Posts Tagged Hillary Clinton

ERDOĞAN BOP’ÇU, GÜLEN PASİFİKÇİ

Fethullah Gülen Cemaati’nin sözcüsü Hüseyin Gülerce, Reyhanlı saldırısının bir BOP tuzağı olduğunu yazdı dün! Hatta hızını alamayan Gülerce ABD’nin Irak’ı işgal ettiğini anımsatarak Ortadoğu’yu bölmek istediğini, sınırları yeniden çizmek istediğini, mezhep çatışması yaratmak istediğini de yazdı!

Hayır, Cemaatin geçmişte Irak işgalini nasıl alkışladığını anımsatmayacağız. Ya da Erdoğan’ın, Gülerce’nin bu yazısından sonra Salı grup konuşmasında “sol işaret parmağıyla Kılıçdaroğlu’nu, sağ işaret parmağıyla Bahçeli’yi yönlendiren Perinçek, başparmağıyla da cemaati yönlendiriyor” deme ihtimalini de hesaplamayacağız.

Sadece bölünmenin bu düzeye çıkmasının asıl nedenini inceleyeceğiz:

ABD’DE KIRAN KIRANA ÇARPIŞMA

Ufuk Ötesi’nde sık sık işaret ettiğimiz gibi ABD’deki bölünme kıran kırana çarpışmalara sahne oluyor. Son yazımızdan bu yana bile taraflar birkaç yeni cephede daha çarpışmaya başladı:

1. ABD’deki yarılma kuşkusuz hâkim sınıflar içindeki çelişmenin sonucudur ama şu andaki somut yansıması Beyaz Saray ile Kongre’nin karşı karşıya olması şeklindedir.

Bunu neden belirttik? Şundan: Başbakan Erdoğan, ABD Başkanı Barrack Obama dışında, ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Joan Boehner ile bir araya gelecek.

Peki, bunun önemi ne? Bildiğiniz gibi Asya-Pasifik merkezli bir stratejiyle ABD’yi düzlüğe çıkaracağını varsayan Obama yönetimi, Suriye konusunu Türkiye’nin çözmesini bekliyor. Ancak ABD’nin geleceğini Ortadoğu’da görenler ise Suriye’ye doğrudan müdahale için bastırıyor.

Müdahaleciler bu nedenle Kongre’ye “Suriye’de İstikrarın Sağlanması-2013” isimli bir yasa tasarısı sundular. Tasarı ABD’nin Suriye’de uçuşa yasaklı bölge ilan etmesine ve muhaliflere ağır silah verilmesine izin veriyor. Tasarıyı hazırlayanlar, ABD’nin Rusya’yla uzlaşarak yapmayı planladığı Uluslararası Suriye Konferansı’na da ateş püskürüyor!

2. ABD Kongresi, geçen hafta Bingazi Saldırısı’nı yeniden gündeme getirdi. Cumhuriyetçiler,  Kongre’de dinlenen ABD’nin Libya’daki eski Misyon Şefi Yardımcısı Gregory Hicks’in açıklamaları üzerinden sadece Obama yönetimini değil, Hillary Clinton’un 2016 başkanlık adaylığını da hedef aldılar!

3. ABD Adalet Bakanlığı’nın, AP’ye haber sızdıran yetkilileri yakalamak için ajansın tüm çalışanlarını dinlemeye aldığı ortaya çıktı. Hürriyet’ten Tolga Tanış’ın bildirdiğine göre skandal şöyle gelişti: AP Yemen’de hâlâ süren bir CIA operasyonunu deşifre etti. Beyaz Saray haberin yayımlanmamasını istedi ancak AP dinlemedi. İş büyüdü.  Hatta FBI, şimdiki CIA Direktörü John Brennan dâhil birçok kişiyi olay nedeniyle sorguladı.

4. Hâkim sınıflar arasındaki yarılma Pentagon’a da yansıdı. Örneğin NATO Avrupa Müttefik Kuvvetleri Yüksek Komutanı Oramiral James Stavridis’in istifa ettiği haberi servis edildi medyaya. Ancak Stavridis görevinin başındaydı! Ne olmuştu gerçekte peki? Bu durum acaba Stavridis’in Obama’nın aksine Suriye’ye müdahale yanlısı olmasıyla ilgili miydi?

ERDOĞAN-GÜLEN ÇARPIŞMASI

ABD içindeki bu yarılma, haliyle Türkiye’deki temsilcilerine de yansıyor. Üstelik Obama’nın göreve geldiği 2009’un başından beri!

AKP ve Cemaat, Kürt Açılımı’nda da, Suriye konusunda da uyumlu değil.

Kuşkusuz bu iki konu başlığındaki çelişmenin ana dayanaklarından biri Erdoğan’ın “Kuzey Irak’ın Fethullahlaştırılması ve Güneydoğu’nun Barzanileştirilmesi” yerine, yola Abdullah Öcalan ile devam etme kararıdır. AKP’ye ortak yapılan PKK’nin Cemaati hedef alması ve Cemaatin de “çözüm sürecine” mesafe koyması bu nedenledir. Ancak bu ayrışmanın kaynağı da ABD’deki yarılmadır.

Bu yarılma, kimi AKP yetkililerinin “Washington önce Kuzey Irak’la ilişki kurmuyoruz diye kızıyordu, şimdiyse ilişkimizden rahatsız” diye yakınmasını da açıklıyor. Zira Obama’nın Ankara-Erbil yakınlaşmasından değil, bu yakınlaşma nedeniyle Maliki’nin İran’ın yanına itilmesinden rahatsız olduğunu anlamıyorlar.

AKP İLE CEMAAT’İN İSTİHBARAT SAVAŞLARI

AKP-MİT cephesiyle Cemaat-Emniyet İstihbarat cephesinin çarpışması, “Başbakanlığa böcek” olayından sonra, şimdi de Reyhanlı saldırısına yansıdı.

Erdoğan, Reyhanlı saldırısı sonrası açıkça Emniyet’i suçladı ve MİT’in istihbaratının doğru fakat Emniyet’in uygulamasının eksik olduğunu açıkladı. Başbakanlık Teftik Kurulu’nu harekete geçirdi.

Cemaat ise kalemşorlarının “MİT Muhaberat’ın oyununa geldi” yazılarıyla bu saldırıya yanıt veriyor. Emre Uslu’nun MİT’i açıkça hedef alan dünkü yazısında “Aydınlıkçılar MİT’i de kontrol ediyor” diye yazması ise cemaatin çapsız bir yalana sarılacak kadar sıkıştığını gösteriyor.

ABD YARILDI, F-AK KOALİSYONU BÖLÜNDÜ

Sonuç olarak ABD yarılınca, Türkiye şube temsilcileri de bölündü.

ABD’deki yarılma Türkiye’ye fiilen şöyle yansıyor: Erdoğan ABD’nin BOP’çu, Ortadoğucu kesimlerinin Türkiye şubesi olmayı sürdürüyor, Gülen Cemaati ise yeni stratejiye uygun olarak Pasifikçiliği seçiyor ve BOP eleştirisine soyunuyor!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
16 Mayıs 2013

, , , , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

ÇİN’İN ABD HİLALİNE YANITI

ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin Güney Kore, Çin ve Japonya’yı kapsayan Asya-Pasifik ziyareti, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin füze tehdidi nedeniyle oldukça önem kazandı. Ancak Çin basını, Kerry’nin ziyaretinin ana gündeminin Kore DHC yerine “Çin’le iyi ilişkiler kurmak” olduğuna dikkat çekiyor.

Bu analiz, Kore DHC’nin dünyayı ayağa kaldıran füze tehdidi konusunda, esas adrese işaret etmesi bakımından değerli.

KERRY’NİN ENDİŞESİ

Çinli uzmanlar ayrıca şu soruyu tartışıyor: “ABD’nin yeni stratejisi Asya-Pasifik merkezli. Nitekim eski Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, ilk ziyaretini bu bölgeye yapmıştı. Ancak Kerry bölgeye gelmeden önce tam üç kez Ortadoğu’ya gitti. Acaba ABD yeniden Ortadoğu’ya mı dönecek?”

Bu soruya verilen ağırlıklı yanıt, “hayır” şeklinde. Uzmanlara göre, bu tabloyu yaratan etkenlerden biri, Kerry’nin hızla artan tansiyonu “yatıştırma” taraftarı olmasıdır.

Örneğin Kerry’nin Senato oturum toplantısında dile getirdiği şu görüşü anımsatıyorlar: “ABD’nin Asya-Pasifik bölgesindeki askeri varlığının yoğunlaştırılması gerekmiyor. ABD’nin Asya-Pasifik bölgesindeki askeri üs sayısı, Çin dâhil diğer ülkelerden daha fazla. Çin, bu durumu görünce, ‘ABD ne yapacak, bizi kuşatacak mı?’ diye soracak. Herhangi bir eylem karşı tarafın tepkisini uyandırabilir. Bu nedenle iyice düşündükten sonra harekete geçmemiz gerekiyor. Yeni tehditler yaratmak yerine, daha iyi işbirliği temeli arayışında bulunmamız gerekiyor.

KUŞATMA HİLALİNE İKİ UCUNDAN YANIT

Kerry’nin “süreci yatıştırma” çizgisine girmesi ise Çin’in, ABD’nin Asya-Pasifik stratejisine pratikte sert yanıtlar vermesi nedeniyledir.

Bu hamlelerden özellikle ikisi oldukça önemliydi. Biri Kore DHC’nin ABD’yi “vurmakla” tehdit etmesi, diğeri de Çin’in kendi adalarıyla Endonezya arasında bir tatbikat yapmasıydı.

Bu ikisinin ne anlama geldiği, ABD’nin Çin’i kuşatmak üzere çizdiği haritaya ve dayandığı kuvvetlere bakınca anlam kazanıyor: Washington, Endonezya, Filipinler, Güney Kore ve Japonya’ya dayanarak Çin’i güneyinden başlayarak doğusuna kadar kuşatmaya çalışıyor.

Bu dört ülkenin konumu, bir dairenin güney-doğu kanadıdır; hilaldir. Çin hilalin altında tatbikat yaptı, Kore DHC de hilalin üstünden ABD’yi tehdit etti!

Yani Çin, ABD’nin kuşatma hilaline, hilalin iki ucundan sert yanıt verdi. Kore DHC meselesinin esası budur.

ABD DAHA İLERİ GİDEMEDİ

Nitekim ABD de, tehdidin Kore DHC’den değil, Çin’den geldiğini görerek geri adım attı.

Wall Street Journal da yayımlanan Adam Entous ve Julian Barnes imzalı, “ABD, Kuzey Kore’deki güç gösterisinde geri adım attı” başlıklı analiz haber durumu bütün çıplaklığıyla özetliyor: “ABD, Kuzey Kore’nin cesaretini kırmayı amaçlasa da, yetkililer daha derin bir krize neden olmaktan çekinen Beyaz Saray’ın agresif duruşunda geri adım attığını ifade etti.

Nitekim bu durum bölgeyi ziyaret eden ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin mesajlarına da yansıdı. Örneğin Kerry önceki gün Güney Kore’de, Kore DHC’ye altılı ya da ikili görüşme çağrısı yaptı. Ardından Güney Kore’den kuzeye diyalog çağrısı gitti.

Sonuç olarak ABD, tıpkı Ortadoğu gibi Asya-Pasifik’te de kendisini zafere götürecek hamleleri atamıyor! Washington’un kaynakları ise mevzi aramaya, küçük muharebeler kazanmaya, savaşı zamana yaymaya yetmiyor.

Zira saatler dünyanın güney doğusuna ayarlandı: Güneş ABD’de batıyor, Doğu’da yükseliyor!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
14 Nisan 2013

, , , , , , ,

Yorum bırakın

GÜL EMNİYET’İ, EMNİYET ABD’Yİ SUÇLADI

Milliyet’ten Pınar Ersoy’un sorularını yanıtlayan ABD Başkanı Barrack Obama’nın Ankara Büyükelçiliği’ne yönelik canlı bomba saldırısını “Türk-Amerikan ilişkilerine zarar vermek isteyenler başarısız oldu” diye yorumlaması bize dikkat çekici geldi.

Zira saldırıdan sonra Türk devletinin yaptığı resmi açıklamalarda benzer bir değerlendirme yoktu. Tersine hem Başbakan Tayyip Erdoğan hem de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, saldırının “teröre karşı ortaklığın ne kadar elzem olduğunu gösterdiğini” belirttiler!

Resmi olmayan açıklamalarda ise üç görüş öne çıkıyordu.

1. Suriye ve İran olağan şüpheliydiler ve bu saldırıyla ABD’nin bölge politikalarına tepki göstermiş olabilirlerdi.

2. DHKP-C stepneydi ve Almanya’nın canlı bombayı izleme gereği duymamasından başlayarak, bu örgütü kullanmasına kadar pek çok nedenle Berlin’in saldırıda rolü olabileceği belirtildi.

3. DHKP-C’nin PKK ile ilişkilerini öne çıkaran MİT-Emniyet çevreleri, saldırıyla İmralı sürecinin hedef alındığını söylediler.

SALDIRIYLA İLGİLİ SORU İŞARETLERİ

Obama’nın sözlerini başka olgularla birleştirmeliyiz:

1. Canlı bombanın 95 dakika içinde DHKP-C militanı Ecevit Şanlı olduğu tespit edilmişti ama buna rağmen ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi James Jeffrey “Bu DHKP-C’nin yapacağı bir saldırı gibi görünmüyor” diyordu.

2. Saldırı sırasında MOBESE kameralarının bir saat boyunca neden kapalı olduğu gerçek yanıtını bulamadı!

3. Kuşkusuz Cumhurbaşkanı Gül’ün “Emniyet biliyordu ama önleyemedi” demesi özel bir anlam içeriyordu.

4. Saldırganın kimliği nasıl oldu da parçalanmaya rağmen 95 dakika gibi kısa bir zamanda tespit edilebildi? Günler sonra yayımlanan ve bu kuşkuları gidermeye yönelik olduğu anlaşılan Emniyet kaynaklı haberde dikkat çekici bir cümle vardı: “Bu arada ABD Büyükelçiliği’nin, Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne sadece kulübe içindeki güvenlik kamerasının kaydettiği görüntüyü verdiği; Şanlı’nın yürüyerek geldiği Paris Caddesi üzerindeki kameraların kaydettiği görüntüleri vermediği öğrenildi.” (Akşam, 8 Şubat 2013)

Açık ki, Cumhurbaşkanı Gül Emniyet’i suçluyor, Emniyet ise ABD Büyükelçiliği’nin delil gizlediğini belirterek yanıt veriyordu!

BİNGAZİ’DEN ANKARA’YA

ABD’nin Bingazi Konsolosluğu’na yapılan saldırıyla, Ankara Büyükelçiliği’ne yapılan saldırı arasında bir bağ var. O bağın kaynağı ise ABD’nin nasıl bir küresel strateji izleyeceğine dair süren iç mücadeledir.

12 Eylül 2012’deki Bingazi saldırısıyla 1 Şubat 2013’deki Ankara saldırısı arasında geçen 4,5 aylık sürede Washington’da çok köklü değişiklikler oldu. Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Savunma Bakanı Leon Panetta ve CIA Başkanı David Petraeus tasfiye edildi!

Üstelik üçünün ortak noktaları vardı:

1. Üçü de Obama’nın tersine ABD’nin Suriye ve İran konusunda aktif tutum almasını istiyorlardı. Nitekim tasfiyelerinden sonra üçlünün Suriyeli muhaliflere silah sağlamaya yönelik planlarının Beyaz Saray’dan döndüğü basına sızdırıldı!

Yerlerine gelen isimlerin ABD-İran diyaloguna yeşil ışık yakmaları ve Suriye’de diplomatik çözüm için umutlu olduklarını söylemeleri çok şey anlatıyor!

2. Her üç isim de ABD’nin Bingazi Konsolosluğu’na düzenlenen saldırı nedeniyle topun ağzındaydılar. Eski Genelkurmay Başkanı Mike Mullen’in başkanlığındaki ekipçe hazırlanan raporda hem Clinton hem de Petraeus açıkça suçlanıyordu. Senato ikisini de sorgulamayı sabırsızlıkla bekliyordu. Kasım’da CIA Başkanı Petraeus yasadışı evlilik gerekçesiyle istifa etti, Aralık’ta da Clinton beyin sarsıntısı geçirdi ve hastaneye kaldırıldı!

Ancak her ikisi de Senato’ya hesap vermekten kurtulamadılar! Ocak ayında Senato’da sorgulanan Clinton, suçlandığı raporun neden gizli tutulmadığına bir anlam veremiyordu!

CIA SURİYE MUHALEDETİNE İHANET ETTİ

Bingazi Konsolosluğu’nu Ankara Büyükelçiliği’ne bağlayan olgu ise o sorgulamada Senatör Rand Paul’ün Clinton’a bir sorusunda gizliydi. Paul, Libya’dan Türkiye’ye silah sevkiyatına ABD’nin aracı olup olmadığını soruyor, Clinton ise “CIA’ya sorun” diyordu!

Bu köşede daha önce Libya’dan İskenderun’a gelen El Entisar gemisinin öyküsünü anlatmış, Petraeus’un apar topar Türkiye ziyaretine ve Bingazi’de öldürülen ABD Büyükelçisi Chris Stevens’in saldırıdan iki saat önce Türk diplomat ile bu gemi hakkındaki görüşmesine dikkat çekmiştik!

Biz bu satırları yazarken Hürriyet Planet’e düşen “CIA, Suriye muhalefetine ihanet mi etti” başlıklı haber ise bu çatışmanın sonucunu belgeliyordu. Gerisini o muhalefetin koordinatörü olan Ahmet Davutoğlu düşünsün!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
11 Şubat 2013

, , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

ABD İLE AKP ARASINDAKİ ÇATLAK

ABD ile AKP arasında, başta Irak ve Suriye konusunda olmak üzere bir çatlak oluşmaya başladığı görülüyor. Ancak bu çatlağın esas olarak ABD içi çatlağın bir yansıması olduğunu söylemeliyiz. Bu durum AKP’yi oluşturan koalisyon içinde de kırılmalara dönüşüyor.

Bu çatlağın izleri özellikle ABD Büyükelçisi Francis Ricciardone’nin son konuşmasında iyice belirginleşti.

ABD’DE İÇ YARILMA

ABD’deki çatlağın kaynağı ekonomik kriz… ABD için krizin en hasar veren sonucu ise Türkiye’nin milli gelirinden bile büyük olan bütçe açığı vermesidir. Bu açık, bütçe kesintilerini zorunlu kılıyor. Bütçe kısıntıları da en çok askeri harcamalara yansıyor.  Bu da haliyle ABD’nin silahlı dış politikasını etkiliyor.

ABD Savunma Bakanı Leon Panetta durumu şu sözlerle özetliyor: “Kongre, 1 Mart’ta otomatik olarak devreye girecek bütçe kesintilerinin önüne geçecek bir adım atamazsa, ordu ciddi zaafa uğrayacak, dünya genelindeki krizlere yanıt verebilme kabiliyeti azalacak.”

Obama yönetimi ekonomik kriz nedeniyle bir süredir içe yönelmiş ve ağırlığı krizin etkilerini azaltmaya vermiş durumda. Bu durum ABD’yi başta Suriye olmak üzere kimi konulara zorunlu olarak “aktif” müdahale edemez hale getiriyor.

Ancak Obama yönetiminin “geri çekilme” hamleleri hâkim sınıflar içinde şiddeti artan bir çarpışmaya da dönüşmüş durumda.

Örneğin Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Savunma Bakanı Leon Panetta ve CIA Başkanı David Petraeus üçlüsüne ait Suriye planının Obama tarafından reddedildiğinin kamuoyuna duyurulması önemli. Bu hamle üzerine Senato’da Panetta’ya “Suriye muhalefetine silah yardımı yaptık” dedirtildi. Ancak neticede üç isim de değişik yollarla tasfiye edildi.

SURİYE KONUSUNDA FARKLILIK

ABD, Türkiye’nin Suriye’ye aktif müdahale edilmesi çağrısına olumlu yanıt veremiyor. AKP hükümeti ise Beşar Esad’ı tek başına deviremiyor. Erdoğan ABD’nin tutumunu önce Kasım’daki seçimlere bağladı ama durumun değişmeyeceğini gördü. O yüzden Suriye sahnesinden çekilme arayışlarına girdi ve Esad karşıtı sert sözlerine rağmen, Moskova ve Tahran’ın dâhil olduğu çözüm modellerini gözden geçirmeye başladı.

Abdullah Gül ve Ahmet Davutoğlu ise Suriye sahnesinde aktif bulunma çizgisinde ısrar ediyorlar.

Öte yanda İsrail’in Suriye’yi vurmasının ardından Erdoğan ile Davutoğlu’nun tepkilerinin içerik farklılığı da dikkat çekiciydi. Erdoğan İsrail’i kınarken, Davutoğlu “Esad neden İsrail’e çakıl taşı bile atmadı” diye soruyordu. Nitekim ABD Dışişleri Bakanlığı da Erdoğan’dan ziyade Davutoğlu’na yüklendi ve onu “ortamı kızıştırmaya” çalışmakla suçladı!

ABD’NİN MALİKİ’YE MECBURİYETİ

ABD Büyükelçisi Ricciardone, AKP’nin Irak politikasına yönelik kimi eleştirilere resmiyet kazandırdı. Ricciardone, Türkiye’nin Bağdat’a rağmen Erbil’le yakınlaşmasını ve petrol politikalarını yanlış bulduklarını, Irak’ın bütünlüğünden yana olduklarını belirtti özetle.

Böylece Ankara’da yükselen “Washington neden Nuri El Maliki’ye haddini bildirmiyor” serzenişi de yanıtını bulmuş oldu. Gerçekte Irak’ın birliğini savunmayan ABD, şu aşamada bir alternatifi olmayan ve Irak’ta gücünü artıran Maliki’yi karşısına alamazdı elbette!

RİCCİARDONE İLE ERDOĞAN AYNI ŞEYİ SÖYLEDİ

Ricciardone ayrıca uzun tutukluluğu ve askerlerin terörist ilan edilmesini, toplamda da yargı sistemini eleştirdi.  Kuşkusuz bu sözler normalde bir büyükelçisinin görevi de değildir, haddine de değildir. Ancak yargısının “uyumlulaştırılması” için Adalet Bakanlığı’na ABD’li danışman kabul eden ve polisinin FBI’ya Ergenekon brifingi vermesini isteyen bir hükümet için durum maalesef olağandır, normaldir.

Buna rağmen AKP sözcüsü Hüseyin Çelik çok sert açıklamalar yaptı ve “acemi büyükelçi haddini bilmeyi öğrenememiş” dedi. Oysa Ricciardone’nin eleştirileri Erdoğan’ınkiyle aynıydı ve onu tamamlıyordu. Dahası ABD Dışişleri Sözcüsü Victoria Nuland, Ricciardone’nin sözlerinin daha önce Hillary Clinton tarafından muhataplarına söylendiğini, yeni Bakan John Kerry’nin de aynı şeyleri söyleyeceğini ilan etti.

ERDOĞAN DOĞU’YA BAKIYOR

Sonuç olarak hem ABD’de hem de AKP’de çatlak var. Bu durum ABD’nin bir parçasıyla AKP’nin bir parçasını en temel konularda karşı karşıya getirmeye başladı.

Erdoğan’ın ŞİÖ seçeneği hamlesiyle Batı’ya sırtını dönmeden Doğu’ya da bakması ve bölge kuvvetleriyle ortaklık araması bu nedenle önemli…

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
9 Şubat 2013

, , , , , , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

CLINTON-RICE ve PERİNÇEK-DUGİN

ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Rusya’nın “Gümrük Birliği, Avrasya Birliği adı altında bölgede Sovyetler Birliği’ni yeniden diriltme girişimlerinde bulunduğunu” savundu.

Clinton, Financial Times gazetesinin haberine göre, bu gelişmeye direneceklerini açıkladı: “Bu konuda yanılgıya düşmeyeceğiz. Amaçlarının ne olduğunu biliyoruz ve bu sürecin yavaşlatılması ya da önüne geçilmesine yönelik en etkin yöntemleri geliştirmeye çalışıyoruz.”

ABD SÜPER DEĞİL KÜRESEL GÜÇ

Peki, ABD süreci nasıl yavaşlatacak? Geçmişte SSCB’yi yeşil kuşakla çevreleyen, daha doğrusu çevreleyecek sayıda müttefiki olan Washington, şimdi Rusya’ya karşı kimlerle ittifak yapabilecek?

Bu soruya verilecek yanıtın zorluğu, ABD’nin zorluğudur. O zorluk, ABD’nin kendi yayınlarında artık nasıl algılandığıyla da anlaşılıyor. Son dönemde ABD’nin “süper güç” yerine “küresel güç” diye nitelenmesi anlamlıdır.

Ancak Washington açısından pratikte daha sıkıntılı olan Moskova’nın birlik çalışmalarına direnip direnemeyeceğinden ziyade, bu ülkeyle karşı karşıya gelmiş olmasıdır. Çünkü ABD’nin esas rakibi olan Çin’e karşı tek şansı, Zbigniew Brzezinski’nin belirlediği stratejiye göre Rusya ve Türkiye ile “daha geniş batı” kurabilmesine bağlıdır.

SAVAŞ GEMİLERİ KARŞILIKLI KONUMLANDI

Oysa Suriye konusu başta olmak üzere Kürecik Radarı ve Patriot konuları ABD ile Rusya’yı doğrudan karşı karşıya getirmektedir.

Bu karşılıklı cepheleşme artık “silah çekme” noktasındadır. Örneğin Rusya, ABD’nin “Dwight Eisenhower” uçak gemisinin Suriye karasuları yakınına demir atmasına sessiz kalmamış, Akdeniz görevini tamamlayarak Karadeniz’e dönmekte olan 6 savaş gemisini Ege’de bekletmeye karar vermiştir.

Rusya Genelkurmay Başkanlığı’nın yaptığı açıklama olayın ciddiyetini ortaya koymaktadır: “Moskova kruvazörü liderliğindeki savaş gemilerimizin Akdeniz’de değişen durum nedeniyle bağlı oldukları Sivastopol üssüne dönüşleri askıya alınmıştır. Türkiye’nin Çanakkale boğazları açıklarında beklemeye alınan gemiler, yapılacak değerlendirmeden sonra Karadeniz’e dönmek yerine tekrar Akdeniz sularına indirilebilir.”

ABD GERİ ADIM ATTI

Aslında bu askeri pozisyon alma durumu, Türkiye ile Rusya’nın Suriye konusundaki görüş farklılığı makasını daraltmasını “Putin, Erdoğan’a yaklaştı” diye yorumlayanlar ile ClintonLavrov görüşmesinden “Rusya, Suriye konusunda ABD’yle uzlaştı” sonucunu çıkaranları fena çuvallattı.

Kaldı ki, Clinton’un Lavrov’la görüşme sonrasında yaptığı açıklama, taviz verenin ABD olduğunu ortaya koyuyor: “ABD ve Rusya, Suriye’deki tüm taraflar arasında arabuluculuk çabalarına destek verme konusunda anlaştı.

Silahlı “çözüm” yerine tüm tarafların müzakere etmesini en başından beri savunan ülke Rusya olduğuna göre, geri adımın sahibi de ABD’dir!

PERİNÇEK VE DUGİN’İN SAPTAMASI

Varlık sebebi Varşova Paktı olan NATO’nun bu pakt kalktıktan sonra bile varlığını sürdürdüğü koşullarda, Clinton’un Rusya’yı “SSCB’yi diriltmeye çalışmakla” suçlamaya kalkması, ABD’nin Türkiye’yi NATO faaliyetlerine merkez yapma girişimine meşruiyet arayışı olarak da anlaşılabilir. Ancak Türkiye’nin pozisyonu da geçicidir.

Öte yandan Clinton’un “Rusya SSCB’yi diriltmeye çalışıyor” sözleri ile ABD’nin eski Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın “İran, günümüzün Marx’ıdır” sözleri örtüşmektedir. Çünkü her iki açıklama da “siyasal saflaşmaya” işaret etmektedir.

Atlantik cephesinin temsilcilerinin sözlerindeki bu uyum, kuşkusuz Avrasya cephesinin temsilcileri için de geçerlidir. Örneğin Rice’ın “İran, günümüzün Marks’ıdır” sözünü inceleyen Doğu Perinçek’in “Göreceksiniz, Türkiye, yükselen Asya’daki yerini kısa zamanda alacaktır” öngörüsü ile Aleksandır Dugin’in “Türkiye, ABD çizgisinden çıkabilir” demesi de örtüşmektedir!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
10 Aralık 2012

, , , , , , , , ,

Yorum bırakın

ABD SUKO’YU NEDEN TANIMIYOR?

Türkiye’nin Suriye sınırına konuşlandırmak üzere NATO’dan Patriot istemesi ile ABD ve Türkiye Özel Kuvvetleri’nin tatbikat mutabakatına vardığının ortaya çıkması, Washignton’un artık Suriye konusuna ağırlık vermeye başladığı şeklinde yorumlanıyor. Hatta bazı çevrelere göre Esad’ın düşmesi bu kez an meselesi!

Peki, öyle mi? Yani Atlantik cephesi bu kez Çin, Rusya, İran, Irak, Suriye, Lübnan bloğunu yardı mı?

Hayır! Bırakın yarmayı, Washington daha istediği gibi bir Suriye muhalefet cephesi bile oluşturamadı! ABD bu nedenle Doha’da kurduğu Suriye Ulusal Koalisyonu SUKO’yu bile hâlâ resmi olarak tanımadı!

Oysa ABD, Türkiye merkezli Suriye Ulusal Konseyi SUK’u yetersiz gördüğünü açıkça belirtmiş ve ardından Doha’da bir hafta süren konferansta SUKO’yu inşa etmişti!

ABD kendi kurduğu SUKO’yu henüz tanımazken, Arap Birliği, Fransa, İngiltere ve Türkiye’nin tanıması, meseleyi daha da ilginç kılıyor.

ABD’NİN ZORUNLU KARARSIZLIĞI

ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, hem Associated Press’in duyurduğu “ABD’nin yeni oluşturulan Suriye muhalefet cephesini resmen tanımaya hazırlanıyor” haberini, hem de New York Times’ın gündeme getirdiği “ABD’nin Suriyeli muhaliflere doğrudan silah yardımı yapmayı planladığı” iddiasını doğrulamadı.

Clinton Hürriyet’ten Tolga Tanış’ın aktardığına göre, 2013’te ülkesinin dış politika önceliklerini açıkladığı konuşmasında şöyle dedi: “Düzenli olarak durumu değerlendiriyor ve bazı adımlar atıyoruz. Eminim önümüzdeki haftalarda daha fazlasını yapacağız. Fakat henüz bir karar verilmiş değil ve günlük olarak bunu değerlendiriyoruz.”

Clinton silah yardımı konusunun ise 12 Aralık’ta Fas’ta yapılacak “Suriye (muhaliflerinin) dostları” toplantısında ele alınabileceğinin sinyalini verdi.

ABD’NİN NETLEŞEMEYEN POZİSYONU

ABD’nin Suriye Büyükelçisi Robert Ford’un açıklaması Washington’un neden SUKO’yu henüz tanımadığını ortaya koyuyor: “SUKO Suriye halkının arzularının meşru temsilcisidir. Onlarla işbirliği yapacağız. Suriye için bir vizyonları var. İlerleme kaydediyorlar, onlar geliştikçe bizim pozisyonumuzun da evrilmesini bekliyorum.”

Ford’un muhaliflere silah yardımı konusunda söyledikleri de önemli: “Birçok kişi, aktif olmayı silahlarla bağlantılandırıyor. Bunun bir hata olduğunu söylemeliyim. Silahlar bir strateji değildir, silahlar bir taktiktir. Bunu çok net söyleyeceğim; askeri çözümün Suriye için en iyi yol olmadığını düşünüyoruz. Bir tarafın diğer tarafı ele geçirerek kazanma çabaları sadece şiddeti uzatacaktır ve zaten korkunç vaziyette olan insani durumu daha da ağırlaştıracaktır.”

SURİYE MUHALEFETİNDE YARILMA

Clinton ve Ford’un açıklamalarından ortaya iki gerçek çıkıyor. 1. ABD silahlı mücadelenin başarı getirmeyeceğini saptıyor. 2. ABD, Suriyeli muhaliflerinin başarı şansı artıkça arkalarında duracak.

Peki, Suriye muhalefeti, ABD’nin daha somut pozisyon almasını sağlayacak işaretler veriyor mu? Yanıt hayır!

Üstelik Suriye muhalefetinin önünde artık daha büyük sorunlar var:

1. Tek parçalı Suriye muhalefeti bir türlü oluşturulamadı. Örneğin Ulusal Koordinasyon Kurulu UKK, Moskova’yla temasları artırıyor, Şam’la müzakereye hazır olduğunu ilan ediyor.

2. SUKO hafta içi Kahire’de yaptığı son toplantıda da uzlaşamadı. SUKO’yu oluşturan gruplar arasındaki anlaşmazlık sürüyor hatta Kürt meselesi boyutu üzerinden derinleşiyor. Suriye’deki Barzaniciler ile PKK/PYD’nin yeniden anlaşması, Araplarda endişe yaratıyor.

Clinton’un “Türkiye, Suriye’de hiçbir şey yapılmamasının özelikle PKK uzantısı olan Kürtleri güçlendirmesinden inanılmaz biçimde endişeli” demesi dikkat çekici.

3. Doha’da ABD, Türkiye, Katar ve SUKO arasında imzalanan ve İsrail’i gözeten gizli anlaşma muhalefet içinde kırılma yarattı. Ayrıntılarını bugün Aydınlık’ın dış haberler sayfasında okuyacağınız 12 maddelik bu gizli anlaşmayı, Suriyeli muhalefetin bir bütün olarak kabul etmesi mümkün görünmüyor.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
2 Aralık 2012

, , , , , , ,

Yorum bırakın

AMERİKAN DEVLETİNDE ÇARPIŞMA

Barrack Hüseyin Obama 2008’de ilk kez seçildiğinde, kurduğu hükümetin iki gruptan ve beş bileşenden oluşan bir koalisyon olduğuna dikkat çekmiştik. Amerikan devlet aygıtı, 2007’de başlayan ekonomik kriz ve daha önemlisi 2004’te işareti oluşan siyasal yenilgiye çareyi böyle arıyordu.

1. OBAMA DÖNEMİNDE BEŞ BİLEŞEN

Barrack Obama: Demokrat Parti’nin “Çevre” temsilcisi. İttifakçı, çok taraflı BOP’tan yana.

Hillary Clinton:  Demokrat Parti’nin “Merkez” temsilcisi. Bush döneminde Senato’da olan Hillary Clinton, NeoCon’ların politikalarına destek vermişti! Koalisyon’da aynı zamanda New York ağırlıklı Yahudi sermayesini temsil ediyor.

Joe Biden: Irak merkezli BOP’çu. Irak’ı Şii, Sünni ve Kürtler arasında üçe bölen planın sahibi.

Robert GatesBush’un son bir yılında, ABD yönetimine, BOP revizyonu için monte edildi. Bu nedenle Obama yönetiminde de bu görevini sürdürdü. Afganistan merkezli BOP savunucusu. Irak’tan çekilmeyi savunuyor. İran’la müzakerelerden yana.

James Jones: Koalisyonda Ulusal Güvenlik Konseyi’nin başı olarak yer aldı. Eski NATO komutanı. Demokratlar iktidarda ama o bir Cumhuriyetçi olarak koalisyona girdi. Obama’nın kazandığı seçimlerde Cumhuriyetçi Parti adayı John McCain’i açıkça desteklemişti!

Bu beş bileşeni neden anımsattık? İkinci Obama döneminde de benzer ve hatta daha derin sıkıntıların yaşandığını anlatmak için…

PETRAEUS ELENDİ

CIA Başkanı David Petraeus’un evlilik dışı bir ilişki yaşadığı gerekçesiyle istifa etmesine kuşkusuz kimse ikna olmadı.

Bu ilişkiyi FBI’ın ortaya çıkarması, Petraeus’un İsrail yanlısı olup olmadığının tartışılması da, hatta Petraeus’un ABD Büyükelçisi Chris Stevens’ın  Libya-Bingazi’deki CIA üssünde öldürülmesini sadece “izlediği” suçlamaları aslında tek gerçeğe işaret ediyor: Amerikan devlet aygıtı içinde kıran kırana bir çarpışma var!

Asıl çarpışma ABD’nin dış politikasında yaşanıyor. Hillary Clinton’un yerine kimin dışişleri bakanı olacağı, açık bir savaşa sahne olmuş durumda.

Adaylardan CIA Başkanı David Petraeus, bir “skandalla” elenmiş oldu! Petraeus üstelik savunma bakanlığı için de düşünülen isimdi…

DIŞİŞLERİ’NE 7 ADAY

Eski Başkan adayı ve Senato’nun Dış İlişkiler Komitesi başkanı John Kerry, en güçlü adaylardan biri.

Bir diğer aday ise ABD’nin BM Daimi temsilcisi olan Susan Rice.

Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Tom Donilon’un bakanlığa geleceği ve Rice’ın ondan boşalan koltuğa oturabileceği de konuşuluyor.

Adaylar arasında Ulusal Güvenlik Konseyi üyesi Samantha Power, Kongre üyesi Keith Ellison ve Chuck Hagel, hatta Colin Powell bile bulunuyor.

TÜRKİYE-İSRAİL EKSENİ ZORLANACAK

İsmi konuşulan adayların tamamının, ABD’nin dış politika merkezinin Ortadoğu olmasını savunan isimler olması ilginç… Zira Clinton’un dışişleri bakanlığında, ABD Asya-Pasifik merkezli bir strateji belirlemişti. (Bu nedenle bu adaylar dışında bir sürpriz çıkabilir.)

Ama daha ilginci adayların birbirleriyle farklı yönelimlere sahip olması… Örneğin Samantha Power, Obama’yı Libya’ya saldırıya ikna eden isim olarak telaffuz ediliyor. Power, Obama’nın izlediği Suriye stratejisinin de mimarı olarak biliniyor. Kerry ile Power ve Ellison, İsrail-Filistin meselesinde birbirilerine karşıt konumlanıyorlar. Donilon, İsrail’in İran’a saldırı olasılığına açıktan karşı çıkıyor.

İsimlerin çokluğu da, isimlerin dış politika konusunda birbirinden farklı olması da ABD’nin siyasal gerilemesiyle ilgilidir. Çünkü gerileyen büyük kuvvetlerde bu denli “çok seslilik” olur.

Ancak Ortadoğu’yu esas alan adaylardan herhangi birinin koltuğa oturmasının, ABD’nin Asya-Pasifik merkezli stratejisinde köklü bir değişikliğe yol açamayacağını belirtmeliyiz. Olsa olsa Washington’un Ortadoğu’yu taşeronlarıyla idare etme dönemine ağırlık verebilmek ve Kürt Koridoru’nu inşa edebilmek için Türkiye-İsrail eksenli bir süreci zorlayacaklardır.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
14 Kasım 2012

, , , , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

AKP’NİN OBAMA ÇARESİZLİĞİ

ABD Başkanı Barrack Hüseyin Obama’nın yeniden seçilmesinin yarattığı “iç” heyecan, aslında Washington’un 2008’deki Obama Projesi’ni açıklamaktadır. Örneğin Obama’nın bizdeki muhafazakâr demokrat iktidar çevreleri tarafından neredeyse eşbaşkan ilan edilmesi, ABD devletinin başına neden “biraz Müslüman, biraz siyah ve biraz Hüseyin” olan birinin oturtulduğunu ortaya koymaktadır.

Öyle ki, Yeni Şafak’ın Ankara temsilcisi Abdülkadir Selvi, Obama seçildiğinde şu sözleri köşesinden dile getirebilmektedir: “Başkan Obama’nın ikinci kez seçilmesinin sevinciyle olsa gerek kendimi Meclis’e attım.” (Yeni Şafak, 8 Kasım 2012)

ERDOĞAN’IN BEKLENTİSİ

Kim bilir, belki de mutluluklarının nedeni, seçimlerin tamamlanmasıyla ABD’nin Suriye konusunda daha aktif tutum alabilmesi ihtimalidir. Ne de olsa Başbakan Erdoğan, aylar önce Washington’un pasifliğini seçimlere bağlamıştı…

Her ne kadar ABD dış politikasının seçimlerle ya da başkanın değişmesiyle çok köklü bir değişiklik sergilemeyeceği anlatıldıysa da, hayal kurmaya mecburlardı…

Nitekim Başbakan Erdoğan ABD seçimlerinden sonra şöyle diyordu: “ABD seçimleri bittikten sonra bölgede olumlu birçok şeylerin olabileceği noktasında beklentiler var. Bu beklenti bizde yok mu? Bizde de var. ABD’nin bu işi çok daha farklı şekilde ele almasının gereğine inanıyorum.”

AKP BÖLGEDE TEK BAŞINDA

Ancak Erdoğan bu açıklamayı yaptığı Bali’de, bir de asıl gerçekliğe işaret ediyor ve “21. yüzyıl Asya yüzyılıdır” diyordu…

Dünyanın ağırlık merkezinin Atlantik’ten Asya’ya kaydığını saptayıp da hâlâ Suriye konusunda ABD’den medet ummak, kuşkusuz çaresizliktendi…

Oysa Washington, ne yapacağını, daha doğrusu bir şey yapmayacağını çeşitli yöntemlerle Ankara’ya iletiyordu. Örneğin ünlü analist Thomas Friedman şu mesajı veriyordu: “Biz Suriye’ye dokunmayacağız bile. Biz bu işi halletmek için bölgesel güçleri kullanmakta kararlıyız. Türkiye bunlardan biri…Böyle bir durumdayken Suriye ile ilgilendiğimizi mi düşünüyorsun? Bize güvenmeyin. Türkiye evde tek başına…” (Milliyet, 11 Kasım 2012)

Friedman, bu köşede defalarca belirttiğimiz bir gerçeğe işaret ediyordu: “ABD Ortadoğu’da sorunları çözmek için bölgesel güçlere güvenmesi gereken bir döneme giriyor. Dünyadan tabii ki tamamen yok olmayacağız ama Amerika kendisiyle ilgilendiği bir döneme giriyor.

DAVUTOĞLU’NUN PERİŞAN HALLERİ

Bakü’de Putin’le buluşan ve Suriye konusunda “üçlü müzakere sistemi” geliştiren Erdoğan’ın, alternatif çıkışlar içinde olduğu anlaşılıyor. Nitekim Davutoğlu’nun “savaş eşiği” ilan ettiği 100 bin mülteci sayısının neredeyse iki katına çıkması ve Ankara’nın sınırları Suriyelilere kapatması ile Erdoğan’ın NATO’dan Patriot talebi konusunda Davutoğlu’nu kamuoyu önünde yalanlaması, çıkış arayışı olarak değerlendirilebilir.

Salt bu iki örneğe bakılınca bile, Davutoğlu’nun düştüğü durumun içler acısı olduğu anlaşılmaktadır. Öyle ki, Davutoğlu bu sıkışmışlık ve çaresizlik nedeniyle artık neler söylediğinin de pek farkında değildir.

Bakın Davutoğlu, Uğur Ergan’a ne diyor: “‘ABD SUK’dan memnun değil, bundan dolayı yeni bir süreç başlatıyor’ görüşüne katılmıyorum.” (Hürriyet, 10 Kasım 2012) Davutoğlu’nun, Hillary Clinton’un Zagrep’ten dünyaya ilan ettiği bu görüşü yok sayması, “sıfır” teorisi gibidir!

Daha vahimi Davutoğlu’nunbütçe görüşmelerinde neden Dışişleri Bakanlığı’nın konutunun aylık kirasının 49 bin lira olduğunu soran milletvekillerine “bana ahlaki soru soramazsınız” diyerek, tersinden doğru yanıtı vermiş olmasıdır!

En vahimi de, sanki Türkiye için yazdığı Stratejik Derinlik kitabı harikalar yaratmış gibi Davutoğlu’nun “vaktim olsa da Libya’nın derin stratejisini yazsam” demesidir. Kuşkusuz 49 bin liralık konut, “işgal ettikleri” bir ülkenin kitabını yazmaya soyunmasından daha ahlakidir!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
12 Kasım 2012

, , , ,

Yorum bırakın

ATLANTİK SURİYE’DE BÖLÜNDÜ

ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un, Türkiye merkezli Suriye Ulusal Konseyi SUK’u “artık muhalefetin lideri görmediğini” ilan etmesi büyük bir kırılmadır. Washington ayrıca Suriye muhalefetinin merkezini Türkiye’den Katar’a taşıyacağını da açıklamıştır.

ŞAM CEPHESİ’NİN BAŞARISI

Clinton’un neden SUK’un muhalefetin lideri olamayacağını açıklarken kullandığı “muhalefet 40 yıldır Suriye’de bulunmayan kişiler tarafından temsil edilemez” argümanı göstermeliktir.

ABD bu açıklamayla 20 aylık başarısızlığı perdelemeye çalışmakta ve sorumluluğu Türkiye ile SUK’a havale etmektedir.

Oysa Atlantik cephesinde bir kırılmaya yol açan bu gelişmenin esas nedeni Rusya-Çin-İran destekli Şam cephesinin direnişi ve politik manevralarla karşı cepheyi daraltmasıdır. Süreç Türkiye’yi bile Suriye sahnesinden çekilme arayışlarına itmiştir. Erdoğan ile Putin’in Bakü’de mutabık kaldıkları “üçlü müzakere” sistemi ile Türkiye, Moskova-Tahran-Kahire eksenli bir çözüme yönelmiştir.

SURİYE’DE KÜRT KIRILMASI

Ankara’yı bu sürece zorlayan en önemli gelişme ise bölgesel Kürt meselesidir.

Suriye meselesinin esasını oluşturan “Irak’ın kuzeyindeki yapıyı Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e açmak” hedefi, Ankara’da AKP’nin dış politikasına yönelik çoklu bir iç ve dış baskıya dönüştü. Bakü görüşmesi öncesinde Ankara-Moskova ve Ankara-Tahran hattında yaşanan ikili temaslar oldukça önemlidir.

Bu konunun Erdoğan ile Davutoğlu arasında bir kırılma yarattığı da iddialar arasındadır.

Ancak daha önemlisi dün Radikal’den Fehim Taştekin’in de üzerinde durduğu gibi Kürt meselesinin ABD ile SUK arasında büyük probleme dönüşmesidir. SUK’un Suriye’nin üniter yapısında ısrar ederek Kürtlere özerklik garantisi vermeye yanaşmaması hem Kahire’deki 4 Temmuz toplantısında ABD’li yetkili Robert Ford’la SUK kavgasına neden olmuş hem de Kürtler ile Arapların aynı çatıda birleştirilmesini engellemiştir.

DAVUTOĞLU FEDA MI EDİLECEK?

4 Temmuz toplantısından sonra neler olduğuna bir bakalım:

1) Washington, Türkiye’nin Suriye faaliyetlerini açığa düşüren pek çok haberi Washington Post ve New York Times üzerinden servis etti.

2) Barzani’nin girişimiyle 11 Temmuz’da Erbil mutabakatına varıldı ve Suriyeli Kürt gruplar Kürt Yüksek Konseyi çatısında birleştirildi. Bu operasyonda Barzani ile Davutoğlu ortak hareket etti. Hatta KDP’ye yakın Aknews ajansı, Barzani ile Davutoğlu’nun anlaşmanın imzalanacağı toplantıya katılacağını bile duyurdu.

3) Barzani’nin Dışişleri Sorumlusu Sefin Dızai, Davutoğlu Erbil yolundayken “Türkiye PYD ile görüşmeli” açıklaması yaptı.

4) Kürdistan’ın mimarı olan Henri Barkey, Türkiye’yi Suriye’deki Kürdistan’a alışmaya çağırdı.

5) ABD, Washington Büyükelçisi Francis Ricciardone üzerinden operasyonel açıklamalar yaptı. Örneğin son olarak Ricciardone’nin çıkıp “PKK, herkesten fazla Kürt öldürüyor” demesi anlamlıdır.

6) Halep’te ÖSO ile PYD çatıştı.

7) Diyarbakır’ı BOP içinde merkez yapmak isteyen, Bağdat’ı aşarak Erbil’le anlaşmalar imzalayan Başbakan Erdoğan, Almanya dönüşü uçakta dikkat çeken bir açıklama yaptı: “Suriye’nin Irak gibi olacağına ihtimal vermiyorum, biz de burada böyle bir senaryonun oynanmasına müsaade edemeyiz. Bunu Barzani’ye de söyledik, bunu bilmesini istedik. Barzani ise öyle bir şey olmadığını, olamayacağını, hatta PYD’nin PKK olmadığını anlatmaya çalıştı bize. Böyle bir şey olması halinde tavrımız Irak gibi olmaz dedik.

8) Suriye KDP’si, Kürt Yüksek Konseyi’nden çekildi.

9) Erdoğan’a yakın Yeni Şafak gazetesi, ilginçtir, dün Hürriyet’i, PKK-İsrail ve PKK-ABD ilişkisini gizlemekle suçladı!

10) Tüm bu gelişmeler yaşanırken F4 uçağımız Suriye’de “NATO yemi” yapıldı, Akçakale’ye faili meçhul top düştü ve Moskova-Şam uçağı CIA istihbaratıyla zorla Ankara’ya indirildi!

Bakalım Erdoğan nasıl çıkış arayacak? Örneğin Davutoğlu’nu feda edecek mi?

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
3 Kasım 2012

, , , , , , , , , , ,

1 Yorum

AKP – EL KAİDE BAĞI

Dün ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un neden Suriye Ulusal Konseyi SUK yöneticileriyle değil de “bağımsız aktivistlerle” görüştüğüne yanıt aramıştık.

Anımsayacağınız gibi SUK sözcüsü Muhammed Sarmini, Clinton’un tutumunu “ABD, SUK’u bir kenara atıyor” sözleriyle değerlendirmişti.

Washington ile Ankara arasında, hangi muhalif grubun başta olması gerektiği konusunda bir çelişki mi var? Yoksa Washington ile Ankara, Suriye’deki Libya stratejisinin tutmaması üzerine başka yöntemlere mi geçiyorlar?

Bizi bu sorunun yanıtına götürecek olguyu inceleyelim…

EL KAİDE, ESAD’A KARŞI SAVAŞIYOR

Şam rejiminin Halep’teki taarruzu sonrası, çatışmalarda bazı Türk vatandaşlarının da öldüğü ortaya çıktı. Örneğin Osman Karahan.

Bu şahsın kimliği AKP Hükümeti’nin nasıl bir organizasyon içinde bulunduğuna işaret ediyordu. Zira Osman Karahan, El Kaide’nin avukatıydı!

Öte yandan bir başka Türk’ün, Metin Ekinci’nin de Suriye’de öldüğü ortaya çıktı dün. Peki, Suriyeli yetkililer tarafından nüfus cüzdanı da gösterilen Metin Ekinci kimdi?

Suriye’de ölen Metin Ekinci ile Azad Ekinci’nin kardeşi olan Metin Ekinci aynı kişi mi?

HSBC BOMBACILARI SURİYE’DE

Gelin karışıklığa neden olmaması için baştan anlatalım:

15 ve 20 Kasım 2003 tarihlerinde İstanbul’da El Kaide tarafından HSBC binasına, İngiliz Konsolosluğu’na, Neva Şalom ve Beth İsrail Sinagoglarına bombalı intihar saldırıları düzenlendi. Dört saldırıda toplan 63 kişi öldü, 750 kişi de yaralandı.

Olay sonrasında çok sayıda kişi yakalandı ancak planlayıcılar başka kişilerdi. Türk El Kaide örgütünün yöneticileri olan bu kişiler Bingöl nüfusuna kayıtlı Azad Ekinci, Gürcan Baç, Burhan Kuş, Abdurrahman Karakuş ve Habip Akdaş’dı…

Bu beş kişi Hatay’ın Cilvegözü Sınır Kapısı’ndan Suriye’ye, oradan da Irak’a geçerek Zerkavi komutasındaki El Kaide saflarında çeşitli eylemlere katıldılar.

Azad Ekinci’nin daha önce Afganistan’daki kamplarda da bulunduğu anlaşıldı sonradan.

Soruşturma sırasına ortaya çıkan bilgilerden biri de bombalı intihar saldırılarında kullanılan araçlardan birinin, Azad Ekinci’nin kardeşi Metin Ekinci’nin üzerine kayıtlı olmasıydı.

İstanbul’daki El Kaide saldırılarından bir yıl sonra, Azad Ekinci’nin Irak’ın El-Anbar bölgesinde bir intihar saldırı düzenleyerek öldüğü iddia edildi. Ancak bu bilgi Türk istihbarat kayıtlarına hiçbir zaman kesinleşmiş bir bilgi olarak girmedi.

Azad Ekinci ve diğerleri kaçmıştı ama İstanbul saldırıları nedeniyle yakalanan başka El-Kaide üyeleri de vardı… İşte o El-Kaide’cilerin avukatlığını, Osman Karahan yapıyordu.

Yani geçen günlerde Halep’te öldürüldüğü ortaya çıkan Osman Karahan!

ABD TERÖRE YÖNELDİ!

Şimdi asıl sorulması gereken şu. Türk El-Kaidesi olarak bilinen bu kişilerin, AKP’nin desteklediği Özgür Suriye Ordusu saflarında çatışıyor olması ne anlama geliyor?

Suriye Ulusal Konseyi’ni kuran, Özgür Suriye Ordusu’nu Beşar Esad’ı devirmesi için destekleyen AKP Hükümeti’nin, bu yapının içinde savaşa giren Türk vatandaşlarından bilgisi olmaması kuşkusuz mümkün değildir.

Bu durumda ortaya ilginç bir ilişki çıkmaktadır: AKP ile El Kaide bağı!

Anlaşılan Washington, SUK gibi yapılarla ilerleyemeyince, El Kaide tipi ve türevi örgütlerle teröre yönelmektedir. Zira 18 Temmuz’da Suriye Milli Güvenlik Konseyi’ni hedef alan bombalı saldırı, El Kaide tarzı, ABD imzalı bir terörist faaliyettir!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
17 Ağustos 2012

, , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

%d blogcu bunu beğendi: