullah Gül diye bir Cumhurbaşkanı, Cemil Çiçek diye bir Meclis Başkanı olamazdı. Recep Tayyip Erdoğan torun büyütüyor olurdu. Üstelik daha mutlu ve stressiz olurdu; Haziran ateşine düşmez, Eylül sendromu yaşamazdı.

Kemal Kılıçdaroğlu, belki en fazla bir dönem daha CHP’nin grup başkanvekili olur fakat asla genel başkan olamazdı.

MHP Washington icazetli iktidarlara gizli ortak olan Devlet Bahçeli’den kurtulur, ülkücüler kan ağlamazdı.

Baraj düşmüş, Meclis milletin tercihini daha doğru yansıtmış olurdu. Meclis’e girmiş ve grup kurmuş İşçi Partisi özellikle dış politikada Türkiye’nin önüne bölgenin yüzünü güldürecek programlar getirirdi. Doğu Perinçek’li, Ferit İlsever’li, Mehmet Bedri Gültekin’li, Erkan Önsel’li bir meclis, Atatürk’ün meclisi gibi olurdu.

Yalçın Küçük Meclis’e girmez, dışarıdan muhalefet ederdi.

2. Türk Silahlı Kuvvetleri tarihinde Org. Necdet Özel diye bir Genelkurmay Başkanı olmazdı. Korgeneral Salih Zeki Çolak, 2019’da Genelkurmay Başkanı olsun diye orgeneral yapılmazdı. Kuvvet komutanları, ordu komutanları, kolordu komutanları hep farklı isimler olurdu.

Yaşar Büyükanıt askeri lojmanlarda daha rahat dolaşırdı ama Hilmi Özkök için hiçbir şey değişmezdi!

YİĞİT BULUT’A DANIŞAN OLMAZDI

3. Gazeteler el değiştirmez, bugün işsiz kalan pek çok gazeteci işini korurdu. Yiğit Bulut Başbakan danışmanı olamazdı. Mehmet Ocaktan TMSF’nin el koyduğu bir gazeteye Genel Yayın Yönetmeni olamazdı. Rasim Ozan Kütahyalı ve Nagehan Alçı köşe yazarı olamazdı. Emre Uslu ve Mehmet Baransu önüne gelen meslektaşına “artistlik” yapamazdı, haddini bilirdi. Ahmet Kekeç ve Salih Tuna yine yazardı ama edepli yazardı.

Turan Özlü Ulusal Kanal’ın Genel Yayın Yönetmeni, Deniz Yıldırım Aydınlık Genel Yayın Yönetmeni görevlerini sürdürürdü. Yerlerine aşama aşama gelen TGB’nin başkanları Adnan Türkkan ve İlker Yücel, belki de hiç yayıncı olmaz ve tarihe geçecek kitle önderleri olurlardı. Hikmet Çiçek usta gazeteci olarak kimleri kimleri yetiştirirdi. Tuncay Özkan televizyonu elinden çıkarmak zorunda kalmaz, Mustafa Balbay’ın bulunduğu Cumhuriyet daha az savrulurdu. Soner Yalçın pazarları tam sayfa yazmayı sürdürürdü.

4.  Mehmet Haberal uluslararası ününü pekiştirecek ameliyatlara imza atar, Fatih Hilmioğlu YÖK Başkanı olurdu. Mehmet Perinçek Türk tezlerini dünyada en iyi savunan tarihçi olurdu.

Üniversiteler polisin karakolu olamazdı, bilim adamları bilim ölçütlerine göre belirlenirdi, özerk üniversiteler henüz tam kurulamadıysa da yaklaşılmış olurdu. Öğrencilerin üniversitelerde söz hakkı, hatta kim bilir oy hakkı bile olurdu.

Cumhuriyet devrimlerini savunan ve Anayasa’yı uygulayan Rennan Pekünlü’ye değil ceza verilmesi, dava bile açılamazdı. “Kızlı erkekli merdivenlerden iniyorlar” diyen bir il milli eğitim müdürü olamazdı. “Hamilelerin sokakta dolaşması terbiyesizliktir” diyen biri illaki yine olur ama bunu asla ekranlarda söyleyemezdi.

ÖCALAN EŞ BAŞBAKAN OLAMAZDI

5. Hakan Fidan Yenimahalle’nin önünden bile geçemez ve PKK ile Erdoğan adına anlaşmalar yapamazdı. Öcalan “eş başbakan” ya da “başbakan yardımcısı” olamaz, efendi efendi cezasını çekerdi.

PKK Güneydoğu’da otorite olamaz, Barzanistan serpilemez ve yeni bir kukla devletçik Suriye’nin kuzeyinde filizlenemezdi.

6. Hayatımızda Çalık, Sancak, Tamince, Gür isimleri olmazdı. Mücahitler mücahit kalırdı! Sokaklardaki 4×4 görgüsüzlüğü bu denli olmazdı. Zengin daha zengin, fakir daha fakir olmazdı. Milyarder sayımızla övünmezdik.

7. Türk-İş işçi sendikası olmayı sürdürürdü. TMMOB iktidar baskısı altında kalmazdı. “Yetmez ama evetçilik” diye kavram oluşmazdı.

8. Cumhuriyetin bütün kaleleri tek tek zapt edilmezdi ve Cumhuriyet yıkılmazdı.

Siz de bu satırları okuduğunuz şu 5 Ağustos günü Cumhuriyeti yeniden inşa etmek üzere seferber olmazdınız.

Ama oldu! ABD ve AKP tüm bunları dün başardı.

Ama bugün sıra sizde, bizde, hepimizde…

Türkiye’yi yeniden kurmak ve kurtarmak için görev başındayız! 5 Ağustos’ta başladık…

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
5 Ağustos 2013

, , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

AKP’NİN GEZİ’YE ‘HDP’ TUZAĞI

Dün Eyüp Can yazdı, BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş da doğruladı: BDP, Öcalan’ın HDP projesini tartışıyor.

Dört gün önce BDP Genel Merkezi’nde olağanüstü bir toplantı yapılır. Gündem, Öcalan’ın kendisini 21 Temmuz’da ziyaret eden Selahattin Demirtaş ve Pervin Buldan’la gönderdiği mesajdır: “Gidin tartışın benim önerimi; bir kısmınız orada, bir kısmınız burada olmasın, yerel seçimde BDP’li milletvekilleri HDP’ye geçsin.” (Radikal, 1 Ağustos 2013)

Eyüp Can’ın yazdığına göre Öcalan, HDP’nin başında bir Türk, bir de Kürt Eş Başkan bulunmasını şart koşmuş. Öcalan’a göre Kürt siyasi hareketi bu sayede sadece etnik temelli değil tüm Türkiye’yi kapsayan, Türkiye siyaseti yapan bir partiye dönüşecekmiş.

DOĞUDA BDP, BATIDA HDP

Eyüp Can bu gelişmeyi BDP’nin aleyhine yorumlamış. Zaten makalesinin başlığı da şöyle: “Öcalan seçim öncesi BDP’yi bitiriyor.”

BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Öcalan’ın önerisinin tartışıldığı bilgisini doğruluyor ama bazı nüanslarla: “Bizim Kürdistan’da BDP ile girme şeklinde bir kararımız var. Ama batı metropollerinde HDP ile mi yoksa BDP ile mi girelim tartışması henüz netleşmiş değil. Orada da değişik fikir ve öneriler var. Bütün bu önerileri biz ilgili bileşenlerle HDP, BDP yönetimi ve DTK ile tartışıyoruz. Bunlar da önümüzdeki günlerde bir hafta 10 gün içerisinde netliğe kavuşur.” (ANF, 1 Ağustos 2013)

Can’ın bilgi ve yorumları ile Demirtaş’ın açıklamasını birleştirdiğimizde ortaya şu ilginç sonuç çıkıyor: Öcalan’ın talimatı BDP’nin komple HDP’ye geçmesi şeklinde. Ancak Demirtaş, Türkiye’nin doğusunda seçimlere BDP ile girme kararı aldıklarını söylüyor. Batıda ise BDP’yle mi, yoksa HPD’yle mi seçime gireceklerini henüz tartışıyorlar!

Peki, Eyüp Can’ın yorumu doğru mu? Yani Öcalan seçim öncesi BDP’yi bitiriyor mu?

Gelin bu sorulara kimi PKK yöneticilerinin şu “açılım” kaygılarını da ekleyelim: AKP aslında PKK’yi tasfiye mi ediyor? Açılım bu tasfiyenin kılıfı mı?

AKP SONBAHAR KORKUSUYLA ÖCALAN’A SARILDI

Bu sorulara yanıt için önce HDP’nin ne olduğunu açıklamalıyız. Öcalan’ın “yeni siyasi araç” olarak işaret ettiği HDP, Halkların Demokratik Kongresi HDK’nin partiye dönüştürülmesidir.

HDK daha önce Türk Solu’nu yutmak üzere kurulmuş, ancak hedefine ulaşamamış bir çatı örgütüydü. Öcalan şimdi HDK’yi HDP yaparak sadece Türk solunu değil, “yeni muhalefeti” de yutmak istiyor!

Kimdir o yeni muhalefet? Gezi eylemlerine ve Haziran ayaklanmasına katılan halk!

İşte meselenin esası buradadır ve birkaç gündür işlediğimiz “PKK’nin Gezi’ye göz kırpma” hamlesi de iyice berraklaşmıştır. Şöyle ki:

Haziran ayaklanmasıyla sarsılan AKP’yi sonbahar korkusu ve telaşı sarmış durumda. AKP’nin telaşı haliyle PKK’yi de sarıyor. Zira bir tek AKP, PKK ile masaya oturuyor! AKP, bu korku ve telaş nedeniyle topluma korku salmaya çalışıyor. Gençlere ve spor seyircilerine yönelik aldıkları yeni faşizan kararları gazetelerde okuyorsunuz…

İşte AKP, bu korku sonbaharını atlatmak için bir de Öcalan’a sarıldı. Haziran’da Öcalan üzerinden alanları boşaltmaya çalışan hükümet, şimdi de onun Gezi’nin bir bölümünü yutmasından medet umuyor.

Özetle Öcalan’ın BDP’yi Türkiyelileştirerek HDP’ye aktarma projesi, aslında Erdoğan’ın Gezi’yi bölme ve etkisizleştirme projesidir!

Ancak Haziran’da ayağa kalkan ve sonbahara hazırlanan halk, Gezi karşıtı AKP-PKK ortaklığına geçit vermeyecektir. Göreceğiz…

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
2 Ağustos 2013

, , , , ,

Yorum bırakın

PKK GEZİ’YE NEDEN GÖZ KIRPTI?

DTK Genel Başkanı Ahmet Türk, “Gezi’yi iyi okumak gerekir. Hatta Öcalan bu konuda bizi eleştirdi” diyor. (Ezgi Başaran, Radikal, 29 Temmuz 2013)

Peki, ne demiş Öcalan? Şu sözlerle anlatıyor Ahmet Türk: “Gezi’yi iyi takip edemediniz dedi. Elbette o da bazı siyasi partilerin, Ergenekon türünden güçlerin oraya konmak istediğini gördü fakat sonuç itibariyle Gezi’deki halk bunlara pabuç bırakmadı, önemli olan da budur. Öcalan bu süreci çok yakından izledi ve bizi o manada eleştirdi.”

Ahmet Türk’ün “bazı siyasi partiler, Ergenekon türünden güçler” dedikleri başta İşçi Partisi olmak üzere tüm sol, sosyalist, Kemalist, ulusalcı yapılardır. Ve Türk’ün “Gezi’deki halk bunlara pabuç bırakmadı” demesi ise çapsız bir siyasi yalandır! Zira Haziran direnişine katılan kitlenin çok büyük bölümü Atatürk ve Türk Bayrağı’nda birleşen kitleydi!

AKP’DE ‘PROTESTOLAR BAŞLAYACAK’ TELAŞI

Ahmet Türk’ün bu lafları ettiği aynı gün, PKK’nin Avrupa’daki en üst düzey sorumlusu Zübeyir Aydar da, Gezi eylemlerini “demokratik bir halk hareketi” olarak gördüklerini açıklıyordu. (Aslı Aydıntaşbaş, Milliyet, 29 Temmuz 2013)

Diyarbakır’daki Gezi eylemine katılmayan ama Öcalan’ın talimatıyla gidip Taksim’de “Apo posteri” açarak Erdoğan’a can simidi atan PKK, ne oldu da birden bire yine Gezi’ye göz kırpmaya başladı?

Yanıtı Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın şu sözlerinde: “Farklı amaç ve şekillerde yeni protestolar olacağı yönünde istihbarat aldık.” (TRT Haber, 30 Temmuz 2013)

Aslında istihbarat aldıkları yok. Haziran Halk Ayaklanmasının mimarları zaten açık açık sonbahara girerken yeniden anayasal direnme haklarını kullanarak alanlara çıkacaklarını ilan ediyorlar!

