Posts Tagged Zbigniew Brzezinski

İHVAN’A KARŞI TAHRİR-TAKSİM

Çok değil üç yıl önce Tahrir’e selam duran Erdoğan iktidarının bugün Tahrir’e karşı çıkması ve halk hareketini “darbe provası” diye yaftalaması derslerle doludur:

REJİMİ KURTARMA HAMLESİ

Mısır halkı 25 Ocak 2011’de ayaklandı ve Hüsnü Mübarek’in devrilmesi için günlerce Tahrir meydanında eylem yaptı. Tıpkı bugün Taksim için söylendiği gibi o gün de Tahrir’de toplananların “dış mihrakların düğmeye basmasıyla” ayağa kalktığı iddia edildi.

Oysa gerçek değildi. Tahrir 2006’dan itibaren adım adım yükselen halk hareketine sahne oluyordu ve arkasında Süveyş Kanal işçilerinin etkili grevleri de vardı…

Tahrir’in yıkmak istediği Mübarek bölgedeki en önemli Amerikancı liderdi. Mübarek’in 30 yıllık iktidarı, her şeyden önce İsrail’in güvenliğinin dayanağıydı. ABD bu nedenle önce Tahrir’e karşı çıktı. Ancak halk hareketini engelleyemeyeceğini görünce mecrasını değiştirmeye yöneldi, “Mübarek’i feda edip, rejimi kurtarmaya” soyundu.

Zbigniew Brzezinski ABD’nin Tunus ve Mısır halk hareketlerine dair pozisyonunu şu sözlerle özetliyordu: “Olayın arkasında değilsek de önüne geçmeliyiz.

ERDOĞAN’IN KARDEŞLERİ

ABD’nin Mübarek’ten vazgeçmek zorunda kalması Erdoğan hükümetini de Tahrir’e selam durmaya itti. Ayrınca Washington’un “Mübarek’i verip, rejimi kurtarmaya” soyunacağı operasyonda dayanacağı kuvvet İhvan (Müslüman Kardeşler) olacaktı ve bu durum Erdoğan’a Ortadoğu’da yeni bir müttefik kazandırabilirdi.

Erdoğan İhvan’a dayalı iktidarların kurulmasını zaten hep istiyordu. Örneğin henüz köprüleri atmadan önce Beşar Esad’dan kabinenin dörtte birini İhvan üyelerinden seçmesini isteyen Erdoğan’dı. Hatta Suriye’nin Ankara Büyükelçisi Nidal Kabalan’ın açıklamasına göre Erdoğan 2009’da Gazi Mısırlı’yı Esad’la tanıştırmış ve ondan yakın arkadaşının faaliyetlerine yardımcı olmasını istemişti. Gazi Mısırlı İhvan’ın Türkiye’deki lideriydi, MÜSİAD Yüksek İstişare Heyeti üyesiydi.

Erdoğan’ın İhvan’la ilişkisi geçmişe dayanıyordu. Örneğin İçişleri Bakanlığı Mülkiye Müfettişleri raporunda ve DGM hazırlık soruşturması raporunda, İhvan’ın Ürdün sorumlusu Mohammed Ashmawey ile Mısır sorumlusu Hasan Huvaydi’nin bir otelde gizlice Tayyip Erdoğan’la görüştüğü bilgisi vardı.

Ayrıca Erdoğan 70’li yıllarda İhvan’ın kolu olan Dünya Müslüman Gençlik Birliği WAMY üyesiydi.  İhvan’ın sözcüsü Kemal Helbavi, 90’larda yaptığı bir söyleşide, Erdoğan, Rabbani, Enver İbrahim gibi isimlerle bu örgütte tanıştığını söylüyor ve “Hepimiz işe WAMY’de başladık” diyordu!

ERDOĞAN’IN ORTADOĞU’DAKİ MİSYONU

Neticede ABD, üç parçalı İhvan’ın merkezinde yer alan Mursi’nin Mübarek’in koltuğuna oturmasını “rejimi kurtarmak” adına yararlı buldu. Zaten Ordu da sistemin içinde kalınmasını istiyordu. (İlginçtir, bugün Mısır Ordusu’nun verdiği “48 saat” ültimatomuna takılanlar, o gün Mübarek’in yetkilerinin Askeri Konsey’e devredilmesinden hiç rahatsız değillerdi.)

ABD bu krizi Mursi’de uzlaşarak atlatmıştı fakat Ortadoğu’daki halk hareketlerinin bir an önce bastırılması ve barikat oluşturması için ABD karşıtı ülkelerde kalkışma başlatılması acil ihtiyaçtı! Zira Mısır’dan sonra Yemen ve Bahreyn gibi ABD nüfuzu altındaki ülkelerde de halk ayağa kalkıyordu.

İşte o günlerde ABD, İstanbul’da “Değişim Liderleri Zirvesi”ni topladı. 14 Mart 2011 tarihli bu zirvede Erdoğan misyonlarını şu sözlerle açıklıyordu: “Değişime yardımcı olmak, istikamet tavsiyelerinde bulunmakla mükellefiz.”

Ahmet Davutoğlu ise değişime yön veremezlerse ne olacağını ortaya koyuyordu: “Eğer aktif bir öncülükle değişim liderliği yürütemezsek, biz bu coğrafyada bu gelişmelerden en olumsuz etkilenen ülke oluruz.”

Ve sonrasında Libya ve Suriye kalkışmaları başladı…

AYAKLANMAYA BULAŞAN ABD LEKESİ

Peki, bugün halk neden yine Tahrir’de?

Çünkü Mursi, ABD ile Ordu’nun üzerinde uzlaştığı bir isimdi. Çünkü bu uzlaşmayla halk hareketi soğutulacak ve rejim kurtulacaktı.

Ancak halk hareketleri inişli çıkışlı olurdu ve halk, 30 Haziran 2013’te koltuktaki birinci yılını dolduran Mursi’yi yıkıp, ayaklanmayı artık daha ileri bir noktaya taşımak istiyordu. 2011’deki ayaklanmaya bulaşan ABD lekesini temizlemek istiyordu!

Bu durum Taksim ile Tahrir arasında bir ilişki oluşturdu. Taksim için Erdoğan neyse, bugün Tahrir için de Mursi o anlama geliyor.

İhvan Erdoğan ile Mursi’yi, devrim ise Taksim ile Tahrir’i birleştiriyor!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
3 Temmuz 2013

, , , , , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

OBAMA, PUTİN’E MAHKÛM

Washington ile Moskova arasında sıcak rüzgârlar esiyor. İki ülke bir yandan Suriye krizini çözmek üzere “Cenevre-2” konferansında uzlaşıyor, bir yandan da karşılıklı mektuplaşarak “Füze kalkanı” dostluğu inşa ediyorlar…

Meğer ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Thomas Donilon, 15 Nisan’da Obama’nın mektubunu Moskova’ya iletmiş. Meğer Obama Putin’e, “karşılıklı olarak iki ülkenin caydırıcılık gücünü tehdit etmeyecek şekilde şeffaf bilgi paylaşımını öngören ve yasal bağlayıcılığı olan” bir anlaşma önermiş.

Kuşkusuz bu tabloyu oluşturan ana etken, Atlantik’in güç kaybı ve Asya-Pasifik’in yükselişidir. Suriye konusunda Moskova’nın barikatını geçemeyen Washington’ın uzlaşmak dışında bir seçeneği kalmamıştır.

Ancak meselenin bu güç değişiminden kaynaklanan bir başka boyutu daha var:

ABD’NİN RAKİBİ RUSYA DEĞİL, ÇİN

10, 20, 50 yıllık planlar yapan ABD’nin esas rakibi Rusya değil Çin’dir ve büyük savaşın esas sahnesi de Ortadoğu değil, Asya-Pasifik’tir.

Nitekim ABD bu zorunlu gerçek nedeniyle 2010 yılında yeni bir stratejiye yöneldi ve Çin’i kuşatmayı seçti. Washington, bölgedeki ülkelerle askeri, siyasi ve ekonomik işbirliğini geliştirerek Pekin’i çevrelemeyi planladı.

ABD, bu yeni strateji gereği, Ortadoğu’daki ağırlığını azalttı. Irak’tan çekilmesi ve bölgedeki işlerini “model ortak” Türkiye’ye devretmesi bu nedenleydi.

Ancak geride kalan iki yıl, ABD’nin Çin’i kuşatma stratejisinin de başarısızlıkla sonuçlanacağına işaret ediyor. ABD’nin her hamlesi, Çin’in başarılı karşı hamlesiyle etkisizleştirildi.

Peki, ABD bu durumda ne yapacak?

DAHA GENİŞ BATI İNŞASI

Washington’un, Zbigniew Brzezinski’nin stratejisine göre konumlanacağı anlaşılıyor. Brzezinski ABD’nin Rusya ve Türkiye’yi içeren “daha geniş Batı” inşa ederek ancak Çin’i dengeleyebileceğini savunuyordu.

ABD’nin “daha geniş Batı” için birincisi AB’yle Trans-Atlantik işbölümünü derinleştirmesi, ikincisi Türkiye’yi bu işbirliğine bağlaması, üçüncüsü de Rusya’yla işbirliğine yönelmesi gerekiyor.

İşte ABD bu üç gerekene göre konumlanıyor:

1. ABD-AB işbirliği: Washington, Brüksel’le “Serbest Ticaret Bölgesi” kurmaya çalışıyor. ABD ile AB liderleri arasında “Transatlantik ve Ticaret Yatırım Ortaklığı Anlaşması” için müzakereler sürüyor.

2. Türkiye’nin ABD-AB Serbest Bölgesi’ne çıpalanması: Obama ve Erdoğan’ın en önemli gündem maddelinden biri Türkiye’nin “Transatlantik ve Ticaret Yatırım Ortaklığı Anlaşması”na bağlanmasıdır. AB yetkililerinin son günlerde Türkiye’ye sıcak mesajlar vermesi bu nedenledir.

3. ABD-Rusya işbirliği: Washington, Ortadoğu’daki çıkarlarının sürmesini kabullendiği Moskova’dan Asya-Pasifik’te yararlanmayı hesap etmektedir. Bu nedenle tartışmalı konularda geri adımlar atmaktadır.

Atlantik’in Pasifik’e karşı mücadelesinde Rusya ve Türkiye’nin nasıl bir kilit oyuncu olduğunu, en iyi eski Fransa Başbakanı Dominique de Villepin’in şu ifadesi açıklıyor: “AB’nin nüfusu 500 milyon dolaylarında. Ekonomik güç için nüfusu en az 1 milyar olmalı. Bunun için Türkiye ve Rusya’ya ihtiyacımız var. Onların potansiyelinin yanı sıra etkili oldukları Kafkasya, Orta Asya ve Ortadoğu ülkeleri ile birlikte AB, olması gereken gücü yakalar. Rusya ve Türkiye’yle birlikte o coğrafyalara açılabiliriz. AB stratejisinin bu vizyonda olması gerekir.” (Güneri Cıvaoğlu, Milliyet, 16 Mayıs 2013)

MOSKOVA’NIN AVANTAJI

Ancak ABD’nin Çin’i dengeleyebilmek adına daha geniş bir Batı inşa edebilmesi zor görünüyor. Çünkü Rusya’nın mevcut çıkarları, öncelikle Çin’le ittifakını gerektiriyor.

Üstelik ABD ile AB’nin çıkar çatışması, Çin ile Rusya’nın çıkar çatışması potansiyelinden fazlayken, Rusya’nın Çin’e karşı ABD’yle “işbirliği” yapması gerçekçi görünmüyor.

Tersine, Moskova Washington’un bu zorunlu ihtiyacından azami yararlanarak, ABD’nin Batı Asya’daki nüfuzunu etkisizleştirecektir!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
17 Mayıs 2013

, , , , ,

Yorum bırakın

ABD 67 YILLIK TAHTINDAN İNDİ

ABD Başkanı Barrack Obama’nın geleneksel Birliğin Durumu konuşması, Washington’un en azından bu dört yıl boyunca dışarıyı değil, içeriyi esas alacağını bir kez daha ortaya koydu. Obama, en öncelikli işin orta sınıfın durumu olduğunu belirtti ve asgari saat ücretini 2015 yılına kadar 7.25 dolardan 9 dolara çıkarmaya çalışacaklarını vurguladı.

ABD’nin 1945-2012 yılları arasındaki 67 yıllık dünya ticaret birinciliğinin sona erdiğinin ilan edilmesinden hemen sonra gelen bu konuşma, aslında yeni dönemin Washington için ne denli zorlu geçeceğine işaret ediyor.

Zira ABD birinciliklerini kaybetmeye başladı.

ÇİN ABD’Yİ GEÇTİ

2012 yılında Çin, 3,87 trilyon dolarlık ihracat ve ithalat toplamı ile ABD’yi geride bırakarak dünyanın en çok ticaret yapan ülkesi oldu. ABD 3,82 trilyon dolarda kaldı.

Çin ayrıca 127 ülkenin başlıca ticari ortağı haline gelirken, ABD 76 ülkede kaldı.

Yani ABD, yuanın değeri için baskı da yapsa, Çinli ileri teknoloji şirketlerine yaptırım da uygulasa, Çin mallarına ağır vergiler de koysa sonucu değiştiremiyor. ABD’nin Çin ekonomisini, ekonomik gücüyle frenleme olanağı yok!

PASİFİK’TE ‘BİRLİK’ SAVAŞI

Nitekim Obama yönetimi bu gerçeği kabullendi ve 2010 yılında Asya-Pasifik merkezli strateji belirledi. ABD Pasifik’te Japonya, Güney Kore, Avustralya gibi müttefiklerine dayanarak Çin’i kuşatmayı hedef koydu önüne…

Washington bu amaçla kimi bölgesel birlik modelleri de inşa etti: 2011’de Pasifik’in sekiz ülkesi ile Trans-Pasifik Ortaklığı’nı (TPP) kurdu. ABD bu ortaklığı Japonya’yı da üye yaparak genişletmenin peşinde…

Çin ise 16 ülkeyi kapsayan ve 2015’te hayata geçecek “Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık İlişkileri Anlaşması (RCEP)” ile önemli bir hamle yaptı. Bu 16 üyeden 10’u Güneydoğu Asya Uluslar Birliği ASEAN üyesi.

Çin Bilimler Akademisi Asya-Pasifik Araştırmaları Enstitüsü’nden Xu Liping, bu anlaşmanın, kuracakları bölgesel serbest ticaret alanı için prototip olduğuna dikkat çekiyor.

ABD’NİN ÇİN STRATEJİLERİ

Ancak ABD’nin Asya-Pasifik merkezli stratejisinin Çin’e karşı bir hamle olmaktan ziyade, Çin’in hamlelerine yanıt vermeyi esas aldığını belirtmeliyiz. Bunu sadece yukarıda verdiğimiz örneğe dayanarak değil, kabaca üçe ayıracağımız ABD-Çin ilişkileri döneminin eğilimine bakarak da söyleyebiliriz. Şöyle:

1970-1994: ABD’nin Çin’i uluslararası sisteme entegre ederek hem kontrol altında tutma hem de SSCB’ye karşı dayanak yapma dönemi.

1994-2010: “Bütünleştir ama çevrele” stratejisi dönemi. Washington bu stratejiyle, bir yandan Çin’i Dünya Ticaret Örgütü’ne kabul ederek geçmişin “uluslararası sisteme entegrasyon” modelini sürdürdü, bir yandan da Japonya ve Hindistan’a dayanarak Çin’i “düşmanlaştırmadan” çevreledi. Dahası Washington, 2005 yılında Dışişleri Bakan Yardımcısı Robert Zoellick’in açıklamasıyla, “sorumlu bir hissedar” olarak Çin’in yükselişini kabullendiklerini ilan etti.

2010 sonrası: Kuşatma dönemi. Kuvvet dağılımına bakılırsa, ABD’nin Çin’i kuşatması, SSCB’yi kuşatmasına hiç benzemeyecek. Nitekim soru işaretleriyle dolu Asya-Pasifik merkezli stratejinin kabul edilmesine rağmen, nasıl uygulanacağı hâlâ tartışılıyor.

Örneğin Zbigniew Brzezinski ABD’nin Rusya ve Türkiye’yi içeren “daha geniş Batı” inşa ederek Çin’i dengeleyebileceğini savunuyor.

ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Thomas Donilon ise “işbirliği ve rekabeti” içeren ikili bir model öneriyor.

Ancak Joseph Nye gibi Pentagon danışmanlığı yapan akademisyenler ise “kuşatma, Çin’in yükselişiyle baş etme amacına uygun bir politika aracı değildir” görüşünü savunuyorlar. Bu isimlere göre ABD Asya-Pasifik’te Çin’le “işbirliğini” esas almalı!

Yani özetle birincisi rekabet, ikincisi rekabet ve işbirliği, üçüncüsü de işbirliği esasına dayanan üç çizgi savunuluyor.

Ancak Çin’in tek çizgisi var: Sosyalist piyasa ekonomisi ile büyümek ve kalkınmak!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
14 Şubat 2013

, , , , , , , ,

Yorum bırakın

ABD’YE KARŞI ÇİN-RUSYA ORTAKLIĞI

2005 yılında başlayan Çin-Rusya Stratejik Güvenlik İşbirliği görüşmelerinin hafta içinde yapılan sekizincisi, iki büyük gücün, ABD’nin füze kalkanına karşı birlikte mücadele etme kararıyla sonuçlandı.

Çin’i Devlet Konseyi üyesi Dai Bingguo’nun, Rusya’yı da Ulusal Güvenlik Konseyi Sekreteri Nikolay Patruşev’in temsil ettiği toplantıdan böyle bir karar çıkması, sadece Pasifik açısından değil, dünyanın bütünü açısından kritik önemdedir.

Karar her şeyden önemlisi, Pekin ve Moskova’nın, ABD’nin 2009 yılında ilan ettiği Asya-Pasifik Merkezli yeni savunma stratejisine karşı, “harekete geçmesi” demektir!

ASYA FÜZE KALKANI

Nitekim Rus Ria Novosti ajansına kararı değerlendiren Rusya Ulusal Güvenlik Konseyi Sekreteri Nikolay Patruşev’in sözleri, iki ülkenin ABD’ye karşı aktif tutum alma dönemine girdiği anlamına gelmektedir.

Patruşev, Pekin’deki toplantıda alına kararı şu sözlerle açıklıyor: “ABD’nin Asya Pasifik bölgesini de içine alacak biçimde küresel bir füze kalkanı sistemi kurma planları konusunda endişeliyiz. Çinli ortaklarımız da bizim kaygılarımızı paylaşıyorlar ve bu yöndeki çabalarımızı birleştirmeye karar verdik.”

Çin ve Rusya’yı bu adımı atmaya iten ise stratejik savunmadaki ABD’nin şu taktik hamleleridir:

1. ABD ve Japonya, geçen Eylül ayında Güney Japonya’da “X band” erken füze uyarı sistemi kurma kararı aldı.

2. Çin’in saptamasına göre ABD, aynı sistemi Filipinler’de de kuracak.

3. ABD, Pasifik’teki uluslararası sularda Aegis füzesi yüklü savaş gemileriyle devriye gezmeye başladı.

4. Asya-Pasifik’te bunlar yaşanırken, ABD Batı Asya’da da (Türkiye’de) Kürecik Radarı kurdu, NATO Patriotları yerleştirdi!

‘ABD’YE DENK KARŞILIK VERİLMELİ’

Peki, Çin ve Rusya ABD’nin Asya Füze Kalkanı’na karşı neler yapmalı?

Yanıtı Rusya’nın Sesi Radyosu’na konuşan Rusya Politik Araştırmalar ve Tahminler Merkezi Başkanı Andrey Vonogradov veriyor.

Vonogradov, ABD’nin eylemlerine denk karşılık verilmesi gerektiğini vurguluyor: “Mesele yalnızca ne zaman ve ne biçimde bir füze savunma sisteminin geliştirileceği değildir. En önemlisi, bu eylemlere ne gibi bir karşılık verilecek? Rusya ve Çin artık oluşturulan füze savunma sistemine karşılık olarak her hangi ortak eylemlerin gerçekleştirilmesi üstüne mutabakata varılırsa bu mutabakat, iki ülke arasındaki güvenin derinliğinin ciddi bir göstergesi ve bölgede durumun gelişme perspektifinin belirtisi olarak nitelendirilebilecektir.”

Vonogradov, topraklarına ABD füzesi kabul eden Japonya, Güney Kore ve Avustralya’nın Pekin ve Moskova tarafından uyarılacağını söylüyor ve bu ülke yöneticilerinin Polonya, Çekya ve Romanya deneyimini hesaba katmasında yarar olduğunu belirtiyor!

ÇOK KUTUPLU YENİDÜNYA

Çin ve Rusya’nın ABD’ye karşı birlikte mücadele etme kararı alması, Amerikan stratejisinin Çin’e karşı Rusya’dan medet umması hedefini de sakatlıyor. Neden?

Çünkü: ABD’nin Asya-Pasifik Merkezli yeni stratejisi, Çin’i hedef alıyor. Ancak ABD, Çin’le baş etmenin tek yolunu, “daha geniş Batı” inşa etmekte görüyor. “Daha geniş Batı” ise ABD’nin Rusya ve Türkiye’yle birlikte hareket etmesi demek…

Bu köşede daha önce Zbigniev Brzezinski’nin bu tezlerini incelemiştik.

Öte yandan Çin ise “çift kutuplu değil, çok kutuplu dünya” diyor ve ABD’ye karşı birden çok güçlü merkez inşa edilmesini istiyor. Dolayısıyla Çin, aslında ABD’ye karşı dünyayla ittifak kurmuş oluyor!

Kararı Rusya’nın Sesi Radyosu’na değerlendiren Rusya Dışişleri Bakanlığı Diplomasi Akademisi Rektörü Yevgeniy Bajanov da bu çok kutupluluk meselesine dikkat çekenlerden: “En önemli mesele şu: Devletlerarası ilişkileri kim yönetmeli, üstün bir güç mü yönetmeli? Yoksa çok kutuplu bir dünya sistemi mi olmalı? Rusya ve Çin de ABD’nin ve bir bütün olarak Batı’nın dünyada üstün rol oynamasına karşı çıkıyor. Rusya ve Çin dünya düzeninin çok kutuplu olmasından yana. Uluslararası sorunlarda BM’nin belirleyici olmasını ve devletlerarası ilişkilerin hak eşitliği temelinde gerçekleştirilmesini savunuyor? İşte bu ortak tutumları Rusya ve Çin arasındaki yakınlaşmayı arttırıyor.”

Çin ve Rusya’nın birlikte mücadele etme kararı, kuşkusuz Ortadoğu’daki dinamiklere de yansıyacaktır. Göreceğiz…

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
12 Ocak 2013

, , , , , , , ,

Yorum bırakın

CLINTON-RICE ve PERİNÇEK-DUGİN

ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Rusya’nın “Gümrük Birliği, Avrasya Birliği adı altında bölgede Sovyetler Birliği’ni yeniden diriltme girişimlerinde bulunduğunu” savundu.

Clinton, Financial Times gazetesinin haberine göre, bu gelişmeye direneceklerini açıkladı: “Bu konuda yanılgıya düşmeyeceğiz. Amaçlarının ne olduğunu biliyoruz ve bu sürecin yavaşlatılması ya da önüne geçilmesine yönelik en etkin yöntemleri geliştirmeye çalışıyoruz.”

ABD SÜPER DEĞİL KÜRESEL GÜÇ

Peki, ABD süreci nasıl yavaşlatacak? Geçmişte SSCB’yi yeşil kuşakla çevreleyen, daha doğrusu çevreleyecek sayıda müttefiki olan Washington, şimdi Rusya’ya karşı kimlerle ittifak yapabilecek?

Bu soruya verilecek yanıtın zorluğu, ABD’nin zorluğudur. O zorluk, ABD’nin kendi yayınlarında artık nasıl algılandığıyla da anlaşılıyor. Son dönemde ABD’nin “süper güç” yerine “küresel güç” diye nitelenmesi anlamlıdır.

Ancak Washington açısından pratikte daha sıkıntılı olan Moskova’nın birlik çalışmalarına direnip direnemeyeceğinden ziyade, bu ülkeyle karşı karşıya gelmiş olmasıdır. Çünkü ABD’nin esas rakibi olan Çin’e karşı tek şansı, Zbigniew Brzezinski’nin belirlediği stratejiye göre Rusya ve Türkiye ile “daha geniş batı” kurabilmesine bağlıdır.

SAVAŞ GEMİLERİ KARŞILIKLI KONUMLANDI

Oysa Suriye konusu başta olmak üzere Kürecik Radarı ve Patriot konuları ABD ile Rusya’yı doğrudan karşı karşıya getirmektedir.

Bu karşılıklı cepheleşme artık “silah çekme” noktasındadır. Örneğin Rusya, ABD’nin “Dwight Eisenhower” uçak gemisinin Suriye karasuları yakınına demir atmasına sessiz kalmamış, Akdeniz görevini tamamlayarak Karadeniz’e dönmekte olan 6 savaş gemisini Ege’de bekletmeye karar vermiştir.

Rusya Genelkurmay Başkanlığı’nın yaptığı açıklama olayın ciddiyetini ortaya koymaktadır: “Moskova kruvazörü liderliğindeki savaş gemilerimizin Akdeniz’de değişen durum nedeniyle bağlı oldukları Sivastopol üssüne dönüşleri askıya alınmıştır. Türkiye’nin Çanakkale boğazları açıklarında beklemeye alınan gemiler, yapılacak değerlendirmeden sonra Karadeniz’e dönmek yerine tekrar Akdeniz sularına indirilebilir.”

ABD GERİ ADIM ATTI

Aslında bu askeri pozisyon alma durumu, Türkiye ile Rusya’nın Suriye konusundaki görüş farklılığı makasını daraltmasını “Putin, Erdoğan’a yaklaştı” diye yorumlayanlar ile ClintonLavrov görüşmesinden “Rusya, Suriye konusunda ABD’yle uzlaştı” sonucunu çıkaranları fena çuvallattı.

Kaldı ki, Clinton’un Lavrov’la görüşme sonrasında yaptığı açıklama, taviz verenin ABD olduğunu ortaya koyuyor: “ABD ve Rusya, Suriye’deki tüm taraflar arasında arabuluculuk çabalarına destek verme konusunda anlaştı.

Silahlı “çözüm” yerine tüm tarafların müzakere etmesini en başından beri savunan ülke Rusya olduğuna göre, geri adımın sahibi de ABD’dir!

PERİNÇEK VE DUGİN’İN SAPTAMASI

Varlık sebebi Varşova Paktı olan NATO’nun bu pakt kalktıktan sonra bile varlığını sürdürdüğü koşullarda, Clinton’un Rusya’yı “SSCB’yi diriltmeye çalışmakla” suçlamaya kalkması, ABD’nin Türkiye’yi NATO faaliyetlerine merkez yapma girişimine meşruiyet arayışı olarak da anlaşılabilir. Ancak Türkiye’nin pozisyonu da geçicidir.

Öte yandan Clinton’un “Rusya SSCB’yi diriltmeye çalışıyor” sözleri ile ABD’nin eski Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın “İran, günümüzün Marx’ıdır” sözleri örtüşmektedir. Çünkü her iki açıklama da “siyasal saflaşmaya” işaret etmektedir.

Atlantik cephesinin temsilcilerinin sözlerindeki bu uyum, kuşkusuz Avrasya cephesinin temsilcileri için de geçerlidir. Örneğin Rice’ın “İran, günümüzün Marks’ıdır” sözünü inceleyen Doğu Perinçek’in “Göreceksiniz, Türkiye, yükselen Asya’daki yerini kısa zamanda alacaktır” öngörüsü ile Aleksandır Dugin’in “Türkiye, ABD çizgisinden çıkabilir” demesi de örtüşmektedir!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
10 Aralık 2012

, , , , , , , , ,

Yorum bırakın

TÜRKİYE NASIL BÖLGE GÜCÜ OLUR?

Kemal Derviş’in Hürriyet’e verdiği uzun röportajda dikkat çeken bir cümle vardı: “Avrupa’nın ortak hareket etmediği bir dünya G2 dünyası olacaktır ve en azından bir süre, ABD ve Çin’in adeta tek başlarına yön verecekleri bir dünya olur. Avrupa, Türkiye ile birlikte bu G2’yi dengeleyen üçüncü bir güç odağı olabilir.” (Hürriyet, 22 Ekim 2012)

Derviş’in “AB, ancak Türkiye’yle birlikte ABD ve Çin’i dengeleyebilir” şeklindeki tezini burada bırakalım ve bir başka teze geçelim.

DAHA GENİŞ BATI

Amerikan devlet aygıtının üst düzey politika yapıcılarından Zbigniew Brzezinski, son kitabı Stratejik Vizyon’da, inişe geçen Amerika’nın Çin’i dengeleyebilmesinin şartını “daha geniş batı” inşa edilebilmesine bağlıyor.

Peki, Washington “daha geniş batıyı” kimlerle ve nasıl inşa edecek?

Brzezinski’ye göre “daha geniş batı”, ABD’nin Rusya ve Türkiye ile ortaklığına bağlı.

YEDİGEN DÜNYA

ABD’nin dış politika otoritelerinden Prof. Walter Russel Mead ise ABD’nin hâlâ liderliğini sürdürdüğünü ancak dünyanın yedi köşesinin artık yedi devlet tarafından tutulduğunu belirtiyor.

Prof. Mead’in Wall Street Journal’da yayımlanan tezine göre bu yedi devlet şunlar: ABD, AB, Japonya, Hindistan, Türkiye ve Çin.

ABD’NİN TEK RAKİBİ: ÇİN

Tüm bu tezler, aslında iki temel gerçeğe işaret ediyor: Birincisi, ABD’nin artık tek süper güç olmadığı gerçeğidir. İkincisi, ABD’nin karşısında başka merkezlerin ve merkez potansiyeli taşıyan ülkelerin olduğu gerçeğidir.

Merkez derken, bölgesel gücü değil, küresel gücü kastediyoruz.

Kuşkusuz potansiyelin gerçeğe dönüşmesinin kimi şartları var; siyasal sistem, ekonomik büyüklük, askeri güç, nüfus, jeopolitik konum, bilim ve teknoloji kapasitesi, kültürel yapı vd.

Bu çerçeveden bakıldığında, Japonya büyük ekonomik kuvvettir ancak askeri gücü ve daha da önemlisi nüfusu bu çapta bir merkez olmaya yeterli değildir.

Rusya, ABD’nin eski rakibidir ve askeri güç bakımından hâlâ ikinci sıradadır. Ancak bilim ve teknoloji kapasitesinin yüksekliği ve jeopolitik konumun avantajına rağmen, ekonomisi ve nüfusu nedeniyle ABD’ye tek başına rakip olabilmesi mümkün değildir. Rusya’nın merkez olabilmesi Avrasya Birliği’ni kurabilmesine bağlıdır.

Türkiye, “yedi köşeyi tutan yedi devlet” içinde en zayıf olanıdır ve aslında bir merkez değil,  sadece bölgesindeki güçlü devletlerden biridir.

ABD’nin karşısında bu çapta merkez olabilecek tek kuvvet Çin’dir. Çin’i izleyecek iki potansiyel merkez AB ve Hindistan’dır. Hatta AB, siyasal sisteminin zayıflığı ve bölünme potansiyeli nedeniyle, aslında kendisinden daha zayıf olan Hindistan’ın da gerisindedir.

TÜRKİYE MERKEZLİ BÖLGE BİRLİĞİ

Peki, bu tabloyu neden çizdik?

Türkiye’nin yerini doğru saptayabilmek için…

Türkiye ne Kemal Derviş’in dediği gibi G2’yi dengeleyebilmek için AB’ye dâhil olmalı, ne de Brzezinski’nin işaret ettiği gibi ABD’nin Çin’i dengeleyebilmesi için “daha geniş batı” içinde yer almalı…

Türkiye, nüfus ve ekonomik büyüklük için Batı Asya’da bölgeselleşmeli, komşularıyla bölgesel birlik oluşturmalı. Türkiye ancak KKTC, Azerbaycan, Irak ve Suriye gibi komşularıyla birlik kurarsa, güçlü bir bölgesel merkez olur.

Türkiye bunu AKP iktidarıyla yaparsa, Atlantik adına yapacağından, büyüyeyim derken küçülür. Türkiye, Araplara karşı (Kuzey Irak ve Kuzey Suriye üzerinden) Kürtlerle birleşeyim derken, hem Araplarla düşman olur, hem de Kürtleri toptan kaybeder.

Türkiye bu yola milli bir hükümetle girerse, hem Kürt meselesini nihai olarak çözer, hem de bölgede Türk-Kürt-Arap barış kuşağı oluşturur. Bu kuşağın Acem-Farsla ittifakı ise hem bölgeyi emperyalizme kapatır hem de Yahudileri barışa mecbur eder!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
27 Ekim 2012

, , , ,

Yorum bırakın

KÜRDİSTAN NASIL HİMAYE EDİLİR?

Türkiye, Bağdat’ı devre dışı bırakarak, Kuzey Irak’tan doğrudan petrol alımına başladı. (Zaman, 7 Temmuz 2012) Geçen hafta bölgeye giden tankerler, dolum yapıp Türkiye’ye, Mersin rafinerisine döndü…

Bu durum bölge açısından kritik bir sürecin başladığına işaret ediyor: Türkiye himayesinde Kürdistan’a…

Bu süreç nereye gider? Bağdat-Ankara ilişkileri kopar mı? PKK bu sürecin neresinde? Sorulara yanıt vermeden önce bazı olguları anımsayalım:

ANKARA-ERBİL ANLAŞTI

1. Başbakan Erdoğan’a yakın Çalık Holding, Silopi’den Yumurtalık’a uzanan 640 km’lik boru hattı yapmak için Petrol İşleri Genel Müdürlüğü’nden izin istedi. Talep, Resmi Gazete’de yayımlandı. Peki, Silopi’ye petrol nereden gelecek?

2. Kuzey Irak’taki bölgesel yönetimin başbakanı Neçirvan Barzani Türkiye’ye geldi ve 17 Mayıs’ta Başbakan Erdoğan’la “Kuzey Irak-Türkiye boru hattı anlaşması” yaptı.

3. Başbakan Erdoğan 20 Haziran’da Brezilya’ya giderken, uçakta bulunan gazete genel yayın yönetmenlerine “Bağdat yönetiminin Kuzey Irak’taki yönetime işlenmiş petrol ürünü vermeyi azalttığını söyleyerek, Türkiye’nin buna seyirci kalamayacağını” belirtti. Erdoğan, boru hattı kurulana dek uygulanacak yöntemi şu sözlerle tarif etti: “Oradan ham petrol alıp Türkiye’de işleyeceğiz. Ardından Kuzey Irak’a geri göndereceğiz.

DİYARBAKIR MERKEZ

Açık ki, Ankara’nın Bağdat’ı devre dışı bırakarak Erbil’le bu tip bir ilişkiye girmesi Irak’ı bölecektir. AKP, Erbil’i Bağdat’tan koparıp, Diyarbakır’la birleştirmenin peşindedir. Nitekim Mesud Barzani, son üç ay içerisinde birkaç kez, “sonbaharda Kürdistan’a bağımsızlık” işareti verdi.

Peki, bağımsızlığını ilan edecek Kürdistan’ı Bağdat’a ve bölgeye karşı kim koruyacak, kim himaye edecek? AKP hükümetinin yönettiği Türkiye!

Böylece ABD’nin 1965’te ilk kez Türkiye’ye getirdiği plan, Erdoğan’la bir üst aşamaya çıkarılacak. 1991 ve 2003’te bu temel hedefi için Irak’a saldıran ABD, Irak’tan koparılacak Kürdistan’ın büyütülmesini, Türkiye’nin himayesinde Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e açılmasını istemektedir. Bu yapının Türkiye’den toprak koparıp “Büyük Kürdistan” haline gelmesi, bir diğer aşamadır.

Erdoğan’ın daha 2004 yılı başında “Diyarbakır’ı ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi içinde bir merkez yapacağız” demesi, işte bu görevinin gereğidir.

ERDOĞAN-ÖCALAN-BARZANİ İTTİFAKI

ABD AKP’den 2. Açılım’ı istiyor. AKP PKK’yle yeniden müzakere süreci başlatıyor, Ankara Bağdat’ı devre dışı bırakarak Erbil’le anlaşıyor, Erbil “sonbaharda bağımsızlık” işareti veriyor. PKK lideri Murat Karayılan, “Kuzey Irak’la birleşiriz” diyor.

Yani Erdoğan, Öcalan ve Barzani Kürdistan ittifakında buluşuyor! Yani Türkiye’nin başbakanı bölgedeki bölme görevlileriyle birlikte hareket ediyor!

Oysa Türkiye’nin Başbakanı, ABD’nin Öcalan ve Barzani piyonlarına karşı, Maliki, Esad ve Ahmedinejad’la birlikte hareket etmeliydi. Çünkü Irak, Suriye, Türkiye ve İran’ın toprak bütünlüğünün ve siyasal birliğinin garantisi dört ülkenin ittifakıdır.

ORTADOĞU’DA AMERİKAN VARLIĞI ÇÖKTÜ

Ankara’nın, Tahran-Bağdat-Şam’la ittifak yerine Erbil-Kamışlı-Diyarbakır ekseni kurması, Washington’un 50 yıllık planıdır.

Peki, ABD’nin bu planı gerçekleştirecek gücü kaldı mı? Bölgedeki tüm kuvvetler için sorulması gereken soru budur ve her kuvvet bu sorunun yanıtına göre konumlanmalıdır.

Yanıtı bu kez Zbigniew Brzezinski’den verelim. Amerikan devlet aygıtının politika yapıcılarından Brzezinski, Mısır’ın El Ahram gazetesine “Amerikan nüfuzunun çöktüğüne şüphe yoktur ancak kimse Ortadoğu’da Amerikan varlığının çöküşüne sevinmesin” diyor…

Biz Türk, Kürt, Arap ve Fars halkları adına seviniyoruz ve Amerikan varlığının ardından, taşeronlarının da birer birer çökeceğini biliyoruz.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
8 Temmuz 2012

, , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

TÜRKİYE’NİN GÖREVİ İRAN’I DENGELEMEK

ABD’li stratejist Zbigniew Brzezinski’nin Brooking Enstitüsü’ndeki “Batı ve Türkiye: Geniş küresel mimarinin şekillendirilmesindeki rolleri” başlıklı konferansı iki nedenle önemliydi. Birincisi ABD’nin dünya ölçeğindeki durumu bakımından, ikincisi de Batı’nın Türkiye’ye biçtiği rol bakımından…

AMERİKA’NIN ARDINDAN

5 Şubat’ta bu köşede “ABD’nin düşüşü ve Brzesinski’nin önerisi” başlıklı yazımızda, ünlü stratejistin yeni çıkan “Stratejik Vizyon” isimli kitabını ve Çin’e karşı önerdiği ABD-Rusya-Türkiye üçgenini incelemiştik. Ülkesinin durumunun SSCB’nin çökmeden önceki durumuna alarm verici benzerlikte olduğunu savunan Brzezinski, Rusya ve Türkiye’yi temel alan daha büyük bir Batı inşası önermişti.

5 Mart’ta ise bu köşede “Amerika’nın ardından” başlıklı yazımızda Brzezinski’nin Foreign Policy için yazdığı makaleyi incelemiştik. Ünlü stratejist, Çin’in hazırlıksız olduğu için ABD’nin hızla çökmemesini istediğini savunduğu makalesinde, “Amerika’nın ardından” felaketler tablosu çizmişti:

1.) Rusya eski Sovyet Cumhuriyetlerine kesinkes göz koyacaktır.

2.) Avrupa’yı; Almanya ve İtalya, Rusya’ya doğru, İngiltere ABD’ye doğru ve Fransa da daha sıkı bir AB tarafına doğru çekiştirecektir.

3.) Diğerleri ise daha büyük bir hızla kendi bölgesel kürelerini şekillendirmeye koyulacaklardır. Türkiye, eski Osmanlı coğrafyasında, Brezilya Güney Yarımküresinde…

4.) Çin’in önemli komşuları olan Hindistan, Japonya ve Rusya, ABD’nin küresel totem direğindeki sıfatını Çin’in almasına hazır değil.

5.) Amerika’nın ardından Gürcistan, Tayvan, Güney Kore, Belarus, Ukrayna, Afganistan, Pakistan, İsrail ve Büyük Ortadoğu ülkeleri tehlikeye düşecek ve savunmasız kalacak.

6.) Amerika’nın ardından deniz güzergâhları, uzay, internet ve çevre gibi küresel müşterekler de aşınmaya uğrar.

7.) Zayıflayan bir ABD’nin daha ulusçu, ulusal kimliği söz konusu olduğunda daha çok savunmacı, ülke güvenliği konusunda daha paranoyak, başkalarının kalkınması uğruna kaynak feda etmeye daha az gönüllü olması muhtemeldir.”

Doğu Perinçek, dün “ABD’de kaos, dünyada devrim” başlıklı makalesinde Brzezinski’nin çizdiği felaket tablosunun dünyanın değil, kendilerinin felaketi olduğunu özellikle vurguladı. Perinçek ABD jandarmalığının zayıflamasının bölgesel birlikleri ve milli birleşmeleri sağlayacağını, laikleşme eğilimlerini yükselteceğini belirtti.

ABD’NİN BÖLGE BEKÇİLİĞİ

Brzezinski’nin konferansı da aslında son kitabının bir özetiydi…  Ancak biz, ilk iki yazımızdan farklı olarak, daha ziyade Brzezinski’nin Türkiye’ye nasıl bir rol biçtiği üzerinde duracağız.

Zbigniew Brzezinski, Brooking Enstitüsü’ndeki konferansında, Türkiye’ye aslında ikisi de aynı kapıya çıkan iki anlam yükledi:

1.) BrzezisnkiTürkiye, Avrupa ve batı güvenliği açısından kilit rol oynayacak” ve “Türkiye Avrupa Enerji güvenliği için kilit bir öneme sahiptir” diyor. ABD’li stratejist, Türkiye’nin Batı için anlamını güvenlik üretmesine bağlıyor!

2.)  Brzezinski’ye göre Türkiye’nin ikinci önemli özelliği ise şudur: “Türkiye, önümüzdeki dönemde İran’ın geleceği açısından bir demokrasi modeli oluşturmaktadır. Aynı zamanda Ortadoğu için de bir model oluşturmaktadır.”

İşte meselenin esası budur. ABD için Türkiye’nin anlamı, Ortadoğu’da yükselen İran’ı tutabilmesidir, dengeleyebilmesidir. Zira Türkiye-İsrail-Mısır eksenli İran karşıtı bloğun Mısır ayağı kırılmıştır. Suudi Arabistan önderliğindeki Körfez ülkelerinin bu boşluğu doldurması çok zordur.

Bu yüzden AKP’ye yatırım yapılmış ve İran’ı dengeleyecek görevlere sürmüşlerdir. Obama’nın seçildikten hemen sonra Türkiye’yi “model ortak” ilan etmesi görevin etiketidir. Ankara’nın, Suudi Kralı ve Katar Şeyhi ile bölgeye demokrasi götürmeye soyunması, Suriye ve Esad karşıtlığı, Irak’ta Maliki karşıtı “Barzani-Allavi-Haşimi” cephesi kurması, Sünni blok kurma gayretleri bu görev nedeniyledir.

Türkiye ABD ve Batı için güvenliktir, bölge jandarmalığıdır, bekçiliktir… Ancak bu görev, komşularından önce Türkiye’yi parçalanmaya götürmektedir. Türkiye komşularına karşı değil, tersine, komşularıyla birlikte ABD’ye karşı olmalıdır!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
5 Mayıs 2012

, ,

Yorum bırakın

YEDİGEN DÜNYA

ABD’de önemli dış politika otoritesi kabul edilen Prof. Walter Russel Mead, ülkesinin değişen dünyadaki yerini Wall Street gazetesine değerlendirdi. Türk basınında özeti yer alan bu değerlendirmeyi okumuşusunuzdur.

Prof. Mead öncelikle dünyanın güç dengesinin değiştiğini savunuyor: “Çin, Hindistan, Türkiye ve Brezilya giderek daha sık ve değişik konularda seslerini duyuruyorlar. AB krizle sarsılıyor, Japonya artık Asya’nın en büyük ekonomisi değil. ABD düşüşe geçmedi ama dengeyi tekrar sağlama sürecinin tam ortasında.”

TEK KUTUPLU DEĞİL YEDİ KUTUPLU DÜNYA

Kuşkusuz “ABD düşüşe geçmedi ama” diye süren cümle gerçekte Prof. Mead’in niyetine işaret ediyor. Çünkü Prof. Mead aslında tek kutuplu bir dünyanın olmadığını, yedigen bir dünya kurulduğunu kabul ediyor. Ve değerlendirmesinin devamında “ABD hâlâ lider bir aktör ama yedi kutuplu bir dünyada” diyor.

Prof. Mead’e göre dünyanın yedi köşesini tutan bu ülkeler şunlar: ABD, AB, Japonya, Hindistan, Türkiye, Rusya ve Çin.

Ancak Prof. Mead değerlendirmesinin bütününde yedi ülkenin de “ortak bir yaklaşım” geliştireceğini savunuyor: Avrupa’nın ve Japonya’nın yanı sıra Çin, Hindistan, Brezilya ve Türkiye, Washington’un hızlı arama tuşlarında yer buldurlar. Rusya’nın katılmak istediği kesin değil, pazarlıklar sürüyor.”

TÜRKİYE’NİN ORTADOĞU ROLÜ

ABD ile Çin’in karşı karşıya gelmeye başladığı, Pentagon’un Pasifik’i yeni stratejisinde merkeze koyduğu günümüz dünyasında Prof. Mead’in “yediler” dediği ülkeleri Washington’un çıkarlarının peşindeki ülkeler diye tarif etmesi elbette gerçeği yansıtmıyor.

Nitekim genel değerlendirmenin satır aralarında yer alan şu ifade niyeti ortaya koyuyor: “Avrupa’dan giderek uzaklaşan Türkiye, Ortadoğu’da AB’den daha etkili bir güç olma yolunda ilerliyor.”

ABD’NİN LİDERLİK YOLU

Prof. Mead, “ABD’nin Türkiye, Hindistan ve Brezilya gibi yeni güçlerle işbirliğine giderek uluslararası gücünü yeniden tanımlayabileceğine” işaret ediyor.

İşte meselenin esası da budur. Zaten Türk basınının da bu habere yer vermesi, Prof. Mead’in Türkiye’yi övmesi nedeniyledir.

Prof. Mead’in değerlendirmesini bu temelde yeniden yorumlarsak, aslında ortaya şu çıkıyor: ABD düşüşe geçti. ABD Çin karşısında liderliğini sürdürmek için mutlaka Türkiye, Brezilya ve Hindistan gibi ülkelerle ittifak kurmalıdır.

ÇİN’İ ÇEVRELEYEREK DENGELEME

Kaldı ki, ABD’nin saygın stratejistleri de benzer şeyler söylüyorlar. Örneğin Zbigniew Brzezinski, “Çin’in önemli komşuları olan Hindistan, Japonya ve Rusya, ABD’nin küresel totem direğindeki sıfatını Çin’in almasına hazır değil” demekte ve bu üç ülkenin “Çin’i dengelemek amacıyla, zayıflayan ABD’nin desteğini bile arayabileceğini” savunmaktadır.

Brzezinskistratejik vizyon” isimli son kitabında ABD’nin daha büyük Batı inşa ederek Çin’i dengeleyebileceğini ortaya koymuş; “daha büyük Batı”nın da ancak ABD’nin Rusya ve Türkiye’yle yakın bir şekilde çalışmasından geçtiğini” belirtmiştir.

Henry Kissinger da ABD ile Çin’in “yüzyılın düellosuna” gireceğini işaret ettiği “Çin üzerine” isimli son kitabında “bu düelloyla iki tarafın da kaybedeceğini” savunmuştur. Kissinger’ın önerisi ise “Pasifik Birliği”nin kurulmasıdır!

ALTI KUTUPLU DÜNYA

Biz ise farklı olarak, 1 Ocak 2012 tarihli yazımızda altı kutuplu bir dünyanın gelişmekte olduğunu belirtmiştik ve kutupları şöyle sıralamıştık: “1. ABD, 2. Brezilya merkezli Latin Amerika, 3. Almanya merkezli AB, 4. İran merkezli Ortadoğu, 5. Rusya, 6. Çin.”

Türkiye’nin önemli bir dünya aktörü olmasının yolu ise Irak ve Suriye ile “Batı Asya Birliği” kurmasından geçiyor!

Oysa Türkiye AKP’nin yönetiminde maalesef ABD’nin Ortadoğu’daki bir taşeronu haline gelmiş ve ittifak kurması gereken ülkelere savaş tehditleri savurmaktadır!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
13 Nisan 2012

, , , ,

Yorum bırakın

AMERİKA’NIN ARDINDAN

ABD’nin önemli stratejistlerinden Zbigniew Brzezinski, üst düzey bir Çin yetkilisinin üst düzey bir ABD yetkilisine “Fakat Amerika lütfen hızlı çökmesin” dediğini aktarıyor Foreign Policy’deki “Amerika’nın ardından” başlıklı son makalesinde…

Böyle bir Çinli yetkili var mıdır, bu sözleri söylemiş midir, bilinmez. Ama Brzezinski’nin bu sözlere dayanarak Amerika’nın çöküşüne dünyanın sevinemeyeceğini iddia ettiğini, bu son makalesiyle öğrenmiş oluyoruz.

Brzezinski, “SSCB’nin 1991’de çökmesi üzerine ABD’nin üstlendiğine benzer bir role, yeni, işbirlikçi bir düzenin liderliği rolüne hazır tek bir güç olmayacak 2025’e kadar” diyor ve Pekin’in, Amerika’nın hızla çökmemesini istemesini, Çin’in hazırlıksızlığına bağlıyor.

‘RUSYA GENİŞLEYECEK’

Ünlü stratejist Zbigniew Brzezinski, Amerika’nın ardından nasıl bir dünya oluşacağına dair öngörülerde bulunmuş “Amerika’nın ardından” başlıklı makalesinde… Ve Brzezinski “olacakları” her biri birer felaketmiş gibi sunarak, aslında Çin dışındaki büyük ülkeleri Amerika’yla sonsuz işbirliğine zorunlu olduklarına ikna etmeye çalışıyor haliyle…

Ertuğrul Aydın’ın Dünya Bülteni için Türkçe’ye çevirdiği makalesinde Brzezinski, Amerika’nın ardından olacakları şöyle sıralıyor:

1. “Rusya eski Sovyet Cumhuriyetlerine kesinkes göz koyacaktır.”

‘AVRUPA 3’E BÖLÜNECEK’

2. “Henüz birbirine iyice tutunmamış olan Avrupa’nın ise çeşitli yönlere doğru çekiştirilmesi muhtemeldir: Almanya ve İtalya ticari çıkarlardan dolayı Rusya’ya doğru; Fransa ve güvensizlik içindeki Orta Avrupa siyasi bakımdan daha sıkı bir Avrupa Birliği tarafına doğru; İngiltere ise çökmekte olan ABD’yle özel ilişkilerini muhafaza ederken AB içinde dengeleri manipüle etmeye doğru çekiştireceklerdir.”

3. “Diğerleri ise daha büyük bir hızla kendi bölgesel kürelerini şekillendirmeye koyulacaklardır: Türkiye, eski Osmanlı coğrafyasında, Brezilya Güney Yarımküresinde…

4. Brzezinski’ye göre “Çin’in önemli komşuları olan Hindistan, Japonya ve Rusya, ABD’nin küresel totem direğindeki sıfatını Çin’in almasına hazır değil.”

Bu nedenle her üç ülke, “Çin’i dengelemek amacıyla, zayıflayan ABD’nin desteğini bile arayabilir.” diyor Brzezinski ve şöyle bir felaket tablosu çiziyor: “Netice olarak ortaya çıkan bölgesel mücadele, Çin’in komşularındaki benzer ulusçu eğilimlere bakınca, daha da yoğunlaşabilir. Bunun ardından Asya’da ağır bir uluslararası gerilim doğacak, 21. yüzyıl Asya’sı 20.yüzyılın şiddet dolu ve kana susamış Avrupa’sına benzemeye başlayacaktır.”

‘İSRAİL SAVUNMASIZ KALACAK’

5. Brzezinski, ABD’nin zayıf güçlerin güvencesi olduğunu, bu ülkeleri bölgesel güçlere karşı koruduğunu iddia ederek, Amerika’nın ardından Gürcistan, Tayvan, Güney Kore, Belarus, Ukrayna, Afganistan, Pakistan, İsrail ve Büyük Ortadoğu ülkelerinin, tehlikeye düşeceğini ve savunmasız kalacağını belirtiyor.

6. Brzezsinki’ye göre Amerika’nın ardından “deniz güzergâhları, uzay, internet ve çevre gibi küresel müşterekler de aşınmaya uğrar.”

7. Brzezinski son olarak ABD’nin zayıflamasının şu sonuca yol açacağını beliriyor: “Zayıflayan bir ABD’nin daha ulusçu, ulusal kimliği söz konusu olduğunda daha çok savunmacı, ülke güvenliği konusunda daha paranoyak, başkalarının kalkınması uğruna kaynak feda etmeye daha az gönüllü olması muhtemeldir.”

‘ABD, ABD’NİN ÇÖKÜŞÜNE HAZIRLANMALI’

Zbigniew Brzezinski, makalesinin sonunda ABD’nin, şimdiden “Amerika’nın ardından” olacaklara kendisini hazırlamasını istiyor:

“Fakat bugün Amerika’nın çöküş rüyasını görenler sonunda buna muhtemelen üzülecekler. Ve Amerika’nın ardından dünya gittikçe karışık ve karmaşık olacağından dolayı Amerika’nın, dış politikası için yeni bir stratejik vizyon izlemesi yahut küresel kargaşaya tehlikeli bir şekilde sürüklenmeye karşı kendini  hazırlaması zorunludur.”

ABD’NİN YENİLMEZ OLMADIĞINI SAPTAMAK

Brzezinski, ülkesinin gidişatını görüp, önlemler üretmeye çalışıyor haliyle… Amerika’nın çıkarları için dünyayı felaketlerle bile tehdit ediyor.

Umarız, bırakın Amerika’nın çökeceğini, henüz Amerika’nın zayıflamaya başladığını, sendelediğini, gerileme eğilimine girdiğini bile değerlendiremeyen kesimler, Brzezinski gibi ABD’ye dünya egemenliği için program oluşturan stratejistlerin bu makalelerinden, Türkiye adına yararlı sonuçlar çıkarırlar.

Çünkü Amerika’nın asıl gücü, yarattığı “yenilmez” hayalidir… Amerika’nın yenilmez olmadığını bilmek ve gerilemeye başladığını saptamak, Amerikan gücüne karşı çıkmada geniş kesimleri harekete geçirecektir ancak.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
5 Mart 2012

, ,

Yorum bırakın

%d blogcu bunu beğendi: