ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Rusya’nın “Gümrük Birliği, Avrasya Birliği adı altında bölgede Sovyetler Birliği’ni yeniden diriltme girişimlerinde bulunduğunu” savundu.
Clinton, Financial Times gazetesinin haberine göre, bu gelişmeye direneceklerini açıkladı: “Bu konuda yanılgıya düşmeyeceğiz. Amaçlarının ne olduğunu biliyoruz ve bu sürecin yavaşlatılması ya da önüne geçilmesine yönelik en etkin yöntemleri geliştirmeye çalışıyoruz.”
ABD SÜPER DEĞİL KÜRESEL GÜÇ
Peki, ABD süreci nasıl yavaşlatacak? Geçmişte SSCB’yi yeşil kuşakla çevreleyen, daha doğrusu çevreleyecek sayıda müttefiki olan Washington, şimdi Rusya’ya karşı kimlerle ittifak yapabilecek?
Bu soruya verilecek yanıtın zorluğu, ABD’nin zorluğudur. O zorluk, ABD’nin kendi yayınlarında artık nasıl algılandığıyla da anlaşılıyor. Son dönemde ABD’nin “süper güç” yerine “küresel güç” diye nitelenmesi anlamlıdır.
Ancak Washington açısından pratikte daha sıkıntılı olan Moskova’nın birlik çalışmalarına direnip direnemeyeceğinden ziyade, bu ülkeyle karşı karşıya gelmiş olmasıdır. Çünkü ABD’nin esas rakibi olan Çin’e karşı tek şansı, Zbigniew Brzezinski’nin belirlediği stratejiye göre Rusya ve Türkiye ile “daha geniş batı” kurabilmesine bağlıdır.
SAVAŞ GEMİLERİ KARŞILIKLI KONUMLANDI
Oysa Suriye konusu başta olmak üzere Kürecik Radarı ve Patriot konuları ABD ile Rusya’yı doğrudan karşı karşıya getirmektedir.
Bu karşılıklı cepheleşme artık “silah çekme” noktasındadır. Örneğin Rusya, ABD’nin “Dwight Eisenhower” uçak gemisinin Suriye karasuları yakınına demir atmasına sessiz kalmamış, Akdeniz görevini tamamlayarak Karadeniz’e dönmekte olan 6 savaş gemisini Ege’de bekletmeye karar vermiştir.
Rusya Genelkurmay Başkanlığı’nın yaptığı açıklama olayın ciddiyetini ortaya koymaktadır: “Moskova kruvazörü liderliğindeki savaş gemilerimizin Akdeniz’de değişen durum nedeniyle bağlı oldukları Sivastopol üssüne dönüşleri askıya alınmıştır. Türkiye’nin Çanakkale boğazları açıklarında beklemeye alınan gemiler, yapılacak değerlendirmeden sonra Karadeniz’e dönmek yerine tekrar Akdeniz sularına indirilebilir.”
ABD GERİ ADIM ATTI
Aslında bu askeri pozisyon alma durumu, Türkiye ile Rusya’nın Suriye konusundaki görüş farklılığı makasını daraltmasını “Putin, Erdoğan’a yaklaştı” diye yorumlayanlar ile Clinton–Lavrov görüşmesinden “Rusya, Suriye konusunda ABD’yle uzlaştı” sonucunu çıkaranları fena çuvallattı.
Kaldı ki, Clinton’un Lavrov’la görüşme sonrasında yaptığı açıklama, taviz verenin ABD olduğunu ortaya koyuyor: “ABD ve Rusya, Suriye’deki tüm taraflar arasında arabuluculuk çabalarına destek verme konusunda anlaştı.”
Silahlı “çözüm” yerine tüm tarafların müzakere etmesini en başından beri savunan ülke Rusya olduğuna göre, geri adımın sahibi de ABD’dir!
PERİNÇEK VE DUGİN’İN SAPTAMASI
Varlık sebebi Varşova Paktı olan NATO’nun bu pakt kalktıktan sonra bile varlığını sürdürdüğü koşullarda, Clinton’un Rusya’yı “SSCB’yi diriltmeye çalışmakla” suçlamaya kalkması, ABD’nin Türkiye’yi NATO faaliyetlerine merkez yapma girişimine meşruiyet arayışı olarak da anlaşılabilir. Ancak Türkiye’nin pozisyonu da geçicidir.
Öte yandan Clinton’un “Rusya SSCB’yi diriltmeye çalışıyor” sözleri ile ABD’nin eski Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın “İran, günümüzün Marx’ıdır” sözleri örtüşmektedir. Çünkü her iki açıklama da “siyasal saflaşmaya” işaret etmektedir.
Atlantik cephesinin temsilcilerinin sözlerindeki bu uyum, kuşkusuz Avrasya cephesinin temsilcileri için de geçerlidir. Örneğin Rice’ın “İran, günümüzün Marks’ıdır” sözünü inceleyen Doğu Perinçek’in “Göreceksiniz, Türkiye, yükselen Asya’daki yerini kısa zamanda alacaktır” öngörüsü ile Aleksandır Dugin’in “Türkiye, ABD çizgisinden çıkabilir” demesi de örtüşmektedir!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
10 Aralık 2012