AKP, bu kez erken önlem alabilmek için şu beş adımı atıyor:

1. PKK’yi harekete geçiriyor.

2. Gözaltı operasyonlarını sürdürerek gençlere gözdağı vermeye çalışıyor, burs ve kredilerini kesme şantajı yapıyor. “Komşularınızı ihbar edin” diyerek, mahallelere ihbar kutuları koyarak halkı korkutmaya çalışıyor.

3. Koç’a, Boyner’e baskınlar düzenleyerek “sen sakın karışma” mesajı veriyor.

4. Gezi’ye destek veren gazetecileri tasfiye ediyor, sanatçılara baskı uyguluyor, kulüpleri ve taraftar gruplarını sıkıştırıyor.

5. Prim, ek maaş, ikramiye vererek ve iftarlarda sırtını sıvazlayarak polisi sonbahara hazırlıyor.

AKP’NİN ORTAĞI PKK SAHNEDE

Biz bugün birinci maddeyi, yani PKK’nin harekete geçirilmesini inceleyeceğiz. Bunun yolu da Haziran Direnişi’ndeki rollerini anımsamaktan geçiyor öncelikle:

1. BDP’li milletvekili Sırrı Süreyya Önder, henüz Gezi salt bir çevre eylemiyken dozerin önüne yatarak gündeme geldi. Gezi’ye yüz vermeyen BDP’liler, olanı “Sırrı’nın kendi eylemi” diye niteliyordu.

Gezi Halk Hareketine dönüşünce ve alanlar Türk Bayraklarıyla dolunca Sırrı Süreyya mecburen görünmez oldu. Dozer operatörünün sağduyusuna güvenerek önüne yatan Sırrı Süreyya, TOMA’ların değil önünde yatmak, karşısına bile çıkamadı!

2. BDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken, polisin Taksim’den çekilmek zorunda kaldığı 1 Haziran’da resmi bir açıklama yaparak Gezi eylemlerinde yer almayacaklarını ilan etti. Nitekim birkaç gün sonra da Bülent Arınç, Başbakan Vekili sıfatıyla BDP’ye teşekkür etti.

3. Erdoğan Kuzey Afrika’dan dönerken ve kurmaylarıyla Gezi’yi ezme kararı alırken, Öcalan da göreve çağrıldı! Ve birkaç gün içinde Öcalan’ın şu mesajı kamuoyuna duyuruldu: “Taksim’i Ergenekonculara, ulusalcılara bırakmayın.”

Ve bu mesajın ardından 300 kişilik PKK-BDP’li grup Taksim’e çıkarak Apo posterleri açtı! Amaç, Türk Bayraklı halkı alandan soğutmak ve Erdoğan’a “Ey Gezi eylemcileri! Apo posteriyle Türk Bayrağı’nı nasıl yan yana hazmediyorsunuz?” propagandası yaptırtmak!

Diyarbakır’daki Gezi’ye destek eylemine katılmayan fakat Taksim’e çıkan PKK, böylece Suriye’den sonra Taksim’de de AKP’ye destek veriyordu.

4. Sonrasında kendi aralarında tartışmalar oldu. Zira BDP içinde bu duruma tepki gösteren ve Taksim’i bölmek için değil, Taksim’le birleşmek için alanlara çıkanlar da vardı. Bu tartışmalar sırasında Ahmet Türk’ün “hükümeti yıpratamayacaklarını açıklaması” ibretliktir ve işbirliğinin boyutunu sergilemektedir.

Ve şimdi PKK yeniden AKP’nin birinci önlemi olarak sahnededir; Gezi’ye göz kırpmakta ve en üst düzey isimlerinin ağzından Gezi’ye güzelleme yapmaktadır.

Dün Gezi’nin yarattığı güçlü dinamiğe barikat kurmakta rol alan Sırrı Süreyya, bugün de AKP-PKK ortaklığının belediye başkan adayı olarak sahaya sürülmüştür! Ama kazanmak için değil, kazandırmamak için!

Ancak dün olduğu gibi yarın da başaramayacaklar; AKP ile koalisyon ortağı PKK birlikte kaybedecek!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
31 Temmuz 2013

, , , , , , , ,

Yorum bırakın

%d blogcu bunu beğendi: